قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ اَلصَّابِرُ فِيهِمْ عَلَى دِينِهِ
كَالْقَابِضِ عَلَـى الْجَمْرِ.
يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ اَلصَّابِرُ فِيهِمْ عَلَى دِينِهِ
كَالْقَابِضِ عَلَـى الْجَمْرِ.
HADÎS-İ ŞERÎFİN MA'NÂSI
Rasûlüllah Sallallâhü Aleyhi Vesellem şöyle buyurmuştur:
''İnsanlara öyle bir zaman gelecektir ki, aralarında dini üzerine sabreden, ateşi elinde tutan gibi olacaktır.''
(Tirmizî: bâb 73)
DİNDE SEBÂTIN ÖNEMİ
Dinde sebat etmenin ne derece lüzumlu olduğunu belirten bu hadîs-i şerîfle alâkalı olarak beş madde üzerinde durulacaktır.
1- Bu hadîs-i şerîf İslâm'ın rahat yaşanacağı zamanların bulunacağını ve bu zamanların Asr-ı Saâdete yakın devirler olduğunu gösterdiği gibi; İslâm'ın çok zor yaşanacağı ve müslümanların çok ağır şartlar altında dinlerini ve îmanlarını koruyabilecekleri günlerin de geleceğini ifade etmektedir. Bu durumuyla hadîs-i şerîf istikbalden haber vermekte ve mü'minleri böyle acı ve sıkıntılı günlere ruhen ve fikren hazırlamaktadır.
2- Müslümanların dinlerini rahat yaşamaları demek, içinde bulundukları çevrenin müsâid olması, toplumun ahlâkının müsbet olması, İslâm'ı yaşamaya mâni olan engellerin bulunmaması, dertlerini açabilecekleri ve dinlerini yaşama hususunda birbirlerine yardımcı olacakları vahdet içerisinde bir cemaatın bulunması demektir.
Müslümanların dinlerini Kur'ân'a ve sünnete göre yaşayamamaları veya ancak zor şartlar altında yaşayabilmeleri demek çevrenin müsâid olmaması, bir kısım manilerin bulunması, mani olan engellerin aşılması için mevcud gücün ve zeminin yetersiz olması, etrafın İslâm'ı yadırgamaları, müslümanlara yalan ve iftiralarda bulunmaları, onları bazı bahanelerle tehdit etmeleri gibi yıldırıcı ve vazgeçirici plânlarla mü'minlerin dinlerini yaşamalarına mâni olmaları demektir.
3- İnsanın elini yakan ve dolayısıyle bünyeyi yıpratan bir kısım ateş parçalarını elde tutmak ne kadar zor ve imkânsız ise, bununla beraber farz-ı muhal olarak bir ücret mukabilinde bu derece zor olan bir mes'eleye dayanan ve ateş parçalarını elinde tutmaya devam eden kimseye verilecek mükâfat nasıl ki çok değerli ve her türlü tasavvurun fevkinde bir kıymete sahip ise; aynen öyle de, etrafın kınamasına, yalan ve iftiralarına ve bir kısım tehditlerine ehemmiyet vermeden ve korkmadan dinini bütünüyle yaşamaya çalışan ve gözünü kırpmadan, hedefinden şaşmadan ve sarsılmadan istikamet dairesinde hareket eden kimse de ateş parçalarını tutarcasına gayet ağır şartlar altında bulunmuş oluyor. Şartların ağırlığına rağmen dâvâsından taviz vermeyip sebat etmesine mukabil olarak ona verilecek mükâfat, makam ve rütbe elbetteki çok değerli ve her türlü tasavvurun fevkinde bir kıymete hâizdir.
4- Esasen zaman bozuk olmaz. Bozukluk zamana âit değil; o zamanda yaşayan insanlara âit olan fena bir hâldir. İslâm'ın unutulmasına, fitne ateşlerinin yakılmasına, değerlendirme ölçüsünün îmana, Kur'ân'a ve takvâya göre değil de; paraya, servete, makama, şöhrete, kadına vs. göre olmasına zaman değil, insanlar sebeb olmuştur. Ve böyle bir zamanda İslâm'ı yaşamak elbette ki zordur. Zira böyle bir devirde müslümanlar az olduğundan ve onların hâllerinden anlayacak kimseler bulunmadığından müslümanlar hayatlarını bir garip gibi sürdürmek mecburiyetinde kalırlar. Bu acıklı hâle katlanmak ise polat gibi bir îmana ve çelik gibi bir iradeye bağlıdır ki, insan sarsılmadan istikâmetini devam ettirebilsin.
5- Devrimiz, hadîs-i şerîfin haber verdiği zamanın şumûlüne dahil olmaktadır. Evet, günümüzde dinlerine sahip müslümanlar, elinde ateş parçalarını tutmaya devam eden insana benzemektedirler.
Bütün bunlara rağmen; gerçek mü'minler çevrenin ahlâken ve fikren bozukluğuna, fitne ve fesadın kol gezmesine, yıldırmak ve vazgeçirmek için bir kısım plân ve dolapların hazırlanıp çevrilmesine ehemmiyet vermeyecek, hayırlı ve yümünlü hizmet ve ibadetlerinden vazgeçmeyecek, hâl ve hareketlerini çevreye ve hâdiselerin akışına göre değil; her şeyi yaratan, besleyen ve insanı hesaba çekecek olan Allah'a (c.c); O'nun yüce emir ve yasaklarına göre tanzim edeceklerdir. Zirâ ölünceye kadar Yüce Mevlâ'ya kulluk yapmak ve hayatın her safhasında sadece O'nun kulu olduğunu göstermek şuurlu bir mü'min için en birinci vazife ve en faziletli haslettir. Ve işte onlar bunun idrâki içerisindedirler, Cenâb-ı Allah bizleri böyle sâlih kullarından eylesin...
يَا مُثَبِّتَ الْقُلُوبِ ثَبِّتْ قَلْبِي عَلَى دِينِكَ .
يَا مُصَرِّفَ الْقُلُوبِ صَرِّفْ قُلُوبَنَا إِلَى طَاعَتِكَ .
أَللّهُمَّ احْفَظْنَا وَأَجِرْنَا مِنَ الضَّلاَلاَتِ وَالْبِدْعِيَّاتِ وَالْبَلِيَّاتِ. آمِينَ.
يَا مُصَرِّفَ الْقُلُوبِ صَرِّفْ قُلُوبَنَا إِلَى طَاعَتِكَ .
أَللّهُمَّ احْفَظْنَا وَأَجِرْنَا مِنَ الضَّلاَلاَتِ وَالْبِدْعِيَّاتِ وَالْبَلِيَّاتِ. آمِينَ.