Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Din'i Oyuncağa Çevirme..!! (1 Kullanıcı)

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
DİN'İ OYUNCAĞA ÇEVİRME...!!!



Arapça’da “nesh” kelimesine silme, ortadan kaldırma anlamları verilir. Mensuh ise silineni, ortadan kalkanı ifade eder. Geleneksel İslâmcılar Kuran’ın içinde nasih ve mensuh olduğunu, bir kısım Kuran ayetlerinin, diğer bazı Kuran ayetlerini iptal ettiklerini iddia etmişlerdir. Hatta hadislerin bile Kuran’ın ayetlerini iptal edebileceğini söylemişlerdir. Sonuç olarak Kuran ayetlerinin bir kısmı hadisler aracılığı ile iptale kalkışılmıştır. Dine bir çok ilaveler yapmakta kullanılan hadisleri Kuran’a eş koşulmuştur diye eleştirirken böylelikle hadislerin Kuran’ın üstüne çıkarıldığına da şahit olmaktayız. Mezhep kitapları nasih ve mensuh için dört şart ileri sürmüşlerdir.


1- Hükmü kaldıran nasih olmalı

2- Hükmü kaldırılan mensuh bulunmalı

3- Nasih mensuhtan sonra gelmeli

4- Her ikisi arasında açık çelişki olmalı




Eldeki kaynakları incelersek Kuran ayetlerinin hangi tarihte, hangi sırayla indiğine dair herkesin ittifak ettiği bir sıra olmadığını görürüz. Hadis rivayetinde ise; hangi hadisin, hangi ayetten önce veya sonra söylendiğini belirten bilgiler belirsizdir. Nasih-mensuh iddiasını incelediğimizde asıl yapılanın dinin mezhep imamlarının insafına, görüşüne bırakılması olduğunu görüyoruz. Mezhep imamı neyin nasih, neyin mensuh olduğunu belirler.





Böylece nasih mensuh sihirli değneğini eline alan mezhep imamı, Kuran’ın hükmünü iptal edebilecek güce de kavuşur. Yani nasih-mensuh ile dini oyuncağa çevirmenin sonucu; mezhep imamlarının dindeki otoritesini sağlamlaştırmak ve mezhep imamlarının “din kurucusu” konumunu pekiştirmektir. Daha önce gördüğümüz gibi, mezhep imamları on binlerce çelişkili uydurma hadisin içinden istediğini seçerek zaten dinde istedikleri tasarrufu yapabilmektedirler. Nasih mensuh ise mezhep imamlarının gerektiğinde Kuran’ın hükmünü de aşabilmelerini sağlamaktadır. Böylece mezhep imamı, Kuran ve hadisin üstünde bir yerde duran ve dilediği kaynaktan dilediğini seçme veya iptal ettirme yetkisini taşıyan kişi olmaktadır.





Sırf Allah’ın tekelinde olan dine, uydurma hadislerle sanki Peygamber de ortakmış gibi bir hava verilmiştir. Fakat sonuçta on binlerce hadisten dilediğini seçme ve nasih-mensuh sihirli değneğini istediği gibi kullanma yetkisine sahip olan mezhep imamları Peygamber’in, hatta Allah’ın üstünde bir konumla dini oluşturma yetkisini ellerine almışlardır. Bu tahrifatı yapanlar, Kuran’ın şimdi göreceğimiz bir ayetinin manasını kaydırarak bu zihniyetlerini temize çıkarmaya kalkışmışlardır. Önce ayeti görelim, sonra inceleyelim.





Biz daha hayırlısını, ya da bir benzerini getirmedikçe bir ayeti (delili,belgeyi,işareti) neshetmeyiz (silmeyiz, yürürlükten kaldırmayız) veya unutturmayız.

2- Bakara Suresi 106




AYET KELİMESİNİN KURAN’DAKİ MANASI

Kuran’da kullanılan “ayet” kelimesi Allah’ın varlığının ve söylediklerinin ispatı olan her şey için kullanılır. Türkçe’de belge, mucize, delil, işaret, Kuran ayeti şeklinde ifadesini bulan her şey Arapça’da “ayet” olarak tanımlanır. Kuran’a göre Allah’ın yarattığı her şeyde, bitkilerde, insanda, eski kavimlerin başlarına gelenlerde, gece ile gündüzde “ayet” ler vardır.(Türkçemiz’de ayet kelimesinin sadece Kuran ayetleri manasında kullanılması yanlış anlamaya zemin hazırlayan nedenlerden biridir.)





Bazı çevirilerde Arapça’da hiç geçmemesine rağmen “hüküm” kelimesi de yukarıdaki ayetin çevirisine ilave edilip “ayetin hükmü” şeklinde çeviri yapılıp, sanki ayetlerin hükmü neshedilebiliyormuş gibi bir hava verilmeye çalışılmıştır. Oysa Kuran’da geçen “ayet” kelimesine baktığımız vakit çok ilginç bir kullanım şekli olduğunu görüyoruz. “Ayet” kelimesinin çoğul şekli olan “ayat” kelimesi tüm Kuran’da mucize, belge, delil, işaret, Kuran ayetleri manasında kullanılır. Fakat “ayat”ın tekil ifadesi olan “ayet” kelimesi Kuranın hiçbir yerinde Kuran ayeti manasında kullanılmamıştır.






Tekil olan “ayet” kelimesinin geçtiği şu ayetleri inceleyip söylediğimizi gözlemleyebilirsiniz: [2- Bakara Suresi 106,118,145,211,248,259; 3-Ali İmran Suresi 13,41,49,50; 5- Maide Suresi 114; 6- En’am Suresi 4,25,35,37,109; 7- Araf Suresi 73,106,132,146,203; 10- Yunus Suresi 20,92,97; 11- Hud Suresi 64,103; 12- Yusuf Suresi 105; 13Ra’d Suresi 7,27,38; 15- Hicr Suresi 77; 16- Nahl Suresi 11,13,65,67,69,101; 17- İsra Suresi 12; 19- Meryem Suresi 21; 20Taha Suresi 22,47,133; 21- Enbiya Suresi 5,91; 23- Müminun Suresi 50; 25-Furkan Suresi 37; 26-Şuara Suresi 4,8, 67,103,121,128,139, 154,158 ,174,190,197; 27- Neml Suresi 52; 29- Ankebut Suresi 15,35,44; 30- Rum Suresi 58 34- Sebe Suresi 9,15; 36- Yasin Suresi 33,37,41,46; 37- Saffat Suresi 14; 40- Mümin Suresi 78; 43- Zuhruf Suresi 48; 51- Zariyat Suresi 37; 54- Kamer Suresi 2,15; 79- Naziat Suresi 20] Listeden de gördüğümüz gibi, söz konusu ifade Bakara Suresi 106. ayette “ayet” olarak tekil şekilde geçtiği için, bu ifadeden Kuran’ın ayetlerini değil Allah’ın kainattaki delilleri, belgeleri, mucizeleri, işaretleri manasındaki “ayetleri” anlamak doğru olur.





