HUSEYIN SASMAZ
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 11 Eyl 2009
- Mesajlar
- 1,204
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 61
--------------------------------------------------------------------------------
64- Sulta (otorite), ümmette veya ümmetin en güçlü bir gurubunda mevcuttur. Ancak bu otorite, ümmetten veya o guruptan bir şahısta temsil edilir ki o, emirdir. Emir bulunmazsa fiilî olarak sulta da yoktur. Sulta; insanların işlerini gözetmek ve maslahatlarını idare etmek olduğuna göre, insanlar kendi menfaatlerini gözetmekten uzak kalmazlar. Onun için ümmetin emirden yoksun olması doğru olmaz. Zira, ümmette emirin bulunması kaçınılmaz bir vaciptir. Bunu ümmetin hayatının tabiatı gerektirir. Bundan dolayı emirin bulunması gerekli ve zorunludur. Ümmetin hiç bir halde emirsiz yaşaması ve emirden yoksun kalması doğru değildir. Nitekim, şerî nasslar bir emir nasbetmenin farziyetini emrediyor. Ümmetin emirsiz kalmaması hususunda sahabenin icmaı vardır. Abdullah b. Ömer'den rivayet edildiğine göre Resulullah (SAV) şöyle buyurdu :
"Üç kişilik bir topluluğa; aralarından birisini kendilerine emir tansip etmeden açık bir yerde bulunmaları helâl olmaz." [1] Ebu Said (RA) ise, Resulullah (SAV)'den şöyle rivayet ediyor :
"Üç kişi yolculuğa çıktıkları zaman aralarından birini emir yapsınlar." [2] Bezzar'ın sahih bir senedle Ömer b. Hattab (RA)'den rivayet ettiği bir hadiste Resulullah (SAV) şöyle diyor :
"Üç kişi seferde olduğunuz zaman birinizi emir yapsın." Görüldüğü gibi bütün bu hadisler, ümmetin üzerine kendilerini idare edecek bir emir tansip etmelerinin farz olduğuna delalet ediyor. Müslümanların üç günden fazla emirsiz yaşamalarının caiz olmadığına dair sahabenin icmaı vardır. Sahabenin icmaına göre müslümanlar en çok üç gün emirsiz yaşayabilirler. Sahabe Resulullah (SAV)'in vefat haberini alır almaz bir halife nasbetmek için Sakife'de toplandılar ve orada bu konu üzerinde münakaşalara devam ettiler. Sonra ikinci gün insanlar mescidde toplandılar. Bu durum iki gece ve üç gün devam etti. Aynı şekilde, vefatına sebep olan yaralanma olayı sırasında Ömer (RA) şura ehlini toplayarak, onlara üç gün içerisinde bir halife seçmelerini emretti. Sonra üç gün geçtiği halde bir halife seçimi üzerinde ittifak olmazsa karşı gelenin öldürülmesini vasiyet etti. Bunu gerçekleştirmek için Yani karşı gelenin öldürülmesi için, müslümanlardan elli kişiyi görevlendirdi. Halbuki olanlar şura ehlinden ve sahabenin ileri gelenlerindendi. Ayrıca bu husus herkesin görebileceği ve her sahabenin haberdar olduğu ve işittiği bir yerde yapıldığı halde, bu işe sahabeden herhangi bir muhalefet ve kerih görme nakledilmedi. Halbuki bu kerih görülebilecek hususlardan idi. Çünkü, onda sahabelerin ileri gelenlerinin muhalefet ederlerse öldürülmeleri emri vardı. İşte bu olay, müslümanların iki gece üç günden fazla halifesiz yaşamalarının caiz olmadığına dair sahabenin icmaı oluyor. Ömer (RA) şura ehline vasiyyet ederken şöyle demişti : "Üç gün müşavere edin. Müşavere yaptığınız bu üç günlük süre içerisinde size Suheyb namaz kıldırsın."
65- Sulta ümmetindir. Halife olma şartlarını taşıyan herkesin ümmetten bu yetkiyi almak üzere ortaya çıkma hakkı vardır. Hilâfet makamı boşalınca, Ehli Hal ve-l Akd halifelik için, Hilâfet şartlarını taşıyan adayları tespit eder. Aday tespiti yapıldıktan sonra ümmet bu adaylardan istediğini emir olarak seçer. Ancak bu süre zarfında (en çok üç gün) Ehli Hal ve-l Akd, daimi emir şeçilinceye kadar geçici olarak bir emir seçer. Eğer ilk halife veya emir (bu görevden ayrılmadan önce) kendisinden sonra, ümmet kendi emirini ve müslümanların halifesini seçesiye kadar yönetimde kendisine halef olacak bir emir nasb etmiş ise o kişi, geçici emir olur. Nitekim ümmet, Ömer (RA)'dan kendisinden sonra bir halife adayını tesbit etmesini istediği zaman Ömer (RA), halife seçimi için altı kişiyi aday olarak gösterdi. Abdurrahman b. Avf ise, insanların bu altı kişiden hangisini halife seçmek istediği konusunda halkın görüşlerini almaya başladı ve şöyle dedi : "Ben kadın erkek herkesin görüşünü aldım ve onlarla istişare ettim." Seçim bitip bu altı kişiden biri halife seçilinceye kadar Ömer (RA) Suheyb'i emir tayin etti.
