BEN ÇOK ETKİLENDİM :AOKUMANIZI TAVSİYE EDERİM...
Müslümanların son yıllarda başına gelen en büyük felaket, amellerindeki erozyondur. Bu felaket son zamanlarda ciddi boyutlara ulaşmış ve iyi düşünülerek, tedavi yolu bulunması gereken acil bir hastalık haline gelmiş durumdadır. Zira büyüklerimizin buyurduğu gibi, “inandığın gibi yaşamıyorsan, yaşadığın gibi inanmaya başlarsın.” Durum yaşadığımız gibi inanmaya ulaşırsa o zaman İslam toplumu iflah olmaz bir hastalığa yakalanmış olur. Yıllardan beri ciddî bir amelî erozyon yaşamaktayız. Dün yaşanan o güzellikler bugün maalesef yaşanmamaktadır. Dünkü o samimi davranışlar, bugün yerini sahte davranışlara, o güzel dostluklar, yerini menfaatlerin konuştuğu bir sahaya, o sevgi ve muhabbetler, yerini riyakâr sevgi ve muhabbetlere bıraktı.
Dün, müslümanlar camilerini doldururken, bugün camilerimiz bomboş kaldı. Dün, sabah namazının değerini bilen müslümanlar, bugün bu değeri unutur oldu. Dün fedakarlıkta ön safta olanlar, bugün bu güzellikten kaçar oldu. Dün gayesi, “Allah’ın rızası için İslam’ı hayata hakim kılma” olan müslümanlar, bugün gayesi “kesesini, kasasını doldurup, rahat bir hayat yaşama” olan müslümanlar halini aldı
.
Dün uhuvvet sarayında en güzel örnekler sergileyen müslümanlar, bugün bu sarayı bırakıp zillet harabesine daldı. Dün maddî-manevî yardımlaşmayı bir hamiyet sayan müslümanlar, bugün bu güzel hasleti aptallık sayar hale geldi. Dün komşuluk ilişkisini Allah’ın bir lütfu sayan müslümanlar, şimdi komşuluk ilişkisini bir eziyet sayar oldu. Dün müslümanlar, kardeşi hastalandığında onu ziyaret etmeyi bir erdem olarak görürken, cenazesine koşarken, bugün bunlardan uzaklaşmaya azamî gayret sarf eder oldu. Dün küslüğü bir insanı katletmek olarak gören müslümanlar, bugün yerlerini ilişkiyi kesmekte hiçbir beis görmeyen, birbiriyle ilişkisini kesen, dargın, küskün yığınlarca müslümanlara bıraktı.
Dün iki kardeşin arası açılınca, onları barıştırmak için yarışan müslümanların yerine, bugün “banane” diyerek umursamayan müslümanlar var. Dün kin, kibir, gurur, yalan gibi çirkin hasletleri bilmeyen müslümanlar yerine, bugün bu çirkin sıfatları normalmiş gibi yapan müslümanlardan olduk. Dün bir kardeşimizin başına bir sıkıntı geldiğinde, bir vücut gibi olan müslümanlar yerine, bugün duyarsız bir toplum olduk.
Dün “doğudaki bir müslümanın ayağına bir diken batsa, batıdaki müslüman acısını hisseder” düsturunda olan müslümanlar iken, bugün dünyada akan kanın müslüman kanı olmasına aldırmayan; Çeçenistan, Keşmir, Filistin ve Irak’ta müslüman kardeşlerimiz toplu halde öldürülürken, bacılarımızın ırzları, namusları yok olurken, oradaki çocuklarımız katledilirken, kılı kıpırdamayan, yüreği yanmayan; bu mezalime karşı bir şeyler yapmak şöyle dursun, dua bile etmeyen müslümanlar olduk.
Dün bir hayır çalışmasında ön safta olan müslümanlar yerine, bugün böyle bir hayır çalışmasına yüzünü ekşiten müslüman olduk. Dün hizmeti bir fazilet sayan müslümanlar yerine, bugün hizmeti yük olarak gören müslüman olduk. Dün, İslam tarihini, tefsiri, hadisi yaşamak için, dinleyen müslümanlardan iken, bugün bunları genel kültür için dinleyen müslümanlardan olduk. Dün bir Mus’ab bin Umeyr olmak için can atarken, bugün topçu ya da popçu olmak isteyen biri olduk. Dün Kur’an okumaya, bizi cennete ulaştırıp, cehennemden koruyan merhamet ve şefkat dolu bir hâdise olarak bakarken, Kur’an’ın, bizlere zaman içinde gönlünü açtığını, düşünürken, bugün O’ndan uzak kalmaktan hiçbir sıkıntı duymayan bir müslüman olduk.
Aman Allahım! Sen bizi muhatap kabul ederek (tabiri caizse) bir mektup yollamışsın, biz ise eşsiz bir güzellik olan Kur’an okumaktan işimizi, dünyalığımızı, meşgalemizi bahane ederek uzak kalıyoruz. Bir Ebu Cehil, bir Utbe bile Kur’an’ı dinlemek için Rasulullah (SAV) Efendimizin evine giderler, gizlice Kur’an dinlerlerdi. Peki ya bizler neden Kur’an dinlemek istemiyoruz. Arabalarımızda, evlerimizde dinlemek için nice imkanlar var, teypler, radyolar ve niceleri. Ama bizim radyolarımız Kur’an yayınlanan kanallara ayarlı değil ki! Artık kulaklarımız, gönüllerimiz Kur’an ve güzel şeyleri dinlemekten zevk alacağı yere, şeytanî müziklerden zevk alır hâle geldi. Bu ne zillet ya Rabbi? Bu ne çirkinlik ya Rabbi? Teyplerimizde Kur’an ya da gönüllere huzur veren ilâhi kasetleri yerine, aşuftelerin kasetleri var. Ya Rabbi biz ne haldeydik, ne hâle geldik?! Dün ilâhilerdeki sazın cevazını konuşurken, bugün aşuftelerin şarkılarına mübtela olduk. Hassasiyetlerimiz yok oldu, ihlasımız kayboldu, sevdalarımız kurudu, kurumuş çeşmeye döndük. Dün aşkla koşuşanlar bugün nerede? Karşılıksız, beklentisiz çabalayanlar bugün nerede? Hizmet için kendini paralayan, cihadı gündemlerinden düşürmeyen, şehadeti özleyen o samimi mü’minler bugün nerede? Birbirlerine bakarken gözlerinden sevgi fışkıran o yiğitler bugün nerede? Dün faizden kaçmayı, aslandan kaçma gibi gören ve uzak duran müslümanlar, bugün faizli taşıt kredilerini almak için ya da başka krediler için sıraya girmekte… Kur’an’la irtibatsızlık günümüzde müslümanların bir yarasıdır.
Unutmayalım ki, Kur’an’ın olmadığı yerde, O’nun olmadığı gönüllerde, O’nun olmadığı toplumlarda iman yoktur, dolayısıyla hayat yoktur. Vahiy ile sulanmayan gönüllerde hayat olamaz. Vahiyle irtibatı olmayanlar bir nevi ölüdürler. Halbuki iyi biliyoruz ki, Kur’an bir nurdur, Kur’an okumak kalplerdeki pası giderir, Kur’an’ın hem işlerimizin rast gitmesine bir sebep, hem son nefeste bir kolaylık, hem kabirde nur ve muhafız, hem kıyamette şefaatçi, hem de cehenneme bir kalkan olduğunu çok iyi bilmekteyiz. Bu ve daha bir çok konuda bilgimiz hatta ilmimiz olmasına rağmen hâlâ neden bu kadar duyarsız davranıyoruz anlamıyorum. Allah için ne olur kendimize gelelim. Hayat kitabımızdan uzak kaldığımız gibi diğer ibadetlerimizde de pek çok eksiğimiz var.
Zaman zaman namaz ibadetimizde bile tekasül gösteriyoruz. İslamî eğitimden uzak kalmış, İslamî hayattan haberdâr olmayanların durumu belki anlaşılabilir de, pek çok eğitim almış, İslamî hayatla alakalı bilgisi topluma göre üst düzeyde olan müslümanlar neden bu haldeler? Hepimiz biliyoruz ki, hayata tatbik edilmeyen bilgiler kişiye vebalden başka bir şey getirmez.
Allahu Teâlâ’nın, Peygamber Efendimizin bunca emri ve beyanı ortada dururken nasıl olur da namazlarımızın kazaya kalmasına göz yummaktayız? Nasıl olur da camiye, cemaate bu denli uzağız? Nasıl olur da nafile ibadetleri kâle almaz bir hâle geldik? Nasıl olur da Allah’ı unutur haldeyiz? Neden O’nun zikrinden, şükründen uzak kalmaya çalışmaktayız? O güzellikleri neden tatmıyoruz? Namazlarımızı zevkle kılmak yerine neden bir vazifesavar misali, kuşun yem gagalar misali hissiz, ruhsuz kılıyoruz?
Şu hususa dikkat edelim: Rivayet edildi ki, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin pazartesi günü ruhu kabzedildi. 18 gün hasta yattı. Ashab, kendisini ziyâret ediyordu. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin söylediği son söz:
“Namaza dikkat edin, hizmetçilerinize iyi davranın. Namaza dikkat!”
Biz, Allah’tan geldik, şimdi O’na gidiyoruz. Düşünün ki, rehberimiz, önderimiz, Rasulümüz son anında bile namaza dikkatimizi çekiyor.
Unutmayalım ki ahlak-ı zemimenin, kalpteki hastalıkların tedavi yolu bu usullerden geçmektedir. Kalplerimizde manevî hastalıklar varsa -ki var- kimimizde kibir, kimimizde kin, kimimizde cimrilik, kimimizde enaniyet, kimimizde öfke, kimimizde kalp katılığı, kimimizde yalan, kimimizde gıybet, kimimizde itaatsizlik, kimimizde izinsizlik varsa -ki var- öyleyse ne olur aklımızı başımıza alalım. Bu hastalıkların tedavisinin yegane yolu, bu ibadetlerden geçmektedir.
Kibir varsa tedavisi namazdır, yüzünü bol bol secdeye koymaktır. Mezarları ziyarettir ki, bir zamanlar orada yatanlar da kibirlenmişlerdi ama bu gün bakın toprak oldular, hesap veriyorlar.
Kin varsa tedavisi hediyeleşmedir, ziyaretleşmedir, affetmenin yüceliğini görmektedir. O kardeşe bol bol dua etmektir. Onunla ünsiyet ederek konuşmaktır.
Gıybet varsa tedavisi, kıyameti ve suali tefekkürdür. Mizanda amellerimizin gıybet karşılığında nasıl yok olduğunu şimdiden düşünerek idrak etmektir. Bir ufacık kul hakkı karşılığında ne kadar namazımızın gideceğini düşünmektir. Allah Teâlâ buyuruyor:
“Hepiniz o gün Allah’a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı tastamam verilecek, onlara haksızlık edilmeyecektir.” (Bakara 281)
Müslümanların son yıllarda başına gelen en büyük felaket, amellerindeki erozyondur. Bu felaket son zamanlarda ciddi boyutlara ulaşmış ve iyi düşünülerek, tedavi yolu bulunması gereken acil bir hastalık haline gelmiş durumdadır. Zira büyüklerimizin buyurduğu gibi, “inandığın gibi yaşamıyorsan, yaşadığın gibi inanmaya başlarsın.” Durum yaşadığımız gibi inanmaya ulaşırsa o zaman İslam toplumu iflah olmaz bir hastalığa yakalanmış olur. Yıllardan beri ciddî bir amelî erozyon yaşamaktayız. Dün yaşanan o güzellikler bugün maalesef yaşanmamaktadır. Dünkü o samimi davranışlar, bugün yerini sahte davranışlara, o güzel dostluklar, yerini menfaatlerin konuştuğu bir sahaya, o sevgi ve muhabbetler, yerini riyakâr sevgi ve muhabbetlere bıraktı.
Dün, müslümanlar camilerini doldururken, bugün camilerimiz bomboş kaldı. Dün, sabah namazının değerini bilen müslümanlar, bugün bu değeri unutur oldu. Dün fedakarlıkta ön safta olanlar, bugün bu güzellikten kaçar oldu. Dün gayesi, “Allah’ın rızası için İslam’ı hayata hakim kılma” olan müslümanlar, bugün gayesi “kesesini, kasasını doldurup, rahat bir hayat yaşama” olan müslümanlar halini aldı
.
Dün uhuvvet sarayında en güzel örnekler sergileyen müslümanlar, bugün bu sarayı bırakıp zillet harabesine daldı. Dün maddî-manevî yardımlaşmayı bir hamiyet sayan müslümanlar, bugün bu güzel hasleti aptallık sayar hale geldi. Dün komşuluk ilişkisini Allah’ın bir lütfu sayan müslümanlar, şimdi komşuluk ilişkisini bir eziyet sayar oldu. Dün müslümanlar, kardeşi hastalandığında onu ziyaret etmeyi bir erdem olarak görürken, cenazesine koşarken, bugün bunlardan uzaklaşmaya azamî gayret sarf eder oldu. Dün küslüğü bir insanı katletmek olarak gören müslümanlar, bugün yerlerini ilişkiyi kesmekte hiçbir beis görmeyen, birbiriyle ilişkisini kesen, dargın, küskün yığınlarca müslümanlara bıraktı.
Dün iki kardeşin arası açılınca, onları barıştırmak için yarışan müslümanların yerine, bugün “banane” diyerek umursamayan müslümanlar var. Dün kin, kibir, gurur, yalan gibi çirkin hasletleri bilmeyen müslümanlar yerine, bugün bu çirkin sıfatları normalmiş gibi yapan müslümanlardan olduk. Dün bir kardeşimizin başına bir sıkıntı geldiğinde, bir vücut gibi olan müslümanlar yerine, bugün duyarsız bir toplum olduk.
Dün “doğudaki bir müslümanın ayağına bir diken batsa, batıdaki müslüman acısını hisseder” düsturunda olan müslümanlar iken, bugün dünyada akan kanın müslüman kanı olmasına aldırmayan; Çeçenistan, Keşmir, Filistin ve Irak’ta müslüman kardeşlerimiz toplu halde öldürülürken, bacılarımızın ırzları, namusları yok olurken, oradaki çocuklarımız katledilirken, kılı kıpırdamayan, yüreği yanmayan; bu mezalime karşı bir şeyler yapmak şöyle dursun, dua bile etmeyen müslümanlar olduk.
Dün bir hayır çalışmasında ön safta olan müslümanlar yerine, bugün böyle bir hayır çalışmasına yüzünü ekşiten müslüman olduk. Dün hizmeti bir fazilet sayan müslümanlar yerine, bugün hizmeti yük olarak gören müslüman olduk. Dün, İslam tarihini, tefsiri, hadisi yaşamak için, dinleyen müslümanlardan iken, bugün bunları genel kültür için dinleyen müslümanlardan olduk. Dün bir Mus’ab bin Umeyr olmak için can atarken, bugün topçu ya da popçu olmak isteyen biri olduk. Dün Kur’an okumaya, bizi cennete ulaştırıp, cehennemden koruyan merhamet ve şefkat dolu bir hâdise olarak bakarken, Kur’an’ın, bizlere zaman içinde gönlünü açtığını, düşünürken, bugün O’ndan uzak kalmaktan hiçbir sıkıntı duymayan bir müslüman olduk.
Aman Allahım! Sen bizi muhatap kabul ederek (tabiri caizse) bir mektup yollamışsın, biz ise eşsiz bir güzellik olan Kur’an okumaktan işimizi, dünyalığımızı, meşgalemizi bahane ederek uzak kalıyoruz. Bir Ebu Cehil, bir Utbe bile Kur’an’ı dinlemek için Rasulullah (SAV) Efendimizin evine giderler, gizlice Kur’an dinlerlerdi. Peki ya bizler neden Kur’an dinlemek istemiyoruz. Arabalarımızda, evlerimizde dinlemek için nice imkanlar var, teypler, radyolar ve niceleri. Ama bizim radyolarımız Kur’an yayınlanan kanallara ayarlı değil ki! Artık kulaklarımız, gönüllerimiz Kur’an ve güzel şeyleri dinlemekten zevk alacağı yere, şeytanî müziklerden zevk alır hâle geldi. Bu ne zillet ya Rabbi? Bu ne çirkinlik ya Rabbi? Teyplerimizde Kur’an ya da gönüllere huzur veren ilâhi kasetleri yerine, aşuftelerin kasetleri var. Ya Rabbi biz ne haldeydik, ne hâle geldik?! Dün ilâhilerdeki sazın cevazını konuşurken, bugün aşuftelerin şarkılarına mübtela olduk. Hassasiyetlerimiz yok oldu, ihlasımız kayboldu, sevdalarımız kurudu, kurumuş çeşmeye döndük. Dün aşkla koşuşanlar bugün nerede? Karşılıksız, beklentisiz çabalayanlar bugün nerede? Hizmet için kendini paralayan, cihadı gündemlerinden düşürmeyen, şehadeti özleyen o samimi mü’minler bugün nerede? Birbirlerine bakarken gözlerinden sevgi fışkıran o yiğitler bugün nerede? Dün faizden kaçmayı, aslandan kaçma gibi gören ve uzak duran müslümanlar, bugün faizli taşıt kredilerini almak için ya da başka krediler için sıraya girmekte… Kur’an’la irtibatsızlık günümüzde müslümanların bir yarasıdır.
Unutmayalım ki, Kur’an’ın olmadığı yerde, O’nun olmadığı gönüllerde, O’nun olmadığı toplumlarda iman yoktur, dolayısıyla hayat yoktur. Vahiy ile sulanmayan gönüllerde hayat olamaz. Vahiyle irtibatı olmayanlar bir nevi ölüdürler. Halbuki iyi biliyoruz ki, Kur’an bir nurdur, Kur’an okumak kalplerdeki pası giderir, Kur’an’ın hem işlerimizin rast gitmesine bir sebep, hem son nefeste bir kolaylık, hem kabirde nur ve muhafız, hem kıyamette şefaatçi, hem de cehenneme bir kalkan olduğunu çok iyi bilmekteyiz. Bu ve daha bir çok konuda bilgimiz hatta ilmimiz olmasına rağmen hâlâ neden bu kadar duyarsız davranıyoruz anlamıyorum. Allah için ne olur kendimize gelelim. Hayat kitabımızdan uzak kaldığımız gibi diğer ibadetlerimizde de pek çok eksiğimiz var.
Zaman zaman namaz ibadetimizde bile tekasül gösteriyoruz. İslamî eğitimden uzak kalmış, İslamî hayattan haberdâr olmayanların durumu belki anlaşılabilir de, pek çok eğitim almış, İslamî hayatla alakalı bilgisi topluma göre üst düzeyde olan müslümanlar neden bu haldeler? Hepimiz biliyoruz ki, hayata tatbik edilmeyen bilgiler kişiye vebalden başka bir şey getirmez.
Allahu Teâlâ’nın, Peygamber Efendimizin bunca emri ve beyanı ortada dururken nasıl olur da namazlarımızın kazaya kalmasına göz yummaktayız? Nasıl olur da camiye, cemaate bu denli uzağız? Nasıl olur da nafile ibadetleri kâle almaz bir hâle geldik? Nasıl olur da Allah’ı unutur haldeyiz? Neden O’nun zikrinden, şükründen uzak kalmaya çalışmaktayız? O güzellikleri neden tatmıyoruz? Namazlarımızı zevkle kılmak yerine neden bir vazifesavar misali, kuşun yem gagalar misali hissiz, ruhsuz kılıyoruz?
Şu hususa dikkat edelim: Rivayet edildi ki, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellemin pazartesi günü ruhu kabzedildi. 18 gün hasta yattı. Ashab, kendisini ziyâret ediyordu. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellemin söylediği son söz:
“Namaza dikkat edin, hizmetçilerinize iyi davranın. Namaza dikkat!”
Biz, Allah’tan geldik, şimdi O’na gidiyoruz. Düşünün ki, rehberimiz, önderimiz, Rasulümüz son anında bile namaza dikkatimizi çekiyor.
Unutmayalım ki ahlak-ı zemimenin, kalpteki hastalıkların tedavi yolu bu usullerden geçmektedir. Kalplerimizde manevî hastalıklar varsa -ki var- kimimizde kibir, kimimizde kin, kimimizde cimrilik, kimimizde enaniyet, kimimizde öfke, kimimizde kalp katılığı, kimimizde yalan, kimimizde gıybet, kimimizde itaatsizlik, kimimizde izinsizlik varsa -ki var- öyleyse ne olur aklımızı başımıza alalım. Bu hastalıkların tedavisinin yegane yolu, bu ibadetlerden geçmektedir.
Kibir varsa tedavisi namazdır, yüzünü bol bol secdeye koymaktır. Mezarları ziyarettir ki, bir zamanlar orada yatanlar da kibirlenmişlerdi ama bu gün bakın toprak oldular, hesap veriyorlar.
Kin varsa tedavisi hediyeleşmedir, ziyaretleşmedir, affetmenin yüceliğini görmektedir. O kardeşe bol bol dua etmektir. Onunla ünsiyet ederek konuşmaktır.
Gıybet varsa tedavisi, kıyameti ve suali tefekkürdür. Mizanda amellerimizin gıybet karşılığında nasıl yok olduğunu şimdiden düşünerek idrak etmektir. Bir ufacık kul hakkı karşılığında ne kadar namazımızın gideceğini düşünmektir. Allah Teâlâ buyuruyor:
“Hepiniz o gün Allah’a döndürüleceksiniz. Sonra herkese kazandığı tastamam verilecek, onlara haksızlık edilmeyecektir.” (Bakara 281)