Dünyalık işiniz için, sözü geçen birinden, bir yetkili amirden randevu almaya çalışırsınız. Huzuruna çıkmak için hangi usuller, yollar varsa ona uyarsınız. Sonra da durumunuzu ona arz edersiniz: “Benim şöyle bir problemim var, efendim!” dersiniz. O da size gereken ilgiyi, kolaylığı gösterir.
Allah’ın huzuruna namazla çıkılır. Günlerce sohbet dinlesek, günlerce kitap okusak, manevî ilimleri tahsil etsek, yine de huzura çıkmış olamayız. Bunlar, huzura çıkmak için gereken ön hazırlıklardır. Mülkün amirine hâlini arz etme yöntemini öğrenmektir. Öğreniyorsun, ama onun huzuruna çıkmıyorsun. Gerçek mülk amiri kimdir? Allah’tır... O, mülkün amiridir. Bir amir, bir şehrin amiriyse; Allah, mülkün amiridir, bütün kainâtın amiridir. Gerçek mülk amirinin huzuruna çıkmıyoruz. Uzaktan hâlimizi arz ediyoruz. Allah’a uzak-yakın olmaz; ama O, kulunu huzuruna namazda kabul ediyor. Resullullah Efendimiz: “Namaz, müminin miracıdır,” diyor.
Bir kardeşimiz bana şöyle demişti:
“Ben inanıyorum, tatmin oldum. Resul’ünü de kabul ettim, ama namaz kılmasam, olmaz mı?”
Ne diyor!.. “Huzura çıkmasam olmaz mı, bana gereksiz geliyor?” Yani Allah’a ve Resul’üne ihtiyacı olmadığını, Allah’tan istediği hiç bir şey bulunmadığı için, huzura çıkmayı arzu etmediğini söylemek istiyor. Bu, doğru değil.
Müslüman mıyız? İslâm’ın şartı kaç? İmanın şartı kaç? Çocukken ezberlemişiz, taklitçi olarak devam ediyoruz. Gelin, yeni baştan gerçeği öğrenelim. İslâm’ın şartı beş. Birincisi, Kelime-i Şahadet getirmek; yani tapılacak hiç bir ilah olmadığına, yalnız Allah’ın olduğuna, Hazreti Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna iman etmektir. “Eşhedü en lâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Rasûlüh” demek, dil ile söyleyip kalp ile tasdik etmektir. Sonra namaz kılmak gelir, yani namaz kılmazsan Müslümanlığın tamamlanamıyor, noksan kalıyor. “Ey iman eden, huzuruma gel,” diyor, Allah.
Kıyamda dur, rükuya geç, secdeye kapan, kul ol. Bedeninle kıyamda "elif", rükuda "dal", secdede "mim" yaz, yani "âdem" yaz. Bunlar rastgele hareketler değildir. Her birinin manası vardır. Üçüncüsü oruç tutmaktır. Oruç tutmanın manevî sayısız faydası vardır. Nefsi terbiye etmenin en iyi yolu budur. Oruç bir eğitim, terbiye sistemidir. Dördüncü şart, maddî şartlar uygunsa zekat vermek. Beşinci şart, durumu müsaitse hacca gitmek. Bu şartlardan ikisi maddî imkânlara bağlı, ama üçü herkesin yerine getirmesi gereken şartlardır.
Namaz kılmak, duaları ezberleyip yat-kalk hareketleri yapmak değildir; huzura çıkmaktır. Bugüne kadar hiç huzura kabul edildin mi? Rabb’ine seslendin mi? Mülkün amirinin kapısına kadar gittin de, mülkün amiriyle hiç görüştün mü? Ona hâlini arz ettin mi? Bu şuna benziyor: Vilâyete gidiyorsun, kapıyı çalıyorsun, içeriden “gel!” sesi duymadığın için bekleyip geri dönüyorsun. Kimisi kapıyı da çalmıyor, bekliyor ve geri dönüyor. Bir cesaret et, kapıyı çal; sonra içerden: “Buyur, gel!” dendiği zaman içeri gir, hâlini arz et. Namazdan içeri gir. Kıyafetine bir bak bakalım, huzura çıkmaya uygun mu? Amirlerin huzuruna işini halletmeye uygun olmayan bir kıyafetle gider misin?