66- Devlet; ümmetin kabul ettiği ölçüler, mefhumlar ve kanaatlerin tümünü yani şerî hükümleri yerine getiren yürütücü bir varlıktır. Devlet, belli bir toprak parçası üzerinde hayat mücadelesi esnasında ümmeti idare eden bir varlıktır. Ümmetin varlığı ve devletin varlığı bu toprak parçası içinde tek bir varlık meydan getirir. Devlet, bu varlığın içinde liderlik merkezini işgal eder. İki varlıktan meydana gelen bu varlığın mevcudiyetini sürdürebilmesi için, devletin varlığının insanların işlerini ümmetin kabul ettiği kanaatler, mefhumlar ve ölçülerin toplamına göre yürüten salih bir varlık olarak kalabilmesi için, ümmetin sükunet ve istikrarını garanti edebilmesi için, ümmetin varlığında mevcut inzibat mefhumlarının devletin yapısında da mutlaka bulunması lazımdır. Bu kavramların (mefhumların) nefislere yerleşik, alakalara hakim atmosfer oluşturur şekilde olmaları gerekir ki böylece genel fikrî uyanıklıktan fışkıran genel örf oluşsun. Bu kavramların en önemlilerinden beş tanesi şunlardır:
Birincisi: Sulta (sevk ve idare, otorite), pratik olarak ümmette kalır. (Ümmet kendisini idare edecek kimseyi bizzat kendisi seçer.) Bu yetkinin ümmetten alınması ve gasbı, şiddetli bir cezayı gerektiren bir suç olarak telakki edilir. Zira Şeriat, halife nasbını biat yolu ile ümmete vermiştir. Halife, sultayı ancak bu biat ile alabilir. Şeriat, sultanın alınabilmesini biata bağlamıştır. Biat hakkını bütün müslümanlara ait kılması, sultanın ümmette olduğuna delâlet eder. Bu yetki ancak ümmetten alınabilir. Ayrıca biatın diğer akidler gibi, rıza ve ihtiyara bağlı bir akit olması nedeniyle, bu yetkinin zor ve baskı kullanmadan ümmetten rıza ile alınması lazımdır. Eğer zorla ve baskı ile alınırsa, bu batıl bir akit olur, ona bağlanılmaz. Kim ümmetten zor kullanarak biat almış ise, onun biatı şer'an gerçekleşmiş olmaz. Aynı zamanda yetkiyi (sultayı) de almamış olur. Ümmetten herhangi bir biat almadan yetkiyi eline geçiren kimse, bunu gasbetmiş olur. Çünkü bu yetkiye ancak ümmetin rıza ve ihtiyarına dayanan bir biat akdi ile sahip olunabilir.
İkincisi: İdareciye, emir ettiği ve nehyettiği her hususta istek ve sükunetle tam bir itaattır. Özellikle halifenin kendi rey ve içtihadına dayanarak ortaya koyduğu hususlarda ona itaat şeriatın bir gereğidir. Bu konuda zulmetse ve hakları çiğnese dahi yine ona itaat gerekir. Zira, halifeye itaat farz olarak kalır. Masiyetle emretmediği müddetçe ona isyan edilmez. Nafi İbni Ömer'den rivayet ettiği bir hadiste Resulullah (SAV) şöyle buyuruyor :
"Masiyetle (haramla) emretmediği müddetçe hoşuna gitse de gitmese de müslümanın dinleyip itaat etmesi lazımdır. Masiyetle emrettiği zaman dinlemek ve itaat yoktur." [3] Ebu Hureyre (RA)'ın rivayet ettiği bir hadiste ise şöyledir :
"Benden sonra sizi idare edecek idareciler olacaktır. Bunların bir kısmı iyi olacak ve sizi iyi idare edecektir. Bir kısmı da kötü olacak ve sizi kötü idare edecektir. Hakka uygun olan her şeyde onları dinleyip itaat ediniz." Buhari'nin İbni Abbas (RA)'dan rivayet ettiğine göre Resulullah (SAV) şöyle diyor : "Emirinden hoşuna gitmeyen bir şey gören kimse ona karşı sabretsin. Zira emire karşı bir karış isyan eden kimse öldüğünde ancak cahiliyye ölümü üzere ölmüş olur." [4] Yine Buhari'nin Abdullah'tan rivayet ettiği bir hadiste Resulullah (SAV);"Siz benden sonra hoşunuza gitmeyen kötü şeyler göreceksiniz." dedi. Ashab; "Bu durumda bize ne emredersin ya Resulullah." diye sordu. Resulullah (SAV)) ise onlara: Siz onlara hakkını verin. (Onlara karşı yapmanız gereken görevleri yerine getirin.) Kendi hakkınızı da Allah'tan isteyiniz." [5]
Bu Hadis-i Şerif'lerden; Müslümanlardan olan yöneticiler ve emirler, insanların mallarını yese ve zulmetseler dahi, Şeriat'ın onlara itaatı ne kadar çok teşvik ettiği görülüyor.
Üçüncüsü: İdarecilere itaat etmenin farziyetine rağmen, onları muhasebe etmek, sözle tenkit hatta onları rahatsız edici sözlerle uyarmak farzdır. Zira ümmet, idarecinin sorumluluklarını yerine getirmesinin gözetleyicisi ve o mes'uliyetini yerine getirinceye kadar onu ayıplayıp nehyetmek mecburiyetinde olandır. Nitekim, Ümmü Seleme'den rivayet edildiğine göre Resulullah (SAV), dedi ki:
"Muhakkak sizin başınıza bir takım emirler gelecektir ki, siz onların bazı işlerini beğenecek bazılarını da beğenmeyeceksiniz. Kim onların kötü işlerini beğenmezse onlardan değildir. Kim o kötü işleri inkâr ederse kurtulur. Fakat o kötü işlere razı olursa ve uyarsa..." [6] Bu hadise göre kötülüğü görüp ona karşı gelerek değiştirmeye çalışanlar kendisini ondan arındırmış olur. Değiştirmeye gücü yetmeyen fakat kalbiyle buğz eden kimse de kurtulmuş olur. Fakat zulme razı olup zalimi destekleyen kimse ise ondan beri olmayacağı gibi kurtuluşa da ermemiş olur. Resulullah (SAV) buyurdu ki:
"Şehidlerin efendisi Hamza (RA)'dır. Bir de zalim idareciye karşı koyup ona öğütlerde bulunduğu için öldürülen kimsedir."
Dördüncüsü: Acık küfrü görülen idareciyle savaşmak; yani idareci küfür hükümleriyle hükmettiği zaman veya ülkede sapıklığını yayılmasına karşı sustuğu zamanlarda idareci ile savaşmak farz olur. Ümmü Seleme'nin rivayet ettiği bir hadiste; "Ashab; "Onlarla savaşmayalım mı ya Resulullah?" Resulullah (SAV); "Namaz kıldıkları müddetçe hayır." [7] cevabını verdi. Bir rivayette de;"Onlarla savaşalım mı?" Resululah (SAV); "Namaz kıldıkları müddetçe hayır." [8] dedi. Avf b. Malik'in rivayetinde ise; "Denildi ki: "Ya Resulullah onlarla kılıçlarımızla savaşmayalım mı?" Resulullah (SAV); "Aranızda namazı ikâme ettikleri müddetçe hayır." [9] dedi. Übade b. Samit'in rivayetinde; "Ulul emirle çekişmemek üzere (biat ettik). Resulullah (SAV); "Eğer sizde Allah katında bir delil olarak gösterebileceğiniz onlarda açık küfür görürseniz, o zaman onlara karşı koyabilirsiniz." [10] diye buyurdu. Tebarani bir rivayetinde; "Açık küfür" diye bir tabir koymuştur. Ahmed İbni Hanbel'in rivayetinde ise: "Sana açık bir günahı emretmediği müddetçe" [11] Bütün bu deliller apaçık olarak küfrünü açıklayan bir idareciye silahla karşı koymanın farz olduğunu ifade eder.
Beşincisi: İdarecinin durumu ne olursa olsun Müslümanların onun idaresi altında düşmana karşı savaşması farzdır. İdareci ister takvalı ister fasık olsun aynıdır. Zira Resulullah (SAV) bir hadisinde: "Takvalı ve fasık ile birlikte cihad kıyamete kadar geçerlidir." [12] Bu hadisi Ebu Davut Ebu Hüreyre (RA)'dan rivayet etmiştir.
İşte bu beş mefhum inzibat mefhumlarıdır. Devletin ve ümmetin yapısında ve varlığında bu beş mefhumun bulunması ve her kesimde yer etmesi lazımdır. Bunların yokluğu ise ümmetin ve devletin felaketini hazırlar.
67- İslâmın bir defada ve tam bir şekilde tatbiki farzdır. İslâm hükümlerinin tatbikinde tedriciliğe gitmek haramdır.
"Bugün dininizi tamamladım." [13] Bu ayetin inmesinden sonra, müslümanlar şerî hükümlerin tamamına göre amel etmekle muhatap oldular. Bu hükümler ister akideyle, ister ibadetlerle, ister ahlâkla, ister muamelatla, ister yönetimle, ister iktisatla, ister sosyal ilişkilerle, ister savaş ve barış durumlarında halk, ümmet ve devletlerin birbirleriyle alakalı dış siyasetlerinde olsun, İslâmî hükümlerin hepsini tatbik etmek müslümanların üzerine farzdır. Zira bir hükmün diğer bir hükümden, bir farzın diğer bir farzdan farkı olmadığı gibi bir haramın da diğer bir haramdan farkı yoktur. Namaz kılmak, oruç tutmak ve zekat vermemiz farz olduğu gibi, Allah'ın indirdiği ile hükmedilmesi için küfür hükümlerini ortadan kaldırarak bir halife nasbetmemiz de farzdır. İçki içmek ve faiz yemek bize haram olduğu gibi, zalim ve fasık idarecilere ve küfür hükümlerinin tatbik edilmesine karşı susmak ve kâfir devletlerle dost olmak da bize haramdır.
Böylece, İslâmın bütününü hakim kılıp hepsini uygulamak farzdır. Onun tatbikatında tedricilik (aşama aşama tatbik ciheti) caiz değildir. Çünkü müslümanlar onu tamamıyla uygulamakla muhatabtırlar. Nitekim, Allahu Teâlâ şöyle buyurdu :
"Resul size neyi getirdiyse onu alın ve sizi neden nehyettiyse onu da bırakın." [14] Yani, ayetin manası; "Resul'ün getirdiği bütün farzlarla amel etmeniz size farz olduğu gibi, haram olarak size hangi şeyleri yasakladıysa onlardan kaçınmanız da size farz olur." demektir. Çünkü ayette geçen (Neyi getirdiyse ve neden nehyettiyse) kelimesi umumu ifade eden lafızlardandır. Yapılması gereken bütün şeylere şamil olduğu gibi, yapılması yasaklanan bütün şeylere de şamildir. Yine Allahu Teâlâ şöyle buyurdu :
"Aralarında Allah'ın indirdikleriyle hükmet." [15] Bu, hem Resul'e hem de ondan sonra gelecek idarecilerin Allah'ın indirdiklerinin tamamıyla hükmetmeleri için bir emirdir. Zira ayette geçen (neyi) umum ifade eden sigalardandır. Allah (C.C) bu ayette, hem Peygamber'i hem de ondan sonra gelen idarecilerin, insanların arzu ve isteklerine uymalarını yasakladığı gibi, hem Peygamber'i hem de ondan sonra gelecek olan idarecileri, insanların baskısıyla Allah'ın indirdiği hükümlerin bazısından vazgeçmelerini yasaklamış ve onları uyarmıştır. Çünkü Allah, Allah'ın indirdiklerinin tamamıyla hükmetmeyen idarecileri, zalim, fasık ve kâfir olarak nitelendirmiştir. Bu üç hüküm ayetinde geçen (neyi) kelimesi umumu ifade eden sigalardan olduğu için indirilen bütün hükümlere şamildir. Ayrıca, Resulullah (SAV) açık ve seçik olarak küfrünü idareciye karşı kılıç çekilmesini ve savaşmayı farz kılmıştır. Açık küfür, idareciyle yapılacak savaşı meşru kılar. Yani bir hüküm dahi olsa, idareci küfür hükümleriyle hükmettiği zaman ona karşı koymamız için bu açık küfür, bize Allah katında delil olur. Ubade b. Samit'in rivayet ettiği hadiste olduğu gibi:
"Ulul emirle çekişmemek üzere (biat ettik), Resulullah (SAV) dedi ki; Ancak iktidarda bulunan kimsede açık küfür görürseniz ve onun inkâr ve küfrü hakkında Allah'ın katında ve kuvvetli delilleriniz varsa (o vakit onlara karşı koyabilirsiniz)." [16]
Bunun için; "İslâmî hükümlerin tümünü gücümüz yoktur" diyerek tedrice başvurmadan bir defada uygulamamaya hiç bir mazeret yoktur. Aynı şekilde; "Şartlar uygun değil, devletlerarası kamuoyu veya büyük devletler bunun tatbikini kabul etmez" şeklindeki zayıf ve geçersiz mazeretler İslâm'ı tamamıyla uygulamamak için değersiz, asılsız delil ve özürlerdir. Bunların hiçbirisinin geçerliliği yoktur. Ve Allah da bunların özrünü ve amellerini asla kabul etmez.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ahmed b. Hanbel, Sahabe, 6360
[2] Ebu Davud, Cihad, 2241
[3] Buhari, Ahkam, 6611
[4] Buhari, Müslim, İmara, 3439
[5] Buhari, Fitne, 6529
[6] Müslim, İmara, 3446
[7] Müslim, İmara, 3445
[8] Müslim, İmara, 3446
[9] Müslim, İmara, 3447
[10] Müslim, İmara, 3427
[11] Ahmed b. Hanbel, Ensar, 21675
[12] Ebu Davud, Buhari, Cihad ve’s-Seyr
[13] Maide : 3
[14] Haşr : 7
[15] Maide : 48
[16] Buhari, Fitne, 6532
64- Sulta (otorite), ümmette veya ümmetin en güçlü bir gurubunda mevcuttur. Ancak bu otorite, ümmetten veya o guruptan bir şahısta temsil edilir ki o, emirdir. Emir bulunmazsa fiilî olarak sulta da yoktur. Sulta; insanların işlerini gözetmek ve maslahatlarını idare etmek olduğuna göre, insanlar kendi menfaatlerini gözetmekten uzak kalmazlar. Onun için ümmetin emirden yoksun olması doğru olmaz. Zira, ümmette emirin bulunması kaçınılmaz bir vaciptir. Bunu ümmetin hayatının tabiatı gerektirir. Bundan dolayı emirin bulunması gerekli ve zorunludur. Ümmetin hiç bir halde emirsiz yaşaması ve emirden yoksun kalması doğru değildir. Nitekim, şerî nasslar bir emir nasbetmenin farziyetini emrediyor. Ümmetin emirsiz kalmaması hususunda sahabenin icmaı vardır. Abdullah b. Ömer'den rivayet edildiğine göre Resulullah (SAV) şöyle buyurdu :
"Üç kişilik bir topluluğa; aralarından birisini kendilerine emir tansip etmeden açık bir yerde bulunmaları helâl olmaz." [1] Ebu Said (RA) ise, Resulullah (SAV)'den şöyle rivayet ediyor :
"Üç kişi yolculuğa çıktıkları zaman aralarından birini emir yapsınlar." [2] Bezzar'ın sahih bir senedle Ömer b. Hattab (RA)'den rivayet ettiği bir hadiste Resulullah (SAV) şöyle diyor :
"Üç kişi seferde olduğunuz zaman birinizi emir yapsın." Görüldüğü gibi bütün bu hadisler, ümmetin üzerine kendilerini idare edecek bir emir tansip etmelerinin farz olduğuna delalet ediyor. Müslümanların üç günden fazla emirsiz yaşamalarının caiz olmadığına dair sahabenin icmaı vardır. Sahabenin icmaına göre müslümanlar en çok üç gün emirsiz yaşayabilirler. Sahabe Resulullah (SAV)'in vefat haberini alır almaz bir halife nasbetmek için Sakife'de toplandılar ve orada bu konu üzerinde münakaşalara devam ettiler. Sonra ikinci gün insanlar mescidde toplandılar. Bu durum iki gece ve üç gün devam etti. Aynı şekilde, vefatına sebep olan yaralanma olayı sırasında Ömer (RA) şura ehlini toplayarak, onlara üç gün içerisinde bir halife seçmelerini emretti. Sonra üç gün geçtiği halde bir halife seçimi üzerinde ittifak olmazsa karşı gelenin öldürülmesini vasiyet etti. Bunu gerçekleştirmek için Yani karşı gelenin öldürülmesi için, müslümanlardan elli kişiyi görevlendirdi. Halbuki olanlar şura ehlinden ve sahabenin ileri gelenlerindendi. Ayrıca bu husus herkesin görebileceği ve her sahabenin haberdar olduğu ve işittiği bir yerde yapıldığı halde, bu işe sahabeden herhangi bir muhalefet ve kerih görme nakledilmedi. Halbuki bu kerih görülebilecek hususlardan idi. Çünkü, onda sahabelerin ileri gelenlerinin muhalefet ederlerse öldürülmeleri emri vardı. İşte bu olay, müslümanların iki gece üç günden fazla halifesiz yaşamalarının caiz olmadığına dair sahabenin icmaı oluyor. Ömer (RA) şura ehline vasiyyet ederken şöyle demişti : "Üç gün müşavere edin. Müşavere yaptığınız bu üç günlük süre içerisinde size Suheyb namaz kıldırsın."
65- Sulta ümmetindir. Halife olma şartlarını taşıyan herkesin ümmetten bu yetkiyi almak üzere ortaya çıkma hakkı vardır. Hilâfet makamı boşalınca, Ehli Hal ve-l Akd halifelik için, Hilâfet şartlarını taşıyan adayları tespit eder. Aday tespiti yapıldıktan sonra ümmet bu adaylardan istediğini emir olarak seçer. Ancak bu süre zarfında (en çok üç gün) Ehli Hal ve-l Akd, daimi emir şeçilinceye kadar geçici olarak bir emir seçer. Eğer ilk halife veya emir (bu görevden ayrılmadan önce) kendisinden sonra, ümmet kendi emirini ve müslümanların halifesini seçesiye kadar yönetimde kendisine halef olacak bir emir nasb etmiş ise o kişi, geçici emir olur. Nitekim ümmet, Ömer (RA)'dan kendisinden sonra bir halife adayını tesbit etmesini istediği zaman Ömer (RA), halife seçimi için altı kişiyi aday olarak gösterdi. Abdurrahman b. Avf ise, insanların bu altı kişiden hangisini halife seçmek istediği konusunda halkın görüşlerini almaya başladı ve şöyle dedi : "Ben kadın erkek herkesin görüşünü aldım ve onlarla istişare ettim." Seçim bitip bu altı kişiden biri halife seçilinceye kadar Ömer (RA) Suheyb'i emir tayin etti.
66- Devlet; ümmetin kabul ettiği ölçüler, mefhumlar ve kanaatlerin tümünü yani şerî hükümleri yerine getiren yürütücü bir varlıktır. Devlet, belli bir toprak parçası üzerinde hayat mücadelesi esnasında ümmeti idare eden bir varlıktır. Ümmetin varlığı ve devletin varlığı bu toprak parçası içinde tek bir varlık meydan getirir. Devlet, bu varlığın içinde liderlik merkezini işgal eder. İki varlıktan meydana gelen bu varlığın mevcudiyetini sürdürebilmesi için, devletin varlığının insanların işlerini ümmetin kabul ettiği kanaatler, mefhumlar ve ölçülerin toplamına göre yürüten salih bir varlık olarak kalabilmesi için, ümmetin sükunet ve istikrarını garanti edebilmesi için, ümmetin varlığında mevcut inzibat mefhumlarının devletin yapısında da mutlaka bulunması lazımdır. Bu kavramların (mefhumların) nefislere yerleşik, alakalara hakim atmosfer oluşturur şekilde olmaları gerekir ki böylece genel fikrî uyanıklıktan fışkıran genel örf oluşsun. Bu kavramların en önemlilerinden beş tanesi şunlardır:
Birincisi: Sulta (sevk ve idare, otorite), pratik olarak ümmette kalır. (Ümmet kendisini idare edecek kimseyi bizzat kendisi seçer.) Bu yetkinin ümmetten alınması ve gasbı, şiddetli bir cezayı gerektiren bir suç olarak telakki edilir. Zira Şeriat, halife nasbını biat yolu ile ümmete vermiştir. Halife, sultayı ancak bu biat ile alabilir. Şeriat, sultanın alınabilmesini biata bağlamıştır. Biat hakkını bütün müslümanlara ait kılması, sultanın ümmette olduğuna delâlet eder. Bu yetki ancak ümmetten alınabilir. Ayrıca biatın diğer akidler gibi, rıza ve ihtiyara bağlı bir akit olması nedeniyle, bu yetkinin zor ve baskı kullanmadan ümmetten rıza ile alınması lazımdır. Eğer zorla ve baskı ile alınırsa, bu batıl bir akit olur, ona bağlanılmaz. Kim ümmetten zor kullanarak biat almış ise, onun biatı şer'an gerçekleşmiş olmaz. Aynı zamanda yetkiyi (sultayı) de almamış olur. Ümmetten herhangi bir biat almadan yetkiyi eline geçiren kimse, bunu gasbetmiş olur. Çünkü bu yetkiye ancak ümmetin rıza ve ihtiyarına dayanan bir biat akdi ile sahip olunabilir.
İkincisi: İdareciye, emir ettiği ve nehyettiği her hususta istek ve sükunetle tam bir itaattır. Özellikle halifenin kendi rey ve içtihadına dayanarak ortaya koyduğu hususlarda ona itaat şeriatın bir gereğidir. Bu konuda zulmetse ve hakları çiğnese dahi yine ona itaat gerekir. Zira, halifeye itaat farz olarak kalır. Masiyetle emretmediği müddetçe ona isyan edilmez. Nafi İbni Ömer'den rivayet ettiği bir hadiste Resulullah (SAV) şöyle buyuruyor :
"Masiyetle (haramla) emretmediği müddetçe hoşuna gitse de gitmese de müslümanın dinleyip itaat etmesi lazımdır. Masiyetle emrettiği zaman dinlemek ve itaat yoktur." [3] Ebu Hureyre (RA)'ın rivayet ettiği bir hadiste ise şöyledir :
"Benden sonra sizi idare edecek idareciler olacaktır. Bunların bir kısmı iyi olacak ve sizi iyi idare edecektir. Bir kısmı da kötü olacak ve sizi kötü idare edecektir. Hakka uygun olan her şeyde onları dinleyip itaat ediniz." Buhari'nin İbni Abbas (RA)'dan rivayet ettiğine göre Resulullah (SAV) şöyle diyor : "Emirinden hoşuna gitmeyen bir şey gören kimse ona karşı sabretsin. Zira emire karşı bir karış isyan eden kimse öldüğünde ancak cahiliyye ölümü üzere ölmüş olur." [4] Yine Buhari'nin Abdullah'tan rivayet ettiği bir hadiste Resulullah (SAV);"Siz benden sonra hoşunuza gitmeyen kötü şeyler göreceksiniz." dedi. Ashab; "Bu durumda bize ne emredersin ya Resulullah." diye sordu. Resulullah (SAV)) ise onlara: Siz onlara hakkını verin. (Onlara karşı yapmanız gereken görevleri yerine getirin.) Kendi hakkınızı da Allah'tan isteyiniz." [5]
Bu Hadis-i Şerif'lerden; Müslümanlardan olan yöneticiler ve emirler, insanların mallarını yese ve zulmetseler dahi, Şeriat'ın onlara itaatı ne kadar çok teşvik ettiği görülüyor.
Üçüncüsü: İdarecilere itaat etmenin farziyetine rağmen, onları muhasebe etmek, sözle tenkit hatta onları rahatsız edici sözlerle uyarmak farzdır. Zira ümmet, idarecinin sorumluluklarını yerine getirmesinin gözetleyicisi ve o mes'uliyetini yerine getirinceye kadar onu ayıplayıp nehyetmek mecburiyetinde olandır. Nitekim, Ümmü Seleme'den rivayet edildiğine göre Resulullah (SAV), dedi ki:
"Muhakkak sizin başınıza bir takım emirler gelecektir ki, siz onların bazı işlerini beğenecek bazılarını da beğenmeyeceksiniz. Kim onların kötü işlerini beğenmezse onlardan değildir. Kim o kötü işleri inkâr ederse kurtulur. Fakat o kötü işlere razı olursa ve uyarsa..." [6] Bu hadise göre kötülüğü görüp ona karşı gelerek değiştirmeye çalışanlar kendisini ondan arındırmış olur. Değiştirmeye gücü yetmeyen fakat kalbiyle buğz eden kimse de kurtulmuş olur. Fakat zulme razı olup zalimi destekleyen kimse ise ondan beri olmayacağı gibi kurtuluşa da ermemiş olur. Resulullah (SAV) buyurdu ki:
"Şehidlerin efendisi Hamza (RA)'dır. Bir de zalim idareciye karşı koyup ona öğütlerde bulunduğu için öldürülen kimsedir."
Dördüncüsü: Acık küfrü görülen idareciyle savaşmak; yani idareci küfür hükümleriyle hükmettiği zaman veya ülkede sapıklığını yayılmasına karşı sustuğu zamanlarda idareci ile savaşmak farz olur. Ümmü Seleme'nin rivayet ettiği bir hadiste; "Ashab; "Onlarla savaşmayalım mı ya Resulullah?" Resulullah (SAV); "Namaz kıldıkları müddetçe hayır." [7] cevabını verdi. Bir rivayette de;"Onlarla savaşalım mı?" Resululah (SAV); "Namaz kıldıkları müddetçe hayır." [8] dedi. Avf b. Malik'in rivayetinde ise; "Denildi ki: "Ya Resulullah onlarla kılıçlarımızla savaşmayalım mı?" Resulullah (SAV); "Aranızda namazı ikâme ettikleri müddetçe hayır." [9] dedi. Übade b. Samit'in rivayetinde; "Ulul emirle çekişmemek üzere (biat ettik). Resulullah (SAV); "Eğer sizde Allah katında bir delil olarak gösterebileceğiniz onlarda açık küfür görürseniz, o zaman onlara karşı koyabilirsiniz." [10] diye buyurdu. Tebarani bir rivayetinde; "Açık küfür" diye bir tabir koymuştur. Ahmed İbni Hanbel'in rivayetinde ise: "Sana açık bir günahı emretmediği müddetçe" [11] Bütün bu deliller apaçık olarak küfrünü açıklayan bir idareciye silahla karşı koymanın farz olduğunu ifade eder.
Beşincisi: İdarecinin durumu ne olursa olsun Müslümanların onun idaresi altında düşmana karşı savaşması farzdır. İdareci ister takvalı ister fasık olsun aynıdır. Zira Resulullah (SAV) bir hadisinde: "Takvalı ve fasık ile birlikte cihad kıyamete kadar geçerlidir." [12] Bu hadisi Ebu Davut Ebu Hüreyre (RA)'dan rivayet etmiştir.
İşte bu beş mefhum inzibat mefhumlarıdır. Devletin ve ümmetin yapısında ve varlığında bu beş mefhumun bulunması ve her kesimde yer etmesi lazımdır. Bunların yokluğu ise ümmetin ve devletin felaketini hazırlar.
67- İslâmın bir defada ve tam bir şekilde tatbiki farzdır. İslâm hükümlerinin tatbikinde tedriciliğe gitmek haramdır.
"Bugün dininizi tamamladım." [13] Bu ayetin inmesinden sonra, müslümanlar şerî hükümlerin tamamına göre amel etmekle muhatap oldular. Bu hükümler ister akideyle, ister ibadetlerle, ister ahlâkla, ister muamelatla, ister yönetimle, ister iktisatla, ister sosyal ilişkilerle, ister savaş ve barış durumlarında halk, ümmet ve devletlerin birbirleriyle alakalı dış siyasetlerinde olsun, İslâmî hükümlerin hepsini tatbik etmek müslümanların üzerine farzdır. Zira bir hükmün diğer bir hükümden, bir farzın diğer bir farzdan farkı olmadığı gibi bir haramın da diğer bir haramdan farkı yoktur. Namaz kılmak, oruç tutmak ve zekat vermemiz farz olduğu gibi, Allah'ın indirdiği ile hükmedilmesi için küfür hükümlerini ortadan kaldırarak bir halife nasbetmemiz de farzdır. İçki içmek ve faiz yemek bize haram olduğu gibi, zalim ve fasık idarecilere ve küfür hükümlerinin tatbik edilmesine karşı susmak ve kâfir devletlerle dost olmak da bize haramdır.
Böylece, İslâmın bütününü hakim kılıp hepsini uygulamak farzdır. Onun tatbikatında tedricilik (aşama aşama tatbik ciheti) caiz değildir. Çünkü müslümanlar onu tamamıyla uygulamakla muhatabtırlar. Nitekim, Allahu Teâlâ şöyle buyurdu :
"Resul size neyi getirdiyse onu alın ve sizi neden nehyettiyse onu da bırakın." [14] Yani, ayetin manası; "Resul'ün getirdiği bütün farzlarla amel etmeniz size farz olduğu gibi, haram olarak size hangi şeyleri yasakladıysa onlardan kaçınmanız da size farz olur." demektir. Çünkü ayette geçen (Neyi getirdiyse ve neden nehyettiyse) kelimesi umumu ifade eden lafızlardandır. Yapılması gereken bütün şeylere şamil olduğu gibi, yapılması yasaklanan bütün şeylere de şamildir. Yine Allahu Teâlâ şöyle buyurdu :
"Aralarında Allah'ın indirdikleriyle hükmet." [15] Bu, hem Resul'e hem de ondan sonra gelecek idarecilerin Allah'ın indirdiklerinin tamamıyla hükmetmeleri için bir emirdir. Zira ayette geçen (neyi) umum ifade eden sigalardandır. Allah (C.C) bu ayette, hem Peygamber'i hem de ondan sonra gelen idarecilerin, insanların arzu ve isteklerine uymalarını yasakladığı gibi, hem Peygamber'i hem de ondan sonra gelecek olan idarecileri, insanların baskısıyla Allah'ın indirdiği hükümlerin bazısından vazgeçmelerini yasaklamış ve onları uyarmıştır. Çünkü Allah, Allah'ın indirdiklerinin tamamıyla hükmetmeyen idarecileri, zalim, fasık ve kâfir olarak nitelendirmiştir. Bu üç hüküm ayetinde geçen (neyi) kelimesi umumu ifade eden sigalardan olduğu için indirilen bütün hükümlere şamildir. Ayrıca, Resulullah (SAV) açık ve seçik olarak küfrünü idareciye karşı kılıç çekilmesini ve savaşmayı farz kılmıştır. Açık küfür, idareciyle yapılacak savaşı meşru kılar. Yani bir hüküm dahi olsa, idareci küfür hükümleriyle hükmettiği zaman ona karşı koymamız için bu açık küfür, bize Allah katında delil olur. Ubade b. Samit'in rivayet ettiği hadiste olduğu gibi:
"Ulul emirle çekişmemek üzere (biat ettik), Resulullah (SAV) dedi ki; Ancak iktidarda bulunan kimsede açık küfür görürseniz ve onun inkâr ve küfrü hakkında Allah'ın katında ve kuvvetli delilleriniz varsa (o vakit onlara karşı koyabilirsiniz)." [16]
Bunun için; "İslâmî hükümlerin tümünü gücümüz yoktur" diyerek tedrice başvurmadan bir defada uygulamamaya hiç bir mazeret yoktur. Aynı şekilde; "Şartlar uygun değil, devletlerarası kamuoyu veya büyük devletler bunun tatbikini kabul etmez" şeklindeki zayıf ve geçersiz mazeretler İslâm'ı tamamıyla uygulamamak için değersiz, asılsız delil ve özürlerdir. Bunların hiçbirisinin geçerliliği yoktur. Ve Allah da bunların özrünü ve amellerini asla kabul etmez.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Ahmed b. Hanbel, Sahabe, 6360
[2] Ebu Davud, Cihad, 2241
[3] Buhari, Ahkam, 6611
[4] Buhari, Müslim, İmara, 3439
[5] Buhari, Fitne, 6529
[6] Müslim, İmara, 3446
[7] Müslim, İmara, 3445
[8] Müslim, İmara, 3446
[9] Müslim, İmara, 3447
[10] Müslim, İmara, 3427
[11] Ahmed b. Hanbel, Ensar, 21675
[12] Ebu Davud, Buhari, Cihad ve’s-Seyr
[13] Maide : 3
[14] Haşr : 7
[15] Maide : 48
[16] Buhari, Fitne, 6532