dostluğu, sevgi ve şefkat dolu sohbetlerle yaşatanların sarsılmaz birliği ve beraberliği, toplum yapısını da güçlendirir, sağlamlaştırırdı. Gerçek dostları, ancak ölüm ayırırdı.
Dost öyle derin ve tarifsiz bir güzelliğin temsilcisiydi ki, “Dostun dostu da dost” sayılırdı… Zira dostluğun altyapısını oluşturan muhabbet, şefkat, merhamet, vefa manevi ve ruhani özelliklerdir. Bunlar başkalarına da sirayet eder, yakın duranları da rengine boyardı.
Yaratılışımızın gereği olan dostluk, Rabbimiz’in de emridir. Yüce Yaratıcı bizi, kendisinden korkarak, yaratılış çizgimizi bozmamaya ve dolayısıyla da, SADIK’larla beraber olmaya çağırır. (Tevbe,119)
Efendiler Efendisi de şöyle buyurur: “ALLAH’a yemin ederim ki, iman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de kamil mümin olamazsınız.”
“Size bir şey söyleyeyim mi? Onu yaptığınız takdirde birbirinizi seversiniz: Aranızda selamı yayınız ve hediyeleşiniz…”
Bir Kutsi Hadiste de, birbirlerini için severek dost olanlar şöyle müjdeleniyor:
“Ey Habibim, benim için birbirlerini sevenleri müjdele… Benim için birbirlerine ikramda bulunanları müjdele…
Senin için birbirine itimat edip de dost olanları müjdele… Onlara benim de muhabbetim tahakkuk etmiştir. Ben de o kullarımdan razıyım…
Dünyaya dostluğu ve sevgiyi en sağlam ölçülerle hediye eden Güzeller Güzeli Efendimiz, kazanılan her arkadaşın Cennet’te bir derece kazandıracağını haber veriyor.
ALLAH için birbirlerini seven dostların ahiret alemleri öyle nur, huzur ve mutluluk dolu olacak ki, bunu ancak Efendimiz (SAV) anlatabilir.
“Kıyamet gününde, Arş-ı Ala’nın etrafına kürsüler konacak. O kürsülere oturanların yüzleri, ayın ondördü gibi parlayacak…
Diğer insanlar korku ve endişe içinde çalkalanırken, onlarda korku ve endişe olmayacak… Nebiler ve şehitlerden olmadıkları halde, bütün iman ehli onlara imrenecek…
Kürsüleri nur, elbiseleri nur, vücutları nur… Yüzlerinin ışığından ay ve güneş olmadığı halde, mahşer yeri pırıl pırıl olmuş.
“Ya Rabbi, bunlar kimlerdir?...” diye soracak mahşer halkı…
Onlar öyle kimselerdir ki, ayrı ayrı memleketlerden, uzak şehirlerden için bir araya gelip toplanırlar, sevişirler ve ALLAH’ı zikrederler…
Onlar ne birbirlerine haset ederler, ne buğzederler, ne kin beslerler. Gönül birliği içinde Hakk’a müstağraktırlar. ALLAH sevgisinde yok olmuşlardır.
İşte onlar, o kürsülerde oturanlar, için birbirlerini sevenlerdir.”
Kenetlenmiş tuğlalar gibi, ayrılmaz bir bütün olmuşlar, kaynaşmışlar, kopmazlaşmışlar… Kardeş olmuşlar, dost olmuşlar… Onların biri binden fazladır.
Rabbimizin sevgisinden sevgisiyle yarattığı insan, böylece erer insanlığın sırrına… Böyle layık olur insanlığa… Bu sebeple, “Sevmeyende ve sevilmeyende hayır yoktur…”
Bu sevgiyle bir kubbeyi meydana getiren taşlar gibi olurlar… Birinin hayatı, ötekilerle irtibatlanır ve asla yalnız ve tek olmazlar.O dost gönüllüler birbirlerinde fani olmuşlar, erimişler, kaybolmuşlardır.
Dost adama, yedi kat yabancı da dosttur. ALLAH’ın ayali olan halkın her bir ferdini, bir dost adayı olarak görür, dostluk gösterir. Dostluğun gerektirdiği gibi davranır…
Dostluğun bedeli nefsaniyetten arınmaktır. Nefsani duyguları bir kenara atmak, kötülükleri emreden nefsin burnunu her daim toprağa sürtmektir. Çünkü dostluk vefa ister, fedakarlık ister, aşk ister, kadir-kıymet bilmek ister, katlanmak, katlanmak, katlanmak ve asla kırılmamak ister…
Üstelik, kendi varlığını daima daha aşağı görmek ister, ancak tevazu tabanına oturur. Kibirle, gururla, kendini beğenmişlikle, bencillikle yürümez…
Bu sebeple dostluk önce HAKK’A DOSTLUK olarak temellenmelidir.
Ancak ALLAH’ın ahlakı ile ahlaklananlar dost olabilirler, tek’leşip, bir olabilirler
bir an ne geldi aklıma;
arşı alanın çevresinde toplanan nur yüzlü insanlardan olabilirmiyiz acaba bizde.
bedenen bir araya gelemiyoruz ama ruhen hep bir aradayız, Allah rızası için.
beraber tesbihler çekiyor, birbirimize dualar ediyoruz.
Yaratılışımızın gereği olan dostluk, Rabbimiz’in de emridir. Yüce Yaratıcı bizi, kendisinden korkarak, yaratılış çizgimizi bozmamaya ve dolayısıyla da, SADIK’larla beraber olmaya çağırır. (Tevbe,119)
Efendiler Efendisi de şöyle buyurur: “ALLAH’a yemin ederim ki, iman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de kamil mümin olamazsınız.”
“Size bir şey söyleyeyim mi? Onu yaptığınız takdirde birbirinizi seversiniz: Aranızda selamı yayınız ve hediyeleşiniz…”
Bir Kutsi Hadiste de, birbirlerini için severek dost olanlar şöyle müjdeleniyor:
“Ey Habibim, benim için birbirlerini sevenleri müjdele… Benim için birbirlerine ikramda bulunanları müjdele…
Senin için birbirine itimat edip de dost olanları müjdele… Onlara benim de muhabbetim tahakkuk etmiştir. Ben de o kullarımdan razıyım…
Dünyaya dostluğu ve sevgiyi en sağlam ölçülerle hediye eden Güzeller Güzeli Efendimiz, kazanılan her arkadaşın Cennet’te bir derece kazandıracağını haber veriyor.
ALLAH için birbirlerini seven dostların ahiret alemleri öyle nur, huzur ve mutluluk dolu olacak ki, bunu ancak Efendimiz (SAV) anlatabilir.
“Kıyamet gününde, Arş-ı Ala’nın etrafına kürsüler konacak. O kürsülere oturanların yüzleri, ayın ondördü gibi parlayacak…
Diğer insanlar korku ve endişe içinde çalkalanırken, onlarda korku ve endişe olmayacak… Nebiler ve şehitlerden olmadıkları halde, bütün iman ehli onlara imrenecek…
Kürsüleri nur, elbiseleri nur, vücutları nur… Yüzlerinin ışığından ay ve güneş olmadığı halde, mahşer yeri pırıl pırıl olmuş.
“Ya Rabbi, bunlar kimlerdir?...” diye soracak mahşer halkı…
Onlar öyle kimselerdir ki, ayrı ayrı memleketlerden, uzak şehirlerden için bir araya gelip toplanırlar, sevişirler ve ALLAH’ı zikrederler…
Onlar ne birbirlerine haset ederler, ne buğzederler, ne kin beslerler. Gönül birliği içinde Hakk’a müstağraktırlar. ALLAH sevgisinde yok olmuşlardır.
İşte onlar, o kürsülerde oturanlar, için birbirlerini sevenlerdir.”
Kenetlenmiş tuğlalar gibi, ayrılmaz bir bütün olmuşlar, kaynaşmışlar, kopmazlaşmışlar… Kardeş olmuşlar, dost olmuşlar… Onların biri binden fazladır.
Rabbimizin sevgisinden sevgisiyle yarattığı insan, böylece erer insanlığın sırrına… Böyle layık olur insanlığa… Bu sebeple, “Sevmeyende ve sevilmeyende hayır yoktur…”
Bu sevgiyle bir kubbeyi meydana getiren taşlar gibi olurlar… Birinin hayatı, ötekilerle irtibatlanır ve asla yalnız ve tek olmazlar.O dost gönüllüler birbirlerinde fani olmuşlar, erimişler, kaybolmuşlardır.
Dost adama, yedi kat yabancı da dosttur. ALLAH’ın ayali olan halkın her bir ferdini, bir dost adayı olarak görür, dostluk gösterir. Dostluğun gerektirdiği gibi davranır…
Dostluğun bedeli nefsaniyetten arınmaktır. Nefsani duyguları bir kenara atmak, kötülükleri emreden nefsin burnunu her daim toprağa sürtmektir. Çünkü dostluk vefa ister, fedakarlık ister, aşk ister, kadir-kıymet bilmek ister, katlanmak, katlanmak, katlanmak ve asla kırılmamak ister…
Üstelik, kendi varlığını daima daha aşağı görmek ister, ancak tevazu tabanına oturur. Kibirle, gururla, kendini beğenmişlikle, bencillikle yürümez…
Bu sebeple dostluk önce HAKK’A DOSTLUK olarak temellenmelidir.
Ancak ALLAH’ın ahlakı ile ahlaklananlar dost olabilirler, tek’leşip, bir olabilirler
bir an ne geldi aklıma;
arşı alanın çevresinde toplanan nur yüzlü insanlardan olabilirmiyiz acaba bizde.
bedenen bir araya gelemiyoruz ama ruhen hep bir aradayız, Allah rızası için.
beraber tesbihler çekiyor, birbirimize dualar ediyoruz.
Acaba dedim kendimce, Rabbim bizide dahil edermi bu kutlu topluluğa...
hepinizi çok seviyorum canlarım...