Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Dr. Hawari kayser’in “kuantum ve ötesi” kitabı vesilesiyle (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
kuantum.jpg


DR. HAWARİ KAYSER’İN “KUANTUM VE ÖTESİ” KİTABI VESİLESİYLE

Selim Gürselgil

“Fikir önünde düğmesini iliklemeyi ve olanca samimiyet sermayesiyle saygı duymasını bilmeyenler, saygı duyulacak bir fikir haysiyeti belirtemezler. Bu mânâ BÜYÜK DOĞU'ya nisbet olarak İBDA'da tecelli etmiş ve İBDA merkezi, doğrudan doğruya BÜYÜK DOĞU'nun merkezi hâlinde ve tek, son ve som mirasçısı sıfatıyla, onun telif hakçılığına ermiştir.” (İBDA Diyalektiği’nden)
I
Dr. Hawari Kayser’in “Quantum ve Ötesi” isimli kıymetli çalışması, yayınlandıktan bir hayli zaman sonra elimize ulaştı. Elimize alınca farkettik ki, neredeyse bir yıl boyunca ondan haberimiz bile olmamış. Bu gecikmenin sebebi her ne olursa olsun, sorumlusu sadece biziz ve bundan dolayı da bugün bu eserden bahsederken mahçubiyetimizi gizleyemiyoruz.

Günümüzde insanlar bu türlü değerli çalışmalara, nedense pek değersiz gözlerle bakarlar. Bir çoğunun gözlerinde şeytanın hasedi yuvalanmıştır ve onların bakışları
ve görüşlerine aldırmamak gerekir. Bir çoğu da “nemelâzımcı”dır; bu türlü çalışmaları okumak ve bilmek zorunda olmadığını, onlara sırtını dönüp yatağına kıvrılarak cennet düşleyebileceğini sanır.
Halbuki bu bir aldanıştır. Okumak ne kelime, herkesin bu türlü saf ve samimî çabalara kendince katkı yapmak zorunluluğu vardır. Bir fikir adamının ne şartlarda eser verdiği, ne şartlarda yayınlattığı, dağıtırken hangi güçlüklerle karşılaştığı, onun değil, asıl çağdaşlarının mesuliyeti dairesine girer. Fikircinin işi eser vermektir; gerisi, çağdaşlarının ayıbından onun nasibine düşen olur.
Haydi, işin bu tarafına bazı haklı mazeretler yüzünden uzak kaldı diyelim; peki, okumak ve bilmek zorunda olmadığı kuruntusuna ne demeli? Bu kuruntuya hangi mazereti bulabilir? İnsanlar “öbür tarafta” sadece dininden ve mezhebinden suâl olunacağını vehmederler; zamanında ortaya çıkan her şeyden hesaba çekileceklerini bilmezler.
Dr. Hawari Keyser’i okumak, bizim bir lûtfumuz değil, mecburiyetimizdir. Onu anlamıyorsak bile, en azından anlamadığımızı itiraftan bizi alakoyacak hiçbir gerekçe olamayacağını da bilmiyor muyuz? “Bizim anlayamayacağımız kadar yüksek” diyebilmenin şerefi, ona sırtımızı dönmeyi şeref sanmanın ayıbına yeğ değil midir?
Fakat okumak zorunda olmadığını sanmak ne demek? Eskiden bazı “hainler” varmış. Zamanın kutbundan müridine haber getirirmiş. “Efendi Hazretleri kitabınızı okumuş, şu şu yönlerini zayıf bulmuş; tabiî ben okumak zahmetine katlanmadığım için, o yönlerin neler olduğunu bilemeyeceğim” dermiş. Mürid de “Kepazeliğe bak! Kendi okumamakla övündüğü şeyi, sözde bağlısı olduğu Veli’nin okumuş olmasına bile değer vermiyor” diye ağlarmış.
İblis, Allah’a değer vermediği için değil, onun yarattığına değer vermediği için lânete uğramıştır. İblis, kendisi dinlenmeye değer söze kulak asmadığı için, nihayet bütün varlıklar nezdinde kendi sözü de kıymetten düşmüştür. Başkasını dinlemeyen, elindeyse kendisi konuşmasın; bir gün kendisinin avaz avaz bağıracağı, ama hiç kimse tarafından işitilmeyeceği ve dinlenmeyeceğini aklına getirsin!