Bu anlaşıldığında, Kuran’ın ayetleriyle nasih-mensuh oyuncağıyla oynama çabası suya düşer. Zaten Kuran kendisinde hiçbir çelişki olmadığını ifade ederek bu tarzda uydurmalara geçit vermemiştir.






KURAN’DA ÇELİŞKİ YOKTUR Kİ NASİH-MENSUH OLSUN

Onlar Kuranı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o Allah’tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde bir çok çelişkiler bulacaklardı.

4- Nisa Suresi 82

Madem ki Kuranda hiçbir çelişki yoktur, içinde nasih mensuh da olamaz. Çünkü nasih ve mensuhun temelinde, iki çelişkili ifadenin olması ve bu ifadelerden birinin diğerini geçersiz kılması vardır. Zaten Bakara Suresi 106. ayeti anlamak için zahmet edilip de bir önceki ayet olan Bakara Suresi 105. ayet okunursa, Bakara Suresi 106. ayette daha evvelki ümmetlere verilen delillerin, belgelerin, işaretlerin kastedildiği anlaşılır.




Ehli kitaptan Kafirler ve ortak koşanlar, Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Ama Allah rahmetini dilediğine özgüler. Allah büyük lûtfun sahibidir.

2- Bakara Suresi 105

Kuranda “ayetin” yerine “ayetin” gelmesi 16. Nahl Suresi 101’de de geçer:




Biz bir ayeti (delili, belgeyi, işareti) bir başka ayetin (delilin, belgenin, işaretin) yerine koyduğumuzda -ki Allah neyi indirdiğini daha iyi bilmektedir- onlarsa şöyle der: “Sen yalnızca iftira edicisin” Hayır onların çoğu bilmezler.

16- Nahl Suresi 101





Bu ayete ve devamına dikkat edersek Peygamber’i, düşmanlarının iftira edici olarak nitelemesinin sebebi, Kuran’da ayetlerin kendi içinde birbirini nesh etmesi değildir. Peygamber’in iftiracı olarak nitelenmesinin sebebi, Kuran’ın Allah tarafından gönderildiğini söylemesi ve Kuran’daki ayetlerin (belgelerin, delillerin, işaretlerin) unutulan veya hükmü kalkan ayetlerin (delil, belge,işaretlerin) yerini almasıdır. Nitekim aynı konuyu anlatmaya devam eden Nahl Suresi’nde iki ayet sonra 103. ayette Peygamber’e, Kuran’ın bir insan tarafından öğretildiği iftirasının yapıldığını görüyoruz.





Bakara Suresi 106. ayeti yeniden incelersek yeni “ayetin”, nesh edilen “ayetin” ve “unutulan” ayetin yerine geldiğini görüyoruz. Ayette neshin yanı sıra unutma Şili de geçer. Bu nedenle bu ayete dayanarak Kuran’da nesih-mensuh olduğunu savunanlar, Kuran’da unutulmuş ayetler olabileceğini de iddia etmiş olurlar. Oysa bu iddia Kuran’ın korunduğunu söyleyen aşağıdaki ayetler ve Kuran’ın değişmediğini ispat eden matematiksel mucizeler ile çelişir. (Kuran’daki bu matematiksel mucizeleri “Kuran Hiç Tükenmeyen Mucize” kitabımızda gösterdik.)





Hiç şüphesiz Zikri (Hatırlatıcı’yı) biz indirdik biz. Onun koruyucuları da gerçekten biziz.

15- Hicr Suresi 8




NESH’İN ARAPÇASI NEDİR?

Kuran’da neshin olmadığını savunan Prof. Dr. Hüseyin Atay silme, ortadan kaldırma anlamlarının neshin ikinci dereceden anlamları olduğunu, nasih mensuh nazariyesinden sonra bu manaya ağırlık verildiğini söyler. Hüseyin Atay’a göre nesh kelimesine Türkçe’de kopya etme, aynısını yazma, nüsha çıkarma manalarını vermek daha uygundur.





Nitekim dilimizdeki nüsha kelimesi Arapça’daki “nesh” kelimesinden türeyerek dilimize girmiştir. Bu mananın asıl olduğunu söyleyen Hüseyin Atay 45- Casiye Suresi 29. ayette “nesh” kelimesinin “Biz sizin için yaptıklarınızın kopyasını, nüshasını alıyoruz.” şeklinde kullanılmasını da delil olarak göstermektedir. (Hüseyin Atay - Kurana Göre Araştırmalar I-III) Hüseyin Atay’ın bu tespiti çok önemlidir, çünkü neshin bu şekilde manalandırılması halinde; bir Kuran ayetinin başka bir Kuran ayetinin yerini alması şeklinde manalandırma yapılamadığı için nasihmensuh oyuncağının dayandırılmak istendiği bu ayetten, bu sonuç hiç çıkmayacaktır.


Gerçi biz “neshin” mezhepçilerin kullandığı manasını alıp, bu manada kullanıldığı taktirde de mezhepçilerin arzu ettikleri sonucu çıkartamayacaklarını gösterdik.




NASİH-MENSUH HADİSLERDEN BİLE ÇIKMIYOR

Nasih ve mensuhun Kuran’ın içinde olamayacağını savunan Abdullah Yıldız ve Şemseddin Özdemir şöyle demektedirler: “Kuran-ı Kerim’den herhangi bir ayetin neshedilmiş olduğuna dair bir tek hadis rivayet edilmemiştir. Sahihi Buhari’yi, Sahihi Müslim’i, Ebu Davud’u, Tirmizi’yi, Nesei’yi, İbn-i Mace’yi, Darimi’yi, Malik’in Muvatta’sını başından sonuna kadar tetkik eder ve bunlara Zeyd bin Ali Müsnedi’ni, İbn-i Sad’ın Tabakat’ını, İbn-i Hanbel’in Müsned’ini, Tayalesi’nin Müsned’ini, İbn-i Hişam’ın Sireti’ni ve Vakidi’nin Meğazsi’ni ilave ederek hepsinin mufassal bir indeksini vücüda getiren değerli müsteşrik Vensisk’in eserini ve bu eseri ilavelerle Arapça’ya nakleden Mehmet Fuad Abdulbaki’nin Meftahu Kûnuzi Elsine’sini tetkik ettim;


tüm bu kitapların nasihten ve mensuhtan bahseden bir tek hadis rivayet etmediklerine emin oldum.” (Abdullah Yıldız ve
Şemseddin Özdemir, Kuran’ı Anlamak Farzdır, sayfa 92) Yani , daha evvel içlerinde yüzlerce uydurma girdiği için güvenilmez olduklarını gördüğümüz hadis kitaplarında nasih - mensuh uydurmasını destekleyecek izah yoktur.


Hadislerin kendi aralarında ve Kuran’la çelişkisinden kaçanlar nasih-mensuhu bir liman olarak görmüşlerdir. Peki iki hadis arasında veya hadis ile Kuran arasında çelişki varsa hangi hadisin diğerinden önce söylendiği nasıl bilinecektir? Böylece hangi hadisin diğerinin hükmünü iptal ettiği nasıl anlaşılacaktır? En doğru dediğiniz hadis kitaplarına bakmaya kalksanız, onlar bile hangi hadisin hangi yılda söylendiğini bildiklerini iddia etmezler. Dini böylece tamamen mezhep imamının insafına terk etmiyor musunuz? Tek sahibinin Allah olduğu dini.



Dinin tek kaynağı Kuran’dan böyle bir şey çıkamayacağını, bilakis nasih-mensuhun Kuran’a zıt bir kavram olduğunu bu bölümde gördük. Tüm bu tezatlara rağmen mezhepçi, gelenekçi İslâmcılar nasih-mensuhla dini, kendi arzu ve görüşlerine daha rahat uydurabilecekleri için ortaya korkunç sonuçlar çıkaran bu uydurmaya sarılmışlardır.




Bu korkunç sonuçların en kötüsü nasih-mensuh ile hadislerin bile Kuran’ın hükmünü iptal edebileceği iddiası olmuştur. Böylece yüz binlerce hadisi istediği gibi kullanan mezhep alimleri, altı bin küsür ayetli Kuran’la oyuncak gibi oynamışlardır. Örneğin “Varise vasiyet yoktur.” [Ebu Davud Vesaye 6] hadisi ile Kuran’da vasiyet bırakılmasına dair ayet iptal edilmeye kalkışılmıştır.




Oysa Kuran’da aslolan vasiyettir, arta kalan mallar Kuran’daki tavsiyeye göre dağıtılır. Zina edenin taşlanarak öldürülmesi gerektiğine dair izah da hadisle Kuran’ın ayetinin iptal edilmeye kalkışılmasına delildir. Kitabımızın bir sonraki bölümünde konunun önemine binaen “recm” (taşlayarak öldürme) konusunu özel olarak işledik. Hadisle, Kuran’ın hükmünün iptal edilmeye kalkışılması ile ortaya çıkan felakete o bölümü okuyarak tanık olabilirsiniz. O bölümü okuduğunuzda hadislerle beraber, keçi denilen bir hayvana da Kuran’ı nesh etme yetkisinin verildiğini göreceksiniz. Ondan sonra da keçinin yiyerek nesh ettiği ayetin, nesh olmasına rağmen, Kuran’daki bir hükmü neshedebildiği gibi bir zırva ile karşılaşacaksınız. (26. bölümü okuyunuz)




İşte bunlar Allah’ın ayetleridir ki onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi hadise (söze) inanıyorlar?

45-Casiye Suresi 6



Allah Kuran’dan sonra hangi hadise inanılacağını ayette sorarken, hadisçiler hadislerle Kuran’ın ayetlerinin hükmünü ortadan kaldırmışlardır. Hadis Arapça’da “söz” demek olduğu için ayetin çevirisinde “hadis” yerine “söz” diye tercüme edilirse de doğru olur. Fakat hadis kelimesinin aynen kullanılması, Kuran’ın hükmünü ortadan kaldırmaya uğraşmak için kullanılacak kaynağı mucizevi bir şekilde göstermesi açısından anlamlıdır.
 

Resul Aydın

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
17 Eyl 2006
Mesajlar
4,770
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
Konum
DÜNYANIN BAŞKENTİNDEN
KURAN’I PARÇA PARÇA YAPANLAR

91- Onlar ki Kuran’ı parça parça yaptılar.
92- Rabbine and olsun, onların hepsinden hesap soracağız.
93- Yapmakta oldukları şeylerden

15- Hicr Suresi 91-93

... Yoksa siz kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü
inkar mı ediyorsunuz?...







2- Bakara Suresi 85

Kuran’a göre Kuran’ı parça parça yapmak, kitabın bir bölümünü kabul, bir kısmını göz ardı etmek olacak şey değildir. Oysa nasih-mensuh oyuncağının elinde Kuran’ın ayetleri nasih ve mensuh diye ikiye bölünmekte, bir kısım ayetlerin mensuh’tur diye hükmü kabul edilmemektedir. Oysa Kuran’ın tümü içinde, Allah bölücülüğü kabul etmez. Yine Kuran’da Allah, Yahudiler’in kelimelerin anlamlarını kaydırarak dini tahrif etmelerinden, işlerine gelenleri kabul, işlerine gelmeyenleri reddetmelerinden bahseder. Bakara Suresi 41. ayette anlatılan bu tablodan ne yazık ki Müslümanlar yeterli dersi alamamış, Bakara Suresi 106. ayet örneğindeki gibi bazı kelimelerin manasını kaydırıp Kuran’ı bölük bölük yapma yoluna gitmişlerdir. Çözüm tüm Kuran’ı tek bir ilave ve eksiltme yapmadan, nasihsiz-mensuhsuz kabul etmek, yalnız ve yalnız Kuran’a tabi olmaktır.








Geleneksel İslâmcılar her şeyde ayrıldıkları gibi nasih mensuhta da ayrıldılar. Kimilerine göre iki yüz tane nasih mensuh varken, kimine göre altmış, kimine göre beş, kimine göre üç nasih mensuh vardır. Nasih-mensuhta iddia edilen en meşhur beş örneği gösterip, nasih-mensuh iddiasının geçersizliğini bir de bu şekilde sergileyeceğiz.







MEŞHUR 5 NASİH-MENSUH İDDİASI

1. Hamr: “Hamr” Arapça’da “şarap veya sarhoşluk veren madde” anlamına gelir. Bakara Suresi 219. ayette “Hamr”ın kötülüklerinin yararlarından fazla olduğu geçer. Maide Suresi 90. ayette “Hamr” şeytan işi bir pislik olarak tanıtılır. Nisa Suresi 43. ayette ise sarhoş iken ne söylendiğinin farkına varılıncaya kadar namaz kılınmaması geçer. İddiaya göre Maide Suresi 90. ayet diğer iki ayeti nesh etmiştir. Oysa bu iddia mantıksızdır. Bakara Suresi 213. ayette “hamr” ile ilgili bir özellik açıklanır; mesela şarabın kalbe faydaları olabilir, fakat ayette geçtiği gibi kötülükleri daha fazladır.






Ayet “hamr”ın kötülüklerine rağmen, bazı faydalarını vurguluyor, fakat kötülüklerinin fazlalığını da vurguluyor. Günümüzde de hem namaz kılan hem sarhoş olabilen kişiler vardır. Demek ki bu kişiler sarhoş olduklarından dolayı namazı terk etmeyecek yine de kılacaklardır. Fakat namazı sarhoş oldukları anda kılmayacaklardır. Burada sarhoşluktaki ölçü de ayette verilmiştir: “Ne söylediğini bilinceye kadar” Anlaşıldığı üzere üç ayette de çelişki yoktur ve bu ayetlerde nasih-mensuh iddiasında bulunmak gereksizdir. Tüm ayetlerin bir fonksiyonu, lazım olabileceği bir durum mevcuttur.






2. Barış ve Savaş: Kuran’da aslolan barıştır. Kuran ayetlerine göre savaş; Müslümanlar’ın yurtlarından kovulmaları, kendilerine saldırılması gibi koşullarda ortaya çıkan bir zarurettir. Bu durumlarda Müslüman savaşın gereği neyse onu yapar. Kuran’a bir bütün olarak bakıldığında tüm bu söylediklerimiz yerli yerine oturur. Bu yüzden savaşla ilgili ayetlerin, barışı nesh etmesi tipi bir durum söz konusu değildir. Müslüman, Kuran’ın genel prensipleri üzerinde barışçı olmaya çalışır, yine Müslüman Kuran’da belirtildiği gibi saldırıya uğradığı zaman savaşır. Bunlar çelişki değildir. Bunlar farklı durumların, karşı tarafın aldığı farklı tavırların gerektirdiği sonuçlardır.







3. Savaşta Mü’min Kafir Oranı: Enfal Suresi 65. ayette Müslümanlar’dan yirmi sabırlı kişinin iki yüz kafiri yeneceği, yüz kişinin ise bin kişiyi yeneceği söylenir. Bir sonraki 66. ayette ise Allah’ın müslümanların zaafını bilip, yükü haŞşettiğini söyler ve artık sabreden yüz kişinin iki yüz kişiyi, bin kişinin ise iki bin kişiyi yeneceği söylenir. Bu iki ayet arasında da nasih-mensuhluk bir durum veya bir çelişki yoktur. Allah arka arkaya iki ayette çizdiği manzarada, Müslümanlar’ın içinde ne kadar az zaaf olursa o kadar başarılı olacaklarının dersini vermektedir. Bu ayetlerde bir ayetin diğerinin yerine geçmesi gereken bir durum, bir ihtiyaç olmadığı çok açıktır. Ayet kişilerin durumlarının farklılaşması sonucu, alacakları neticenin de değiştiğini ders verir. Yoksa ayet kişilere bir yükümlülük, bir farz yüklememektedir ki ayette bir nasih mensuh arama gereği doğsun.







4. Vasiyet: Kuran’da hem vasiyet edilmesi geçer, hem de mirasın nasıl dağıtılacağı hususunda tavsiye vardır. Nasihçiler mirasın nasıl dağıtılacağını anlatan ayetlerin, ayetin vasiyetle ilgili bölümlerini iptal ettiğini söylerler. Üstelik “ Varise vasiyet yoktur.” hadisi ile de Kuran’ın bu açık hükmü iptal edilmeye çalışılmıştır. Fakat ayetleri incelediğimizde; kime ne kadar miras bırakılacağını anlatan ayetlerin sonunda birkaç kere “Bunlar vasiyet ve borç ödendikten sonrası içindir.” ibaresini okuyoruz. Demek ki Kuran’a göre önce vasiyete göre mal dağıtımı yapılır ve borç ödenir, sonra arta kalan bir şey olursa Kuran’da açıklandığı gibi dağıtılır. Kuran’dan çok açık bir şekilde anlaşılan bu dağıtım şeklini anlayamayanların anlayamamasını sadece anlamak istememelerine bağlıyoruz.






5. Kıblenin Değişmesi: Peygamber Kuran’da kıblenin ne yönde olduğunu belirten bir ayet gelene kadar, kendisine putperestlerden daha yakın olan ve ibadetlerini Kudüs’e dönüp yapan Ehl-i Kitap gibi Kudüs’e dönüp namaz kılıyordu. 2- Bakara Suresi 144. ayet vahyolunca Peygamber kıble olarak Mekke’deki Mescid-i Haram’a çevrilmiştir. Peygamber’in Kudüs’e dönmesini söyleyen bir ayet yoktur ki, çelişki olsun ya da bu hususta nasih mensuh olsun. Peygamber’in namazda nereye döneceğine dair tek bir yön, tek bir ayette geçer.


O da 2- Bakara Suresi 144. ayettir. Bu ayet gelmeden önce dönülen yön Kuran’ın bir emri değil, Peygamber’in ve diğer inananların şahsi tercihiydi. Bu en meşhur nesh örneklerinden anlayacağınız gibi; nesih diye ortaya atılan iddialar dayanaksızdır. Bu uğurda ortaya atılan bir çok kuru iddiaya karşı en büyük tahrifat bir sonraki bölümde göreceğimiz recm konusunda yapılmıştır. Recmi doğru çıkarmak uğruna Kuran’ın eksik olduğu iddia edilmiş, hem de bu eksiltme işi keçiye yaptırılmış, üstelik maymunların zina yapan bir maymunu taşladıkları şeklinde trajikomik hikayeler anlatılmıştır.




Sana Rabbinin kitabından vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek hiçbir kuvvet yoktur.

18- Kehf Suresi 27
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
dini oyuncağa cevirme.....!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

dini oyuncağa cevirme.....!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

HIRİSTİYANLARIN ÜÇLEME YANILGILARI
De ki: "Eğer Rahman (olan Allah)'ın çocuğu olsaydı, ona tapanların ilki ben olurdum." Göklerin ve yerin Rabbi, Arş'ın Rabbi (olan Allah), onların nitelendirdiklerinden yücedir. (Zuhruf Suresi, 81-82)
Kitab-ı Mukaddes incelendiğinde, üçleme inancının açıkça reddedildiği, Allah'ın sonsuz güç ve kudretinin çok sık vurgulandığı, Hz. İsa'nın insani özelliklere sahip mübarek bir elçi olarak tarif edildiği görülür. Buna rağmen neden bazı Hıristiyanlar üçleme yanılgısına inanmayı tercih etmişlerdir?
* Üçleme inanışındaki yanılgılar ve çelişkiler nelerdir?
* Bu sapkın inanç karşısında Müslümanlara nasıl bir sorumluluk düşmektedir?
(Yazı boyunca üçleme inancının sapkınlığını ortaya koymak için kullanmak zorunda kaldığımız tüm batıl ifadelerden Allah’ı tenzih ederiz.)
Hazreti İsa'nın getirdiği din, "Allah’a bir ve tek olarak iman esasına dayanan, hak din"dir. Ancak bu mübarek insanın tebliği, onun Allah Katına alınışının ardından, özünden uzaklaştırılmış, gerçek İseviliğin yerine "üçleme ve kefaret gibi" batıl felsefeleri temel alan yeni bir inanç oluşturulmuştur. Bu yanlış inanç insanlara "hiç düşünmeden, sorgulamadan, araştırmadan" kabul edilmesi gereken "mutlak bir kanun" olarak sunulmuştur.
Günümüzde birçok insan, konsillerde "oy çoğunluğuyla" kabul edilen bu yanlış inanışları son derece mantıksız ve akıl dışı bulmaktadırlar. Geçmişte üçleme inancı hakkında şüphelerini dile getirenler, Engizisyon mahkemelerine çıkarılır, ölüm cezalarına çarptırılırken, artık bu tartışmalar suç olmaktan çıkmıştır. Asırlar boyunca üzerinde konuşulmayan, tartışılmayan üçleme inancının Hıristiyan kutsal metinlerinde yer almadığı, bu inancın Hz. İsa'dan 3 asır sonra Hıristiyanlığa girdiği her ortamda dile getirilmeye başlanmıştır. Bu durumun neticesinde de üçleme inancı Hıristiyan toplumlar içinde yaygın biçimde reddedilen bir inanış halini almıştır.
Bu yazıda, hem Hıristiyan kaynakları hem de Kuran ayetleri ışığında üçleme inancının yanlışlığını, mantıksızlığını ve içerdiği çelişkileri ortaya koyacağız. Amacımız, Allah'ın birçok Kuran ayetinde bildirdiği "iyiliği emredip, kötülükten menetme" emrinin gereğini yerine getirmek ve sağduyulu İsevilerin gerçekleri görmelerine yardımcı olmaktır. Temennimiz ise tüm İsevilerin bu yanılgının farkına varmaları ve tevhid inancına uymayan tüm yanlış inanışlardan tamamen vazgeçmeleridir.
Üçleme inancı nedir?​
Üçleme (teslis) kavramı, “Baba, Oğul ve Kutsal Ruh”tan meydana gelmiş üçlü bir Allah inancı anlamında kullanılmaktadır. (Allah’ı tenzih ederiz.) Bu inanç, sonsuz güç ve kudret sahibi Yüce Rabbimiz’e bir ve tek olarak iman etmeyi esas alan tevhid inancı ile tamamen çelişmektedir.
Üçleme inancı, sonsuz güç ve kudret sahibi olan Rabbimiz'e batıl bir anlayışla bakan, Allah'ın insanlara peygamber olarak gönderdiği Hz. İsa'ya ilahlık atfeden yanlış bir inanıştır. Ancak, kendi içinde birçok çelişkiler barındırmasına ve tevhid inancının tamamen karşısında yer almasına rağmen, Hıristiyan inanışlarında çok önemli bir yere sahiptir. Üçlemeye, dolayısıyla Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğuna inanmayan bir kişi, büyük bir yanılgı olmasına rağmen üçlemeyi savunanlar tarafından gerçek bir Hıristiyan olarak kabul edilmez.


Üçleme inancı nasıl ortaya çıktı?​
Hıristiyanlık, Hz. İsa'nın Allah Katına alınışının ve bu dinin Yahudilerin dünyasından çıkıp putperest dünyaya doğru yayılışının ardından farklılaşmaya başladı. Hz. Musa'nın şeriatının temeli olan tevhid inancı büyük bir değişikliğe uğradı. Hz. İsa üçleme inancı nedeniyle bir ilah olarak görülmeye başlandı. (Allah'ı tenzih ederiz.)
Hz. İsa'nın Allah Katına alınışından 30-40 yıl sonra ortaya çıkan batıl "Allah'ın oğlu" kavramı zamanla insanlar arasında yaygınlaştı. Ancak bu kavramın neyi ifade ettiği oldukça uzun bir süre belirsiz kaldı. Bazıları bu ifadeyi sadece Hz. İsa'nın Allah Katındaki seçkin konumunu ifade eden mecazi bir kavram olarak yorumladılar ve Allah'ın birliğine inanmaya devam ettiler. Bazıları ise bu kavrama dayanarak Hz. İsa'yı sözde ilahlaştırdılar ve onu kendilerince "Oğul Tanrı" saydılar.
Üçleme inancında dua çelişkisi​
Üçleme inancına sahip Hırisiyanların en belirgin özelliklerinden biri, dua ettiklerinde Hz. İsa ve Ruhul-Kudüs'ün adını anmaları ama Allah'ın adını anmamalarıdır. Bu durum, Allah ile birlikte Hz. İsa'ya ve Kutsal Ruh'a da ilahlık atfeden (Allah'ı tenzih ederiz) teslis inancının en büyük çelişkilerindendir çünkü böyle bir iddiada bulunanlar hakkında şu soruların sorulmasını gerekli kılmaktadır: Neden Allah'a dua etmiyorsunuz da Hz. İsa'ya ve Ruhul-Kudüs'e dua ediyorsunuz? Allah'a dua etmenizi engellleyen nedir? Allah'a inanıyorsanız O'na da dua etmeniz ve O'ndan istemeniz gerekmez mi? Dua konusundaki bu çelişkili inanışınızın farkında mısınız?
Bu soruları samimi olarak kendisine soracak olan tüm Hıristiyanlar doğru cevapları da kendi kendilerine verebileceklerdir. Hıristiyanlar açısından asıl sorun şudur ki; hemen hemen her Hıristiyan üçleme inancındaki çelişkilerin farkındadır ama çoğu zaman bunu sorgulamamaktadır. Asırlardır süregelen geleneklerin bir parçası olarak veya bir alışkanlık şeklinde bu uygulamaları devam ettirmektedirler. Sorgulayanlar ise doğruları çabucak görebilmektedir.
Bu nedenle sağduyulu Hıristiyanlara yapılabilecek en önemli çağrılardan biri; "Gelin, siz de, hepimizin Yaratıcısı olan Yüce Allah'a dua edin. İsteklerinizi O'na yöneltin, O'ndan isteyin." şeklinde özetlenebilecek çağrıdır.


Kimler bu sapkın inanışı reddediyor?
ucleme02.jpg

Yüce Allah’ın bir öğüt ve hidayet rehberi olarak kullarına gönderdiği Hak kitap olan Kuran’da reddedilen üçleme inancı, aynı zamanda asırlar boyunca Hıristiyan dünyasında da geniş bir kesim tarafından reddedilmiştir. Günümüzde de birçok Hıristiyan mezhep, çeşitli ilahiyatçılar, bilim adamları, araştırmacılar, yazarlar ve bağımsız Hıristiyan akımları üçleme inancını reddetmektedirler. Reddetmenin de ötesinde böyle bir inancı son derece mantıksız ve akıl dışı bulmaktadırlar.
Örneğin dünyanın dört bir yanında kiliseleri bulunan Üniteryen Kilisesi, üçleme inancını kabul etmeyen çok büyük bir Hıristiyan topluluğudur. Bu gibi cemaatler -aralarında çeşitli görüş farklılıkları bulunsa da- Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğu iddiasını kabul etmemekte, gerçek Hıristiyanlığın bir ve tek olarak Allah'a iman etmeyi emrettiğini söylemektedirler. Bu toplulukların büyük bir bölümü de Hz. İsa'nın tüm insanların günahlarına kefaret olarak çarmıha gerildiği yönündeki iddianın yanlışlığını vurgulamaktadırlar. Günümüzde üçleme karşıtı Hıristiyanlarla, farklı isimler altında ve farklı kilise oluşumları şeklinde karşılaşmak mümkündür. Özellikle de Amerika'da "üçleme karşıtları" her geçen gün daha da güçlenmekte ve Hıristiyan dünyasında gerçekleri açıkça dile getirenlerin sayısı büyük bir artış göstermektedir. Bunlar arasında "The Worldwide Church Of God" özellikle dikkat çekicidir. Bu kilisenin kurucusu Herbert W. Armstrong, üçleme inancının putperest kültürlerin etkisiyle ortaya çıkan bir batıl inanç olduğunu savunmaktadır.
Öte yandan bazı Hıristiyan kiliseleri içinde üçleme karşıtı görüşlerin ortaya çıktığı, ancak bunların bastırıldığı da bilinen bir gerçektir. Örneğin Kuzey Amerika'da 19. yüzyılda doğan ve Hz. İsa'nın dönüşünün çok yakın oluşuna dikkat çeken “Seventh Day Adventist” hareketinin kurucuları, gerçekte "Ariusçu" bir temelde kurulmuş ve üçleme inanışını reddetmişlerdir. (Arius, üçleme inancı ve Hz. İsa'ya atfedilen ilahlık iddiasını reddeden, 3. yüzyılda yaşamış önemli bir Hıristiyan din adamıdır.) Ancak diğer Hıristiyan kiliselerinin “Seventh Day Adventist” mezhebine getirdikleri "Hıristiyanlıktan sapma" suçlamaları, Ariusçu inancın terk edilmesine ve bunun yerine üçleme inancının kabul edilmesine yol açmıştır. Bu ilginç dönüşüm, bugün söz konusu kilisenin mensupları tarafından da kabul edilmektedir.1
Üçleme inancını reddedenlerin başına geçmişte neler geldi?
Tarih boyunca üçleme inancına karşı çıkıp, Hz. İsa'nın sadece Allah'ın peygamberi olan bir beşer olduğunu savunan çeşitli kişi ve toplulukların çok şiddetli baskılara maruz kalmışlardır. Bu kişilerin İncil'den ve Hz. İsa'nın hayatından getirdikleri deliller her zaman göz ardı edilmiş, insanlar bu konularda konuşmaktan menedilmişlerdir. Söz konusu tevhid inancı sahipleri, Hz. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğunu söyleyenlere şiddetle karşı çıkmış, bunun açıkça "Allah'a şirk koşmak" olduğunu söylemişlerdir. Bu nedenle de asırlar boyunca "kafir", "sapkın" (heretik) ve hatta "din düşmanı" olarak tanıtılmışlar, onlara destek verenler de aynı tepkilerle karşılaşmışlardır. Kimi yurtlarından sürülmüş, kimi afaroz edilmiş, kimi de engizisyon mahkemelerince yakılarak öldürülmüş veya asılmışlardır. Ancak tüm bu tepkiler üçleme karşıtlarının sayıca artmalarını ve fikirlerini yaymalarını engellememiştir.
Konuyu tarafsız gözle araştıranlar bile, gerçek Hıristiyanlığın, tarih boyunca baskı altına alınan söz konusu muvahhid (tevhide inanan) Hıristiyanlık olduğunu tespit etmektedirler. Özellikle de 18. yüzyılda başlayan bağımsız Kitab-ı Mukaddes araştırmalarının büyük bir bölümünde, üçleme, kefaret ve benzeri inanışların Hıristiyan kutsal kitaplarında yer almadığı sonucuna varılmıştır.
Üçleme inanışındaki yanılgılar ve çelişkiler nelerdir?
- Üçleme inancına sahip Hıristiyanlar bir tek Allah'a dua etmiyorlar oysa ki Hz. İsa yalnızca Allah'a dua etmiştir


Alıntıdır


Allaha inanmak için nelere inanması gerekiyor insanın ?
imanın 6 şartlarını kabul etmesi gerekiyor. bunları kabul etmeyen kafirdir.
Allaha inandığını kimse söyleyemez.
Allaha inanmak için Hz. Muhammede (sav) inanması gerekiyor insanın.

HZ. MUHAMMEDE İNANMADAN ALLAHA İNANMIŞ SAYILMAZLAR..

ONLARIN İNANDIKLARI ŞEY TANRIDIR . BU TANRININ NASIL BİRİ OLDUĞUNU KENDİLERİ UYDURMUŞLARDIR .BU TANRI İNSAN ŞEKLİNDEDİR. YAŞLI DEDE ŞEKLİNDE ÇİZİYORLAR ONU
KALDI Kİ AMENTÜLERİ ŞÖYLEDİR.

İşte Katolik Hıristiyan'ın amentüsü:

l- Ben, yeri ve göğü yaratan, herşeye Kadir Baba Tanrı'ya,
2-Ve Efendimiz olan, O'nun biricik oğlu İsa'ya;
3-Ruhü'l-Kudüs'ten gebe kalana;
4-Ve bakire Meryem'den doğana;
5-O'nun Pontus Pilatus'tan zulüm gördüğüne,
6-Çarmıha gerildiğine, öldüğüne, gömüldüğüne,
7-Cehennemlere indiğine,
8-Üçüncü gün, tekrar canlandığına,
9-Göklere çıkıp, Kadir olan Baba Tanrı'nın sağına oturduğuna,
10-Oradan gelip ölüleri dirileri hesaba çekeceğine;
11-Ruhü'l-Kudüs'e,
12-Mukaddes Katolik kilisesine;
13-Azizlerin cemaatına;
14-Günahların affedileciğine,
15-Vücudun tekrar canlanacağına;
16-Ebedi hayata...inanırım.



SORU : KAFİRLERİ GÜYA ALLAHA İNANAN BİRİLER OLARAK GÖSTERMEYE ÇALIŞAN KİMLERDİR VE NE İÇİN BUNU YAPMAYA ÇALIŞIYORLAR?

BUNLAR "DİNDAR" KİŞİLERDİR ŞÜPHESİZ..."HİZMET"TE YAPIYORLAR...
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
bu başlık çok yakışmış bu konuları paylaşmak için....!!!

PAPA'LIĞA GÖRE HRİSTİYANLIKTA DEĞİŞEN BİRŞEY YOK


1992’nin son aylarında Zaman ve Türkiye gazetelerinde manşetlere taşan asparagas bir haber vardı; habere göre Papalığın yayınlamış olduğu “Katolik Kilisesi İlmihali” İslam’ın adeta onaylıyordu.

Bunun üzerine araştırmaya koyulduk; Papa’nın temsilcisi olan Vatikan Büyükelçiliği ile de yazıştık. Bütün bunları Haftalık Haber Dergisi Mesaj o zamanlar yayınlamıştı. Şimdi burada, Mesaj Dergisinde yayınlanan bugünlerdeki tartışmalara katkıda bulunabilecek yazımızı sunuyoruz:

"Hatırlayacaksınız Mesaj’ın 30 Kasım-6 Aralık 1992 tarihli 55. sayısının kapak konusu, “Hıristiyanlık” ve “Katolik Kilisesi İlmihali” idi.

Hıristiyanlık konusunda yeterli kaynağa sahip olduğumuzdan bir sorun çıkmamıştı. Ancak sıra Katolik Kilisesi’nin başı Vatikan’ın Papalığın yayınladığı “Catechisme De L’Eglise Catholiğe: Katolik Kilisesi İlmihali” ne gelince aynı imkanlara sahip olamadık. Çünkü “İlmihal”in yayım tarihi çok yeni idi. Bütün girişimlerimize rağmen yeni “İlmihal”e ulaşamadık.

Görüşlerine başvurduğumuz dinler tarihi uzmanları Prof. Dr. Günay Tümer, Prof. Dr. Ekrem Sarıkçıoğlu, Prof. Dr. Abdurrahmen Küçük ve diğerleri “İlmihal”i görmediklerinden “kesin bir yargı” da bulunmanın yanlış olacağını söylüyorlardı. Bu nedenle Vatikan’ın Ankara Büyükelçiliğinden “görüş” istedik. 55. sayımızın basıma girişinden günler sonra cevaplarını bize ulaştırdılar.

Bununla birlikte ortada bir “Hıristiyanlık Tarihi” vardı; yaklaşık yirmi yüzyıldır Hıristiyanlarca ortaya konan bir “yöntem” vardı. Bunlardan hareketle biz Vatikan’ın görüşünü kestirebiliyorduk. Bizim teşhisimiz, “Hıristiyanlık Öğretisinin içeriğinde bir değişiklik yok, yalnızca terminoloji yenileniyor” şeklinde idi. Vatikan Büyükelçiliğinin cevabı da bunu ifade ediyor.

Bizim gazetelerin büyük bir sansasyonla duyurdukları haberlerin gerçeklerle çok sınırlı ilişkisi var. Şu kadarını söylemeliyim ki Vatikan böyle bir propagandayı doğrudan asla yapamazdı. Bunları da eleştirmek için değil benzeri hassas konularda daha duyarlı davranılması için yazıyorum.

VATİKAN'IN CEVABI

Vatikan Büyükelçiliğinden Sergio Sebastian sorularımızın en iyi cevabını, Prof Dr. Thomas Michel’in Hıristiyan Tanrıbilimine Giriş isimli eserinde bulabileceğimizi belirtiyor ve ekte kitabı da gönderiyor. T. Michel kitabında kendini de tanıtıyor:

“Amerikalı bir katolik rahibim. Rahip olabilmek için, dört yıl süre ile katolik felsefesi, iki yıl süreile de katolik teolojisi ( Tanrı-bilimi) okudum. Amerika’da iki sene bir kilise cemaatinde rahiplik görevi ifa ettikten sonra Endonezya’ya gederek bir öğretmen okulunda İngilizce öğretmenliğini üstlendim. 1971’de Lübnan’a giderek Arapça öğrenmeye başladım. Bir yıl sonra Chicago Üniversitesinde, İslam hakkında yazıları beni çok etkileyen Prof Fazlu’r-Rahman’ın öğrencisi oldum. Bir süre Chicago’da kaldıktan sonra Arapça ve İslam hakkındaki bilgilerimi derinleştirmek için Kahire’ye gittim ve orada Amerikan Üniversitesi’nde Dar al-Ulum’da ve el-Ezher’de verilen dersleri izledim. Chicago Üniversitesinde döndüğümde, doktora tezimi hazırlamaya başladım.

Çalışmamın konusu İbn Teymiye’nin Hıristiyan dini hakkında “el-Cevab es-Salih li-men Battal Din el-Mesih” adlı çok kapsamlı eleştirisi idi. New York’ta Columbia Üniversitesinde Arapça ve İslam felsefesi dersleri verdim. Daha sonra tekrar Endonezya’ya dönerek Java’nın merkezinde, Togyakarta kentinde Hıristiyan okullarında Hıristiyan Tanrı-bilimi, İslam felsefesi ve İslam dini temel bilgileri hakkında ders verdim, 1981’den bu yana Vatikan’da Hıristiyanlık dışındaki Dinlerle İlişkiler Sekreteryası’nda, Dinler Arası Diyalog Servisinde çalışmaktayım. Görevim, İslam dünyasında çeşitli bölgelerinde tartışma ve konferanslar düzenlemektir. Roma’da papalığa bağlı Gregoriana Üniversitesi Misyoloji Fakültesinde İslami düşünce ve karşılaştırmalı dinler hakkında dersler vermekteyim.” (s. 7-9).



THOMAS MİCHEL'İN HRİSTİYAN TANRIBİLİMİNE GİRİŞ ÇALIŞMASI


Thomas Michel’in Hıristiyan Tanrıbilime Giriş (İstanbul-1992) çalışmasına gelelim. Bizim profesör ünvanlı rahip misyonerimiz, Ankara Üniversitesi’nce Türkiye’ye davet edilmiş. Niçin mi? Dinler Tarihi dersinin programı çerçevesinde Hıristiyan Teolojisi ve Dinine girişle ilgili dersler vermek için. Nerede mi? Ankara, İzmir ve Konya İlahiyat fakültelerinde, 1987-1989 yıllarında. Adı geçen kitabı da öğrencilerine verdiği derslerden derlenmiş.

Şimdi de gelelim bizim gazetelerce sansasyonel olarak verilen haberlerin aslına. Yeni İlmihal’e dayandırılan değişiklikler esasında, II. Vatikan Konsilin de alınan kararların bir yansımasıdır. II. Vatikan Konsili hakkında T. Michel’in verdiği bilgiler şöyle: "Kilisenin en son Konsili 1962-1965 yılları arasında. Papa 23. Jean tarafından, Katolik Kilisesini günümüzün gereksinimlerine uygun şekilde yenilemek üzere toplantıya çağırdı. Vatikan Konsili, Hıristiyan inancının her bir yönünü ve uygulamasını yenilemeyi amaçlayan 16 belge kaleme aldı. “Nostra Aetate” (Günümüzde...) adını taşıyan belge diğer dinlerin müminlerini de ele almaktadır. Bu dokümanın İslam’la ilgili bölümünde, bir Kilise Konsili ilk kez resmen Müslümanlardan söz etmektedir. Belge kısaca aşağıdaki öğretileri içerir: Hıristiyanlar Müslümanlara saygı göstermeli ve değer vermelidir/Müslümanlarla Hıristiyanlar, insanlığa mesajını ileten aynı Yaratıcı, Kadiri Mutlak ve Rahman Allah’a tapar/ Müslümanlarla Hıristiyanlar birlikte onun iradesine baş eğmeğe gayret ederler/ Her iki toplumun dini İbrahim’in imanından neşet eder (doğar) /Müslümanlarla Hıristiyanlar Tanrı’nın son gün yargısını ve ölülerin dirilmesini beklerler/Müslümanlar doğruluktan ayrılmayan bir yaşama önem verir ve Tanrı’ya dua ile, sadaka ile, oruç ile ibadet ederler.

Konsilin yayınladığı belgenin İslam’la ilgili bölümünün sonunda şu sözler yer alır: “Yüzyıllar boyunca, Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında bir çok çelişmeler ve ihtilaflar oluşmuştur. Bu Konsil herkesi geçmişi unutmaya ve karşılıkla anlayış yolunda açık yürekli gayretleri sarf etmeye davet eder. Hıristiyanlarla Müslümanlar, tüm insanlık uğruna, barışı, özgürlüğü, sosyal adaleti ve ahlaki değerleri birlikte korumalı ve ileri götürmelidir” (s.110-112)

Yalnızca bunları okuyan kimse, Hıristiyanlık hakkında derinlikli bilgi sahibi değilse gerçekten yanılacaktır. Hıristiyanlıkta tevhid esintileri, hatta bunun ötesinde “Tek Tanrı İnancı” olduğunu zannedecektir. Keşke gerçekler böyle olsaydı. II. Vatikan Konsili bütün bu kararları alırken öğretinin/doktrin içeriğinde bir değişikliğe gitmemiştir yalnızca terminoloji değişikliğine gitmiştir. Nitekim Thomas Michel’i kitabında “Incarnation: Tenleşme, İsa’nın Oğul Tanrı Oluşu” ve “Teslis: Üçlü Birlik” inancını da işliyor (s: 56-58, 64-73), sonuçta bu inançlarda herhangi bir değişiklik sözkonusu edilmiyor. Esasında bu iki temel inançta bir değişiklik olursa Hıristiyanlık bütünüyle bambaşka bir dine dönüşmüş olur; çünkü bugünkü Hıristiyanlık Aziz Pavlus’un görüşleri doğrultusunda bu iki inanç üzerine kurulmuştur.

Ancak misyonerlik önündeki İslam engelini aşmak için terminoloji değişikliğini de çaresiz öngörüyorlar. Bu değişikliğin arkasında “Hıristiyan Misyonerlik Anlayışı” yatmaktadır. İslam’da tebliğ ve da’vette Müslüman’ın dini anlatırken bir değişiklik yapması mümkün değildir. Dini olduğu gibi anlatmak zorunludur. Ama Hıristiyan Misyonerlik Anlayışına göre insanları Hıristiyanlaştırma uğruna her türlü yalanın söylenmesi ve iki yüzlü davranılması mümkündür; bunun da ötesinde bu kutsal bir davranıştır. Bunu kendi görüşümüz olarak öne sürmüyoruz. Bakın Hıristiyanlığın Kutsal Metinlerde yer alan Pavlus’un şu sözlerine:

“Peki ödülüm nedir? Müjde’yi, İncil’i yayarken bunu karşılıksız olarak bildirmek böylece Müjde’yi yaymaktan doğan hakkımı kullanmamaktır/ Ben özgürüm, kimsenin kölesi değil. Ama daha çok kişi kazanayım diye herkesin kölesi oldum/ Yahudileri kazanmak için Yahudilere Yahudi gibi davrandım. Kendim Kutsal Yasa (Tevrat)’nın denetimi altında olmadığım halde, Yasa altında olanları (Yahudileri) kazanmak için onlara yasa altındaymış gibi davrandım/... Yasaya sahip olmayanları (Yahudi olmayanları) kazanmak için Yasa’ya sahip değilmişim gibi davrandım/ Güçsüzleri kazanmak için güçsüzlerle güçsüz oldum. Ne yapıp yapıp bazılarını kurtarmak için herkesle her şey oldum/ Bunların hepsini İncil’de payım olsun diye Müjde’nin uğruna yapıyorum” (Pavlus’un Korintlileri Birinci Mektubu, Bölüm: 9/18-23, Kitab-ı Mukaddes, S: 361, Kitab-ı Mukaddes Şirketi yayını).

Özetle Pavlus, “herkese iki yüzlü davrandım, içim Hıristiyan olduğu halde dışımdan Yahudi’yle Yahudi, Putperestle putperest odum” diyor. Şimdi de İslam’la aralarında bir fark olmadığını söylemeye çalışıyorlar. Niçin? Hıristiyan misyonerliğin önündeki engelleri kaldırmak için.Ya buna alet olan diyalogculara ne demeli? Bence Yahudiler Hıristiyanlardan daha dürüstler. Çünkü kendilerine benzetmiş olsalar da dinleri konusunda Hıristiyanlar gibi iki yüzlü değiller."


PAPA'LIĞA GÖRE HRİSTİYANLIKTA DEĞİŞEN BİRŞEY YOK
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt