nakşibendi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 12 Mar 2006
- Mesajlar
- 1,946
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Ey Kardeşim,Bilmiş ol ki;
Cenab-ı Hakkın büyük minnetlerine ve sonsuz ni'metlerine baksan, senin için din ilmini öğrenmek, Allah'a âit bilgide derinleşmek ve ona yaklaşmak, büyük hata ve günahlardan temizlenmek müyesser olur. Bu suretle senin için nice şeref ve güzel huylarla üstün faziletler hasıl olur. Eğer bu sonsuz ni'metlere şükredip, dilinle Allah'a hamd ve minnet, kalbinde ona sevgi, organların ve bütün vücudunla hizmet ve ibadet etsen bu kâmil olgun amelin, hamd ve şükrün, senin isyan etmene ve günah işlemene engel olur. Batınî (iç) amellerinde tasarruf sahibi olur. Tehlikeli amel ve düşüncelerden uzak kalarak kendi kusurlarını itiraf etmiş olursun. Şayet herhangi bir sebeple şükründe, gaflet, amellerinde gevşeklik gösterir, sözlerinde hafiflik vaki olursa o zaman tekrar Cenab-ı Hakka sığınmaya başlar, ibadet ve tâate daha büyük bir azimle devam edersin.
Ve dersin ki: "İlahi, yarabbî! Evvelce lâyık değilken fazlınla ihsan ettin. Senin yolunda olmayı öğrettin, Kerem ve lütfunla o ihsanını tamamla, beni dinimden, imanımdan ayırma ya Rabbi Senin ni'metlerin, istidat ve kabiliyet gözetmeden her kese yaygındır."
Ondan sonra Cenab-ı Hakka içten ve gizli bir sesle seslenerek şu âyet-i Kerimeyi okursun; "Rabbımız, bize hidayet verdikten sonra kalblerimizi saptırma, tarafından bize rahmet ihsan et! Şüphesiz ki sen çok çok bağışlayansın."
Nitekim veliler, erenler sâlih zatlar, kerametin tacını giymiş; hidayete ermiş, Allah'a tapma zevkini tatmış, kalplerini ibadetin lezzetiyle süslemiş oldukları halde yine âkibetlerini, ayrılığın yanıklığını; sapıklığın dehşetini, ihanetten sonra kabahatin ağırlığını düşünür ve ibadetin lezzetini yok etmekten, marifetullahı (Allah-ı bilmeyi) silmekten korkup Cenab-ı Hakka sığınırlar. Ellerini kaldırıp ona yalvarıp, yakarırlar. Yalnızlığa çekilip münacatta bulunur ve yukarda yazdığımız âyet-i Kerimeyi "Rabbimiz, bize hidayet verdikten sonra..." daima okurlar.
Bu âyet-i Kerime nin ma'nası ve saadetinin belirtisi şudur ki: Ey Rabbimiz Gönlümüzü yanlız ve bozuk işlere, yâni dünya işlerine meylettirme, âhiret işlerine meylettir. Senden gördüğümüz nice ni'metlerden daha fazlasını ihsan et! Çünkü büyük verici ve lütuf edicisin. Nitekim ilkinde ni'metlerin çokluğu ile mükerrem kıldın. Sonunda da nimetlerini tamamlamakla bizi nimetlendir.
Cenab-ı Hak, mü'min kullarına, bu hususta şu "İhdinas sıratal müstekıym" duasını öğretti. Bunun ma'nasi: Ya Rabbi bizi doğru yola ilet ve İslâm dini üzerinde sabit kıl.
Bu yolun tehlikeleri büyük ve azabı elim olduğu için hikmetini bilenler, bunun ilacına fazla dikkat ve ihtimam gösterirler. Bunun musibetlerini altı kısımda özetleyebiliriz:
1-Yabancı yerde hastalanmak.
2 – İhtiyarlıkta fakir olmak.
3 - Gençken ölmek.
4 - Önceden görürken sondadan kör olmak.
5 - Beğenilmişken kovulmak
8 -- Bilinmişken unutulmak.
