Ahmed-i Kuddûsî “rahmetullahi aleyh”, Padişahın davetiyle İstanbula gitti bir gün.
Başka âlimler de vardı mecliste.
Bir ara padişah, avcuna bir şey alıp;
- Şu avcumda ne olduğunu bileniniz var mı? diye sordu.
Âlimlerden her biri bir tahminde bulundu.
- Para var.
- Hayır.
- Şeker var.
- Değil.
Sultan, “Ahmed Kuddûsî” hazretlerine döndü.
- Siz söyleyin hocam.
Buyurdu ki:
- Dünyâyı taradım bu arada. Bir balık, yavrusunu arıyordu deryâda.
Avcunda, bir “Yavru balık” vardı gerçekten.
Padişah, firasetine hayran olup sarayda kalmasını teklif etti.
Ama o nazikçe reddetti.
Ve izin isteyip döndü memleketine.
Sultan, iki memur gönderdi arkasından.
Bilgi almak istiyordu “Maddî sıkıntısı”ndan.
Bir torba “Altın” gönderdi bunun için. Memurlar geldiğinde, O bahçe belliyordu. Maksatlarını da biliyordu.
Nitekim;
- İstanbul’dan benim için geldiniz, buyurdu. Ama bizim sizden yoktur bir isteğimiz.
- Evet efendim, dediler. Sultanın emriyle geldik. Ve size padişahtan biraz altın getirdik.
Onlara;
- Açın eteğinizi, buyurdu.
Sonra küreğini alarak, döktü eteklerine, bir kürek “Toprak”.
Sonra mı?
Topraklar “Altın” oldu.
Memurlar şaşkın şaşkın bakınırken etrafa,
- Onları yere dökün! buyurdu bu defa.
Döktüler. Daha da hayret ettiler.
Zira altınlar, “Yılan, Çıyan” oldu bu sefer.
Buyurdu:
- İşte gördünüz ya, böyle görünür bize dünyâ.
Ama yine de;
- Fukarâya dağıtırız, diye aldı altınları onlardan.
Ve işine etti devam.
Başka âlimler de vardı mecliste.
Bir ara padişah, avcuna bir şey alıp;
- Şu avcumda ne olduğunu bileniniz var mı? diye sordu.
Âlimlerden her biri bir tahminde bulundu.
- Para var.
- Hayır.
- Şeker var.
- Değil.
Sultan, “Ahmed Kuddûsî” hazretlerine döndü.
- Siz söyleyin hocam.
Buyurdu ki:
- Dünyâyı taradım bu arada. Bir balık, yavrusunu arıyordu deryâda.
Avcunda, bir “Yavru balık” vardı gerçekten.
Padişah, firasetine hayran olup sarayda kalmasını teklif etti.
Ama o nazikçe reddetti.
Ve izin isteyip döndü memleketine.
Sultan, iki memur gönderdi arkasından.
Bilgi almak istiyordu “Maddî sıkıntısı”ndan.
Bir torba “Altın” gönderdi bunun için. Memurlar geldiğinde, O bahçe belliyordu. Maksatlarını da biliyordu.
Nitekim;
- İstanbul’dan benim için geldiniz, buyurdu. Ama bizim sizden yoktur bir isteğimiz.
- Evet efendim, dediler. Sultanın emriyle geldik. Ve size padişahtan biraz altın getirdik.
Onlara;
- Açın eteğinizi, buyurdu.
Sonra küreğini alarak, döktü eteklerine, bir kürek “Toprak”.
Sonra mı?
Topraklar “Altın” oldu.
Memurlar şaşkın şaşkın bakınırken etrafa,
- Onları yere dökün! buyurdu bu defa.
Döktüler. Daha da hayret ettiler.
Zira altınlar, “Yılan, Çıyan” oldu bu sefer.
Buyurdu:
- İşte gördünüz ya, böyle görünür bize dünyâ.
Ama yine de;
- Fukarâya dağıtırız, diye aldı altınları onlardan.
Ve işine etti devam.