Dua; istemek, yalvarmak, talep etmek anlamındadır. Herhangi bir kimsenin, kendi arzusunun, dileğinin gerçekleşmesi veya bir başkasının, bir dileğine, arzusuna kavuşması için Allahü teâlâya yalvarması demektir. Allahü teâlâ, Mümin suresinin altmışıncı âyet-i kerimesinde mealen; (Bana halis kalb ile dua ediniz. Duanızı kabul ederim) buyurmaktadır. Peygamber efendimiz de; (Allahü teâlâyı unutarak, gafletle edilen dua kabul olmaz) buyurmuşlardır.
Duanın kabul olup olmamasından değil, dua ederken şartlarına uygun yapılıp yapılmadığından endişe etmelidir. Çünkü şartlarına uygun olarak yapılan dua, mutlaka kabul olur. Bunu, âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler haber vermektedir. Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri; “Yalnız dua etmekle kendimizi aldatmayalım! Allahü teâlânın kanun-ı ilahiyyesine uymadan, sebeplere yapışmadan, çalışmadan dua etmek mucize istemek demektir. Müslümanlıkta hem çalışılır, hem de dua edilir. Önce sebebe yapışmak, sonra dua etmek lazımdır” buyurmuştur.
İmam-ı Gazali hazretleri de; “Duanın edeplerinden biri de; dua ederken, aciz olduğunu ifade etmek, huzur ve huşu içinde Allah'tan korkarak ve kabulünü umarak istediği şeyde devam üzere olmaktır” buyurmaktadır.
Kul, her zaman Sahibine, Yaratanına muhtaçtır. Allahü teâlâ, her şeyi sebeplerle yarattığı için, sebeplere yapışmakla emrolunduk. Sebeplere yapışacağız ve dua da edeceğiz. Çünkü dua etmemizi kendisi istemekte ve emretmektedir. Nimet zamanında da, bela anında da dua etmekle emrolunduk.
Nitekim İmam-ı Rabbani hazretleri; “Dua etmekle emrolunduk. Kulun Rabbine dua etmesi, yalvarması, yakarması, sığınması, ağlayıp sızlaması Rabbine hoş gelir” buyurmuştur.
Bela anında dua etmemek, yalvarmamak, o beladan daha büyük bir üzüntüdür, daha büyük bir kederdir, gamdır. Muhammed Ma’sum hazretleri buyuruyor ki:
“Bela, Allahü teâlâdan gelir. Beladan kurtaran da, Odur. Her birinin belli vakti vardır. Vakitlerini değiştirmek mümkün değildir. Şikâyet, fayda vermez. Ona sığınılır ve dua edilirse, hiç gam kalmaz. Dua etmemek, gamların en büyüğüdür.”
Şartlarına uygun yapılan duanın neticesinden endişe etmemeli ve bu konuda aceleci de olmamalıdır. Bir gün Peygamber efendimiz; (Kul günah veya kat'-ı rahm yani sılayı rahmi terk davasında bulunmadıkça ve acele etmedikçe duası kabul edilir) buyurmuştu. Orada bulunan eshab-ı kiramdan bazıları; Ya Resulallah, acele etmek nedir? diye sual edince, Resulullah efendimiz; (Dua ettim de kabul edildiğini görmedim der ve o anda vazgeçerek duayı bırakır) buyurmuşlardır.
Dua ederken, Allahü teâlânın sevdiklerini vesile ederek, onların hatırı ve hürmetine diyerek dua etmelidir. Zira Peygamber efendimiz; (Allahümme inni es'elüke bilhakkıssa'iline aleyke yani; "Ya Rabbi! Senden isteyip de verdiğin kimselerin hakkı için, senden istiyorum” derdi ve böyle dua ediniz!) buyururdu.
Abdülkadir Geylani hazretleri buyuruyor ki:
"Allahü teâlâdan dünya ve ahiretin hayırlarını iste. Sakın; "Ben istiyorum. Fakat Allahü teâlâ vermiyor, ben de bundan sonra istemeyeceğim" deme. Duaya devam et. Eğer istediğin şey ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allahü teâlâdan istedikten sonra, Allahü teâlâ onu sana gönderir. Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise, Allahü teâlâ seni o şeye muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere rıza gösterme nimetini ihsan eder. Eğer Allahü teâlâ senin için fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allahü teâlâya fakirlikten ve hastalıktan kurtulman için yalvarırsın. O zaman Allahü teâlâ sana razı ve memnun olacağın bir hâl verir. Eğer, ezelde borçlu olmak takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için dua edersen, Allahü teâlâ alacaklıyı sana kötü muamele etme halinden vazgeçirir. Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama haline çevirir. Eğer dünyada borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık sana bol sevap verir.”
Bir gün Ahmed bin Alevi hazretlerinin talebelerinden birisinin çocuğu vefat etmişti. O talebe buna çok üzüldü. Çocuğunu kucaklayıp, doğruca hocasının huzuruna götürdü ve; "Efendim, Allahü teâlâya dua edin de, ya bu oğlumu diriltsin veya benim de ruhumu alsın" dedi. Bunun üzerine Ahmed bin Alevi hazretleri talebesine hitaben; "Senin için hayırlı olan duada bulunacağım. Yavrum! Kazaya rıza gösterip sabredeceksin. Allahü teâlâ, bu yavruyu sana emanet verdi. Şimdi geri alırken sana çok sevap, iyilik verecek, acıyarak doğru yolda ilerlemeni, yükselmeni ihsan edecektir. Bu merhamete ve ihsana kavuşabilmek için sabretmeli, Onun yaptığını hoş görmelisin. Kızar, bağırıp çağırırsan, sevaba kavuşamazsın. Onun emrine razı olup, kazaya rıza göstereceksin" buyurup, dua etti.
Duayı terk etmemeli fakat şartlarına uygun olarak yapmalıdır. Zira Ali Ramiteni hazretleri buyuruyor ki:
"Allahü teâlâya hiç isyan etmediğiniz bir dille dua ediniz ki, duanız kabul olsun."
Yahya bin Main hazretleri de; “Allahü teâlâya itaat etmek bir hazineye benzer. Bu hazinenin anahtarı dua, anahtarın dişleri de helal lokmadır” buyurmuştur.
Duanın kabul olup olmamasından değil, dua ederken şartlarına uygun yapılıp yapılmadığından endişe etmelidir. Çünkü şartlarına uygun olarak yapılan dua, mutlaka kabul olur. Bunu, âyet-i kerimeler ve hadis-i şerifler haber vermektedir. Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri; “Yalnız dua etmekle kendimizi aldatmayalım! Allahü teâlânın kanun-ı ilahiyyesine uymadan, sebeplere yapışmadan, çalışmadan dua etmek mucize istemek demektir. Müslümanlıkta hem çalışılır, hem de dua edilir. Önce sebebe yapışmak, sonra dua etmek lazımdır” buyurmuştur.
İmam-ı Gazali hazretleri de; “Duanın edeplerinden biri de; dua ederken, aciz olduğunu ifade etmek, huzur ve huşu içinde Allah'tan korkarak ve kabulünü umarak istediği şeyde devam üzere olmaktır” buyurmaktadır.
Kul, her zaman Sahibine, Yaratanına muhtaçtır. Allahü teâlâ, her şeyi sebeplerle yarattığı için, sebeplere yapışmakla emrolunduk. Sebeplere yapışacağız ve dua da edeceğiz. Çünkü dua etmemizi kendisi istemekte ve emretmektedir. Nimet zamanında da, bela anında da dua etmekle emrolunduk.
Nitekim İmam-ı Rabbani hazretleri; “Dua etmekle emrolunduk. Kulun Rabbine dua etmesi, yalvarması, yakarması, sığınması, ağlayıp sızlaması Rabbine hoş gelir” buyurmuştur.
Bela anında dua etmemek, yalvarmamak, o beladan daha büyük bir üzüntüdür, daha büyük bir kederdir, gamdır. Muhammed Ma’sum hazretleri buyuruyor ki:
“Bela, Allahü teâlâdan gelir. Beladan kurtaran da, Odur. Her birinin belli vakti vardır. Vakitlerini değiştirmek mümkün değildir. Şikâyet, fayda vermez. Ona sığınılır ve dua edilirse, hiç gam kalmaz. Dua etmemek, gamların en büyüğüdür.”
Şartlarına uygun yapılan duanın neticesinden endişe etmemeli ve bu konuda aceleci de olmamalıdır. Bir gün Peygamber efendimiz; (Kul günah veya kat'-ı rahm yani sılayı rahmi terk davasında bulunmadıkça ve acele etmedikçe duası kabul edilir) buyurmuştu. Orada bulunan eshab-ı kiramdan bazıları; Ya Resulallah, acele etmek nedir? diye sual edince, Resulullah efendimiz; (Dua ettim de kabul edildiğini görmedim der ve o anda vazgeçerek duayı bırakır) buyurmuşlardır.
Dua ederken, Allahü teâlânın sevdiklerini vesile ederek, onların hatırı ve hürmetine diyerek dua etmelidir. Zira Peygamber efendimiz; (Allahümme inni es'elüke bilhakkıssa'iline aleyke yani; "Ya Rabbi! Senden isteyip de verdiğin kimselerin hakkı için, senden istiyorum” derdi ve böyle dua ediniz!) buyururdu.
Abdülkadir Geylani hazretleri buyuruyor ki:
"Allahü teâlâdan dünya ve ahiretin hayırlarını iste. Sakın; "Ben istiyorum. Fakat Allahü teâlâ vermiyor, ben de bundan sonra istemeyeceğim" deme. Duaya devam et. Eğer istediğin şey ezelde senin için takdir edilmiş ise, Allahü teâlâdan istedikten sonra, Allahü teâlâ onu sana gönderir. Eğer istediğin o rızık ezelde senin için takdir edilmemiş ise, Allahü teâlâ seni o şeye muhtaç kılmaz ve kendinden gelenlere rıza gösterme nimetini ihsan eder. Eğer Allahü teâlâ senin için fakirlik ve hastalık dilemiş ise, sen de Allahü teâlâya fakirlikten ve hastalıktan kurtulman için yalvarırsın. O zaman Allahü teâlâ sana razı ve memnun olacağın bir hâl verir. Eğer, ezelde borçlu olmak takdir edilmişse ve sen de borçtan kurtulmak için dua edersen, Allahü teâlâ alacaklıyı sana kötü muamele etme halinden vazgeçirir. Hatta borcundan azaltma veya hepsini bağışlama haline çevirir. Eğer dünyada borçlu halden kurtarmazsa buna karşılık sana bol sevap verir.”
Bir gün Ahmed bin Alevi hazretlerinin talebelerinden birisinin çocuğu vefat etmişti. O talebe buna çok üzüldü. Çocuğunu kucaklayıp, doğruca hocasının huzuruna götürdü ve; "Efendim, Allahü teâlâya dua edin de, ya bu oğlumu diriltsin veya benim de ruhumu alsın" dedi. Bunun üzerine Ahmed bin Alevi hazretleri talebesine hitaben; "Senin için hayırlı olan duada bulunacağım. Yavrum! Kazaya rıza gösterip sabredeceksin. Allahü teâlâ, bu yavruyu sana emanet verdi. Şimdi geri alırken sana çok sevap, iyilik verecek, acıyarak doğru yolda ilerlemeni, yükselmeni ihsan edecektir. Bu merhamete ve ihsana kavuşabilmek için sabretmeli, Onun yaptığını hoş görmelisin. Kızar, bağırıp çağırırsan, sevaba kavuşamazsın. Onun emrine razı olup, kazaya rıza göstereceksin" buyurup, dua etti.
Duayı terk etmemeli fakat şartlarına uygun olarak yapmalıdır. Zira Ali Ramiteni hazretleri buyuruyor ki:
"Allahü teâlâya hiç isyan etmediğiniz bir dille dua ediniz ki, duanız kabul olsun."
Yahya bin Main hazretleri de; “Allahü teâlâya itaat etmek bir hazineye benzer. Bu hazinenin anahtarı dua, anahtarın dişleri de helal lokmadır” buyurmuştur.