Derler ki, her musibetin telafi edilir tarafı vardır, daimi değildir hafifliyebilir. Fakat Cenab-ı Hakkın kapısından kovulmak telâfisi imkânsız bir musibettir.
Bu geçidi geçip bu büyük ni'metlerin şükrünü istenildiği şekilde yerine getirdiğin zaman Cenab-ı Hak, seni her işinde muvaffak kılar ve ümit ettiğinden daha fazla ni'met verir.
Bu son tehlikeli geçidi de böylece geçersin. Bundan sonra şu iki hazineyi bulup zafer kazanırsın: Biri tâ'at ve ibadette kolaylık, diğeri işlerinde doğruluktur. Bu hazineler içinde iki tane güzel cevher bulursun. Biri var olan ni'met diğeri (kazanılacak) va'd edilmiş olan ni'metlerdir. Sana verilen bu ni'metler sabit olur ve kökleşir. Uçacağından korkmaz, yok olacağından ürkmezsin. Bundan sonra ebediyyen Şeytanı kovanlardan uzun emellerini kısaltmışlardan, ilmiyle âmil olanlardan, Ariflerden, tevbe edenlerden, temizlerden, âşıklardan, takva sahiplerinden tevekkül edenlerden, tafviz edenlerden, zâhidlerden, razılardan, sabredenlerden, zikredenlerden ve nihayet feyiz alanlardan, sıddıklardan olursun. Bütün bunlar, Allah'ın izni ve yardımıyla olur.
Bu açıklamadan anlaşılıyor ki zorluklarla dolu olan bu yolu, selâmetle geçip gayesine varacak kişi az bulunur. Çünkü bu kadar zahmete kimse dayanamaz. Bu kadar ağır şartlara riayet etmek çok güç olur sorusuna şu cevap verilir. Gerçekten bu yol zorluklarla doludur. Fakat hidayet veren için çok kolaydır. Çünkü bütün işler kulun değil Allah'ın elindedir. Kulun vazifesi çalışmak (Cehd ve gayret sarfetmektir.) Allah, bu kullarını görür. Hidayet yolunda muvaffak kılar. Bu alanda lütuf ve inayet onundur.
Nitekim Cenabı Hak buyuruyor: "Bizim uğrumuzda çalışıp mücâhede edenlere gelince, biz onlara elbette yollarımızı gösteririz. Şüphesiz ki Allah, her halde iyilik erbâbıyla beraberdir."
Aciz ve zayıf olan kul, kendisine düşen vazifeyi, işi gücü yettiği kadar yapsa muhakkak ki Cenab-ı Hak, merhamet ve inâyetiyle onu tâat, ibadet ve amellerinde muvaffak kılar. Hidayet verir. Fakat Allah, gayretli olmayan ve şükretmiyenlerin nimetlerini devam ettirmez ve derecesini arttırıp sevindirmez.
Ömür kısa, sabır az, geçitler zorluklarla dolu. Musibetlerinin ardı arkası kesilmiyor. Bu kısa ömürle bu kadar çok işi başarıp bu geçitlerin zorluklarını teker teker uğraşıp yenmek mümkün olur mu? Sorusuna cevabımız şudur.
Bu şekilde şüpheye düşmek, kuruntu ve hatalı düşünüşün sonucudur. Çünkü Cenab-ı Hak, sevdiği ve beğendiği kulunun müşkillerini çözer. Bu alanda zorlukları kolaylaştırır. Uzağı yakın eder. Uzunla kısayı eşit yapar. Bu dereceye ulaşmış sâlihler, konakları birer birer geçer ve gayelerine (son konağa) vardıkları zaman şöyle söylerler: Bu yolun mesafesi çok kısa ve şartlar kolaymış düşündüğümüz ve korktuğumuz gibi değilmiş.
Kullar, bu yolu farklı zamanlarda geçerek gayelerine ulaşırlar (kabiliyetlerine ve Allah'ın yardım ve dileğine göre) Bazıları yetmiş bazıları yirmi, bazıları on-yılda gayelerine ulaşır. Bu işte kuvvetli bir himmet ve gayretle, içli ve doğru bir niyetle hareket edenler öyle zaman olur ki bazan bir saatte, bazan bir anda bu uzun yolu geçer ve tasavvuf yolunda ilerliyerek gayesine ererler.
Nitekim Ashâb-ı Kehf, hükümdarları Dakyanus'ta ve onun tebasında şirk, imansızlık gördükleri için karşı geldiler ve ondan uzaklaştılar ve şöyle söylediler:"Zâlim hükümdarın önünde dikilipte : Bizim Rabb’ımız göklerin ve yerin Rabb’ıdır. Biz ondan başkasına Tanrı demeyiz. (Dersek) o halde, andolsun ki, hakikatten uzaklaşmış oluruz.. Şunlar, şu bizim kavmimiz; ondan (Allah'tan) başka Tanrılar edindiler." Bunların üzerine bazı açık bir burhan getirselerdi ya. Artık Allah'a karşı yalan yere iftira edenlerden daha zâlim kimdir? Dedikleri zaman onların kalb lerini (sabır ve sebat ile tamamen Hakka) bağlamıştık. İşte hükümdarlarına bu sözleri söyleyen Ashab-ı Kehf in kalplerinde, bir anda ilahî marifet belirdi, ilahî nur parladı. Bu yohm gerçeklerini bildiler ve birbirlerine hitap edip şöyle dediler. "Madem ki siz onlardan ve Allah'tan başka tapmakta olduklarından ayrıldınız, o halde mağaraya (çekilip) sığının ki Rabb’ınız size rahmetinden genişlik versin işinizden de size fâide hazırlasın." Bu sözleriyle bunlar, tafviz (işi Allah'a havale) edenlerden, tevekkül edenlerden ve doğrulardan oldular ve bir saat içinde maksatlarına erdiler.
Fir'avunun sihirbazları da Hz. Musa (A.S.) nin mü' cizesini görünce bir an içinde imana geldiler ve:"Alemlerin Rabb’ına, Musa ve Harun'un Rabbina iman ettik" dediler ve bu hakikat yolunu bir an içinde geçip akıllılardan, razılardan, sabredenlerden; şükredenlerden ve Cenab-ı Hakka kavuşmayı özleyenlerden oldular ve Fir'avunun tehdidleri karşısında şöyle seslendiler: "Bunda bize hiçbir zarar yok. Biz şüphesiz ki Rabbimize dönücüleriz" dediler ve şehidlerin reisi oldular.
Rivayet ederler ki: İbrahim bin Ethem, saltanatını terketti ve Allah'ın has kullarından olma yoluna girdi. Belh'ten Merva şehrine varıncaya kadar, manevî alanda o derece oluverdi ve öyle bir rütbe kazandı ki şehre girdiğinde bir kişinin birdenbire köprüden aşağıya düştügunü gördü ve o anda ona: Dur! diye bağırınca havada durdu yere düşmedi. Görenler hemen yetiştiler ve hiçbir zarar görmeden oradan kolaylıkla indirdiler. Râbıa Adeviye yaşı ilerlemiş kara bir câriye idi. Kendisini satmak üzere Basra pazarında gezdirdiler. Yaşlı olduğu için kimse onu almadı. Nihayet bir tüccar ona acıdı ve yüz akça verip aldıktan sonra azad etti (serbest bıraktı) Adeviye de tâat ve ibadet yolunu seçti.
Bu yolda, çalışması üzerine bir yıl geçmeden ilim ve irfanda, ma'nevî kemalde öyle bir mertebeye vardı ki Basra şehrinin Abid ve âlimleri gelip kendisini ziyaret ediyor, fikir danışıyor ve kendilerine dua etmesini diliyorlardı.
Bu misaller, Allah'ın hidayetine, lütuf ve yardımına mazhar olanların bu manevî geçitleri ne kadar kolaylıkla geçip gayelerine vardıklarını belirtmeğe kâfidir.
Fakat Cenab-ı Hakkyı lütuf ve inayetiyle yardımının ulaşmadığı, bu manevî rütbeyi kendilerine nasip etmediği kimseler öyle oldu ki bu geçitlerin birinde yetmiş yıl çalıştılar ve bir türlü ilerleyip geçemediler ve nihayet ağlayıp sızlandılar ve dediler ki bu yola giriş ve selâmetle çıkış o kadar müşkil ve zordur ki onun şiddetine, güçlüklerine dayanmak imkânsızdır.
Nihayet bu yoldan usandılar ve Allah'ın takdiri bu imiş diyerek geri döndüler.
Acaba bu iki zümrenin ibadet yolu aynı olduğu halde birinin mükemmel bir şekilde muvaffak olup gayesine ermesinin ve diğerinin manevî perişanlığa uğramasının sebebi nedir sorusunda şu cevabı veririz:
Bu soruya karşı Cenab-ı Hak sanki şöyle seslenip buyuruyor: Ey kul, Rubûbiyet ile kulluk nedir öğren. Rabliğin gizliliklerini sırlarını, kulluğun hareketlerini düşün. Edeb makamına tecavüz etme. Benim yaptıklarımdan sual sorma. "O, yapacağından sorumlu olmaz. Fakat onlar mes'ul olurlar" ve yine buyruluyor: "Allah dilediğini yapar ve istediği şekilde hükmeder." Kısaca: Cenab-ı Hak, mülkünde dilediği gibi hareket eder. Haşa, şeriki (ortağı) yok ki ona itiraz edilsin, soru sorulsun.
İnsanlara vacip olan, edeplerini takınıp ilahî sırlara (gizliliklere) karışmamaktır.
Nitekim İbni Abbas der ki: Cenabı- Hakkın bildirmediğini öğrenmeğe kalkma, olduğu gibi kabul et ve ona uy.
Bu yoldan geçen sâliklerin durumu, Kıyamet gününde sırat köprüsünden geçen halkın durumuna benzer. Bazıları şimşek gibi, bazıları rüzgar gibi, kimisi uçan kuş gibi; kimisi yayalar gibi geçer, kimisi sürüne sürüne geçerken Cehennemin bağırışını işitir. Kimisi geçerken çengelle çeker Cehenneme bırakılırlar. Dünyada, insanların hali de böyledir. Kimisi Allah'ın yardımıyla hidayete erer, doğru yolu çabuk bulur. Kimisi hidayete ermez ve doğru yolu bulamaz. Burada iki yol vardır: Birine ibadet yolu diğerine Ahiret yolu denir. Âhiret yolunun halleri, basiret gözü ile (kalb gözü) görünür. İbadet yolunda ilerleyip çabuk geçebilirler Ahiret yolunu da çabuk geçerler. Bu yolun sülükünde gevşek ve ağır olanlar, sırat köprüsü yolunda da ağır ve gevşek olurlar. Kıyamet gününde sırat köprüsünden geçerken çengel takılıp Cehenneme çekilenler dünyada Şeytana tâbi olup, hava ve heveslerine uyanlardır.
Bütün övgüler âlemlerin Rabbi olan yüce ALLAH'a mahsustur. Hayırlı son ALLAH'tan korkan müttakî kullaradır. Salât ve selâm O'nun peygamberi Hz. Muhammed'e (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) ve tüm aile fertlerine olsun... Âmin!
Muhtemel hatalarımız kasıttan değil, kulluk vasfımızdandır. ALLAH için bizi uyaran, hatalarımızı gösteren ve bizlere hayır dua desteği veren kardeşlerimizden ALLAH razı olsun.
Bu çalışmamızda müslümanlara faydalı olmuş isek bu fayda ALLAH’ın yardımı sebebiyledir. Tüm hata, kusur ve yanlışlar bize, doğrular ise ALLAH ve Rasûlullah (s.a.v.)’e aittir.
Çalışma, gayret ve samimiyet bizden, faydasını bol kılıp hidayet vermesi ALLAH’tandir.
“... Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalblerimizi bu gerçekten bir daha saptırma...” (Al-i İmran: 3/8)
En iyisini yüce ALLAH bilir.
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..