Elini bağladın: “Allahü ekber!” dedin, huzurda olduğun için el bağladın. Başladın onun öğrettiği şekilde O’nunla konuşmaya. Kendi bildiğin şekilde konuşursan hata yaparsın; ama namaza giremedin daha. Namazın içine girmen gerekir. Fatiha okunurken girilir. “İyyâke nâbudü ve iyyâke nestaîn” derken geçilir namaza. “Bismillahirrahmanirrahim.” Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, dedin. Fatiha’yı okumaya başladın: “Elhamdülillâhi Rabbil Âlemin.” Âlemlerin Rabbine hamd olsun. “Errahmanirrahim.” O, Rahman’dır, dünyada inanan-inanmayan ayırımı yapmaz, kendini inkâr edenlere dahi eşit muamele yapar. Çalışan, çalıştığı nispette karşılığını alır. O, Rahim’dir, ahiret gününde inananların mükâfatını verecektir. O yüzden, inananları bu dünyada imtihan eder. Derler ya: “Bu dünyada hep inananlar çekiyor.” Evet, inananların imanları denenir. İnanmayanı denemeye gerek yok, kararı bugünden bellidir. Onlar sadece Rahman sıfatına tabidirler. Rahim’in mükafâtını ahirette almak için bu dünyada imtihana tabi olmak gerek. İmtihan nedir? Her çalıştığının karşılığını alırsan, bu dünyada hep kazanan olursun. İmtihan ise denenmendir. Çalışırsın; ama kazanamazsın. İman edersin, dua edersin, karşılığı olmaz; ama öyle bir iman sahibi olursun ki, tamamen teslim olursun. Artık denenecek bir şeyin kalmaz, emirlere tamamıyla uyarsın, hâlinden razı olursun. O zaman senden imtihan kalkar, imanını her durumda ispat etmiş olursun.
Fatiha’ya dönelim. “Mâliki yevmiddin.” O, din gününün sahibidir. Mahşerde insanların toplanacağı günün sahibidir. Buraya kadar olan kısmı Allah söyledi, kendini sana tanıttı. Allah kuluna kendini tanıttı. Hangi ağızdan tanıttı? Kulunun ağzından tanıttı. Şimdi kul, O’nu duydu ve “İyyâke nâbüdü ve iyyâke nestaîn.” Yalnız senden yardım diler, yalnız sana ibadet ederim. “İhdinas sıratel müstakim.” Bizi doğru yola ilet. “Sırâtellezîne en’amte aleyhim, gayril mağdûbi aleyhim veleddâllîn. Âmin.” Bizi senin yolunda gidenlerle beraber et, gazaba uğrayacaklarla değil.
Demek ki yalnız başına olmuyor. Allah öyle istiyor. Yağmur damlası tek başına denize akamıyor. Diğer damlalarla buluşması gerekiyor. Dere olmak, nehir olmak, denize akmak lâzım. Tek başına olmaz. Allah’ın veli kulları, nehirler gibidir. Durmaksızın denize akarlar. Nehire kavuşan, denize kavuşmuş sayılır. Bazı yağmur damlaları kısmetlidir, doğrudan denize düşerler.
Namazda okuduğumuz sureleri ve duaları bilincine ererek okuyalım, huzurda olduğumuzu bilerek, ne dediğimizi idrak ederek söyleyelim. Her şey, namaz hocası kitaplarında tüm detayları ile var. Ben size namazı anlatmıyorum, namazı şuuruyla kılın, diyorum. Gerçeği bulun, diyorum. Meselâ, Ettehiyyatü duası miraçta okunmuştur, Allah’la Peygamber Efendimizin konuşmasıdır. Peygamber Efendimiz: “Ettehiyyâtü lillâhi ve’s salevâtü ve’ttayyibât” Dil, vücud ve mal ile yapılan bütün ibadetler Allah içindir, diyor. Cenab-ı Allah da O’na: “Esselâmü aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetüllâhi ve berekâtüh.” Selâm sana ey Nebi, ey Peygamber, Allah’ın rahmet ve bereketi de senin üzerine olsun! diye cevap veriyor. Peygamberimiz de: “Es-selamü aleyna ve ala ibadillahissalihin.” Selam, bizim ve salih kulların üzerine olsun, diyor. Bir Allah konuşuyor, bir Resulullah konuşuyor. Sonra da Cebrail Kelime-i Şahadet getirerek şahitlik ediyor. İşte, siz de namazda oturduğunuzda bu hâli yaşamalısınız. Her iki konuşma da aynı ağızdan çıkacak. Bu konuşmayı şuurla hissederek yapalım, miracı yaşayalım.
“Her şeye inandım, namaz kılmasam olmaz mı?” diyordu arkadaşımız. Alacağın bütün mükâfat namazda iken, ben nasıl derim, “Namaz kılma!” diye.
Hak’tan razı olun. Kendi hâlinden şikâyet eden Hak’tan şikâyetçi olur! Hamdedin, şükredin. Şükredin ki iyilik artsın.
Allah’ın sırlarına aklının ermeyeceğini peşinen kabul et. Ancak O’nun verdiği irfan ile bazı sırlara erişirsin.
Her şeyi iyiye yorun, siz kazanırsınız. Bunda da bir hikmet vardır, deyin.
Aklının her şeye erdiğine inanmaktan kurtulmak on sene sürer. Gel, peşinen vazgeç. Aklının yatmadığına da inan. Hak dostu sana uyarsa, sen mahvolursun; sen O’na uyarsan, kurtulursun.
Birliğin tek şartı, O’ndan bahsetmektir. Kendimizden bahsedersek ayrı düşeriz.
Denize dalıp çıkmak güzeldir. Sahile çıkacaksın, denizi seyredeceksin, sonra özleyip tekrar dalacaksın.
Sabır, hepimize sabır tavsiye ediyorum. Sabretmeyen değişmez. Huyu ancak sabır değiştirir. Kararlı olacağız, sabredeceğiz.
Şükretmiyoruz, şükrümüz az. Şükür az olduğu için iyilik azalıyor. Şükür, hastalara şifadır, dertlilere devadır. İyilikleri ve nimeti artırır. Hiç gördüğüne şükrettin mi? Koku aldığına şükrettin mi? Düzgün konuştuğuna şükrettin mi? Kulağının duyduğuna şükrettin mi? Aklın olduğuna şükrettin mi? Kusursuz yaratıldığına şükrettin mi?
Necatibey Caddesi’nde birini gördüm, dakikada ancak bir adım atabiliyordu. Yürüyorum, diye hâline şükrediyordu.
“Allah’ım, ben utanıyorum, şükür yapamıyorum!” dedim. Evinizdeki nimetleri biliyor musunuz? Sıcak bir ortamınız var. Ayakkabınız sağlam, ayaklarınız sıcakta, bunlara şükrediyor musunuz? Şükür, bir duygudur; hissedilir, yaşanır. Şükür hâlinde misiniz? Minnettar mısınız? Birisi iş veriyor size, minnettar kalıyorsunuz. Ya Allah’ın verdikleri ne oluyor? O’na da minnettar mısınız? O size, sizi yaratmakla kendinizi vermiş. Bize, kutsal topraklara gitmeyi nasip ettiği için şükrediyor muyuz? Orada Kur’an’ın indiği yere çıktık, Resulullah'ın Cebrail Aleyhisselâm ile buluştuğu yeri gördük.
Cebrail:
“Oku!” dedi. Sizce neyi oku dedi? Daha kitap inmemişti.
“Ben okuma bilmem!” diye cevapladı.
“Rabb’inin adıyla oku!”
Evet, siz de okuyun artık, Rabb’inizin adıyla okuyun. “Bismillahirrahmanirrahim” de, oku.
Kitap yoktu ki, neyi okuyacak? Kur’an yoktu ki o zaman. “Okuma bilmem!” deyince, Cebrail O’nu tuttu ve sıktı. Tekrar "Oku!" dedi. Hak dostları, onun için kucaklar ve sıkarlar insanı.
Oku, oku! Çiçeği oku... Yıldızları oku... Güneşi oku... Dağları oku... Denizleri oku... Rabb’inin adıyla oku. Çünkü seni okuman için yarattı. Gel, yaratılmışları oku. Yaratılmışları okursan, Yaradan’ı anlarsın. Oku... Oku... Gönülleri oku. Okumayı öğrenirsen, her şeyi okursun. Okumayı öğren. Okuması olmayanlardan olma. Hepimiz ümmîyiz, bak, okumamız yok. Rabb’ine şükretmeyen okuyamaz. Rabb’ine şükret ki seni okuyanlardan eylesin. Rabb’ine şükret ki sana güzel nimetler versin.
Hatanızla, kusurunuzla, ne olursanız olun insanlara dost olun. Sakın, sizden fitne doğmasın! Fitnenin anası, şeytandır. Hakk’ı sevenleri birbirine düşürmeyin. Hep yapıcı olun. Dostları birbirine sevdirmek için, doğruyu söyleyip küstüreceğinize, yalan söyleyip barıştırın.
Gençler! Anne-babayı azarlamayın, çok büyük riske girersiniz de fark etmezsiniz. Yıllar sonra sizin çocuklarınız da sizi azarlayınca anlarsınız; ama vakit geç olur. Çocukların ana-babayı azarlaması, kıyamet alâmetidir. Kültürü sizden az olabilir, sizin kadar bilgili olmayabilir; ama sakın: “Konuşma ya, senin aklın ermez!” demeyin. “Anneciğim, öyle değil!” deyin. Güzellikle ikna edin. Dediğini yapmayacaksanız, yine yapmayın; ama azarlamayın. Almayacaksanız, almayın; vermeyecekseniz, vermeyin; ama azarlamayın!
Dinin direği, namaz!.. Bir evin fertlerinin tamamı namaz kılsa, o ev cennet olur, huzur dolar. Ama huşu içinde, yaşayarak, huzurda olduğunu bilerek. Önce seccadeyi ser, besmele çek, sağ ayağını seccadeye at: “Ya Rabbi! Beni huzuruna kabul et, sana geliyorum!” de. Huzurunda el bağla. Sen namazı güzel kılarsan, evde de huzursuzluk çıkmaz.
Ne kadar sinirlenirseniz sinirlenin, ağzınıza küfür almayın. Sözünüze hâkim olun. Allah yolunda gidiyorum diyorsun, nasıl? Kızdığının gözüne, yüzüne küfrediyorsun? “Yüzünü kudret elimle yaptım,” diyor, Allah. Yüz, kutsaldır; yüze vurulmaz, yüze küfredilmez.
Bir mana büyüğünü ziyarete giderken, mideniz dolu gitmeyin. Biraz aç olun ki, gönlünüz de kolay duysun. Mide dolu olunca, gönül zor duyuyor.
Herkesin kendine göre bir gerçeği var. Hakikat ise tektir, bir tanedir. Eğer Hakk’ın gerçeğine gidersek, o zaman hepimiz aynı noktaya ve asıl gerçeğe ulaşırız. Hakikatin pek çok tanımı var. Hakikat yolunda kalabilmenin anahtarı, Yaradan’a, O’na sığınmak, gönülde hep onu bulmaktır.
Şu zamana geldik, hâlâ aklın, zekânın tam bir tanımı yok! Zekâ nedir? Menfaatlerimi nasıl maksimuma çıkartırım, hangi yollardan kazanırım sorusuna cevap arayandır.
Ölüye giden ölür, diriye giden dirilir. Peygamber Efendimizi diri olarak ziyaret edelim. Mescid-i Nebeviye’ye gittiğimizde: “Ey Allah’ın Resulü! Ziyaretine geldik. Ziyaretimizi kabul et. Ancak biraz üzgünüz. Medine ensar şehri; ama bir kişi dahi bize hoş geldiniz, demedi. Halbuki biz, hoşgeldiniz hacılar, sözleriyle ve pankartlarıyla karşılanacağımızı ümit ediyorduk. Hiç sıcak karşılanmadık ya Resulullah!” dedikten sonra Mescid-i Nebeviye’den dışarı çıktığımız anda karşıda bir bölük asker duruyordu. Onlardan biri hızla koşarak bize doğru geldi ve “Hoş geldin Türkiyem!” diye bana sıkıca sarılıp bağrına bastı ve oradan hızla uzaklaştı. Bu olayın yorumunu size bırakıyorum. Yorumunu siz yapın.
Ben yeryüzünde inanıp, danışabileceğim bir insan aradım. İnsanlara sordum. Gördüm ki insanlar insanları tanımıyor. Sonunda Allah’a yalvardım: “Ya Rabbi! Bana beni bildirecek, bana Seni bildirecek, sırrımı sır bilecek, sırrını gösterecek bir danışman göster,” diye. Duam kabul oldu ve o Allah dostu bana rüyamda göründü.
“Sizi nasıl bulacağım?” diye sordum.
“Sen bizi bulamazsın, biz seni buluruz,” dedi. Aradan zaman geçti, iş yerimize bir lise talebesi geldi. Hâl ve hareketi hoşuma gitti de ona sordum:
“Seni kim yetiştirdi? Beni O’na götürür müsün?” dedim. Gittik, bana rüyada görünen zat karşıma çıktı, böylece onunla tanışmış olduk.
Aynı soruyu bir kaç kişiye sorsak farklı cevaplar alırız. Herkesin kendince bir doğrusu var. Herkesin aklı farklı çalışır. Herkesin aklı gerçek doğruyu görebilseydi, çelişkiler olmazdı, birlik olurdu. Doğruyu ancak Hak bilir.
Kimileri kendisi için Allah’tan istekte bulunuyor, dua ediyor; ama belki kendi kendinin kötülüğünü istiyor. Belki istediğinden daha güzelini verecek veya istediğinin sonunda kendisine zararı olacak.
İstemeyi de takdire bırakmak, en güzeli. “Ya Rabbi! Bizim için en iyisini ver,” demek, daha uygun.
Bütün insanlar hata yapar. Önemli olan, hatayı fark edebilmektir. En güzeli, yapmadan, hata olacağını görebilmektir. Hata, olurken fark edilirse, o anda tövbe edip hata yapmaktan vazgeçmeli. Hatayı yaptıktan sonra fark etmek, gaflettir. Fark eder etmez tövbe etmeli.
Hatayı nasıl fark ederiz? Eğer gönlünün sesine kulak verirsen, o sana en basitinden, “evet” ya da “hayır” der. Yaptığın bir şeyden sıkıntı duyarsan “hayır,” huzur duyarsan “evet” demektir.
Hatalar da işe yarar bazen. Bir gün nedamet ateşi tüm benliğini sararsa, öyle bir yalvarırsın ki Allah’a, tüm hatalarının affedilmesine sebep olur, bir daha o hataları yapmazsın. “Beni bu hatalar kurtardı!” dersin. Allah yolundaki herkese Allah idrak versin, iman versin, hatayı yapmadan fark edenlerden eylesin.
İstemeyi de takdire bırakmak, en güzeli. “Ya Rabbi! Bizim için en iyisini ver,” demek, daha uygun.
Bütün insanlar hata yapar. Önemli olan, hatayı fark edebilmektir. En güzeli, yapmadan, hata olacağını görebilmektir. Hata, olurken fark edilirse, o anda tövbe edip hata yapmaktan vazgeçmeli. Hatayı yaptıktan sonra fark etmek, gaflettir. Fark eder etmez tövbe etmeli.
Hatayı nasıl fark ederiz? Eğer gönlünün sesine kulak verirsen, o sana en basitinden, “evet” ya da “hayır” der. Yaptığın bir şeyden sıkıntı duyarsan “hayır,” huzur duyarsan “evet” demektir.
Hatalar da işe yarar bazen. Bir gün nedamet ateşi tüm benliğini sararsa, öyle bir yalvarırsın ki Allah’a, tüm hatalarının affedilmesine sebep olur, bir daha o hataları yapmazsın. “Beni bu hatalar kurtardı!” dersin. Allah yolundaki herkese Allah idrak versin, iman versin, hatayı yapmadan fark edenlerden eylesin.
İnsan korunur da, kimin koruduğunu bilemez. Ben ölüm tehlikesi atlattım, araba ile dört takla attım. Atlattıktan sonra tehlikeler olağan geliyor insana; ama ölebilirdim, demek ki hakikatten nasibimiz varmış. Ben şimdi nasıl şükretmeyeyim, bizi nerelerden nerelere getirdi.
Dostlara tavsiyemiz: Allah rızası için vefalı olalım. Hayırsızlık etmeyelim. Allah için dost olduk, Allah için vefalı olalım. Allah bize bir dostluk nasip etti, bu dostlukla bizi imtihan ediyor.
Üniversite talebesine ilkokul hocası gönderirsen talebeler güler. Bunları okuyalı yıllar oldu, derler. Tersini yaparsan, yani ilkokul talebesine üniversite hocası gönderirsen, hoca onların seviyesine inmek zorunda kalır, sıkılır. Maneviyatta da bu böyledir.
İbrahim Ethem padişahmış. Çatıda birinin gezdiğini duyuyor ve soruyor:
“Ne yapıyorsun orada?”
“Devemi kaybettim, onu arıyorum.”
“Çatıda deve nasıl aranır?”
“Kuş tüyü yatakta Allah nasıl aranırsa, çatıda da deve öyle aranır!” cevabını alıyor. Hemen vezirlere emir veriyor, yakalasınlar diye; ama kimseyi bulamıyorlar. Yine bir gün, kuş tüyü yatağı düzelten cariyelerden biri merak ediyor, bir de ben yatsam, diyor ve yatarken padişaha yakalanıyor. Padişah hemen cariyenin kırbaçlanmasını emrediyor. Cariye kırbaçlanırken kahkahalarla gülüyor. Şaşıran İbrahim Ethem, niye güldüğünü soruyor. O da:
“Ben on dakika yattım, bu kadar kırbaçlandım. Sen yıllardır yatıyorsun, yarın ahirette senin hâlini düşündüm de ona gülüyorum!” cevabını alınca, İbrahim Ethem tacı-tahtı terk ediyor. Bir deniz kenarında kulübe yaparak orada inzivaya çekiliyor, bir lokma bir hırka ile yaşıyor. Vezirler geliyor, geri dönmesi için yalvarıyorlar, “Böyle yaşanır mı?” diyorlar. İbrahim Ethem o sırada elbisesinin söküğünü dikiyormuş, elindeki iğneyi denize fırlatmış ve balıklara iğneyi getirmelerini söylemiş. Balık, ağzında getirmiş iğneyi, vermiş. İğneyi eline alıp:
“Ben gerçek sultanlığı buldum, siz başkasını bulun yerime!” diyor.
Sonunda tahtına oğlu geçmiş. Tahtı terk ettiğinde oğlu bir yaşındaymış. Oğlu, babasını bulmak için azmetmiş, aramaya çıkmış. Medine’de olduğunu duymuş. Sora sora bulmuş sonunda. “Şurada oturan, aradığın kişi,” demişler. Arkasından yaklaşmış, omuzuna dokunmuş,
“İbrahim Ethem sen misin?”
“Benim” demiş, hiç dönmeden.
“Ben, bir yaşında kundakta bıraktığın oğlunum,” demiş.
İbrahim Ethem:
“Ya Rabbi! Aramıza kim girerse ya onu al, ya beni,” diye yalvarmış. O an, genç sultana bir titreme gelmiş ve orada can vermiş. İbrahim Ethem: “Hayatımın en acı günü, o gündü!” demiş. İşte, böyle yaşamış İbrahim Ethem!
Herkesin bir huyu var: Kimi su huylu, kimi toprak, kimi ateş. Allah dostu diyor ki: “Ya toprak olun, ya su.”
Papazın biri, etrafında bir sürü hristiyanla beraber Abdülkadir Geylânî’yi ziyarete gelmiş.
“Ya Geylânî! Seni çok öğüyorlar, görelim bakalım ne kadar büyüksün. Benim Peygamberim toprağın altındakileri diriltiyordu. Senin Peygamberin ne yapmış?”
“Benim Peygamberim istese hepsini yapardı. O, bir işaretle ayı ikiye böldü. Senin Peygamberin, benim de Peygamberim. Senin Peygamberinin yaptığını, Allah izin verirse bu âciz kul da yapar,” diyor ve birlikte mezarlığa doğru yola çıkıyorlar. Bir kabire yaklaşan Geylânî sesleniyor:
“Allah’ın izniyle, kabirdeki kalk!” diyor ve kabirdeki kalkıyor. Bu olayı gören papaz Müslüman oluyor.
Güzelleşelim. Bir anda kalbini Allah’a dönenin yüzünde bir güzellik belirir. Fark edilir o güzellik.
Birinin koluna gireceksin, bir gönül yapacaksın. “Dünyada hiç bir şey umurumda değil,” dediğin noktayı bul; ne mal, ne can kaygısı olsun o anda. “İbrahim Ethem gibi ol, seni istiyorum,” de. “Seni sevmek, benim dinim, imanım!” de. “Bir nazarda kalmayalım, gel dosta gidelim gönül!” de.
Allah’ı öğrenmek mi istiyorsunuz, Allah’a âşık mı olmak istiyorsunuz? İsteğinizi belirleyin. Kim Allah’ı öğrenmiş, ilimle kim kavuşmuş? İlmi küçük görmeyiz; ama ilimle kavuşma olmaz, yakınlık olur ancak. Kavuşmanın tek çaresi, aşktır.
“İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin, bu nice okumaktır.”Y. Emre
Kendini bildin mi, kanatların açılır, başlarsın kuş gibi kanat çırpmaya. Rabbini bilirsin. Beşerî şartlanmalardan kurtulacaksın ki Allah’a yakın olasın. Sırat köprüsünü bu dünyada geçeceksin. Bu dünyada geçersen, orada kolay geçersin.
Gönlünüz uyanık olsun, dilenciyle muhtacı ayırın. Dilenciyi kırmayın, dilencinin arsızına yüz vermeyin. Dilenciye az versen de olur. O, az-az, çok toplar. Sen muhtacı bulup çok vereceksin.
Peygamberimiz miraçta bir anda, saniyenin belki milyonda birinde Mekke’den Mescid-i Aksa’ya, oradan arşa çıkıyor. Tüm miraç bir anda oluyor da, Hicret’te, çölde o uzun yolu geçmek için neden o kadar uzun çile çekti dersiniz? İsteseydi: “Gel Ya Ebubekir, hadi!” deseydi, bir anda Medine’de olamaz mıydı? Rabb’inin rızasıyla olurdu; ama o, kulluk tarafını tercih etti.
Her neye aklınız takılırsa o sizin imtihanınızdır. Ondan kurtulmadıkça yol alamazsın. Aklına takılan kuruntuları Rabb’ine havale et de rahatla. Kurcaladıkça batarsın. Şeytan hep o konuda vesvese verip seni bitirir.
Gerçek bir âşık oldun mu, bil ki maşuksun. Allah, kendini seveni tüm kâinata sevdirir.
“Yeryüzünde bir halife yaratacağım, temsilci göndereceğim,” dedi Allah, meleklere.
“Ya Rabbi! Yeryüzüne fitne-fesat çıkaracak birini mi göndereceksin? Biz seni her daim tespih ediyoruz. Halife göndermekle fitne-fesat mı çıkartacaksın?” dedi, melekler.
“O, beni temsil edecek, benim isim ve sıfatlarımın tecelli mahalli olacak. İsim ve sıfatlarımın fiili O'nda tecelli edecek. Gerek yok, diyorsanız, isim ve sıfatlarımın anlamını saysanıza,” dedi. Meleklerin hiç biri sayamadı. Hazreti Âdem’e sordu:
“Sen say!” dedi. Bütün isim ve sıfatların anlamını, Hazreti Âdem birer birer saydı.
“Ya Rabbi! Sen her şeye kadirsin, her ne varsa senin ilmindedir, biz yanıldık!” dedi, melekler. Allah:
“Öyle ise siz de ona secde edin,” dedi. Hepsi: "Allahü Ekber!" diyerek secde ettiler, sadece İblis secde etmedi.
“Ya Rabbi! Ben, Sen’den başkasına secde etmem!” dedi. Bu yüzden de İblis oldu.
Allah, Hazreti Âdem’le Hazreti Havva’yı cennetine koydu ve onlara:
“Yiyin, için, dilediğiniz gibi yaşayın, yalnız bu haram meyveden yemeyin!” dedi. İblis de onları aldattı, meyveden yedirtti. O yüzden yeryüzüne indiler. Onlar yeryüzüne inmeseydi, hiçbirimiz olmayacaktık.
“Yeryüzüne inin, aranızda fesat çıkarın, kan davası güdün,” dedi, Allah. Hazreti Âdem çok yalvardı, af diledi. Allah:
“O zaman, belli bir süre yeryüzünde kalın, emrime uyanlar cennete geri dönsün,” dedi. Yeryüzünde başka gerçek yok; belli bir süre burada kalacağız ve emre uyup Hakk’ı bilenler cennete dönecek.
Allah’ın esmaları kulunda tecelli eder. Meselâ, Ya Sabirun. Sabretmezsen bu esma sende tecelli etmez. Gel, sen evde eşine sabret, hem fayda içeride kalır, hem de Ya Sabirun tecellisine mazhar olursun. Gel, evlâdına, anne-babana sabret! Sen sabırsızsan, sende hiçbir zaman Allah’ın bu esması tecelli etmez. Sabret! Sabret ki, sabrettiğin konu hallolsun. Eğer yeterince sabredersen, her zorluk en güzel biçimde çözülür.
“Yunus eydür Hak dosta darılmaz
Hastalandım hatırcığım sorulmaz”Y. Emre
Yunus, hastalanıp hatırım sorulmasa da ben dosta darılmam, diyor.
Allah, kibirliyi sevmez. Kulunu kibirliyle imtihan eder. Eğer kulu Allah için sabrederse, Allah, kibirlinin kibrini kırar.