Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Din Nedir - İslam Nedir ? (1 Kullanıcı)

selenny

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eyl 2007
Mesajlar
358
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
DİN NEDİR ?

İman ve amel mevzuu olarak insanlara Cenab-ı Hak tarafından teklif olunan Hak ve hakikat kanunlarının hey'et-i mecmuasıdır.
Din, kâinatın, dünyanın hayatın ve insanın yaratılış gayeleri ve var oluş şekillerini açıklıyarak, onları mânasızlıktan ve abesiyetten kurtarır.
İnsanların cemiyet hayatında barış içinde ve kardeşçe yaşamalarını sağlar, hakiki saadete ulaştırır. Dinin zayıfladığı cemiyetlerde ırkçılık ve ihtilâlci ideolojiler yayılır. Milletin birlik ve dirliği bozulur.

Cenab-ı Hakk'ın Dergâh-ı Uluhiyyetine kulluk edasına vesile ve medar olan ibadet, İslâm, Şeriat'tir.

O halde, Din, dünya ve ahiret hayatında huzur ve mutluluk veren, bir düzendir. Bu düzen, Allah(cc)'ın koyduğu emir ve yasaklar ile ölçülenir, Rasulunun uygulamaları ve tavsiyeleriyle desteklenir, bunu kavrayanlar ve öğrenenler ile yayılır, öğretilir, ders alınır, yetiştirilir.

Günümüze kadar ne kadar çok din olursa olsun HAK DİNLER'in temel inancı kesinlikle değişmemiştir. Fakat insanlar, kendi fikir düşünce ve kendi anlayışlarını dine yansıtarak hüküm çıkarmaya kalktıklarından dolayı değiştirilmeler olmuşsada, hakiki DİN hiçbirzaman değişikliğe uğramamıştır.

Müslümanlarca bilindiği gibi günümüzdeki tevrat ve incillerin asıllarının olmadığı inancı vardır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'e inanarak onu okuyarak ve onu rehber edinerek hayatını sürdürenler Ayeti Kerimelerin Meallerindeki uyarıları görmemeleri imkansızdır. Eğer Allah(cc) bir konuda üstüne basa basa uyarı veriyorsa, hakiki kullar taviz vermeden hikmetini bilmesede inanırlar. Sonuçta emir EN BÜYÜK YERDENdir..

En doğru söz Allah(cc)'ındır. Okuyalım:

Yahûdîler, Uzeyr Allah'ın oğludur, dediler. Hiristiyanlar da, Mesîh (Îsâ) Allah'ın oğludur dediler. Bu onların ağızlarıyla geveledikleri sözlerdir. (Sözlerini) daha önce kâfir olmuş kimselerin sözlerine benzetiyorlar. Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan bâtıla) döndürülüyorlar! (Tevbe suresi,30.ayet)

(Yahûdîler) Allah'ı bırakıp bilginlerini (hahamlarını); (hiristiyanlar) da rahiplerini ve Meryem oğlu Mesîh'i (Îsâ'yı) Rabler edindiler. Halbuki onlara ancak tek ilâha kulluk etmeleri emrolundu. O'ndan başka ilah yoktur. O, bunların ortak koştukları şeylerden uzaktır. (Tevbe suresi, 31.ayet)

Allah'ın nûrunu ağızlarıyla (üfleyip) söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoşlanmasalar da Allah nûrunu tamamlamaktan asla vazgeçmez. (Tevbe suresi, 32.ayet)

Ey îmân edenler! (Biliniz ki), hahamlardan ve râhiplerden birçoğu insanların mallarını haksız yollardan yerler ve (insanları) Allah yolundan engellerler. Ve o kimseler ki, altın ve gümüşü biriktirirler ve onları Allah yolunda sarfetmezler, işte onlara elem verici bir azâbı müjdele! (Tevbe suresi, 34.ayet)

Dinde Zorlama Yoktur.

Kur'an-ı Kerim'de buyuruluyor ki:

Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir. (Bakara suresi, 256.ayet)

Bu ayetin LÂ İKRÂHE FİD-DÎNİ (Dinde zorlama yoktur) ayetin tefsirinde şöyle yazar:

Bir islam memleketinde yaşayan müşrik, îmân etmek veya cizye vermek hususunda seçim hakkında sâhibtir. Böyle bir kimseye İslâm'ı kabul etmek için zorlama yapılamaz. Ancak mü'min olan kimseler dinden çıktıkları taktirde, ahidlerini bozduklarından dolayı tevbe etmezlerse cezâlandırılırlar (Elmalılı,c.2,863)



İSLAM NEDİR ?

Hz. Muhammed'in (sav), Allah'ın emriyle insanlara bildirdiği dindir. Bu din Allah'ın kabul ettiği ve emrettiği en son dindir.

Allah nezdinde hak din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok çabuktur. (Âl-i İmrân suresi, 19.ayet)

Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, âhirette ziyan edenlerden olacaktır. (Âl-i İmrân suresi, 85.ayet)

(İslâm'ı) Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini hidâyet ve hak din ile gönderen O'dur. Şahit olarak Allah yeter. (Fetih suresi, 128.ayet)

İslâmlıkta, Allah'a itaat etmek, Peygambere tâbi' olmak ve din namına ne bildirilmişse, kalb ve dil ile tasdik, ve ayrıca onunla amel etmek şarttır.
 

rainmen

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Eyl 2006
Mesajlar
197
Tepki puanı
0
Puanları
0
islam dini,acaba ilk geldiği günkü gibi mi,yoksa yozlaştırılmış mıdır?
 

selenny

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eyl 2007
Mesajlar
358
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
tşk

tşk

teşekürler arkadaşlarallah razı olsun katılımlarından dolayı teşekür ederim..
 

eyüp_P

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Tem 2009
Mesajlar
10
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
DİN NEDİR:


Din, ilâhi hükümdür, dedik...

Din, hükümler bütünüdür ve bu hükümler, ilâhi olmak mecburiyetindedir!...Beşeri hükümler olmaz!...

Niye?...Çünkü, bütün beşeri hükümler, beşeriyeti meydana getiren terkibler istikametinde-doğrultusunda meydana gelir ki; bunlar da seni neticede, yine terkibe götürür!..

Ancak, ilâhi dediğimiz zaman, burada terkib söz konusu değildir!..Çünkü ilâhi hükümler bütünü, neticede, ilâhi ahlâkla “Allah’ın ahlâkıyla” ahlâklanmaya yol açar!