Ama biz şu eleştiriyi kabul ederiz: Bu satırları çok daha önce, Dr. Hawari Keyser’in kitabı çıktığı günlerde yapmalıydık; bütün bakışların ona döndüğü günlerde ona bakmak, pek kahramanlık olmasa gerek… Olsun ama, bir müddet gecikmeyle de olsa bu satırları yazmış olmak, yine de büsbütün sırtını dönmekten iyidir.
II
1994 yılında, Metris’te, birkaç tutuklu arkadaş, “Genç İbdacı Aydınlar Birliği”nin kuruluş merasimini yaparken, şöyle bir iyi niyet dileğimiz vardı: Genel gençlik kütlesinden kopmadan ve onunla ters düşmeden, özel bir gençlik zümresinin derinlemesine çalışmalarının verimlendirileceği müesses bir plâtforma ihtiyacımız var!
Büyük Doğu – İBDA, İslâm inkılâbının dayanacağı sınıf temeli olarak “aydınlar sınıfı”nı işaretlemiş ve hattâ Başyücelik Devleti’nin rejim karakterini “Aydınlar Aristokrasisi” olarak açıklamıştı. Oysa zamanın aydınları bu dilden hiç anlamıyorlardı. Büyük Doğu – İBDA’nın, bu olağanüstü dâvânın kutsal çağrısına ilk ilgi gösterenler, ne yazık ki zamanın aydınları olmamış, sadece samimî ve fedakâr, Allah Resulü için can vermeyi cana minnet bilen o mübarek gençlik demeti olmuştu.
O halde bize düşen, zamanın aydın muhitlerini “henüz aydın değiller!” diyerek yok farzetmek, ama hedefi gözden kaybetmeden, gerek o mübarek gençlik demetinin görünür yüzü içinde, gerekse onun henüz açığa çıkmamış topluma aid gövdesi üzerinde, bıkıp usanmaksızın “aydınlanma” çalışmaları yürütmek ve İslâm İnkılâbı’nın dayanacağı aydınlar sınıfının bizzat İslâm inkılâbı içinden doğmasını gözlemekti.
Yanlış anlaşılmasın: Bizim bu sınıfın doğuşunda bir katkımız olduğunu yahut bizim de bu sınıfta hazır bir yerimiz bulunduğunu söylemek istemiyoruz. Bu sınıf, İslâm İnkılâbı içinden, Büyük Doğu – İBDA Hareketi içinden, kendi kendine doğuyor ve içinde şahıs ismiyle biz olsak da olmasak da, bu doğuşu dünkü rüyamızın gerçekleşmesi diye görüp selâmlama hakkımızın bulunduğunu umuyoruz!
Bu doğuş ve oluş, tamamen İBDA’nın eseridir ve bizim de İBDA’nın her eserini olduğu gibi onu da okumak hakkımız, hakkımızdan öte vazifemiz vardır. Ve okudukça görüyoruz ki, İslâm İnkılâbı’nın istinad edeceği aydınlar sınıfı, İslâm İnkılâbı’nın içinden yetişmekte ve hedefine yürümektedir.
Dr. Hawari Keyser’in eseri, bu hususta bir kilometre taşıdır. Kuantum fiziği ve meseleleri hakkında neredeyse bütün bir lûgat çalışması yapmış ve SEFİNE ile aramızda bir köprü kurmuştur. Onun her sözünü anlamıyoruz diye üzülmeyelim; çünkü bu mevzu, kendi özellikleri itibariyle, herkesin anlayamayacağı bir mevzudur. Ama onu okur, elimizin altında bulundurur ve yeri geldikçe başvurulacak bir kaynak olarak görürsek, hiç olmazsa SEFİNE isimli hazine için elimizde bir “anahtar” bulundurmuş oluruz!
Biz, Akademya’ya başlarken, İBDA madeni içinden şu elmas cevherini bulup çıkarmış ve gençliğin önüne atmıştık:
- “Dayanışmalı fikir oluşumu prensibi!”
Sonra zahmet etmiş, “dayanışma – tesanüd” kavramının felsefî açılımlarını araştırmış, toplumlarda iki türlü dayanışma olduğunu görmüş, mekanik dayanışmanın “güruh psikolojisine mahsus” ve organik dayanışmanın “işbölümü ve uzmanlaşmaya dayalı” olduğunu belirtmiş, İBDA Mimarı’nın “dayanışma” kavramından kasdı olsa olsa ikincisidir, diye tayin etmiştik. Bizim dışımızdakilerin bu hususa nasıl yaklaştıklarını hiç hesaba katmamıştık.
Nitekim bu prensip, yıllar yılı, dilden dile dolaştı. Şurada hakkı verildi, burada verilmedi. Ama bir şey var ki, belki de hiçbir zaman, Dr. Hawari Keyser’in eseri nisbetinde canlı bir temsil sahasına kavuşmadı. Dr. Hawari Keyser, “Quantum ve Ötesi”nde, bize bir dünya hediye ediyor. Çoğumuzun bilmediği, dilini anlamadığı bir dünya… Bundan güzel “dayanışma” örneği olur mu?
-“Rûya: Yerden biten bitki... Nebat: Bitki... Hudaret: Yeşillik, bitki... Hudârâ: Allah için, Allah aşkına... Hudâre: Deniz... Kamûs: Deniz. Lûgat... Allah bu ilmi, bu Şeriatta kendisine Resûlü'nün diliyle ibadet edilmesi için getirmiştir. Bunların aracıları "fakih-idrak sahipleri", yazı ve çizgi âlimleridir. Bu ilimler Ledünnî ilimlerdir... Ledünnî; dinî olmayan... Bu ümmetin Peygamberlerinden çıkan ilimler olmadığı gibi, Peygamberlerin vârisleri olan evliyaların da ilmi değildir; ne şer'i, ne tasavvufî... Bu ilim "indî"dir, insan şahsiyetiyle alâkası vardır... İndî: Şahsî, zâtî, mevzua mahsus.” (İBDA Diyalektiği’nden)
III
Kitabın etrafında konuşulması gereken meseleler o kadar fazla ki, henüz muhtevâsından söz etmeye imkân bulamadık. Halbuki “Kuantum fiziği” mevzuuna ilgimiz biliniyor. 1996’da Akademya’daki “İlmin Dine Tasallutunun Hikâyesi” ve 2002’de Yeni Nizam’daki “Şrödinger’in Kedisi” başlıklı çalışmalarımızın henüz mürekkebi kurumadı.
Fakat bu husustaki esas önemli çalışmalar bunlar değildir. SEFİNE yayınlandıktan sonra özellikle “İlma” dergisi çevresinde yürütülen çalışmalar, bu hususta memnuniyet verici bir “kitabiyat”ın oluşmasını sağlamıştır. Bu hususta, dışımızdaki her çevreye fark atan yetkinleşmiş arkadaşlarımız ortaya çıkmış ve hâlen aynı dergi etrafında çalışmalarını sürdürmektedirler.
Dr. Hawari Keyser’in bu hususta bir eser vermesi ise, açıkçası bizim için bir sürpriz olmuştur. Dr. Hawari Keyser’i yıllar yılı her sahadaki makalelerinden takip ediyor ve kendisinden öyle çok şey öğreniyoruz ki, bu hususta böyle bir “kaynak eser”le görünmesini doğrusu beklemiyorduk. Fakat o, bir “entellektüel şövalye” ve her vakit yeni fikrî zaferlerden usanmıyor.
“Quantum ve Ötesi”nde bu zaferlerine devam ediyor:
-“(Psîhi): Yunan Mitholojisinde güzeller güzeli bir kız. Afrodit’i bile kıskandırıyor. Afrodit, Eros’a ‘Ona öyle bir ok gönder ki, dünyanın en ürkütücü erkeğine vurulsun’ diyor. Eros gerekeni yapıyor ve Psîhi en ürkütücü erkeğe yani Eros’a vuruluyor. Evleniyorlar. Eros, Psîhi’ye kendisinin (Eros’un) yüzüne geceleyin bakmamasını tembihliyor, merak bu ya, Psîhi bir gece dayanamayıp Eros’un yüzüne feneri tutuveriyor. Eros ortadan kayboluyor. Afrodit ona cezâ üstüne cezâ veriyor. Hepsine boyun eğiyor Psîhi, son bir görev olarak, ter altına inip Fanus’u getirmesini istiyor ondan, Afrodit. Psîhi Fanus’u buluyor ve Persefoni onu uyarıyor, Fanus’un içine bakmaması konusunda. Psîhi bir kere daha merakına yenik düşüyor ve Fanus’un içine bakıyor. Orada gördüğü şey ‘ÖLÜM’ oluyor. Psîhi’nin bir mânâsı, ‘Hareket ettirilebilir büyük cam veya büyük ayna’dır (Burada ‘Ayna’ metaforuna dikkat). Yine, Eski Yunanca’da ‘Kelebek’ mânâsına gelen Psîhi zaman içinde ‘Nefs’ ve bâzen de ‘Pnevma’ ile beraber, ‘İnsanın ölümsüz varlığı-Ruh’ mânâsını yüklenmiştir. Felsefî mânâda ise, ‘Ferdî vahdeti meydana getirdiği kabul edilen Fizikî fenomenler bütünü’ olarak tanımlanmaktadır. ‘Psîhi’yi ortaya çıkaran’ mânâsına (Psihedîlos) kelimesi kullanılır. (Dîlos)’un mânâsı ‘Görünür, açık’dır ki bu kelime de Arabça (Dall – açık olmak, görünür olmak) fiilinden mülhemdir. ‘Psişik’ (Psihikos) kelimesi ise, ‘zihne ve fikre değgin’ mânâsını taşır ve ‘Metapsişik’ ve Parapsişik’ kavramları ise, organik, fizikî veya bedenî olmayan (zihnî) hâllere işaret eder. ‘Psişizm’ ise, Psişik hâdiselerin bütütnünü ve buna bağlı olarak Psişik hayatı ifade eder.
Jung, madde ile zihin arasındaki bu ‘ayna’yı (speculum) ‘Psychoid’ adıyla terim hâline getirdi ve bunu (Psychoid) entegre edici unsurunun ‘Mânâ’ olduğuna karar verdi.” (A.g.e. sh. 85 ve devamı)
Bu fragmandan da anlaşılacağı gibi, Dr.Hawari Keyser, “Quantum ve Ötesi”nde sadece bize bir “kuantum antolojisi” çıkarmakla kalmıyor; bu alan dışındaki açılımlarda da yürüyücü iştikak tabloları ortaya koyuyor. Bu sahaya, belki olması gerektiği gibi, diğer entellektüel alanlarda olan engin birikimi ile ışık tutuyor.
Mahmud E. Duru’nun çalışmaları nasıl heyecan vericidir; nasıl “usanmaz bir entellektüel heyecan’la yüklüdür, gözönüne getiriniz. Dünya tarihinde ilki defa, Gılgamış Destanı’nda bahsi geçen ‘ölümsüzlük otu’nun, İBDA Mimarı’nın bahsettiği ‘kust otu’ ile ilişkisini, Akademyaya Doğru’da Mahmud E. Duru ortaya koymuştur. Gılgamış Destanı’na bakışı kökten değiştirebilir bu buluş!
Fakat eşek anırsa dönüp bakılır da, böylesine samimiyet dolu eserlere dönülüp bakılmaz bizim camiamızda. Bu eserin hâlen kitablaşmamış olmasının, “cihad ve gazâda gevşeklik” bahsine girebileceği ve “zararının bütün mahlûkları sarabileceği” korkusu duyulmaz. Kıçıkırık politik gündemlerle, “bir şeyler yapıldığı” izlenimi verilir.
Bizi bir kenara koyun, bizim dilimiz ateş doludur, bizi dilimizi koparmadan sevemezsiniz; ama böylesine entellektüel zaferleri görmezden gelerek, sırf “piyasa” adını verdiğiniz bir yeni zaman putunun dizinde zevk etmekle Allah’a karşı vecibelerinizi yerine getirmiş olduğunuzu da zannetmeyin.
Çok iyi biliyoruz: Hepinizin arasında bir yılan dolaştı. Size “Ne yaparsanız yapın, göz yumulacak, tâ ki İbdacılar’dan uzak durun!” mesajını getirdi. Ve sizler de, İbdacılar’dan uzak durarak, Allah’a yakın olacağınızı düşünüyorsunuz. Sadece şeytana yakın olursunuz. Şeytanın yakınları ise, ne kadar kaçsalar da, İbdacılar’ın öfkesinden kurtulamazlar.
Dr. Hawari Keyser’in eserini bu “mânâ” mucibince, sadece İslâmcılar’a değil, bütün bir çağdaşlarımıza tavsiye ediyoruz!
Furkan Dergisi, s. 32, Nisan 2009
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt