Oturmuş kahvemi höpürdetip sigarayla kafamı demlerken, çıkageldi elinde iki sayfa kağıt parçasıyla dostum. Karşılıklı demlenirken Haliç'in ışıklarla oynayıveren kara sularına bakarak, "artık herkes "savaş nizamı"nda yazıyor, bak" diyerek uzatıverdi getirdiği kağıtları.
Baktım.
Öyle olduğunu da haberi verişlerinden de anlamak mümkün idi.
1980'lere hatta 1990'lara kadar matbuatda kullanılan uslub artık sizlere ömür, bu peşinen kabul edilmesi gereken bir hakikat; bir devirler, şimdi kendisi de "büyük medya"da çalışan birisinin "ağır eleştiri" vezninde yazdığı "KENAR MAHALLE ARİSTOKRATLARI... SİVRİ VE KESKİN ANLATIM/DİL" meselesi, bizlere, İbda bağlılarına diyordu böyle, "aristokratik bir anlatım" taşıyor olup olmamaları ayrı bir bahis olmalı muhakkak ama bahsettiği "kenar mahalle ağzı" halinde BÜTÜN MEDIA'ya sirayet etmiş durumda.Bakmayınız siz televizyonlara çıkıp kibar kibar "tartışma programlarında tartışan" ismi büyük "meslekden gazeteci", en az 30 senelik, tiplerin "kibarlıklarına"... Onların gerçek "konuşma dillerini", 1990'ların ilk yarısında sağolasıca "gladio kemikçisi" Alaattin Çakıcı'nın "ses kayıtları" ile öğrenmiştik zaten ama unutanlara, "Ergenekon Terör Örgütü Delil Klasörleri"ndeki "tape kayıtları" ile de hatırlattılar.
Hatta bunların Silivri'ye girmeyenlerinin "canlı canlı anlatımlarını" izlemek isteyenler için "facebook" ve "twitter" de var; herhangi birisinin "follow"u olun, birebir olarak "dilleri" bir kenara "ağızlarını" da görün: Ne cıvımalar, ne laçkalıklar, ne bayağılıklar!
Elbetteki bunlar basit bir "kahvehane ağzı"ndan farklı bir özellik taşımıyor; aslında dikkatlice bakarsanız, en azından İslâm hakkındaki konuşmalarına nazar ettiğinizde, "genel kültür seviyeleri"nin bile asgari seviyenin altında olduğunu görmek mümkün. Araya sıkıştırdıkları, "dı niyork taymsda çıkan bir analizde... Başkan Obama'nın son konuşmasında... devletin hazırladığı bir istihbarat raporuna göre..." türünden kısımları çıkardığınızda, ortalıkda "konuşma"da yok aslında, sadece VERİLENİ papağanvari tekrarlamak, o kadar.Ama "savaş nizamı" her zaman için geçerli; karşısındakini "dinleme" yok, "anlaşma" yok, "mat" etmek için, "nasıl geçirdim!" demek için büyük ve yoğun bir çaba...Meselâ 10 kasım 2011’de “TV 8”deki bir programda (Basın Odası veya kulisi) Hasan Celal Güzel, Gülay Göktürk, Fikri Sağlar ve Ümit Özdağ oturmuşlar "teatilerde" bulunuyorlar. Konular çok, “10 Kasım”dan tutun PKK'ya ve Bedelli askerlik meselesine kadar geniş bir yelpaze...
Derde deva?
Ne gezer!
Seçim öncesinde CHP'nin "kontr atak"ı ile "bedelli sevdası"na yatanlar, şimdi AKP'nin bu işi kesin çözüme bağlama iradesini görünce, "efendim, terör bu aşamadayken olurmu"ymuş demeye başladılar!
Bugüne kadar çıkan üç "bedelli"de "yararlanacak kişi" sayısı toplamda 600-700 bini bulmamış ama dikkat edin bu "yararlanacak kişi sayısı"dır, "yararlananların" sayısı ise 100 bin bile yok! Şimdiki "bedelli"den de "yararlanacak kişi" olarak 200 bin sayısından bahsediliyor, uzun bir süredir çıkmadığından bu sefer %20'u aşabilir belki ama yine de cüzi kalacakdır; o hâlde bu gürültü ne?
Buna "savaş nizamı" diyebilirsiniz; basitçe de "hükümet-muhalefet çekişmesi"... Bu memlekette her dönem zaten "SEÇİLMİŞLERİN ÇOCUKLARI", yurtdışında okuyor veya çalışıyor diye "paralı askerlik"den yararlanarak "asker ocağına" gitmekden kurtulmuyor muydu, bunların sayısı inanın şu "bedelli"den yararlanan insanlardan fazladır!
"Biz ona da karşıyız efendim, herkes tıpış tıpış gidip askerliğini, vatani ödevini yapmalı!!!"
Görüleceği üzre aslında bunlar, "vatani ödevi", "bir dönem" için kabul eden ve onu da "yapıp kurtulunan" bir şey olarak telakki etmekteler. Ağızlarına sakız yaptıkları, "memleketin etrafı savaş hâlinde, ya bir savaşa girersek" meselesi gerçekleştiğinde, inanın bunlar ilk "firar" edecek olanlardır, "Vatandaş Mehmet" av tüfeğiyle bile savaşa katılacak belki şehid düşecekken, onlar cebheden uzakda kalacaklardır.
Bunlar bahanedir yani.
Üstelik AİHM, kendine yapılan "vijdani red" davalarında TC Devletini otomatik olarak "zorunlu askerlik" nedeniyle mahkûm ederken, hükümetin "bedelli" meselesini halletme teşebbüsü "hazinenin korunması" için de efdal olan bir hareketdir. (Bu arada “bedel” olarak telaffuz edilen o rakamlar da ne? 20 bin 30 bin “yuro”dan bahsediliyor! Hani zengin-fakir ayrımı olmayacaktı? Bu memlekette asgari ücret ne kadar beyler? Doğu’da, işte depremlerle sarsılan Van’da, insanlar ne kadar “aylık” alabiliyorlar? 25 bin “yuro”yu ödeyebilecek mi zannediyorsunuz onları? “Kredi verilecek” bahanesi söylense bile, yine de “borç” değil midir o, üç kuruş maaşla onu nasıl ödeyecek? Aklınızı başınıza alın! Kafanızı “royters penceresi”ne değil, evinizin penceresine uzatın dışarıya bakın!)
“TV 8”deki programda "bedelli" meselesi hakkında dişe gelir bir şey konuşulmadı elbette, sadece ıvır zıvır, ama babası darbeci bir subay olan Ümit Özdağ'ın ki kendisi de ETÖ'den Veli Küçük’ün MHP'nin başına geçirmeye çalıştığı biridir, ilginç şeylerden bahsetti. Bahsettiklerini her yerde son zamanlarda okuyoruz ama bunu onun söylemesi ilginç kılıyor.Meselâ M. Kemal'in ölmeden önce kendine geldiği, gözlerini açtığı ve "aleyküm selam" diyerek gözlerini kapatıp vefat ettiğini anlattı ki, "müslümanlığını" bırakın onun, bir âyet okuyarak "Veliliğine" delil kıldı!
İsraille çok yakın ilişkiler kurulması taraftarı ve "strateji merkezi" yöneticisi Özdağ'ın aslında gayet "laik" biri olarak gayet "derunî" bir konuya girmesi ilginç. Aslında GİRMEK ZORUNDA KALDI o da ayrı mesele; bu, "Mirzabeyoğlu"nun "ARTIK GÜNDEM İSLÂM" demesinin "Özdağca" itirafından başka bir şey değil.Fakat değinmeden geçmemek lâzım, M. Kemal o son sözüyle de bütün "Devrimlerini" kaldırıp çöpe atmış oluyor, en azından "Dil Devrimi"ni...
Ne demek şimdi "aleyküm selam"?!
Tamam efendim, gelmiş, hatta bir "vision" görmüş olabilir değil mi "seküler bir tÂbirle", "vision"daki ona "Selamün Aleyküm" demiş olabilir, der elbette, "good morning... iyi günler... tünaydın" demeyebilir, ama "Dil Devrimi"nin "Yapıcısı", "Büyük Devrimci Atatürk", nasıl olur da bu türden bir selamlamaya, "Dil Devrimi" ortadayken, uğruna binlerce insan katledilmişken, "selamun aleyküm" hitabına, "TÜNAYDIN... İYİ GÜNLER" dememiş de gayet "İslâmî" ve "gerici" ve üstelik "Türkçe olmayan" bir şekilde "aleyküm selam" diyebilmiş?!Eğer Ü. Özdağ'ın dediği doğruysa, niye yalan konuşsun hem, demek ki "Büyük Kurtarıcı ve Devrimci Atatürk", son nefesinde DEVRİMLERDEN CAYMIŞ?(Acaba niye? "Devrim"in sökmediği BİRİ mi geldi acaba?)
Bunu anlatıp, ardından da o bildik "küçümser" ifadelerle "Büyük Kurtarıcı"yı müslüman saymayanlara laf atmalar... Bilmiyor ki, misâli bile aslında kendisini çelici!Ve üstelik, "Büyük Kurtarıcı ve Devrimci"yi "anmak" için bula bula "anti-seküler" örnek mi buldunuz, diye de soran hiç yok! (Sormuş olalım.)
Program böyle "misâller" ve karşılıklı, özellikle Gülay Göktürk'le "hafif şiddetli tartışmalar"la gitti ve bitti; biz hafif şiddetli diyoruz ama, farzı muhal şu "darbe" konusu gerçek olsa, Gülay hanım da muhakkak gözetime alınacaklardandır; Özdağ'ın ona olan hitabını merak etmiyorum da değil yani, bunların "kahvehane ağızlarını" gördükten sonra.
Yani, bunların "kibarlıkları" bile aslında "iğneleme" ile dolu.
Dostumun "savaş nizamı" örneği olarak getirdiği kağıt parçası da bu minval...
"Yener Dönmez Fehmi Koru'ya Çaktı!"
Başlığı görüyor musunuz...
AKP'nin yanında, onun içinde de R.T.E.'nin yanında çoğunlukla tavır alan bir "medya sitesi"nden bir haberin "çıktısı" imiş bu...
Yener bey demiş ki:
"- Bugün kadar terörle mücadele adına Türkiye’nin yaptığı şeylerin tamamı sineklerle mücadeledir.
Türkiye hiçbir zaman bataklıkla mücadele etmedi.
Şimdi ediyor."
Hay maaşşallah!
Yener beyden öğrenmiş olduk, ki kendisi hakkında "Ankara diplomasisine de istihbaratına yakındır" notunu verdi dostum, öyle olsun, Türkiye Devleti artık "bataklıkla mücadele
çalışması"na başlamış.
"Sineklerle mücadele" olarak da şunları yazmış:
"- PKK’yla ilgili iki kelam eden herkes bu işin “dış bağlantılarından/dış destekçilerinden” dem vurur. PKK’nın dış bağlantılarına operasyon yapılınca da bu çok zeki arkadaşların hiçbiri anlamaz.
Kürt hareketlenmelerinin tarihine biraz bakanlar 1800’lerin sonundan bugüne her aşamada “İngiltere Patenti” olduğunu görürler.
Bugün de bölgenin dinamikleri İngiltere eksenlidir.
PKK’nın liderleriyle masa görüşmesinin ses kaydı internete düştüğünde, Aslı Aydıntaşbaş gibi lisan hakimiyeti iyi olanların hepsi birden masadaki koordinatör ülke temsilcisinin “Elit bir İngiltere lisanıyla” konuştuğunu yazmışlardı.
İki gün içinde bir şeyler oldu ve hepsi birden bu fikirlerinden vazgeçiverdiler.
Onların vazgeçmesi gerçeği değiştirmiyor tabii.
PKK üzerinde etkin ülkelerin, örgütü yönlendiren ve yöneten hamlelerini bizzat resmi İstihbarat ve Diplomasi elemanları üzerinden yürütmesini beklemek komik olur.
Bunu “ara elemanlar” üzerinden yürütüyorlar yıllardır.
Dönem dönem hatırlayın PKK kamplarında ders verenleri.
Doğu Perinçek, PKK kamplarında ders vermedi mi?
Yalçın Küçük PKK kamplarında ders vermedi mi?
Şimdi örgütün değişen stratejisi gereği “akademi” adı altında şehirlere taşınan kamplarda Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakoğlu ders vermiyor mu?
Milli İstihbarat Teşkilatı’nın kayıtlarında Büşra Ersanlı, İngiliz istihbaratıyla ilişkili olarak dosyalanmış vaziyette değil mi?
Saydığım isimlerin hepsinin tarihsel sürecine baktığınızda arkalarındaki dış istihbarat bağlantılarını kolaylıkla görebilirsiniz.
İstiyorlar ki, biz sineklerle uğraşalım.
Molotofkokteyli atan gençlerle, taş attırılan çocuklarla, kırsaldaki teröristlerle mücadele edelim.
Ama bataklıkla mücadeleye asla girmeyelim."
Bunları kim inkâr edebilir ki?
Yazdıklarını bir bir bizzat gazetelerden okumuştuk Yener beyin, o bize bir hatırlatmada bulunmuş sadece.
Fakat bir küçük itirazda bulunmak istiyorum, şu molotof atanlar, ses bombası atanlar, mahalle aralarında nümayiş yapanlar, gençler ve hatta dağda karakol basanlarla Yalçın Küçük beyi,
Doğu Perinçek beyi, Ragıp Zarakolu beyi, Büşra Ersanlı hanımı "aynı sepette", yani "sineklerden bir sinek" olarak değerlendirmesi yakışmamış.
Bilhassa Yalçın Küçük bey ile Doğu Perinçek bey, aslında başka bir kategori içerisinde kıymetlendirilmeye tabi tutulmalı, diyorum. Çünkü bu beyler de, yaptıklarını DEVLET GÖREVİ olarak ifade ve ifşa etmişlerdi.
YALÇIN BEYİN "DEVLET GÖREVİ", 28 Şubat günlerine denk geliyordu, "Kürt Aydınlanması"ymış vazifesi, "Paris'e bunun için gitmiş" ve üstelik, "PKK'nin Hizbullaha olan şiddeti, Laik TC'ye ışık olmalı" demişti.
PERİNÇEK BEYİN VAZİFESİ de bu dönemlerle alâkalıydı, İsmail Beşikçi beyi öne çıkarmaya çalışmışlardı, "KÜRTLERİN DOĞAL MÜTTEFİĞİ İSRAİLDİR!" sözünü söyleyen Beşikçi beyi, MİT Müşteşarı Hakan Fidan'ın basına yansıyan PKK görüşmelerinde karşısında "muhatab" olarak bulunan Mustafa Karasu bey de bir dizi yazı kaleme alıp Ali Fırat müstear ismini kullanan Abdullah Öcalan beyin, "İSRAİL, ORTADOĞU'YA SOKULMUŞ BİR HANÇERDİR!" ifadesi etrafında "PKK Görüşü"nü açıklamış ve bunları tek kelime ile defetmişlerdi.
Mamafihi, Yener beyin "sivrisinek" tâbiri içinde kastettiği bu zatların DEVLET GÖREVLERİNİN "hangi devlet?" sorusu ile karşılaşması mukadderdir, olmalıdır, ama "sivrisinek" diyerek molotof atan bastıbacaklarla birlikte anılmaları, kıymetlendirme yaparken bir hataya neden olabilir.
"Hangi Devlet?" sorusu elbette TC Devleti'dir, başkası düşünülemez; bu kişilerin, bu kadar "vitrinde" bulunan ve "önemli" olan zatların, "falanca devletin ajanı" gibi "basitçe" değerlendirilmeleri, değerlendirmeyi sakat hâle sokabilir.
Elbette şimdiki hâllerine bakıp, Silivri'de tıpış tıpış oturuyor olmalarından güçleri kalmadı gibi bir neticeye çıkmak, "düşmanı küçümsemek" olarak çerçevelenmelidir; amiyane tâbirle "maç 90 dakikadır ve bunun 3-5 dakika da uzatması vardır", 1960'lardan beri belli bir "Yön"de faaliyetde bulunan bu zatların, bu 50 sene içerisinde inişli çıkışlı bir hayatları olmuş, "2000'ne Doğru"da çıkışlarını hızlandırmışlardır, elbette şimdi bir inişe geçiş bulunuyor olsa da, bu durum onlar için "sorun" değildir, "beklerler"...
Bu zevatın falanca devletin ajanı olmak gibi bir "basitlik" içinde olmalarından ziyade, FALANCA DEVLETLE ÇIKAR İLİŞKİSİ KURMUŞ OLMALARI, çok daha makul bir anlatım olacaktır, kanaatindeyim.
Bu da makuldur; sol tarih içerisinden bakıldığında...
Evet, Yener beyin "sivrineklerine" dair bunları yazdıktan sonra "bataklıkla mücadele" meselesinde dediklerine gelelim:
"- ........................................................................................................................................................................................................................................................................."
Görüldüğü üzere nokta koyarak geçiştirdim, niye, çünkü Yener beyin "bataklıkla mücadele" üzerine yazdıkları, aslında yukarıda yazdıkları oluyor, boşuna fazladan bir şey beklemeyiniz.Yener bey, molotof atanları "sivrisinek", yukarıda isimlerini yazdıklarımızı da "bataklık" olarak görüyor, tabiî bu bataklığın ismi KCK, onun "kurutulmasını" da "dış bağlantı yerine operasyon" olarak algılıyor.
Elbette Yener beyin bakışı bu.
Katılmak veya katılmamak bize, size kalmış.
Yener bey, aslında bunları, bahsettiğimiz "medya sitesi"nin "çaktı" diye haber yaptığı Fehmi Koru beyin fikrine dair bir eleştirinin öncüsü olarak ifade ediyor ve "çakıyor" sonrada:
"- Fehmi Koru, dün köşesinde “Bir akademisyen ve bir yayıncının tutuklanması üzerine KCK operasyonundan rahatsızlık duymaya başlayanlar mı hatalı, yoksa yanlışlık yapılmışsa bile daha büyük yarar için görmezden gelinmesini bekleyenler mi?” diyor.
Bu Türkiye’nin eski zihniyetinin birebir kopyası bir yaklaşım.
Büyük faydalar için yanlışlıkları görmezden gelme mantığı.
Bu büyük fayda sürekli değişir.
Geçmişte hataların örtülmesi için bu mantık milyon kere kullanıldı.
Demode militarist bu yaklaşımı şimdi Fehmi Koru, iki KCK sanığının hatalarının görmezden gelinmesi için taleb ediyor.
Oldu.
Bırakalım bu isimler, paralel devlet KCK’nın yönetici kadrolarına ideolojik, örgütsel ve yapısal eğitim versin, yetiştirsin.
Bölgede, devlet kurumlarını by-pass eden, vergi toplayan, yargılama yapan, belediye hizmetlerini kontrolüne alan, asayiş timleri kuran, icra tutanakları düzenleyen ve tahsilatlar yapan çok etkili bir KCK yapılanması var.
Hatta diyebilirim ki zaman zaman devletten daha güçlüler.
Bu yapıyı, dağda kalaşnikof ve doçka kullanmaktan başka mahareti olmayan okur yazarlığı şüpheli teröristler mi kurdu?
Elbetteki hayır. Bu yapıyı profesör seviyesindeki eğitmenlerin siyasi-ideolojik-yapısal-devrimci eğitiminden geçmiş KCK ekibi kurdu.
30 yıldır bitmeyen, Türkiye’nin 1 numaralı gündemi olmaktan düşmeyen bir örgütten söz ediyorsak “beyin takımını” anlamalıyız."
Baktım.
Öyle olduğunu da haberi verişlerinden de anlamak mümkün idi.
1980'lere hatta 1990'lara kadar matbuatda kullanılan uslub artık sizlere ömür, bu peşinen kabul edilmesi gereken bir hakikat; bir devirler, şimdi kendisi de "büyük medya"da çalışan birisinin "ağır eleştiri" vezninde yazdığı "KENAR MAHALLE ARİSTOKRATLARI... SİVRİ VE KESKİN ANLATIM/DİL" meselesi, bizlere, İbda bağlılarına diyordu böyle, "aristokratik bir anlatım" taşıyor olup olmamaları ayrı bir bahis olmalı muhakkak ama bahsettiği "kenar mahalle ağzı" halinde BÜTÜN MEDIA'ya sirayet etmiş durumda.Bakmayınız siz televizyonlara çıkıp kibar kibar "tartışma programlarında tartışan" ismi büyük "meslekden gazeteci", en az 30 senelik, tiplerin "kibarlıklarına"... Onların gerçek "konuşma dillerini", 1990'ların ilk yarısında sağolasıca "gladio kemikçisi" Alaattin Çakıcı'nın "ses kayıtları" ile öğrenmiştik zaten ama unutanlara, "Ergenekon Terör Örgütü Delil Klasörleri"ndeki "tape kayıtları" ile de hatırlattılar.
Hatta bunların Silivri'ye girmeyenlerinin "canlı canlı anlatımlarını" izlemek isteyenler için "facebook" ve "twitter" de var; herhangi birisinin "follow"u olun, birebir olarak "dilleri" bir kenara "ağızlarını" da görün: Ne cıvımalar, ne laçkalıklar, ne bayağılıklar!
Elbetteki bunlar basit bir "kahvehane ağzı"ndan farklı bir özellik taşımıyor; aslında dikkatlice bakarsanız, en azından İslâm hakkındaki konuşmalarına nazar ettiğinizde, "genel kültür seviyeleri"nin bile asgari seviyenin altında olduğunu görmek mümkün. Araya sıkıştırdıkları, "dı niyork taymsda çıkan bir analizde... Başkan Obama'nın son konuşmasında... devletin hazırladığı bir istihbarat raporuna göre..." türünden kısımları çıkardığınızda, ortalıkda "konuşma"da yok aslında, sadece VERİLENİ papağanvari tekrarlamak, o kadar.Ama "savaş nizamı" her zaman için geçerli; karşısındakini "dinleme" yok, "anlaşma" yok, "mat" etmek için, "nasıl geçirdim!" demek için büyük ve yoğun bir çaba...Meselâ 10 kasım 2011’de “TV 8”deki bir programda (Basın Odası veya kulisi) Hasan Celal Güzel, Gülay Göktürk, Fikri Sağlar ve Ümit Özdağ oturmuşlar "teatilerde" bulunuyorlar. Konular çok, “10 Kasım”dan tutun PKK'ya ve Bedelli askerlik meselesine kadar geniş bir yelpaze...
Derde deva?
Ne gezer!
Seçim öncesinde CHP'nin "kontr atak"ı ile "bedelli sevdası"na yatanlar, şimdi AKP'nin bu işi kesin çözüme bağlama iradesini görünce, "efendim, terör bu aşamadayken olurmu"ymuş demeye başladılar!
Bugüne kadar çıkan üç "bedelli"de "yararlanacak kişi" sayısı toplamda 600-700 bini bulmamış ama dikkat edin bu "yararlanacak kişi sayısı"dır, "yararlananların" sayısı ise 100 bin bile yok! Şimdiki "bedelli"den de "yararlanacak kişi" olarak 200 bin sayısından bahsediliyor, uzun bir süredir çıkmadığından bu sefer %20'u aşabilir belki ama yine de cüzi kalacakdır; o hâlde bu gürültü ne?
Buna "savaş nizamı" diyebilirsiniz; basitçe de "hükümet-muhalefet çekişmesi"... Bu memlekette her dönem zaten "SEÇİLMİŞLERİN ÇOCUKLARI", yurtdışında okuyor veya çalışıyor diye "paralı askerlik"den yararlanarak "asker ocağına" gitmekden kurtulmuyor muydu, bunların sayısı inanın şu "bedelli"den yararlanan insanlardan fazladır!
"Biz ona da karşıyız efendim, herkes tıpış tıpış gidip askerliğini, vatani ödevini yapmalı!!!"
Görüleceği üzre aslında bunlar, "vatani ödevi", "bir dönem" için kabul eden ve onu da "yapıp kurtulunan" bir şey olarak telakki etmekteler. Ağızlarına sakız yaptıkları, "memleketin etrafı savaş hâlinde, ya bir savaşa girersek" meselesi gerçekleştiğinde, inanın bunlar ilk "firar" edecek olanlardır, "Vatandaş Mehmet" av tüfeğiyle bile savaşa katılacak belki şehid düşecekken, onlar cebheden uzakda kalacaklardır.
Bunlar bahanedir yani.
Üstelik AİHM, kendine yapılan "vijdani red" davalarında TC Devletini otomatik olarak "zorunlu askerlik" nedeniyle mahkûm ederken, hükümetin "bedelli" meselesini halletme teşebbüsü "hazinenin korunması" için de efdal olan bir hareketdir. (Bu arada “bedel” olarak telaffuz edilen o rakamlar da ne? 20 bin 30 bin “yuro”dan bahsediliyor! Hani zengin-fakir ayrımı olmayacaktı? Bu memlekette asgari ücret ne kadar beyler? Doğu’da, işte depremlerle sarsılan Van’da, insanlar ne kadar “aylık” alabiliyorlar? 25 bin “yuro”yu ödeyebilecek mi zannediyorsunuz onları? “Kredi verilecek” bahanesi söylense bile, yine de “borç” değil midir o, üç kuruş maaşla onu nasıl ödeyecek? Aklınızı başınıza alın! Kafanızı “royters penceresi”ne değil, evinizin penceresine uzatın dışarıya bakın!)
“TV 8”deki programda "bedelli" meselesi hakkında dişe gelir bir şey konuşulmadı elbette, sadece ıvır zıvır, ama babası darbeci bir subay olan Ümit Özdağ'ın ki kendisi de ETÖ'den Veli Küçük’ün MHP'nin başına geçirmeye çalıştığı biridir, ilginç şeylerden bahsetti. Bahsettiklerini her yerde son zamanlarda okuyoruz ama bunu onun söylemesi ilginç kılıyor.Meselâ M. Kemal'in ölmeden önce kendine geldiği, gözlerini açtığı ve "aleyküm selam" diyerek gözlerini kapatıp vefat ettiğini anlattı ki, "müslümanlığını" bırakın onun, bir âyet okuyarak "Veliliğine" delil kıldı!
İsraille çok yakın ilişkiler kurulması taraftarı ve "strateji merkezi" yöneticisi Özdağ'ın aslında gayet "laik" biri olarak gayet "derunî" bir konuya girmesi ilginç. Aslında GİRMEK ZORUNDA KALDI o da ayrı mesele; bu, "Mirzabeyoğlu"nun "ARTIK GÜNDEM İSLÂM" demesinin "Özdağca" itirafından başka bir şey değil.Fakat değinmeden geçmemek lâzım, M. Kemal o son sözüyle de bütün "Devrimlerini" kaldırıp çöpe atmış oluyor, en azından "Dil Devrimi"ni...
Ne demek şimdi "aleyküm selam"?!
Tamam efendim, gelmiş, hatta bir "vision" görmüş olabilir değil mi "seküler bir tÂbirle", "vision"daki ona "Selamün Aleyküm" demiş olabilir, der elbette, "good morning... iyi günler... tünaydın" demeyebilir, ama "Dil Devrimi"nin "Yapıcısı", "Büyük Devrimci Atatürk", nasıl olur da bu türden bir selamlamaya, "Dil Devrimi" ortadayken, uğruna binlerce insan katledilmişken, "selamun aleyküm" hitabına, "TÜNAYDIN... İYİ GÜNLER" dememiş de gayet "İslâmî" ve "gerici" ve üstelik "Türkçe olmayan" bir şekilde "aleyküm selam" diyebilmiş?!Eğer Ü. Özdağ'ın dediği doğruysa, niye yalan konuşsun hem, demek ki "Büyük Kurtarıcı ve Devrimci Atatürk", son nefesinde DEVRİMLERDEN CAYMIŞ?(Acaba niye? "Devrim"in sökmediği BİRİ mi geldi acaba?)
Bunu anlatıp, ardından da o bildik "küçümser" ifadelerle "Büyük Kurtarıcı"yı müslüman saymayanlara laf atmalar... Bilmiyor ki, misâli bile aslında kendisini çelici!Ve üstelik, "Büyük Kurtarıcı ve Devrimci"yi "anmak" için bula bula "anti-seküler" örnek mi buldunuz, diye de soran hiç yok! (Sormuş olalım.)
Program böyle "misâller" ve karşılıklı, özellikle Gülay Göktürk'le "hafif şiddetli tartışmalar"la gitti ve bitti; biz hafif şiddetli diyoruz ama, farzı muhal şu "darbe" konusu gerçek olsa, Gülay hanım da muhakkak gözetime alınacaklardandır; Özdağ'ın ona olan hitabını merak etmiyorum da değil yani, bunların "kahvehane ağızlarını" gördükten sonra.
Yani, bunların "kibarlıkları" bile aslında "iğneleme" ile dolu.
Dostumun "savaş nizamı" örneği olarak getirdiği kağıt parçası da bu minval...
"Yener Dönmez Fehmi Koru'ya Çaktı!"
Başlığı görüyor musunuz...
AKP'nin yanında, onun içinde de R.T.E.'nin yanında çoğunlukla tavır alan bir "medya sitesi"nden bir haberin "çıktısı" imiş bu...
Yener bey demiş ki:
"- Bugün kadar terörle mücadele adına Türkiye’nin yaptığı şeylerin tamamı sineklerle mücadeledir.
Türkiye hiçbir zaman bataklıkla mücadele etmedi.
Şimdi ediyor."
Hay maaşşallah!
Yener beyden öğrenmiş olduk, ki kendisi hakkında "Ankara diplomasisine de istihbaratına yakındır" notunu verdi dostum, öyle olsun, Türkiye Devleti artık "bataklıkla mücadele
çalışması"na başlamış.
"Sineklerle mücadele" olarak da şunları yazmış:
"- PKK’yla ilgili iki kelam eden herkes bu işin “dış bağlantılarından/dış destekçilerinden” dem vurur. PKK’nın dış bağlantılarına operasyon yapılınca da bu çok zeki arkadaşların hiçbiri anlamaz.
Kürt hareketlenmelerinin tarihine biraz bakanlar 1800’lerin sonundan bugüne her aşamada “İngiltere Patenti” olduğunu görürler.
Bugün de bölgenin dinamikleri İngiltere eksenlidir.
PKK’nın liderleriyle masa görüşmesinin ses kaydı internete düştüğünde, Aslı Aydıntaşbaş gibi lisan hakimiyeti iyi olanların hepsi birden masadaki koordinatör ülke temsilcisinin “Elit bir İngiltere lisanıyla” konuştuğunu yazmışlardı.
İki gün içinde bir şeyler oldu ve hepsi birden bu fikirlerinden vazgeçiverdiler.
Onların vazgeçmesi gerçeği değiştirmiyor tabii.
PKK üzerinde etkin ülkelerin, örgütü yönlendiren ve yöneten hamlelerini bizzat resmi İstihbarat ve Diplomasi elemanları üzerinden yürütmesini beklemek komik olur.
Bunu “ara elemanlar” üzerinden yürütüyorlar yıllardır.
Dönem dönem hatırlayın PKK kamplarında ders verenleri.
Doğu Perinçek, PKK kamplarında ders vermedi mi?
Yalçın Küçük PKK kamplarında ders vermedi mi?
Şimdi örgütün değişen stratejisi gereği “akademi” adı altında şehirlere taşınan kamplarda Büşra Ersanlı ve Ragıp Zarakoğlu ders vermiyor mu?
Milli İstihbarat Teşkilatı’nın kayıtlarında Büşra Ersanlı, İngiliz istihbaratıyla ilişkili olarak dosyalanmış vaziyette değil mi?
Saydığım isimlerin hepsinin tarihsel sürecine baktığınızda arkalarındaki dış istihbarat bağlantılarını kolaylıkla görebilirsiniz.
İstiyorlar ki, biz sineklerle uğraşalım.
Molotofkokteyli atan gençlerle, taş attırılan çocuklarla, kırsaldaki teröristlerle mücadele edelim.
Ama bataklıkla mücadeleye asla girmeyelim."
Bunları kim inkâr edebilir ki?
Yazdıklarını bir bir bizzat gazetelerden okumuştuk Yener beyin, o bize bir hatırlatmada bulunmuş sadece.
Fakat bir küçük itirazda bulunmak istiyorum, şu molotof atanlar, ses bombası atanlar, mahalle aralarında nümayiş yapanlar, gençler ve hatta dağda karakol basanlarla Yalçın Küçük beyi,
Doğu Perinçek beyi, Ragıp Zarakolu beyi, Büşra Ersanlı hanımı "aynı sepette", yani "sineklerden bir sinek" olarak değerlendirmesi yakışmamış.
Bilhassa Yalçın Küçük bey ile Doğu Perinçek bey, aslında başka bir kategori içerisinde kıymetlendirilmeye tabi tutulmalı, diyorum. Çünkü bu beyler de, yaptıklarını DEVLET GÖREVİ olarak ifade ve ifşa etmişlerdi.
YALÇIN BEYİN "DEVLET GÖREVİ", 28 Şubat günlerine denk geliyordu, "Kürt Aydınlanması"ymış vazifesi, "Paris'e bunun için gitmiş" ve üstelik, "PKK'nin Hizbullaha olan şiddeti, Laik TC'ye ışık olmalı" demişti.
PERİNÇEK BEYİN VAZİFESİ de bu dönemlerle alâkalıydı, İsmail Beşikçi beyi öne çıkarmaya çalışmışlardı, "KÜRTLERİN DOĞAL MÜTTEFİĞİ İSRAİLDİR!" sözünü söyleyen Beşikçi beyi, MİT Müşteşarı Hakan Fidan'ın basına yansıyan PKK görüşmelerinde karşısında "muhatab" olarak bulunan Mustafa Karasu bey de bir dizi yazı kaleme alıp Ali Fırat müstear ismini kullanan Abdullah Öcalan beyin, "İSRAİL, ORTADOĞU'YA SOKULMUŞ BİR HANÇERDİR!" ifadesi etrafında "PKK Görüşü"nü açıklamış ve bunları tek kelime ile defetmişlerdi.
Mamafihi, Yener beyin "sivrisinek" tâbiri içinde kastettiği bu zatların DEVLET GÖREVLERİNİN "hangi devlet?" sorusu ile karşılaşması mukadderdir, olmalıdır, ama "sivrisinek" diyerek molotof atan bastıbacaklarla birlikte anılmaları, kıymetlendirme yaparken bir hataya neden olabilir.
"Hangi Devlet?" sorusu elbette TC Devleti'dir, başkası düşünülemez; bu kişilerin, bu kadar "vitrinde" bulunan ve "önemli" olan zatların, "falanca devletin ajanı" gibi "basitçe" değerlendirilmeleri, değerlendirmeyi sakat hâle sokabilir.
Elbette şimdiki hâllerine bakıp, Silivri'de tıpış tıpış oturuyor olmalarından güçleri kalmadı gibi bir neticeye çıkmak, "düşmanı küçümsemek" olarak çerçevelenmelidir; amiyane tâbirle "maç 90 dakikadır ve bunun 3-5 dakika da uzatması vardır", 1960'lardan beri belli bir "Yön"de faaliyetde bulunan bu zatların, bu 50 sene içerisinde inişli çıkışlı bir hayatları olmuş, "2000'ne Doğru"da çıkışlarını hızlandırmışlardır, elbette şimdi bir inişe geçiş bulunuyor olsa da, bu durum onlar için "sorun" değildir, "beklerler"...
Bu zevatın falanca devletin ajanı olmak gibi bir "basitlik" içinde olmalarından ziyade, FALANCA DEVLETLE ÇIKAR İLİŞKİSİ KURMUŞ OLMALARI, çok daha makul bir anlatım olacaktır, kanaatindeyim.
Bu da makuldur; sol tarih içerisinden bakıldığında...
Evet, Yener beyin "sivrineklerine" dair bunları yazdıktan sonra "bataklıkla mücadele" meselesinde dediklerine gelelim:
"- ........................................................................................................................................................................................................................................................................."
Görüldüğü üzere nokta koyarak geçiştirdim, niye, çünkü Yener beyin "bataklıkla mücadele" üzerine yazdıkları, aslında yukarıda yazdıkları oluyor, boşuna fazladan bir şey beklemeyiniz.Yener bey, molotof atanları "sivrisinek", yukarıda isimlerini yazdıklarımızı da "bataklık" olarak görüyor, tabiî bu bataklığın ismi KCK, onun "kurutulmasını" da "dış bağlantı yerine operasyon" olarak algılıyor.
Elbette Yener beyin bakışı bu.
Katılmak veya katılmamak bize, size kalmış.
Yener bey, aslında bunları, bahsettiğimiz "medya sitesi"nin "çaktı" diye haber yaptığı Fehmi Koru beyin fikrine dair bir eleştirinin öncüsü olarak ifade ediyor ve "çakıyor" sonrada:
"- Fehmi Koru, dün köşesinde “Bir akademisyen ve bir yayıncının tutuklanması üzerine KCK operasyonundan rahatsızlık duymaya başlayanlar mı hatalı, yoksa yanlışlık yapılmışsa bile daha büyük yarar için görmezden gelinmesini bekleyenler mi?” diyor.
Bu Türkiye’nin eski zihniyetinin birebir kopyası bir yaklaşım.
Büyük faydalar için yanlışlıkları görmezden gelme mantığı.
Bu büyük fayda sürekli değişir.
Geçmişte hataların örtülmesi için bu mantık milyon kere kullanıldı.
Demode militarist bu yaklaşımı şimdi Fehmi Koru, iki KCK sanığının hatalarının görmezden gelinmesi için taleb ediyor.
Oldu.
Bırakalım bu isimler, paralel devlet KCK’nın yönetici kadrolarına ideolojik, örgütsel ve yapısal eğitim versin, yetiştirsin.
Bölgede, devlet kurumlarını by-pass eden, vergi toplayan, yargılama yapan, belediye hizmetlerini kontrolüne alan, asayiş timleri kuran, icra tutanakları düzenleyen ve tahsilatlar yapan çok etkili bir KCK yapılanması var.
Hatta diyebilirim ki zaman zaman devletten daha güçlüler.
Bu yapıyı, dağda kalaşnikof ve doçka kullanmaktan başka mahareti olmayan okur yazarlığı şüpheli teröristler mi kurdu?
Elbetteki hayır. Bu yapıyı profesör seviyesindeki eğitmenlerin siyasi-ideolojik-yapısal-devrimci eğitiminden geçmiş KCK ekibi kurdu.
30 yıldır bitmeyen, Türkiye’nin 1 numaralı gündemi olmaktan düşmeyen bir örgütten söz ediyorsak “beyin takımını” anlamalıyız."