Nitekim, “Din nedir?” sualine, “Din mekârimi ahlâktır”, ahlâkın mekârımıdır, yâni tam kemâle ermiş hâlidir, yâni “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmaktır”denerek cevap verilmiştir.

İşte bu yüzden ilâhi hükümler bütünüdür.

Bu ilâhi hükümler , 4 yönde mütalâa edilebilir...

Birincisi, kişinin tabiatına yönelik ilâhi hükümler...

İkincisi, terkibiyetine yönelik ilâhi hükümler...

Üçüncüsü, nefsinin hakikatını bilmeye yönelik ilâhi hükümler...

Dördüncüsü de zâtını bilmeye yönelik ilâhi hükümler...Bunlardan dördüncüsü, sadece Ümmeti Muhammed’e, yâni Hz.Muhammed Aleyhi’s-selâm’ın ümmetine gelmiş hükümlerdir!...

Bu lütfa mazhar olmuş kişiler, Hz.Muhammed’in ümmetidir!.. Daha önceki hükümlerse diğer Nebî ve Rasûllerde varolan kemâlâttır!..

Bir kişi, tabiatından kurtulma istikametinde belli çalışmalar yaparak ; tabiatının hükmünden çıkmak için birtakım çabalarda bulunur...Bu onu, kendi tabiatını değiştirme yolunda, belli çalışmalara götürür ve bunun neticesine erdirir; ama bu kişi, hiçbir zaman ilâhi hakikatı bulamaz, bilemez ve bu kişi cehennemde olur ister istemez!..

Çünkü bir kere; dinin getirdiği , sadece tabiata yönelik çalışmalar mıdır, değil midir, burayı araştırmak lâzım!..

Dinin getirdiği tabiata yönelik çalışmalar, ruhâniyeti güçlendirme ve tabiat ateşinden kurtulma yollu iki türlü netice hâsıl eder.

Ruhâniyeti güçlendirme yolundaki çalışmalar eğer yeterli değilse, bu kişi cehennemde bir hayli azâb çekecektir..

Bedeni tabiata bazı hâkim olma usülleri, mutlaka bir tür hologramik bedenin yani ruhun cennete gidiciliğini kazandırmaz..

Dünyada, bazı normal insanlarda görülmeyen olağanüstü hâlleri kazandırır insana ama ona rağmen o kişi neticede, gerekli ruhâniyeti kazanamadığı için cennete gidemez!..

Cennete gidici, ruhâniyeti sağlayıcı işler ancak bu ilâhi emirlerle bildirilen fiilllerdir...

İkinci olarak terkibe yönelik dedik...Terkibe yönelik hükümler; ilâhi ahlâkla ahlâklanmaya yönelik çalışmalardır...Yâni Allah’ın ahlâkıyla!..

Sendeki ahlâk, çeşitli ilâhi isimlerin ,varlığını meydana getirmesiyle oluşmuş olan bir terkibsel ahlâktır!..Ama bu isimler , senin varlığında birleşmiş hâliyle , senin rabbın hükmündedir ve sen rabbının hükmünden dışarı çıkamazsın...Normal yaşantın itibariyle!..

Senin mevcùdiyetine meydana getiren bu isimler, sürekli, seni belli bir görüş üzerinde muhafaza eder!..

Halbuki ise sen ilâhi ahlâk ile ahlâklanmaya başladığın zaman, daha evvelki yaşantında mevcut olan duyguların, düşüncelerin, idrâkın değişmeye başlar!..Görüşün gelişmeye başlar ve açılır!...Bu ilâhi hükümler olmadan, bulunamaz-bilinemez!.. Ancak ilâhi hükümlerin bildirilmesiyle bu bilinir, anlaşılır!..

Nefsin hakikatını anlamaya yönelik hükümler; varlığın hakikatıyla özdeşleşmek değildir!..

Yâni, “bütün bu âlemde mevcut olan ilâhi kuvvetler, birtakım tabîi kuvvetler, benim varlığımı meydana getiren kuvvetlerdir; öyleyse benim aslım ve hakikatım ve kâinatın aslı ve hakikatıyla aynıdır” gibisinden bir biliş , belli bir felsefi araştırma sonunda oluşur ama bu oluşma hiçbir zaman nefsin hakikatını bulma değildir!..

Çünkü bu türden bir bulma, efal mertebesinde nefsin hakikatını bulmadır!..Kâinat içindeki kendini buluş, kâinatla kendini özdeşleştiriş, evren bilinciyle kendini özdeşleştiriş, nefsin hakikatını ef’âl mertebesinden buluştur!..

Halbuki nefsin hakikatını, sıfat mertebesinden bulmak gerekir...

Bu da ancak ve ancak gene İlâhi Din olan , İslâm’ın hükümleriyle bilinebilir-bulunabilir ve yaşanabilir..

Nihayet “Zâtının hakikatını bulma” , dedik!..Zâtının hakikatını bulabilme hâli de yine Hz.Muhammed’in ortaya koyduğu, ilâhi hükümler doğrultusunda, tebliğ ettiğ, hakikatlara dayanır!..

Netice olarak, ”kişiyi saadete götüren yol dindir”, dersek bu eksik ve yetersiz bir târif olur..”Kişiyi ilâhi saadete götüren yoldur” demek gerekir; veyahutta “kişiyi saadete erdiren ilâhi hükümler bütünüdür” demek gerekir. Çünkü bu, ilâhi hükümlere uymak sùretiyle, kişi gerçek saadete erer!..

Aksi takdirde “tabiat saadetini” yaşar ki bu da dünyadaki “tabii saadettir”, ölüm ötesi hayatta da bunun karşılığı “cehennem” denilen azâb ortamıdır!..

Önce, insanın, fizik yollu oluşumu bahsini anlattık..

Sonra “insan” ismi altındaki “Hak”kın varlığından söz ettik...

Ve bu söz edişimizin neticesinde, “İslâm’ın, Din’in ne olduğu” noktasına geldik..Yani din niye çıkmış? Niye gerekli? Ne için gelmiş?

Kişinin belli bir terkibi vardır esmâ terkibinden oluşan!..İşte esmâ terkibinden oluşmuş “kişilik” mânâsına “beşer” ifadesi kullanılır...

“Beşer” kelimesi ile kastedilen belli bir esmâ terkibidir...Esmâ terkibinden çıkacak olan hükümler, esmâ terkibinin geleceğini sürekli saadete yönlendiremez!..Esmâ terkibinin değişmesi mümkün olmaz!..

Ancak, esmâ terkibinin asıl ve özü olan ilâhiyet noktasından ; yani sıfat mertebesinden gelen hükümler, sıfat mertebesindeki mutlak benliğin verdiği hükümler, esmâ mertebesindeki terkibleri bozar, yıkar,değiştirir!..

Bunu basit mânâda şöyle izah edelim; sen içine düştüğün bunalımdan, problemden zaten mevcut aklınla onun içine düştüğün için çıkamazsın; bir ekstra akla ihtiyacın vardır!..

Bu yüzden , “bana akıl ver” dersin!..Niye?

Çünkü kendi aklınla o noktaya geldin! Kendi aklınla o noktadan çıkman mümkün değil!...O noktadan çıkman için , ekstra akıla gerek var!..

İşte bunun gibi , o kişinin içinde bulunduğu durumu meydana getiren terkibini kendinin değiştirebilmesi mümkün değil!..

Bunun için, ilâhi dediğimiz, sıfat mertebesinden gelen; bir diğer mânâ ile, Allah’tan gelen; terkibsizliğin gereği olan noktaya ve noktanın hükümlerine uyması lâzımdır; ki kendi terkibinin kayıtlarından kurtulsun!..

Veya kendi terkibini daha geniş mânâda tanıyabilsin!..

Bu yüzdendir ki “ilâhi hükümler bütünüdür” dedik.Beşerî hükümler bütünü değil!..

Bu sebepledir ki “beşer” adı altından gelmiş olan dinler, insanlık için kurtarıcı olamaz!. Bir Konfiçyüs dini, insanlık için kurtarıcı olamaz!..

Çünkü içinde bazı hakikatlar olsa dahi ; ki muhakkak hakikat yönleri vardır!..Zira Konfiçyüs adı altındaki varlık da, Hak’kın terkibidir!.Hak’kın terkibi olması itibariyle, söylediklerinde mutlaka hakikat yönleri olacaktır!...Ancak o hakikatlar, kayıtlı hakikatlardır!..Terkibden doğan hakikatlardır!..

Terkibden doğan hakikatlarla, bütün terkiblerin, terkibiyetlerinden kurtulup Allah’a vâsıl olmaları mümkün değildir!..

Onun içindir ki, ancak ve ancak , beşer,”İlâhi Din” ile kurtuluşa erebilir. İlâhi mâhiyet arzetmeyen dinlerle , beşerin kurtuluşu söz konusu değildir!..

Nitekim...”ALLAH İNDİNDE DİN İSLAM’DIR”,diyerek ; dinin ne olduğunu tasrih yönüne gidiyor, Kur’ân!..

Burada “dinin İslâm” olduğu; ancak “İslâm” olacağı anlatılıyor!..

Dinin “İslâm” olması ne demek?

Dinin ancak “İslâm” olması şu demek:

Terkibler, terkibiyetinin tabii neticesini ortaya koyar.Terkibler, terkibiyetlerinin tabîi neticesini ortaya koyması sebebiyle de ortaya koyuş mahalleri itibariyle bulundukları ortamdan dışarıya taşamazlar, geçemezler!..Terkiblerinin tabiatı dolayısıyla bulundukları ortamdan dışarıya taşamazlar ve geçemezler!.. Çünkü, terkiblerinin sonucu o kadardır! O terkible, o kadar güç elde eder ve o kadarla kalır!..

İslâm Dini ,değişik isimlerin mânâlarını ortaya koydurucu değişik isimlerin mânâlarını ağırlıklı olarak kuvveden fiile çıkartıcı fiillere seni sevkediyor!..

“Şu şu şu fiiilleri yap “ diyor! Sen bu fiilleri yapmakla, değişik isimlerin mânâlarını kuvveden fiile çıkartmak dolayısıyla da, senin terkibinde genişlemeler, güçlenmeler oluşuyor ve nihâyet değişik bir ruhâniyet elde etme durumuna geliyorsun; veya bir diğer ifadeyle enerji elde etme hâli hâsıl oluyor.

Peki “İslâm” kişiden ne istiyor?..

İslâmın kişiden ilk isteği “Kelime-i Şehâdettir”..

“Lâ ilâhe illallah” diyebilmen...Buna ”şehâdet” etmen, sonra da bunu bildiren zâtın “ Allah’ın Rasùlü” olduğunu kabullenmendir..

Öyle ise geldik “Kelime-i Tevhid” e...
 

eyüp_P

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Tem 2009
Mesajlar
10
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
İSLAM NEDİR



ESAVRVB CANIM KARDEŞLERİM
KİME SORARSAK İSLAM NEDİR?DİYE VERİLECEK CEVAP BELİRSİZLİKLE "DİNİMİZ"DENİR TÜM İNSANLAR BU BASİT AMA ÇOK ŞEY GİZLİ VE KİŞİYİ ALLAH'A YAKLAŞTIRAN TAMAMEN YANİ HAK MÜMİN YAPAN "İSLAM"KELİMESİNİN GERÇEK ANLAMI NEDİR?
AYETLERLE AÇIKLAYALIM İNŞ.;
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM
İslâm kelimesi, “silm” kökünden gelmektedir. “Sin, lâm ve mim” Bu kökten gelen kelimeler arasında; İslâm, selâm, selâmet, müslüman, müslim ve teslim kelimeleri var. Türkçe’de en çok kullanılan kelime de teslim kelimesidir. Bu aynı zamanda Kur’ân’ın unutulmuş kavramlarından biridir.
“Siz Allah’a teslim oldunuz mu?” dediğimiz zaman bize: “İslâm, teslim demektir ve 5 tane şartı vardır. Biz bu 5 şartın hepsini evelallah yerine getiriyoruz. Namaz da kılıyoruz, oruç da tutuyoruz, zekât da veriyoruz, kelime-i şahadet de getiriyoruz. Hamdolsun ki paramız var, hacca da gittik. 5 şartın beşi de bizde tamam. İslâm teslim olmaksa ve İslâm 5 şarttan ibaret olduğuna göre, hamdolsun ki, biz de bu 5 şartı devamlı gerçekleştirdiğimiz cihetle; biz muhakkak ki Allah’a teslim olanlarız.” O zaman biz de soruyoruz: “Hay Allah razı olsun. İyi ki teslim olmuşun. Buraya kadar iyi de acaba Allah’a neyini teslim ettin? Ruhunu mu, fizik vücudunu mu, nefsini mi, iradeni mi teslim ettin? Bütün bu 4 teslimi yapabilmen için, evvelâ Allah’a ulaşmayı diledin mi?”
İslâm 4 teslim, 7 tane safhadan oluşur. Allah’a ulaşmayı dilemek 1. safhadır. Burada bir teslim söz konusu değildir. Henüz ruhunuzu da vechinizi de nefsinizi de iradenizi de hiçbirini teslim etmediniz ama Allah sizi teslim aldı.
1. safhada Allah’a ulaşmayı dilediğiniz zaman Allah, şeytan ile olan ilişkinizi kesip Kendisiyle ilişkiye girmenizi sağlar. Şeytan o günden itibaren size hiçbir kötülükte bulunamaz, üzerinizde bir tesir uyandırması mümkün değildir.
Allah ile olan ilişkilerinizde böyle bir dizayn söz konudur. Her şey Allah’a ulaşmayı dilemekle başlar. 3. basamakta Allah’a ulaşmayı dilersiniz. 14. basamakta mürşidinize ulaşırsınız. Allah’a ulaşmayı dilediğiniz zaman Allahû Tealâ’ya teslim oldunuz mu? Hayır, siz teslim olmadınız, Allah sizi teslim aldı. Sizin iradî talebiniz, Allah’a ulaşmayı dilemektir. Bunu gerçekleştirince, Allah ezelî ve ebedî vaadini mutlaka yerine getirir ve Allah’a ulaşmayı dileyen kişiyi teslim alır. Şeytanla sizin aranıza öyle bir duvar çeker ki şeytan size hiçbir şekilde tesir edemez.
Demek ki daha Allah’a ulaşmayı diler dilemez Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dileyenler için diyor ki: “Onlar teslim olanlardır.” Hiçbir şeyinizi teslim etmediniz, nasıl teslim olanlar oluyor? Çünkü Allah sizi teslim alır.
14. basamakta mürşidinize ulaşırsınız ve tâbî olursunuz. Mürşidiniz sizi Allah adına teslim alır. Bu 2. teslimdir.
21. basamakta, ruhunuz Allah’a ulaşır. 22. basamakta, ruhunuz Allah’a teslim olur. Bu, sizin yaptığınız teslimlerden birincisidir. İlk iki teslimi siz yapmadınız. İlkinde, 3. basamakta Allah sizi teslim aldı. İkincisinde, 14. basamakta mürşidinize teslim oldunuz ve mürşid sizi teslim aldı. Sonra ruhunuzu Allah’a teslim ettiniz. İşte sizin iradenizle gerçekleştirdiğiniz teslim bu teslimdir.
Allah’a ulaşmayı dilediğiniz zaman, siz bir şey teslim etmezsiniz. Siz Allah’a teslim olmazsınız, Allah sizi teslim alır. Mürşidinize ulaştığınız zaman, mürşidiniz sizi Allah adına teslim alır. Siz de mürşidinize Allah adına teslim olursunuz. El öptüğünüz andan itibaren, teslim oldunuz demektir. Sonra aldığınız emirleri uygulayarak 21. basamakta ruhunuzu Allah’a ulaştırırsınız.
22. basamakta ruhunuz Allah’ın Zat’ında yok olur. Bu 1. tesliminizdir. Teslim etmeniz lâzım gelen ruhunuz, vücudunuzdan ayrılır. Bu olay, sizin gayretinizle değildir. Devrin imamının ruhu başınızın üzerinize gelir ve sizin ruhunuza şöyle seslenir: “Senin Allah’a ulaşma günün, Allah’a mülâki olma günün geldi. Vücudu terk et. Allah’a geri dön.”

-40/MU'MİN-15: Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı).
Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah’a ulaşmayı dilediği için Allah’ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah’a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah’ın emrini tebliğ edecek) bir ruh (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.


Ruhunuz, Allah’a doğru yola çıkar. Nefsinizin kalbinde her %7 fazl birikiminde ruhunuz bir gök katı aşar. Neticede Allah’ın Zat’ına ulaşır ve Allah’ın Zat’ında yok olur. Böyle bir noktadan sonra ulaşmanız lâzım gelen şey fizik vücudun teslimidir.
Şu anda beni dinleyen Mihr Vakfı mensuplarının çoğu, Allah’a ruhlarını ulaştırmışlardır. Allah’ın ermiş evliyası olmuşlardır.
Bundan sonra fizik vücudu Allah’a teslim etmek söz konusudur. Nefsinizdeki nur birikimi %81’i bulduğu zaman fizik vücudunuz Allah’a teslim olur. Sizin yaptığınız 1. teslim, ruhunuzun Allah’a teslimidir. 2. teslim de, fizik vücudunuzun Allah’a teslimidir. 26. basamakta ulûl’elbab olursunuz ve nefsinizi Allah’a teslim edersiniz.
Bir sonraki aşama, 26 ve 27. basamaklarda iradenizi Allah’a teslim etmeden evvelki aşama, irşad olmanızdır. 28. basamakta iradenizin Allah’a teslimi söz konusudur ki bu da 7. ve son safhadır.
Ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi ve iradenizi teslim ederek, 7 safhada 4 tane teslim gerçekleştirmiş olursunuz. Bu safhaların hepsi üzerinize farzdır.
Allah’a ulaşmayı dilemek üzerinize farz mıdır? Hem de 3 defa farzdır. Allahû Tealâ, Rum Suresinin 31. âyet-i kerimesinde şöyle buyuruyor:

-30/RÛM-31: Munîbîne ileyhi vettekûhu ve ekîmûs salâte ve lâ tekûnû minel muşrikîn(muşrikîne).
O’na (Allah’a) yönelin (Allah’a ulaşmayı dileyin) ve takva sahibi olun. Ve namazı ikame edin (namaz kılın). Ve (böylece) müşriklerden olmayın.


munîbîne ileyhi: O’na, Allah’a yönel, Allah’a ulaşmayı dile.
Olay munîbîne ileyhi ile başlıyor.
Lokman Suresinin 15. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:
 

eyüp_P

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Tem 2009
Mesajlar
10
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
31/LOKMÂN-15: Ve in câhedâke alâ en tuşrike bî mâ leyse leke bihî ilmun fe lâ tutı’humâ ve sâhibhumâ fîd dunyâ magrûfen vettebi’ sebîle men enâbe ileyy(ileyye), summe ileyye merciukum fe unebbiukum bi mâ kuntum ta’melûn(ta’melûne).
Ve bilgin olmayan bir şey hakkında, şirk koşman için seninle mücâdele ederlerse, ikisine de itaat etme! Ve dünyada onlara güzellikle sahip ol. Bana yönelenlerin (ruhunu Allah''a ulaştırmayı dileyenlerin) yoluna tâbî ol. Sonra dönüşünüz Banadır. O zaman yaptığınız şeyleri size haber vereceğim.


O kadar mı? Hayır, değil. Allahû Tealâ buyuruyor ki:

-39/ZUMER-54: Ve enîbû ilâ rabbikum ve eslimû lehu min kabli en ye’tiyekumul azâbu summe lâ tunsarûn(tunsarûne).
Ve Rabbinize (Allah’a) yönelin (ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dileyin)! Ve size azap gelmeden önce O’na (Allah’a) teslim olun (ruhunuzu, vechinizi, nefsinizi, iradenizi Allah’a teslim edin). (Yoksa) sonra yardım olunmazsınız.


Allah’a ulaşmayı dilemek ve teslim olmanın bütün boyutları Zumer-54’de ifade edilmiştir. Ruhunuzu teslim etmek de fizik vücudunuzu teslim etmek de nefsinizi teslim etmek de iradenizi teslim etmek de, hepsi bu âyet-i kerimenin içinde yer alıyor.
Ruhunuzu Allah’a ulaştırmayı dilemek üzerinize farz mıdır? Gördük ki Allahû Tealâ üzerimize 3 defa farz kılmıştır. Allahû Tealâ şöyle söylüyor: “Onlar ki Allah’a ulaşmayı dilerler, onlar teslim olmuşlardır.” Aslında teslim olmalarının sebebi, Allah’ın onları Kendisine teslim almasıdır.
Şimdi bu muhtevada konunun Kur’ân’la ilişkisi nedir? Allahû Tealâ gördük ki Allah’a ulaşmayı dilememizi üzerimize farz kılmıştır. Peki ya bugün? Bugün İslâm’ın 5 şartı vardır ve bu 5 şartın dışında hiçbir şey yoktur. Bu 5 şart, teslimlerin hiçbirisini içermemektedir. İslâm’ın 5 şartıyla kurtulacağını zanneden koskoca İslâm âlemi korkunç bir tuzak içindedir. Bu bütün İslâm âlemini cehenneme götürecek olan bir tuzaktır. Ne yazık ki insanlar buna ciddî şekilde inanmışlardır. Hadi sokaktaki adam inanır ama bizim sevgili dîn adamlarımız da inanmışlardır.
Allahû Tealâ, 7 safhada 4 teslimi emretmektedir, farz kılmaktadır. Şimdi Kur’ân âyetleri ile ispat edeceğiz ki bütün sahâbe 7 safhanın yedisini de yaşamıştır.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) ve sahâbe ruhlarını, vechlerini, nefslerini ve iradelerini de Allah’a teslim ettikleri halde, üzerimize farz olduğu da Kur’ân-ı Kerim âyetlerince sabit olduğu halde, iblis insanların başına öyle bir çorap örmüş ki; bütün teslimleri devreden çıkarmıştır. Ne ruhun teslimi ne fizik vücudun teslimi ne nefsin ne de iradenin teslimi artık yoktur.
İşte muhtevaya bakıyoruz: Allah’a ulaşmayı dilemek farzdır.
1. basamakta, olaylar yaşanır.
2. basamakta, olaylar değerlendirilir ve insanlar olaylara karşı tavırlarını ortaya koyarlar. Allahû Tealâ tarafından insanların çok büyük bir kısmı 2. basamakta seçilirler. Bu seçilenlerden kim Allah’a ulaşmayı dilerse, sadece onlar 3. basamağa geçerler. Allah kimin kalbinde Allah’a ulaşma talebini görürse, işitirse ve bilirse (ki aynı anda görür, işitir ve bilir), o zaman o kişi Allah’a ulaşmayı dilemiştir ve 3. basamaktadır. 3. basamakta, kişi Allah’a ulaşmayı dileyen kişi, bu noktadan itibaren cehennemden yakayı sıyırmıştır ve 1. kat cennetin sahibi olmuştur.
Allahû Tealâ Allah’a ulaşmayı dileyenleri, işitenler olarak ve Allah’a teslim olanlar olarak değerlendirir. Aslında onlar Allah’a teslim olmazlar, Allah onları teslim alır.
4. basamakta, Allahû Tealâ kişiye Rahîm esmasıyla tecelli ederek furkanlar vermeye başlar.
5. basamakta, bu kişinin gözlerindeki ve görme hassalarındaki engelleri alır.
6. basamakta, kulaklarındaki ve işitme hassalarındaki engelleri alır.
7. basamakta, kalplerindeki engelleri alır ve kalbine o kişinin idrakini sağlamak üzere ihbat koyar. Allahû Tealâ bunları yaparken, bu engelleri kaldırırken kişiye deracat verir. 7 safhada verdiği derecelerle kişinin bütün günahlarını örter. Kişinin günahlarının örtülmesi, 7. basamağa ulaşmasıyla yani Allah’a ulaşmayı dilemesinden birkaç saniye sonra gerçekleşen bir olgudur. Allahû Tealâ bütün işlemleri yaptırır ve o kişinin bütün günahlarını örter. Bunun arkasında bir tek şey vardır: O kişi, Allah’a ulaşmayı dilemiştir. Dilemişse, o kişi cehennemden mutlak olarak kendisini kurtarmıştır.
Çünkü Enfal Suresinin 29. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ açık bir şekilde, Allah’a ulaşmayı dileyen kişiye 7 tane furkan vererek günahlarını örttüğünü söylüyor. Daha ötede de onların günahlarını sevaba çevireceğini, mağfiret edeceğini de söylüyor. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

-8/ENFÂL-29: Yâ eyyuhellezîne âmenû in tettekullâhe yec’al lekum furkânen ve yukeffir ankum seyyiâtikum ve yagfir lekum, vallâhu zul fadlil azîm(azîmi).
Ey âmenû olanlar, Allah’a karşı takva sahibi olursanız sizi furkan (hak ve bâtılı ayırma özelliği) sahibi kılar! Ve sizden (sizin) günahlarınızı örter ve size mağfiret eder (günahlarınızı sevaba çevirir). Ve Allah, büyük fazl sahibidir.


8. basamakta, Allah o kişinin kalbine ulaşır.
9. basamakta, o kişinin kalbinin nur kapısını Allah’a çevirir.
10. basamakta, Allah o kişinin göğsünden kalbine, göğsünü yararak bir nur yolu açar:

-6/EN'ÂM-125: Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(islâmi), ve men yurid en yudıllehu yec’al sadrehu dayyikan haracen, ke ennemâ yassa’adu fîs semâi, kezâlike yec’alûllâhur ricse alâllezîne lâ yu’minûn(yu’minûne).
Öyleyse Allah kimi Kendisine ulaştırmayı dilerse onun göğsünü yarar ve (Allah’a) teslime (İslâm’a) açar. Kimi dalâlette bırakmayı dilerse, onun göğsünü semada yükseliyormuş gibi daralmış, sıkıntılı yapar. Böylece Allah, mü’min olmayanların üzerine pislik (azap, darlık, güçlük) verir.


“Fe men yuridillâhu en yehdiyehu yeşrah sadrehu lil islâm(İslâmi): Artık Allah kimi hidayete erdirmeyi dilerse onun göğsünü teslime (İslâm’a) açar.”
Bu, teslimle kesinlikle alâkalı olan bir konudur. Çünkü arkasından gelen ruhun teslimi, nefsin kalbindeki nurlarla alâkalıdır. Fizik vücudun teslimi, gene nefsin kalbindeki nurlarla alâkalıdır. Nefsin teslimi, gene nefsin kalbindeki nurlarla alâkalıdır. Bunların hepsi adım adım gerçekleşir. Hepsi zikir adı verilen bir müesseseye bağlıdır. Zikir, Allah’ın ismini “Allah, Allah, Allah…” diye sesle veya kişinin içinden demesiyle veya dilini de kımıldatmadan kalbinden iç sesiyle kişinin Allahû Tealâ’yı zikretmesidir.
Bu zikir gerçekleştiği an, Allah’ın katından gelen rahmetle fazl, rahmetle salâvât nurları kişinin kalbine ulaşacaktır. İşte bunu sağlamak için Allahû Tealâ kişinin göğsünü yararak göğsünden kalbine yol açar.
11. basamakta, kişi zikir yapar. Allah’ın rahmetle fazl nuru o kişinin kalbine doğru ulaşır.
12. basamakta, rahmet nurları kalbe girer ve kişinin kalbinde %2 rahmet oluşur. Böylece kişi huşûya ulaşır. Bu huşû, Hadid Suresinin 16. âyet-i kerimesinde şöyle anlatılıyor:

-57/HADÎD-16: E lem ye’ni lillezîne âmenû en tahşea kulûbuhum li zikrillâhi ve mâ nezele minel hakkı ve lâ yekûnû kellezîne ûtûl kitâbe min kablu fe tâle aleyhimul emedu fe kaset kulûbuhum, ve kesîrun minhum fâsikûn(fâsikûne).
Allah’ın zikri ile ve Hakk’tan inen şeyle (Allah’ın nurları ile), âmenû olanların (Allah’a ulaşmayı dileyenlerin) kalplerinin huşû duyma zamanı gelmedi mi? Kendilerine daha önce kitap verilip de böylece üzerinden uzun zaman geçince, artık (zikri unuttukları için) kalpleri katılaşan kimseler gibi olmasınlar. Onlardan çoğu fasıklardır.


Huşûya ulaşan kişi, mürşidine ulaşmaya hak kazanır. 13. basamakta, kişi mürşidini Allahû Tealâ’ya sorar.
14. basamakta; kişi, sadece mürşidine ulaşmaya hak kazananlara gösterilen mürşidi Allahû Tealâ kendisine gösterdiği zaman, mürşidine ulaşır ve tâbiiyetini gerçekleştirir. İşte bu, kişinin ruhunun mürşid tarafından teslim alınması 2. teslimdir. Daha sonra devrin imamının ruhu kişinin başının üzerine gelerek “Allah’a dön.” emrini verdiği cihetle, kişinin ruhu vücudu terk eder. Devrin imamının ruhu, kişinin başının üzerine gelip yerleşir.
Allah o kişinin bütün günahlarını sevaba çevirir. Mürşidine ulaştığı zaman, Allahû Tealâ o kişiye, 1’e 10 verirken 1’e 100 vermeye başlar. O kişinin ruhu 1. gök katına ulaştığı zamana kadar 1’e 100 olarak devam eder. Bu olay nefs tezkiyesine paralel bir vetiredir.
Kişi “Allah, Allah, Allah…” diye zikir yapar. Zikir yaptığı sürece o kişinin göğsüne, Allah’ın katından rahmetle fazl, rahmetle salâvât nurları gelir. O göğüsteki yarıktan geçerek, kalbe ulaşır. Kişi mürşidine ulaştığı zaman, Allah o kişinin kalbinin içine “îmân” kelimesini yazmıştır. Allah’ın katından gelen fazıllar, o kalpteki îmân kelimesiyle karşıt kutuplarda manyetik alanlara sahiptirler ve bu sebeple o kişinin kalbindeki îmân kelimesinin etrafında toplanmaya başlarlar. İşte bu, o kişinin nefsinin kalbindeki “nefs tezkiyesi”ni ifade eder.
O kadar güzel bir şey ki. Nefsinizi tezkiye ettikçe, afetlerden yakanızı sıyırdıkça, doğrularınızın kalitesi ve doğrularınızın zamana dağılması, devamlı büyüyor. Yani afetlerin azalmasıyla, kötü davranışlarınızın yavaş yavaş azalması, iyi davranışlarınızın artması söz konusu oluyor.
Yusuf Suresinin 53. âyet-i kerimesi gereğince, 15. basamakta nefsin kalbindeki %2 rahmetin dışında, nefsin kalbinde ilk %7 fazl birimi gerçekleştiği zaman, kişi Nefs-i Emmare’dedir.

-12/YÛSUF-53: Ve mâ uberriu nefsî, innen nefse le emmâretun bis sûı illâ mâ rahime rabbî, inne rabbî gafûrun rahîm(rahîmun).
Ve ben, nefsimi ibra edemem (temize çıkaramam). Çünkü nefs, mutlaka sui olanı (şerri, kötülüğü) emreder. Rabbimin Rahîm esmasıyla tecelli ettiği (nefsler) hariç. Muhakkak ki Rabbim, mağfiret edendir (günahları sevaba çevirendir). Rahîm’dir (rahmet nurunu gönderen, rahmetiyle nefsleri tezkiye ve tasfiye edendir).


Kişi, nefsin şerri emretmesini önleyecek olan bir mekanizma geliştirir. Nefsinin kalbine giren fazıllar nefsin kalbinde birikmeye başlar. Bu birikim fazılların %7’yi bulması noktasında, kişinin ruhu zemin kattan 1. gök katına ulaşır. Bu, Nefs-i Emmare’dir
16. basamakta, kişi daha çok zikreder. Nefsin kalbinde 2. defa %7 nur birikimi oluşur. Kişi Nefs-i Levvame’dedir. Ruhu 2. gök katındadır. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

-75/KIYÂME-2: Ve lâ uksimu bin nefsil levvâmeh(levvâmeti).
Ve hayır, levvame (kınayan) nefse yemin ederim.


Kişi nefsini levmediyor, kınıyor, suçluyor.
17. basamakta, kişi daha çok zikrini artırır ve nefsin kalbine Allahû Tealâ’dan gelen fazıllar, kalpte 3. defa %7’lik bir çoğalmayı sağlar. Bu nefs kademesi, Nefs-i Mülhime’dir. Kişi Allahû Tealâ’dan ilham almaya başlar. Allahû Tealâ şöyle söylüyor:

-91/ŞEMS-7: Ve nefsin ve mâ sevvâhâ.
Nefse ve onu (7 kademede ahsene dönüşecek şekilde) sevva edene (dizayn edene) (andolsun).

-91/ŞEMS-8: Fe elhemehâ fucûrehâ ve takvâhâ.
Sonra ona (nefse) fücurunu ve takvasını ilham etti.

-91/ŞEMS-9: Kad efleha men zekkâhâ.
Kim onu (nefsini) tezkiye etmişse felâha (kurtuluşa) ermiştir.


Nefs tezkiyesi, felâha ermenin muhtevasını içerir. Burada kişinin ruhu 3. gök katındadır. Kişi Allah’tan ilham almaya başlar.
18. basamakta, 4. defa %7 fazl birikimi söz konusudur. Bu nefs kademesi, Nefs-i Mutmainne’dir. Nefs-i Mutmainne’de kişi doyuma ulaşır. Allah’ın verdikleri o kişiye yeterli olmaya başlar. Kişi tam bir doyum içersindedir.
Fecr Suresinin 27. âyet-i kerimesinde ve Rad Suresinin 28. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

-89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!


-13/RA'D-28: Ellezîne âmenû ve tatmainnu kulûbuhum bi zikrillâh(zikrillâhi) e lâ bi zikrillâhi tatmainnul kulûb(kulûbu).
Onlar, âmenûdurlar ve kalpleri, Allah’ı zikretmekle mutmain olmuştur. Kalpler ancak; Allah’ı zikretmekle mutmain olur, öyle değil mi?


İşte burası Nefs-i Mutmainne noktasıdır. Kişi doyuma ulaşmıştır. Nefsin kalbindeki fazıllar %28’dir.
19. basamakta, 5. defa %7 nur birikimi ile kişi Nefs-i Radiye kademesindedir. Burada kişinin ruhu 5. gök katına ulaşır. Nefs-i Radiye, bizim Allah’tan razı olduğumuz nefs kademesidir.
20. basamakta, bir daha %7 nur birikimi ile ruh 6. gök katındadır, Nefs-i Mardiyye kademesi. Nefs-i Mardiyye, Allah’ın da bizden razı olduğu nefs kademesidir.
“İrciî ilâ rabbiki” diyen, Allah’a ruhumuzun ulaşması için farz emrinin verildiği bu âyetler, Fecr Suresinin 27-28-29 ve 30. âyet-i kerimeleridir. Allahû Tealâ birkaç kademeyi ifade eden bu âyetlerde şunu söylüyor:

-89/FECR-27: Yâ eyyetuhen nefsul mutmainneh(mutmainnetu).
Ey mutmain olan nefs!

-89/FECR-28: İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah’tan) razı olarak ve Allah’ın rızasını kazanmış olarak!

-89/FECR-29: Fedhulî fî ibâdî.
(Ey fizik vücut!) O zaman, (nefsini tezkiye ettiğin ve ruhunu Allah’a ulaştırdığın zaman Bana kul olursun) kullarımın arasına gir.

-89/FECR-30: Vedhulî cennetî.
Ve cennetime gir.
 

eyüp_P

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Tem 2009
Mesajlar
10
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Burada “Ey mutmain olan nefs!” diye hem nefse seslenmek var hem “İrciî ilâ rabbiki” diye ruha seslenmek var hem de “Kullarımın arasına gir, Bana kul ol ve cennetime gir.” diye fizik vücuda seslenmek var. Allahû Tealâ 3 vücuda birden sesleniyor.
21. basamakta, ruh sonunda 7. gök katına ulaşır. 7 tane âlem geçer. Her âlemde eğitimini görür, zikir hücrelerindeki zikrini tamamlar ve Sidretül Münteha’ya ulaşır. Sidretül Münteha’dan Allah’a doğru yükselir. Allah’ın Zat’ına ulaşır ve Allah’ın Zat’ında yok olur. Burada Allah’tan bir emanet olarak bize verilen ruhu, emanetin sahibine teslim etmemiz olayı vardır. Ruh Allah’a teslim olur. Burası aslında 3. kademedir. 21. basamakta ruh Allah’a ulaşır.
22. basamakta, Allah’ın Zat’ında ruh yok olur. İşte bu basamak ruhun Allah’ta yok olduğu, Allah’ın Zat’ına ulaşıp Allah’ın Zat’ında ifna olduğu, yok olduğu bir devredir. Böyle olan insanlara Allahû Tealâ: “meaba ulaşmış” diyor. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

-78/NEBE-39: Zâlikel yevmul hakk(hakku), fe men şâettehaze ilâ rabbihî meâbâ(meâben).
İşte o gün (mürşidin eli Hakk’a ulaşmak üzere öpüldüğü ve ona tâbî olunduğu gün), Hakk günüdür. Dileyen (Allah’a ulaşmayı dileyen) kişi, kendisine Rabbine ulaştıran (yolu, Sıratı Mustakîm’i) yol ittihaz eder (edinir). (Allah’a ulaşan kişiye Allah) meab (sığınak, melce) olur.


Sığınağa ulaşanlara, ruhunu Allah’ın Zat’ına ulaştırıp Allah’ın Zat’ında yok olanlara, Allahû Tealâ “evvab” diyor. 21. basamakta ruhuna Allah’ın Zat’ının meab olduğu kişi, 22. basamakta Allah’a teslim olur yani Allah’ın Zat’ında yok olur. Burası aslında bizim yaptığımız teslimlerin birincisidir. Bizde olan ama Allah’a ait olan ruh emanetini Allah’a verdik. Bunun arkasından fizik vücudumuz emanet olur ve zikrimiz giderek artar.
23. basamakta kişinin nefsinin kalbindeki nurlar %61’i bulduğu zaman, En’am Suresinin 127. âyet-i kerimesine göre Allahû Tealâ o kişiye İndi İlâhi’de bir taht verir. Allah’ın katında o kişi bir yerin sahibi olmuştur. Bu sebeple Allah’ın İndi’nde baki olur (kalır, kalıcıdır). Bu sebeple buraya “bekâ makamı” denir.

-6/EN'ÂM-127: Lehum dârus selâmi inde rabbihim ve huve veliyyuhum bimâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Rab’lerinin katında onlar için selâm yurdu (teslim yurdu) vardır. Yapmış olduklarından dolayı, O (Allah), onların dostudur.


24. basamakta, kişi zikrini günün yarısından öteye geçirir. Günün yarısından daha fazla zikreden bu kişinin nefsinin kalbindeki nurlar, %71’i aşar.
25. basamakta, kişi zikrini giderek daha çoğaltır. Günün yarısından daha öteye geçer. Nefsinin kalbindeki nurlar %81’e ulaşınca, o kişinin fizik vücudu da Allah’a teslim olur. Kişinin nefsinin kalbinde hâlâ %19 afet vardır ama böyle olmasına rağmen o kişinin fizik vücudu, Allah’ın bütün emirlerini yerine getiren, yasak ettiği hiçbir fiili asla işlemeyen bir özellik kazanır. Böylece fizik vücut Allah’a teslim olur.
Şimdi geçtiğimiz konulara bakalım: Allah’a ulaşmayı dilemek farzdır. 3 tane farz âyeti gördük. Bütün sahâbe Allah’a ulaşmayı dilediler mi? Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

-39/ZUMER-17: Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi).
Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah’a yöneldiler (Allah’a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!


Sahâbe şeytanın kuluyken, hepsi Allah’a ulaşmayı dilemişler ve hepsi Allah’ın kulu olmuşlardır.
Mürşide ulaşmak farz mıdır? Allahû Tealâ diyor ki:

-5/MÂİDE-35: Yâ eyyuhellezîne âmenûttekûllâhe vebtegû ileyhil vesîlete ve câhidû fî sebîlihi leallekum tuflihûn(tuflihûne).
Ey âmenû olanlar (Allah’a ulaşmayı, teslim olmayı dileyenler)! Allah’a karşı takva sahibi olun ve O’na ulaştıracak vesileyi isteyin (2. takva). Ve O’nun yolunda cihad edin (nefs tezkiyesi 3. takva). Umulur ki; siz felâha erersiniz.


Allah’tan mürşidimizi istemek üzerimize farz kılınmıştır. Bütün sahâbe mürşidlerine tâbî olmuşlar mıdır? Kâinatın en büyük mürşidine, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olmuşlardır. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

-48/FETİH-10: İnnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen).
Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah’a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah’ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah’a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah’a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).


Sahâbenin Peygamber Efendimiz (S.A.V)’e tâbî olduğu kesindir. Tâbiiyetin de farz olduğunu gördünüz. Allahû Tealâ “Sizi Allah’a ulaştıracak olan vesileyi Allah’tan isteyin.” diyerek üzerimize farz kılmıştır.
21. basamağa geliyoruz. Ruhumuzun Allah’a ulaşması farz mıdır? Allahû Tealâ farz olduğunu söylüyor. Allahû Tealâ şöyle buyuruyor:

<<<89-28>İrciî ilâ rabbiki râdıyeten mardıyyeh(mardıyyeten).
Rabbine dön (Allah'tan) razı olarak ve Allah'ın rızasını kazanmış olarak!

Rucû etmek, geri dönmek, geri dönerek ulaşmaktır. Öyleyse üzerimize farzdır.
Muzemmil Suresinin 8. âyet-i kerimesinde Allahû Tealâ şöyle söylüyor:

<<<73-8>>>Rabbul meşrıkı vel magribi lâ ilâhe illâ huve fettehızhu vekîlâ(vekîlen).
O (Allah), doğunun ve batının Rabbidir. O'ndan başka İlâh yoktur. Öyleyse O''nu vekil edin.

3. farz âyeti ise Rad Suresinin 21. âyetidir. Bu âyette Allahû Tealâ bunun bir emir olduğu anlatılıyor ve şöyle buyuruyor:

-13/RA'D-21: Vellezîne yasılûne mâ emerallâhu bihî en yûsale ve yahşevne rabbehum ve yehâfûne sûel hisâb(hisâbi).
Ve onlar Allah’ın (ölümden evvel), Allah’a ulaştırılmasını emrettiği şeyi (ruhlarını), O’na (Allah’a) ulaştırırlar. Ve Rab’lerine karşı huşû duyarlar ve kötü hesaptan (cehenneme girmekten) korkarlar.


Demek ki Allah’a ulaştırılmasını, Allah’ın emrettiği bir şey var. Allah’ın Kendisine ulaştırmasını emrettiği şey, ruhumuzdur. Ulaştırmak bir emir olduğuna göre üzerimize farzdır.
Bütün sahâbenin ruhlarını Allah’a ulaştırdıkları söylemiştik. Ama şimdi bir defa daha tekrar edelim. Allahû Tealâ diyor ki:

-39/ZUMER-18: Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi).
Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah’ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl’elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
 

TRHACKER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2009
Mesajlar
2,454
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
rabbim razı olsun
güzel paylaşımlar
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt