Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Döner+şira=25ytl (1 Kullanıcı)

sengul

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Haz 2006
Mesajlar
733
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Konum
İSTANBUL
SA...(BUDA AYŞEGÜL HANIMA İSLAMİYET.GEN DEN BİR ARMAĞAN OLSUN)

Her zamanki oturduğum yere oturtmuştu servis personeli beni..
Bak şu arkamdaki masada da geçen hafta oturan aile yine orada.
Of midemde KONÇERTOLAR besteleniyor..hemde MEZAFORD ezgilerle...

Zaten buraya acıkmadan girilirmi?
Fakirlik diz boyu zaten kardeşim...diz boyu..

Şu an içimdeki hislerim tereyağı gibi kabarmış,gözlerim sağ ve soldan gelecek olan tabaktaki tüm verileri cız diye beynime yolluyor..
Ruhumsa lapalaşmış pilavı çatalla karıştıracağım zamanda -EHLULLAHIN SALATU SELAM tavsiyesini yerine getirme telaşında...

(menaj takımları,servis tabakları porland..desertlere kadar atılmış jumbonun 9300 modelli takımları..kuver on numara..balsamik sirke dahi var masada..Alaturka kompozisyonlar var içeride..Birde silsile-i iskender oğulları..kapıda beyaz zambak flaması..gelde beyaz bayrak sallama)

İŞTE GELİYOR SERVİS PERSONELİ...

-hanfendi ne alırsınız?

-Bi İSKENDER... bide PAYDAŞ..

-Nasıl yani?

-Aman şıra diyecektim,afedersiniz..(zira kafam davul gibi)

-Peki hanfendi...

Çok hayal edince insanın dili gelişiyor böyle..

Offf şu içeriye girip çıkanlara bak...sürü gibi MAAŞALLAH..

Acaba şu kaldırımdaki şu teyze,şu çocuk,şu delikanlı da benim gibi hayal ediyormudur acaba içeride olmayı?

Hem zaten dönere aval aval bakarken kaldırıma çarpıp dengesi bozulan şu kız gibi bende çarptımmı..herhes hikayemin dışında kalıverecek..

Zaten bu ekonomik gündemde de hayır hasenatı hayal eder olmuşuk geçim sıkıntısından...
-ALLAH VERSİN BACIM ALLAH VERSİN!(o sırada kapıdaki kravatlı adamla- dilenci kadın arasındaki dialog)

Öyle her yoldan geçende hayal ediyormu diye ..hayalimdeki hayrın ecrini sebeplenmekte nerden çıktı?

Hayal ediyorum ben hayal...
öYLE HAYAL EDEN İNSAN oNU KİM BU HAYALE SEVK ETTİĞİNİ HAYAL DAHİ EDEMEZ..ETMEMELİ ZATEN..

Zira çoğu hayal eden insan,başkalarının da hayallerinin yardımcı oyuncuları değilmi?

Döneri de camın kenarına koymuş bu İskenderoğulları..kokusu da tüm caddeye yayılmış..
Ah ah..Hatrıma anacığımın yemekleri ve de çocukluğum geldi..
Penceresinde cam kırık olduğu için çerçeveye sıkıştırdığımız YASTIK..birde kireçle boyalı KERPİÇTEN evimiz vardı..
Annem saçlarımı tarayıp-toplar,başörtümü kondurunca..kendimi mahalledeki Nazlı ablaya benzetirdim..
Anacığım pek titizdi..
Okula giderken beni, sanki TRT4 teki bir sevdadır şarkılar programında sahneye çıkacak gibi hazırlardı..
Lakin bu TSM(Türk sanat müziği) repertuarım, her eve döndüğümde ara peşrevlerle ARABESK e dönüşürdü hiç sorma..makam hep HİCAZdı..çünkü kıyafetlerim ıslandığından ve yedeği olmadığından sabaha kadar sobanın üzerinde kurudu-kurudu..kurumadı- yarın okula ISLAK MENDİL olarak gitmek zorundaydım..

En çok da pazar günleri DEVLET SENFONİ ORKESTRASI klasiğini kaçıran çocuktumda ona üzülürüm..
Çünkü televizyonumuz yoktu..bazı pazar günleri dayımlara gidersek orada beş-on dakika izleme fırsatı bulurdum..televizyonun sesini açar..kendimi orkestranın şefi moduna sokar,enstrümanistlerin hareketlerine kapılır,geçtiği notaların duygularını anlamaya çalışırdım...çalışırdım da-dayımların tarafındaki duygu daha ağır basardı..çünkü genelde ikinci kez tekrarlanmamak şartıyla..
-Kapat şu iç gıcırtısını
diye bana kızarlardı..
Milletin övdüğü (duygu) güdüsünü,bakın ben daha çocukken güdüyormuşum..
Şimdi de buradan geçerken kendimi İskenderin içinde zannedip,halkın dörtte birinin bile tavuk döner+ayran hayalini bile kuramadığı hayale hazırlanıyorum..

bırak bu hayali...nefsine hakim ol...yoksa nefsinemi yenildin?

Oysa babamızın o işten bu işe -bu işten-o işe,gece-gündüz demeden uykusuz ,aç sigortasız çalıştığı işlerin emeğini SÜMENİN arasınamı koyacaksın?

Gerçi o yıllarda toktuk MANEN.. Vatandaş demek bir nevi depozitosuz EFSANE ŞİŞE,Uludağ gazoz gibi efsaneydi..O yılların manevi tadıysa aroma m.suyu ile tamek m.suyu arasındaki tad ayrımı kadardı toplumda...

Daha doğru- yanlış ayrımını yeni yeni yaptığım yıllardı o yıllar...Birde ninem KÖY KOLEJİ MEZUNU-annemde -ANAOKULU mezunuydu...Okul köydeydi...sınıf tarlada..
Bütün köy genelde sınftaydık...
Kimin geceden hazırladığı çıkısında ne varsa herkes paylaşırdı zeytin ağacı altında..
pineklerdik...HURRAAA..
haydi HALİL İBRAMA...
Öyle haccp normları falan yoktu tarlada...

Etrafımda dönen tavukların şehirde DÖNER TAVUK olduğunu bilmezdik bile..
Ben (2.5) iki buçuk atardım tavuktan...
Arkadaşlar beni...
-kor kaak taa vuuk ,kor kaak taa vuuk..
diye kızdırırlardı..
Zamanla alıştık tavuktan-horozdan korkmamaya..

Sonra tarladan eve dönerken -don lastiğinden yaptığım iple ,atlaya atlaya,mani çığıra çığıra,toz yuta yuta dönerdik yuvamıza..
Sonra komşular toplanırdı, sazlıkta.
Salça, tarhana yaparlardı kışa...
Cırcır böceği, karınca hikâyeleri anlatırlardı da...
O zamanlar çok az anlardım.

Lakin çocukluktan alışıktık aç kalmaya,tokluk hayali kurmaya...
Lisede periyodik zamanlarda olduğu gibi, RAMAZAN ayında da konferans verirdik hocalara...
SİNEM izi koyardık karşılarına...
İKNA ODALARINDA...

Acaba şu içeride oturanlarda sinelerini koymuşlar mıydı o odalarda.?

Of ne işin var benim bu süslü masalarda...
Zaten mangiz de yok zulada... ( mangiz=para)
Kendini şu insanların önünde Büyük İskender mi zannediyorsun. Ha?

Hayalimdeki iştah kaçtı...
Kaçmalı zaten.
Bir İskender in önünden geçtin diye, hemen kendini buldun masada...

(devam edecek)
 

sengul

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Haz 2006
Mesajlar
733
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Konum
İSTANBUL
Çocukluğumda alıştığım 'duygularım'hayallerim nasılda iki dakikada gelmişti hatrıma?

Nerde o sosyetik esprilerin kulağımıza atlayarak gelmesindeki aldığımız zevk ? nerde o fakirlik edebiyatından çıkan espriler..


Nerde o okuduğum erdemlikler?(ş.z) ziyankarlıklar!!!

Herşey değiştiği halde kendini değişime hazırlayamayanların değişikliğin bile değişik olduğunu idrak edememesi değişmezliği değiştirmiyordu beni..

Kabe kutuplu kitaplar-raflarda--sadece tartışıldığında açılan sayfaların köşelerinde tükürüklenmiş parmak izleri olmayan,haftada bir tozu alınan..

eskicilerle,yeniciler arasında --
hiç eskimeyen,yenilenmeyen--
anti-anti-anti-anti-antika-hümanist,yanısıra TİCARİ bir pembe dizi reytingleri alt-üst ediyorki--kulak arkası deyimi cuk diye oturuyor ve antikalaşıyor--
sofraların yerini -kekli pastalı tabakların süslediği sehpalara dönüşen--fizikle-sosyoloji arasında dolaşan kavramlarla izahı mümkün olan bir durum ortaya çıkıyor...

devam edecek..
 

sengul

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Haz 2006
Mesajlar
733
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Konum
İSTANBUL
vas kardeşim..

kaan ın yazısını okuyunca yazdım..inşaallah devam ederiz..

selametle...
 

sengul

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Haz 2006
Mesajlar
733
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Konum
İSTANBUL
biz de hikayenin neden yarım kaldığını düşünüyorduk..

biz de hikayenin neden yarım kaldığını düşünüyorduk..

hikayenin orjinali..

Döner+ayran=2.5 ytl

Niye garsonun gösterdiği yere oturdum ki şimdi. Bak gerilerde boş bir masa daha var. Bu “cam kenarı” hassasiyeti de sürekli otobüsle seyahat etmemin, algılarımı çimdiklemesinden kaynaklansa gerek. Of ne çok acıktım. Zaten bu kadar acıkmasam, ne işim var burada değil mi? Açım aç… Şu an içimdeki tüm hislerin dibi tutmuş, beynim sağ ve sol lob diye yumurtaya öykünmüş, ruhumsa bir pilav gibi lapalaşmış. İşte geliyor garson.
—Ne alırsınız efendim?
—Döner alayım, lakin iyi dönmüş olsun.
—Nasıl yani?
—Aman iyi pişmiş olsun diyecektim, affedersiniz.
—Peki efendim.
Çok acıkınca insanın dili de sürçüyor böyle. Of şu cama da bir perde asmamışlar ki, yoldan geçen herkesle göz göze geliyor insan. Acaba şu kaldırımdaki teyze, şu çocuk, şu delikanlı da benim gibi aç mıdır? Yok, canım aç olsalar içeri girip bir şeyler yerlerdi değil mi? Hem zaten şu yan masadaki genç kızlar gibi birazdan burnumu ketçapa daldırdım mı herkes hikâyemin dışında kalıverecek. Zaten safer ayı diye sadaka vermiş, hayır hasenatta bulunmuşuz. Cümle yoldan geçeni de doyuramayız ki kardeşim değil mi? Açım ben aç... Aç insan öyle çok fazla düşünmez, düşünmemeli. Zira çoğu halkın aç bırakılma sebebi “düşünme”, “düşündükten sonra başkaldırma” dürtülerinin baltalanması için değil mi?
Döneri de camın kenarına mı koymuş bu adamlar? Kokusu da tüm caddeye yayılmıştır şimdi. Ah ah… Aklıma anacığımın yemekleri geldi ve de çocukluğum. Penceresinde küpeli çiçekleri olan beyaz badanalı bir evimiz vardı. Annem saçlarımı tarayıp kafama kocaman bir kurdele kondurunca, kendimi kremasından görünmeyen keklere benzetirdim. Anacığım pek titizdi. Beyaz yakalık, ütülü önlük, tertemiz mendillerle beni okula asılmaya hazır bir tabloya çevirirdi. Lakin bu klasik tablo eve her dönüşte modern sanatın derin izlerini taşıyan Picasso resimlerine dönüşüverirdi. Çünkü yakalığımı okulda unutur, üstüm başım leblebi tozuna bulanır, çoraplarım kirden görünmezdi. En çok da işitme engelliler haber bültenini kaçırmayan bir çocuktum da ona gülerim. Televizyonun sesini kapatır, kendimi duymuyor kabul eder ve spikerin hareketlerinden ne anlattığını anlamaya çalışırdım. Milletin övdüğü “empati” yöntemini bakın ben daha çocukken yapıyormuşum. Şimdide buraya oturmuş, dörtte biri yoksul olan halkımın gözü önünde yemek yemeye hazırlanıyorum. Lokantanın camında bir gerdanlık gibi duran şu dönerde, göz hakkı kalmış çocuklar yokmuş gibi davranıyorum. Yoksa kötü müyüm ben. Yok, yozlaşmış diyelim. Hem yoz hem de hala aç.
Oysa babamın dizinin dibinde, ödediğimiz her kuruş verginin bize yol, su, elektrik olarak dönmesini beklediğimiz yıllarda bu tür konularda ne kadar hassastık. Gerçi o yıllarda da çoğumuz açtık, vatandaş demek bir nevi depozitolu şişe demekti ve de boş mideler birkaç tatlı söz ile takas edilirdi ama ruhları esir almaya kimsenin gücü yetmezdi.
Bay yanlış ile doğru Ahmet’i izleyip doğru yanlış ayrımı yaptığım yıllardı o yıllar. Bir de annemin doğru ve yanlışları vardı. Misal dışarıya mandalina, salatalık gibi kokulu yiyeceklerle çıkmak yasaktı. Yok, ille de dışarıda bir şey yenecekse bu ekmek olmalı ve mutlaka tüm arkadaşlara ısırtılmalı kalanı –ki kalırsa- öyle yenmeliydi. Steril yaşayıp hijyenik büyümekten daha evlaydı, üzerinde “göz hakkı” olmayan bir ekmeği yemek.
Sonra komşular bahçede gözleme yaparlar, oradan geçen herkese ikram ederlerdi. Yaşlısı genci tüm kadınlar bir açık oturumda hem fikir olmuş aydınlar gibi başlarını sallayıp “canı çeken olursa günah olur, ikram edilmezse bereketi kaçar, kimsenin gözü kalmasın, kul hakkının vebali büyüktür” mealli laflar ederlerdi. O zamanlar pek anlamazdım. Lakin lisedeyken ramazan ayında, yarım tostu midesine indiren Sinem’in karşısında yutkununca ve gözlerimi o tosttan ayıramayınca ve dahası içimde Sinem’i pataklama hissi doğunca anlayıvermiştim “göz hakkı”nın ne demek olduğunu. Acaba şu karşıdan gelen lise talebesi de beni pataklamak istiyor mudur?
Of ne işim var benim burada. Bunca hatıradan sonra şu cam kenarında dönüp duran dönerden daha pişkin ve daha dönek hissediyorum kendimi. Allah bilir o dönerin üzerinde kaç çift göz takılı kalmıştır.
İştahım kaçtı. Kaçmalı zaten. Çocukluğumda refleks haline gelmiş bazı hasletlere bile ancak iki saat düşününce ulaşır oldum artık. Baksana şu halime! Nerede o okuduğum erdemler diğerkâmlıklar. Hatta geçenlerde okuduğum Alâeddin Bey’in koskoca beylik makamını, kendi hakkı olduğu halde kardeşi Orhan Bey’e teslim etmiş olmasına nasıl da hayran kalmıştım. Bu bey, bir kişiye sadece hak ettiğini değil kendi hakkı olanı da verebilmişti.
Her şey değişmişti sanki. Kâbe desenli örtüler duvarlardan inmiş, ezan okuyan saatler eskiciye verilmiş, sofralar küçülüp ikramlar buharlaşmıştı. Ve annelerimizin bir zamanlar omzumuza muska gibi tutturduğu “kul hakkı hassasiyeti” bir sokak simidinde, bir hamburgerin mayonezinde, gezinerek tüketilmiş bir çikolatada eriyip kaybolmuştu sanki…
Evet, o döneri yemeyeceğim, gitmeliyim şimdi.
—Hey abla, çok dönmüş aman çok pişmiş dönerin kalsın mı?
—Kalsın kardeş. Hakkınızı helal edin.
Oh rahatladım biraz. Gerçi hala açsın Ayşegül ama olsun. Açlığın hoşuna gitmediğine, nefsine ağır geldiğine bakma sen! Aslında bütün yıkıcılığına rağmen açlıktan daha âli ve daha dahi bir muallim yoktur. Yeter ki şuurundan nefsine intikal ettirmeyesin.


Ayşegül Genç

demek parazit buradaymış...tam da benim kaldığım yer.

................

laf olsun diye kalem sallama
 

sengul

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Haz 2006
Mesajlar
733
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
Konum
İSTANBUL
hikayenin devamını bekleyenler için devamını yazdık inşaALLAH beğenirsiniz..

(üstte)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt