Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Dersim Katliamı'ndaki askerler konuştu (1 Kullanıcı)

Tevhid Davası

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
31 Ara 2010
Mesajlar
349
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Web Sitesi
www.tevhidvesunnet.com
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 1937-1938 yılında Dersim'de meydana gelen olaylar için "katliam" ifadesini kullanmasından sonra o günlere ait belgeler de gün yüzüne çıkmaya başladı. Son olarak "Kara Vagon-38 Dersim Sürgünleri" adlı belgeselde o dönemde Dersim harekatına katılan askerler konuştu.

CNNTürk'ün haberine göre, Dersim'de isyanın var olup olmadığı, katliam yaşandı mı tartışmalarının odağında yönetmen Özgür Fındık "Kara Vagon-38 Dersim Sürgünleri" adlı belgeselle karşımıza çıkıyor. 5 Mayıs'ta Bilgi Üniversitesi'nde galası yapılacak olan belgeselde Dersim katliamında sürgüne gidenler, gittikleri yerlerden acı ve gözyaşlarıyla "yaşanılanları" ve "sürgünleri" anlatıyor.

Belgeselin en önemli yanı ise o dönemde Dersim'deki harekata katılmış orduda görevli iki askerin anlatımı. Askerlerden birinin adı Haydar Dede.

Belgesele konuşan Hayder Dede anlatıyor:

"Bir alay komutanımız geldi, Konya'dan. Dedi ki; 'Arkadaşlar, vatandaşlar dünyada dört hain vardır' dedi. 'Biliyor musunuz?' Biz nereden bilelim dört haini. 'Bak' dedi. 'Biri fani (veya vali), biri kurt, biri domuz, biri de Kürt' dedi. Bu dördünü de aynı anda söyledi."

"Adamları vurduk, vurdular. Şimdi şöyle kol kola taktılar. Şöyle kol kola taktılar beş yüz, alt yüz kişiyi ağır makineli tüfeklerle şöyle öldürdüler. Harçik ırmağına koydular, ırmak kıpkırmızı aktı. Yanız bir kadın kendisini suya attı, kaçtı kurtuldu."

Yine Haydar Dede adlı asker anlatıyor: "Bomba atıp içeri girdiler. Yetmiş üç kişiyi içerden çıkardılar, yedisi erkekmiş. Gerisi kadın ve çocuk."

Belgesele konuşan askerler birisi de Eskeri Akyol. Dersim olaylarının yaşandığı dönem 2. Tabur 9. Bölük'te askerlik yapan 101 yaşındaki Eskeri Akyol, yaşanılanları vahşet olarak nitelendiriyor begeselde.

74 yıl sonra konuşan Akyol, Dersim'e Diyarbakır'dan 7 gün 7 gece yürüyerek gittiklerini söylüyor: "Gittikten sonra bizi Ali Boğazı'na verdiler. Gittiğimizde askerler evleri yakıyordu. Ulaştıkları tüm evleri yakıyorlardı..."

Akyol, Katliamdan kurtulabilenlerin mağaralara saklandıklarını, kimisinin ise Munzur nehrini aşarak İngilizlere ve Ruslara sığındıklarını söylüyor.

'ÜZERLERİNE GAZYAĞI DÖKÜP YAKIYORLARDI'

Mağaralara girmekten korkuyorlarmış askerler, ama "girin" talimatı üzerine askerler mağaraları ateşe veriyor; bu kısmı Akyol şu sözlerle anlatıyor:

"Bombaları atmak zorundaydık mağaralara. Sonra gidip baktığımızda öyle çoğu yaşlı benim gibi. Getirip üst üste yığıyordu askerler ve üzerlerine gazyağı döküp ateşliyorlardı... Öyle canlı canlı..."

"Çok öldürüldüler! Askerlerden de, ahaliden de çok insan öldürüldü. Yukarı Kutu deresinde ceset kokusundan durulamıyordu. İnsanları öldürüp atmşlardı. Öylesine felaket görülmemiştir. Askerler Allah'ın emrine karşı geliyorlardı ha..."

Eskeri Akyol, röportajı yapan muhabirin "Tahminen kaç kişi öldürdünüz?" sorusuna, "Valla ne bileyim işte koşturarak ateş ediyorduk... Kalkıp yalan mı söyleyeyim. Askerdik 'ateş' dediklerinde mecburduk ateş etmeye..." sözleriyle cevaplıyor.

Akyol yutkunarak, gözyaşlarını akıtarak anlatıyor vahşeti. Zamanla öldürmelerin son bulduğunu ve sürgünlerin başladığını söylüyor.

Ajanslar/Habertürk
 

cade

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Tem 2009
Mesajlar
14
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
Öyle olduğu için Tunceli Statükonun ve CHP nin KALESİ olmuş..
Serde GÜCE İTEAT var demek ki ::
Bazıları KATİLLERİNE AŞIKTIR ,Tuncelililerde Katillerine CHP ye ve Statükoya AŞIKTIR..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
31259.jpg

[h=1]Necip Fazıl, Dersim İçin Ne Yazmıştı? [/h]
Erdoğan'ın konuşmasında gündeme getirdiği Necip Fazıl'ın "Son Devrin Din Mazlumları" Dersim katliamını böyle anlatıyor.

Necip Fazıl Kısakürek'in Son Devrin Din Mazlumları adlı kitabında, tek parti döneminde (1925-1945) müslümanların uğradıkları baskı ve katliamlar aktarılıyor. CHP'nin tek parti dönemindeki günahlarını anlatan bu kitabın ilginç bir özelliği ise Adalet Partisi döneminde yasaklanması.
İşte Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Dersim olayları ile ilgili konuşmasının başında gündeme taşıdığı kitabın Dersim ile ilgili kısmı şöyle:
"En aşağı 50.000 müslümanın kanını ve canını ihtiva etmesi bakımından, kalın hatlarıyle bir harita gibi çizdiğimiz ve şu anda yalnız ana prensip ve mânasıyle tesbit ettiğimiz bu facianın, tarihte bir benzeri gösterilemez.
Babalarını arayan ve yanına gitmek istediklerini söyleyen iki mâsum çocuğun hozat kaymakamı tarafından süngületilerek babalarının yanına gönderilmesi... Kendisinin öğretmen ve köy halkıyle alâkasız bir şahıs olduğunu iddia ederek alevler içinden fırlamak isteyen bir gencin, kalasla itilip alevîer içine atılması ve karşısında sigara içilmesi... buğday sapları üstünde yakılan, daha evvel kurşunlanmış bütün bir köy halkı... annesinin karnından sivri uçlu âletle çıkartıldıktan sonra yaşamakta devam eden ve hâlâ topuğunda bu sivri uçlu âletin izini taşıyan çocuk... bir dere içinde boğazlanan ve bu fiili yerine getiren cellâdın bulunması bir hayli zorluğa yol açan yirmi mâsum... ve buna benzer daha neler, daha neler!...
Cesetleri değil, mânaları muhakeme ve idam eden tarih, bakalım bu 50.000 çocuk, genç, ihtiyar, kız, kadın, hasta, alil müslüman cesedine karşılık kaç ferdin mânası üzerinde ebedî kararı verecektir?
Elâzığ ortaokulunda okuyan iki çocuk... tatili geçirmek üzere memleketleri olan hozat'a geliyorlar ve facianın tam üstüne düşüyorlar. hozat yakınlarındaki köylerine geldikleri zaman babalan yusuf cemil'in öldürtülmüş olduğunu öğreniyorlar ve ağlamaya başlıyorlar. onlara şu karşılık veriliyor:
"sizi de onun yanına götüreceğiz!"
çocuklar odadan sürükletilerek çıkartılıyor ve jandarma muhafazasında gittikleri yolda süngületiliyorlar. böylece babalarının yanına gönderilmişlerdir.
her evi ayrı ayrı tutuşturulduktan sonra dört bir etrafı ayrıca çalı çırpı içine alınıp alev alev yakılan bir köyden, deli gibi bir adam çıkıp, çalı yığınları gerisinde manzarayı seyredenlere doğru ilerliyor ve haykırıyor.
"durun, ben köy ahalisinden değilim!. muallimim! müsade edin, kendimi size isbat edeyim!"
fakat sözüne mukabele, bir kalasla itilerek alevler içine atılması oluyor. adam, evvelâ göğsünün kılları tutuşarak alev alev yanarken, çalı yığınlan gerisinde âmir, zevk ve istihza ile sigarasını içmektedir.
(bu vak'a, bana, 1944 yılında, eğridir'de askerliğimi yaparken, resmî şahıslar huzurunda, yanan adama karşı sigarasını zevkle içtiğini söyleyen âmirden bizzat dinleyenlerce anlatılmıştır.)
yusuf cemil'in köyünden 200 kadın ve çocuk öldürtülmüş ve bunların cesetleri buğday sapları üzerinde yakılmıştır. öldürülenler arasında, elâzığ'da askerliğini yapan ve o sırada izinli olarak köyünde bulunan rüstem adında biri de vardır. bu zavallı, mezun olduğunu ve isterlerse hüviyet ve izin kâğıdını da gösterebileceğini söylediği halde derdini dinletemiyor ve dört çocuğu ile seksenlik anası arasında, onlarla beraber, kurşunlanıyor.
hozat'ın karaca köyünden cafer oğlu kasım... bu adam, o tarihten 30 sene kadar evvel amerika'ya gitmiş, orada 15 yıl kalmış, epeyce para kazanmış ve sonra köyüne dönmüştür. kasım, amerika dönüşünde, birinci dünya harbinde kafkas cephesi köprüköy muharebesinde şehit düşen kardeşi yüzbaşı şükrü'nün iki çocuklu dul karısı şirin hatunla evlenmiş, hozat'a gelip yerleşmiş, orada bir mağaza açmış ve ticarete başlamıştır. hükûmetle de bazı taahhüt işlerine girişmektedir. dersim hareketi esnasında, işbu cafer oğlu kasım, taahhüt bedelinden alacağı olan 6.000 lirayı tahsil etmek üzere ovacık kaymakamlığına müracaat ediyor. muamelesini tekemmül ettirip parayı kendisine veriyorlar. muamele biter bitmez «seni hozat'tan çağırıyorlar!» diyerek, onu, mahfuzen yola çıkarıyorlar. cafer oğlu kasım, kasabadan ayrıldıktan bir saat sonra jandarmalara öldürtülüyor. koynundaki 6.000 lira da, iki alâkalı idare âmiri arasında taksim ediliyor.
zavallı zevcesi şirin hatun, o esnada, dört çocuğuyle birlikte, komşularına oturmaya gitmiştir. kadın, evine döndüğü zaman bir de görüyor ki, kapısı kırılmış ve bütün eşyası etrafa dökülüp saçılmıştır. haykırmaya başlıyor:
"- yetişin, evimize eşkiya girdi!.."
bu feryadına karşılık olarak kadın, kapısının önünde, çocuklarıyle beraber öldürülüyor ve dolgun miktarda altını, parası ve eşyası yağma ediliyor.
bu arada, hozat'ın zımbık köyünde (şekspir)in hayaline bile taş çıkartacak bir vak'a cereyan etmektedir. erkekleri tamamıyle doğranmış olan köyün 100 kadar kadın ve çocuğu, sivri uçlu âletle (süngü) öldürülüyor. öldürülen kadınlar arasında biri, doğurmak üzere bir gebedir. bu kadının karnına giren sivri uçlu âlet, barsaklarını yere döküyor, rahmini parçalıyor ve kendisini öldürüyor. tehlike geçtikten sonra gizlendikleri yerden çıkan birkaç kadın, ölüleri gözden geçirirken, bu kadının rahminden düşen çocuğun sağ olduğunu dehşetler içinde görüyorlar. muazzam bir kader cilvesi olarak yaşamakta devam eden çocuğu alıyorlar, emzirtip büyütüyorlar ve ona «besi» adını koyuyorlar. bu kız bugün hâlâ aynı köyde ve hayattadır. sivri uçlu âlet annesinin karnına girip rahmini deldiği zaman da onun topukçuğunda bir yara açmıştır ve kız hâlâ bu yarayı topuğunda taşımaktadır."
"hozat'ın dolantanır köyünden veli isminde bir genç, elâzığ muallim mektebinde okuduktan sonra öğretmen olarak trakya'ya gönderilmiş, orada evlenmiş, 3 çocuk sahibi olmuş ve tam da dersim hareketi başlamak üzereyken, karısı ve çocuklarıyle, yaz tatilini geçirmek üzere köyüne gitmiştir. genç muallimin köyü, erkekli ve kadınlı, çocuklu ve ihtiyarlı doğranırken, kendisi, karısı ve çocukları da aynı âkıbete mahkûm edilmiş ve cesetleri yakılmıştır.,
mazgirt tersemek nahiyesinin halkı doğranmakta... merhamet sahiplerinden biri, birle on yaşı arasında 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklanmıştır. vaziyet birden haber alınıyor. çocukların öldürülmeleri emri veriliyor. fakat bu emri yerine getirebilecek kimse zuhur edemiyor. en katı yürekliler bile, böyle müdafaasız mâsumlara silâh kullanamayacaklarını söylemeye mecbur kalıyor. tecrübe birkaç defa akamete uğruyor ve hayli sıkıntı mevzuu oluyor. nihayet en kara yüzlü çingeneden daha karanlık suratlı bir adam bulunuyor ve bir dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 mâsumun işi bitiriliyor.
murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmuştur.
celâl bayar'ın başvekil ve mareşal fevzi çakmak'ın genelkurmay başkanı bulunduğu 1938 yılında cereyan eden dersim faciası, bütünleştirilmesini okuyucularımızın hayaline ve istikbâldeki tarihçinin kalemine bıraktığımız birkaç teferruat çizgisi halinde budur! dayandığı tek sebep de birtakım âsâyişsizlik ve itaatsizlik bahanesi altında, bütün doğu anadolu'yu kapsayıcı olarak, o mıntıkanın bir türlü sulandırılamayan koyu islâmi rengidir.
bir kıvılcım halinde gösterdiğimiz dersim yangınının kömürleştirilmiş 50.000 cesedinde, kutup şahsiyetler dışı bir yığın olarak din mazlumluğunun en çarpıcı levhasını seyredebilirsiniz!"
Kaynak:
Son Devrin Din Mazlumları
Sahife: 167-171
Necip Fazıl Kısakürek
İlk yayın tarihi: 1969, İstanbul
Büyük Doğu Yayınları


 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
12400.jpg

[h=1]Kemalistler Kanlı Katliamlarla Yüzleşmelidir[/h]
Atatürk'ü ve Atatürkçülüğü kalkan yaparak tek parti rejiminin bekçiliğine soyunan CHP'nin ulusalcı milletvekilleri göremeyebilir ama bugünün dünyası çok farklı.
ZAMAN GAZETESİ
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
31091.jpg

[h=1]Katliâm Bu Değilse, Nasıl Bir Şeydir?[/h]
Ve o idâmdan birkaç gün sonra, M. Kemal, El’Aziz’e gelir.. Geceleyin istasyonda, dondurucu soğukta, donmamak için birbirlerine yapışmışcasına sokulan yarı çıplak,don-gömlek yığınla ’isyancı’ya karşılatılır.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Başbakan Üzerinden Üstad'a Saldırı!

Başbakan’ın kahramanı Necip Fazıl Kısakürek!

Mustafa Mutlu - mmutlu@gazetevatan.com,


Başbakan’ın Dersim belgelerini açıkladığı konuşmasını inanılmaz bir buruklukla dinledim.

Başbakan, “devlet” adına özür dilediği bu konuşmada, nedense o “özrü” kimden dilediğini söylemedi.

Ben söyleyeyim:

Dersim’i kana bulayan softalardan ve ayrılıkçılardan!

Mustafa Mutlu Facebook Sayfası : http://www.facebook.com/mustafamutlu34

24.11.2011

Halka hayatı zindan edenlerden!

Devlete karşı tetik çekenlerden!

Diğer bir deyişle...

PKK’nın bugün yaptığını, o gün yapanlardan!

***


Başbakan; her sözcüğüyle, “devletin yaptığı zulmü” anlattı ama “neden”inden söz etmedi.

Devletin seksen yıl önceki tavrını, bugünün acımasız gözlüğüyle yargıladı.

Kurtuluş Savaşı’nın kahramanlarını ve Türkiye Cumhuriyeti‘ni kuran Atatürk’ün silah ve dava arkadaşlarını “yargısız” infaz etti!

İsmet İnönü’yü suçladı.

Ama... O dönemde yürütmenin başı, yani devletin Dersim politikasının mimarı olan Başbakan Celal Bayar’ın adını “mecburen” anmakla yetindi.

Tüm bunları da üçü Başbakanlık arşivinden alınan Bakanlar Kurulu kararlarından, Başbakan’a yazılan bilgi notlarından oluşan “sözde belge”lerle yaptı.

Belge sayılması mümkün olmayan ilk “dayanağı” ise, “Dersim’le tanışmam bu eserle olmuştur” dediği, Necip Fazıl Kısakürek’in “Son Devrin Din Mazlumları” isimli kitabıydı.

Başbakan Erdoğan, dönemin bütün siyasetçilerini ve kamu yöneticilerini suçladıktan sonra, “Sizin kahramanlarınız buysa bu ülke biter be. Bizim kahramanlarımız arasında böyle yüzü kapkara olanlar yok, apaydınlık olaylar var” diye bitirdi.

***


Bu açıklamalardan anlıyoruz ki; başta İsmet İnönü olmak üzere Atatürk’ün en yakın silah ve dava arkadaşları ile manevi kızı Sabiha Gökçen, Başbakan’ın kahramanı değil...

Kim onun kahramanı?

“Üstat” dediği, Necip Fazıl Kısakürek...

Ölenin arkasından konuşulmaz; biliyorum...

Ama Başbakan dün bu kuralı o kadar çok ihlal etti ki; çaresiz, “onun kahramanı”nın gerçek yüzünü anlatmak da bize düştü...

***


Necip Fazıl, 26 Mayıs 1904’te İstanbul’da doğdu.

Kendi deyimiyle şairliği, hastanedeki annesine ziyarete gittiği on iki yaşında başladı.

Amerikan ve Robert kolejlerinde ilk ve orta öğrenimini tamamladı.

Bahriye Mektebini (Askeri Deniz Lisesi) bitirdi.

1923’te, yani Cumhuriyet’in ilan edildiği günlerde ilk şiirini yayınlattı.

1924’te İstanbul Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü‘nden mezun oldu.

Devlet bursuyla Fransa’daki Sorbonne Üniversitesi’ne gönderildi.

Ancak yine kendisinin verdiği bilgilere göre, doğru dürüst okula gitmedi. Çünkü gece hayatının şehvetine kapıldı ve en önemlisi de kumar illetine tutuldu. Babaannesinden kalan serveti, burada tüketti.

Türkiye’ye dönüş biletini bile arkadaşları aldı.

Ancak kumar oynamaya Türkiye‘de de devam etti.

Büyük üne kavuştu ama şöhret, para, alkışlar ruhunu doyurmaya yetmedi.

Geceleri Asmalımescit’te arkadaşları ile buluştu, esrar çekti, kumar oynadı.

Kendi deyişiyle; 1934 yılında Abdülhakim Arvasi ile tanıştı ve manevi dünyasını geliştirdi. Böylece de bohem hayattan ve kumardan kurtuldu...

Kendisi her ne kadar 1934’ten sonrası için “arındığını” söylese de polis kayıtları bunu doğrulamıyor:

Çünkü 1950’de, Taksim’de bir apartmanın bodrum katında kumar oynarken, bizzat dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Kemal Aygün tarafından yakalandı.

Ve kendisi, orada bulunma gerekçesini, “röportaj yapmak” olarak açıklamaya çalıştı.

Ancak...

Yassıada’daki yargılama sırasında, Adnan Menderes’in örtülü ödenekten Necip Fazıl’a yıllarca ödeme yaptığı, şairin de bu parayla kumar borçlarını kapattığı ortaya çıktı.

***


Bir yanda İsmet İnönü başta olmak üzere, Başbakan’ın “kara suratlı” dediği bu ülkenin kurucuları...

Diğer yanda; hayatı çelişkilerle dolu olan Necip Fazıl...

Tercih sizin:

Hangisi sizin kahramanınız?

*****


80 YIL!

Başbakan dün yaptığı açıklamayla bu ülkeyi seksen yıl önce kan gölüne döndürenleri “mazlum”, onlarla mücadele edenleri de “katil” ilan etti.

Devlet; otuz yıldan fazla bir süredir PKK terörüne karşı mücadele veriyor. Bu sürede onlarca başbakan, yüzlerce bakan, PKK’yla mücadele için çıkarılan kanunların, kararnamelerin altına imza attı. Bu dönemde de köyler boşaltıldı, devlet adına talihsizlik sayılabilecek tatsız olaylar yaşandı.

Şimdi...

Bundan seksen yıl sonra dönemin Başbakanı, bugünün Bakanlar Kurulu kararlarıyla ortaya çıksa... Ve bugün Kuzey Irak’a bomba yağdıran uçaklar için, Başbakan Erdoğan’ı katliam yapmakla suçlasa...

Bugünün Başbakanı da hâlâ hayatta olsa...

Acaba ne hissederdi?

*****


Günün Sorusu

AKP’li Meclis Başkanvekili Mehmet Sağlam, önceki gün Genel Kurul’u yönetirken CHP‘li bir milletvekiline, “Has...” diye bağırdı. Daha sonra, “Yaptıysam özür dilerim” dedi...

Sorum Başbakan’a:

CHP’li ya da MHP’li bir başkanvekili, AKP’li bir milletvekiline aynı sözleri söyleyip, sonra da özür dileyerek geçiştirmeye kalkışsaydı; tepkiniz ne olurdu?
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Abdülhamid'in Dersim dehası

176556.jpg


Dersim tartışmaları Türkiye gündemindeki yerini korumaya devam ediyor. Yazarımız Erhan Afyoncu, Dersim sorununun tarihi sürecini yazdı.


Osmanlı döneminde devlet otoritesinin temini için Dersim'e birkaç kez askerî harekât yapılmışsa da büyük bir askerî harekâttan İslam kanı akmaması için vazgeçilmişti.

1839'da Tanzimat Fermanı'nın ilânı imparatorluk bünyesinde büyük yankı uyandırdı. Tanzimat'ın getirdiği yeni idari ve mali sistemin imparatorluğun birçok yerinde uygulamaya girmesi büyük tepkilere yol açtı. Bunlardan biri de Dersim, yani Tunceli bölgesi idi. Tunceli'nin 19. yüzyılın ikinci yarısındaki tarihini anlatan ve önemli bir çalışma olan İbrahim Yılmazçelik'in "XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Dersim Sancağı, Elazığ 1999" isimli kitabından bu konuyla ilgili teferruatlı bilgi öğrenilebilir.

Devletin otorite mücadelesi

Tunceli bölgesinde devlet otoritesinin kurulması için aşiretlerin elindeki silahları toplama amacıyla 1850'de 11.306 askerle bir harekât başlatıldı. 1852'ye kadar süren bu harekâtla vergi ve asker toplanması da amaçlanmıştı. Harput (Elazığ) Valisi'nin 14 Ekim 1851 tarihli arzında bölgeyi anlatırken kullandığı "Üç dört yüz seneden beri içlerine hükümet girmemiş ve kendileri dahi dağ ve ormanlarda gezerek" ifadesi Tunceli ve civarının Osmanlı yönetimi tarafından uzun süre ihmal edildiğini gösteriyordu.

Valinin raporunda bölge halkının yerleşik hayata geçmesinin zaman alacağı bu yüzden asayişin tam manasıyla sağlanana kadar belli mıntıkalarda asker bulundurulması tavsiye edilmişti. Askeri harekâtla bölgede asayiş kısmen sağlansa da uzun süre bölgede nüfus sayımı yapılamadığı gibi vergi de toplanamadı.
Osmanlı yönetimi 1860'tan sonra Hozat ve Mazgird'e birer kışla yapıp, bölgeye dışarıdan idareciler atayınca bölgedeki ağa ve aşiret reisleri nüfuzlarının azalacağı endişesiyle 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Ruslar'la işbirliğine girip, kışlaları yaktılar.

İslam kanı akmasın

İkinci Abdülhamid, Rus savaşından sonra Doğu Anadolu'da aşiretlerle iyi ilişkiler kurup, devlete bağlama yoluna gitti. Dördüncü Ordu Müşiri Zeki Paşa ve Anadolu Umum Müfettişi Ahmed Şakir Paşa'nın girişimleriyle Dersim meselesini halletmek için 1896'da bazı kararlar alındı.

Ahmed Şakir Paşa, 11 Ağustos 1899 tarihli raporuyla bölgede asayişin sağlanamamasının sebebini şu şekilde izah etmişti:

"Dersim ahalisi öteden beri haydutluk yolunu tutmuştur. Şimdiye kadar üzerlerine üç defa askeri harekât yapılmış ve fesat çıkaran aşiret reisleri ya idam ya da sürgün edilmişken çok geçmeden yeni reisler türemiş ve şekavet daha da artmıştır. Sadece sert tedbirler ve birçok adamın öldürülmesi gibi usullere başvurularak, bölgede askeri harekât yapılacak olursa bu da bir netice vermeyecektir. Bölgedeki asayişsizliğin başlıca sebebi fakirliktir. Suçluların cezasız kalması, halkta eşkıyalığın sıradan bir olay olduğu fikrini doğurmuştur. Dolayısıyla kanunların tatbik edilmesine engel yerleri ortadan kaldırmak gerekmektedir. İkinci aşamada ise cehaletin önlenmesi, batıl inançların düzeltilmesi, okullar açılması ayrıca Nakşibendî tekkelerin açılması lazımdır. Ayrıca yollar yapılarak şekavete yol açan sebepleri ortadan kaldırmak gerekir. Aşiret reislerine askerî harekâtın ciddiyetini anlatmak lazımdır.

Bu meselenin halledilmesi için Dördüncü Ordu Müşiri Zeki Paşa 20 tabura ihtiyaç olduğunu bildirmiştir. Ancak Dersim'in Vilayet-i Sitte'nin (Altı Vilayet: Erzurum, Van, Elazığ, Diyarbakır, Sivas, Bitlis) ortasında yer alması ve İslam kanı akmasına engel olmak için bundan vazgeçilmişti."

Gümüş Kapı

Dersim adı Türkler buraya yerleşmeden önce bölgeye verilen bir isimdi. Farsça bir tamlama olan Dersim'in kelime manası "Gümüş Kapı"dır. Bu konudaki bir diğer rivayet Dersimli aşiretinin bölgeye adını vermesidir.
Bölge Dersim adını taşımasına rağmen Dersim'in idari bir isim haline gelmesi 19. yüzyıldadır. Dersim bölgesi 1848'de sancak hâline getirildi. Dersim Sancağı Hozat'tan yönetilen Gürcanis, Kuruçay, Ovacık, Mazgird, Kuzican ve Kemah kazaları ile Koçgiri aşiretinden ibaret bir sancaktı. 1859'da sancağın merkezi Ovacık oldu.
Bölgede yeni bir düzenlemeye gidilmesine rağmen vergi toplanması ve nüfus sayımında uzun süre problemler yaşandı. Osmanlı yönetiminin bölgeye ağa ve şeyhlerden idareci ataması, bölgede devlet otoritesinin kurulamamasının en önemli sebebiydi.

Büyük bir devlet adamı

Osmanlı'nın son yıllarının en önemli devlet adamlarından Ahmed Şakir Paşa 1838'de İstanbul'da doğdu. Bozok âyanı Çapanoğulları'ndandı. 1856'da Harbiye'den mezun oldu. Çeşitli görevlerde bulunduktan sonra 1869'da askerî vazifesi mülkî memuriyete çevrilip Rusçuk mutasarrıflığına tayin edildi.

Tuna Vilayeti'nde ve Bağdat'ta Midhat Paşa ile birlikte görev yaptı. Birçok mülkî görevde bulunduktan sonra 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sırasında tekrar askerî sınıfa geçti. 1878'de Saint Petersburg'a büyükelçi olarak tayin edildi ve 12 yıl görev yaptı. 1889'da vali vekili olarak Girit'e gidip, düzeni sağladı. İkinci Abdülhamid, 1890'da Şakir Paşa'yı yaver-i ekrem sıfatıyla danışman olarak Yıldız Sarayı'na aldı. Şakir Paşa, beş yıl Yıldız'da birçok iç ve dış meselenin halli için padişaha danışmanlık yaptı.

1895'te Berlin Antlaşması'na göre yapılması gerekli reformları denetlemek için Anadolu ıslahatı umum müfettişi olarak Vilayet-i Sitte'ye tayin edildi. İkinci Abdülhamid bu görevin çok büyük bir memuriyet olduğunu ve İslam'ın saadetini temin edeceği gibi harabiyetine de sebep olabileceğini söyler. Çünkü Avrupalılar'ın yaptırmak istedikleri ıslahatın asıl amacı Doğu ve Orta Anadolu'da bir Ermenistan kurdurmaktı. İkinci Abdülhamid de bu durumu önlemek için elinden geleni yapıyordu.

Şakir Paşa, Vilayet-i Sitte ile Trabzon, Kastamonu, Ankara ve Halep vilayetlerini iki defa dolaştı. Müfettişliği esnasında bu vilayetlerin kalkınması, tarım, reji idaresi, madenler, ağaçlandırma, ulaşım, üretim, imar, askeri işler, idare, eğitim, maliye, adliye ve misyonerlik meseleleriyle ilgili projeler hazırlayıp, merkezi idareyle birlikte bunları hayata geçirmeye çalıştı. 20 Ekim 1899'da Sinop'ta vefat etti. Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi öğretim üyelerinden Ali Karaca'nın yıllarca arşivlerde çalışarak hazırladığı "Anadolu Islahâtı ve Ahmed Şâkir Paşa" isimli eseri bu büyük Osmanlı devlet adamının hayatını teferruatlı olarak anlatır.

Tunceli bölgesinin fethi

Tunceli bölgesi 1514'te Çaldıran Savaşı'ndan sonra Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı hâkimiyetine girdi. Osmanlı yönetimi Kanuni döneminde bölgeyi Çemişgezek, Mazgird, Pertek ve Sağman sancaklarına ayırıp valilikleri Pir Hüseyin Bey'in oğullarına verdi.

Merkezi otorite ve Tunceli

19. yüzyılda Osmanlı'nın zayıflamasına paralel olarak bölgedeki aşiret reisleri ve ağalar Tunceli bölgesinde güçlerini artırdılar. Tunceli ve civarı Tanzimat'a kadar merkezi otoriteden uzak bir şekilde yönetildi.

ERHAN AFYONCU-BUGÜN GAZETESİ
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Devletin Referans Kitabı

-devleti de değiştirecek kitab
-
Başbakan Erdoğan çıktı ve milyonlarca kişinin gözleri önünde DERSİM FACİASINDAN ötürü, "eğer devlet adına özür dilenecekse, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum" dedi...
Normal olarak böyle durumlarda, yani Devletin, affedersiniz ama böyle boylu boyunca uzatıldığı durumlarda, uzatan kim ise, neredeyse omuzlara alınırken, buna muhalefet en başta kollarını kaldırarak ve sloganlarla ilerleyerek gelir, ama bir bakıyoruz, boynu bükük oturmakdan, arkasında bir hesab aramakdan, karşı çıkmakdan, “ben de özür diliyorum” diyen İl Başkanını görevden almakdan başka bir şey yapılmıyor-duyulmuyor şimdilik.
Oysa bu "özür", hani denir ya hep "devlet millet kucaklaşması", işte ona yarayan ve hatta fena hâlde yarayan bir "aksiyon" olarak telâkki edilmeyecek de ne olacak?
Şu olacak:
"- Başbakanı tebrik ediyorum. Dili, üslubu ve açıklamasıyla memleketimizin ve milletimizin birliğinin temeline dinamit koymuştur. Herkesi birbirine düşman etmeyi, birbirine düşürecek yolu açmayı başarmıştır. Sayesinde tarihimizi de öğrendik. Geriye söylenecek ne kaldı. Başbakanın bir sonraki adımı nedir? Bu kampanyanın nihai amacı nedir?"
Bunlar ayrı mesele ama Dersimle alâkalı konuşmada bizim dikkatimizi çeken noktalardan birisi, Başbakan Erdoğan'ın “REFERANS KİTAB" olarak bahsettiği eser.
Necib Fazıl'ın "Son Devrin Din Mazlumları" isimli eseridir o kitab...
Başbakan konuşmasında bu eseri bakın nasıl anlatıyor:
"- Öncelikle şunu burada altını çizerek ifade ediyorum. Bizim, Dersim'le, Dersim katliamıyla olan ilgimiz, yeni, güncel ve siyasi polemiğe, Dersim üzerinden siyasete yönelik bir ilgi asla ve asla değildir. Bakın, ÖYLE KİTABLAR VARDIR Kİ HAYATINIZI DEĞİŞTİRİR, HAYATINIZI ŞEKİLLENDİRİR. Öyle kitablar vardır ki okuduğunuz bir satır, nefes alıp verdiğiniz sürece hafızanızdan çıkmaz. SİZE BURADA İŞTE ÖYLE BİR KİTAB GÖSTERMEK İSTİYORUM. NECİB FAZIL KISAKÜREK'İN, RAHMETLİ, "SON DEVRİN DİN MAZLUMLARI..." İlk baskısı 1969 yılında yapılan bu kitab, yakın tarihimizde yaşanan baskı ve zulmü anlatıyor; yakın tarihimizin karanlık sayfalarına adeta bir kapı aralıyor."
Erdoğan ayrıca, "Resmî tarihin anlattıklarıyla yetinmeyen bir neslin, bu kitabı okuyarak, o güne kadar hiç duymadığı, işitmediği, kendisine öğretilmeyen, anlatılmayan birçok meseleyi öğrenme fırsatını bulduğunu” belirterek, “bu nedenle bu kitabın zaman zaman CHP tarafından yasaklandığını, toplatıldığını ve gençlikten uzak tutulmak istendiğini” söyledi.
Görüldüğü üzere Necib Fazıl'ın eseri, onca badireleri atlattıkdan sonra şimdi DEVLETİN REFERANS KİTABI olarak KAYDEDİLMİŞ oldu.
"Özür dileme" açıklamasında dikkat çeken bir başka nokta da, kendisi de Dersimli olan CHP Gnl. Bşk. Kılıçdaroğlu'nun "özür dile... özür dile..." çağrılarına "kasedi çıkmış" AKP milletvekili Mehmet Metiner'in, tamamen gündeme gelme gayeli olarak “Sabiha Gökçen Havalimanının ismini değiştirme” ve benzeri iddialarla dolu olan konuşmasına olan vurgusuydu.
Metiner, yaptığı yazılı bir açıklamada, önceki gün "Dersim katliamıyla ilgili iki öneri ortaya koyduğunu" söylemiş, "bunların Sabiha Gökçen Havaalanı'nın adının değiştirilmesi" ve TBMM'de ''Dersim Araştırma Komisyonu'' kurulması olduğunu" söylemişti.
Hatta Metiner, kasedi çıktıkdan sonra hatırlanacaktır, nerdeyse memleketimizdeki bütün televizyon kanallarına çıkmış ve "sayın başbakanımızdan binlerce kez özür diliyorum" turuna başlamıştı, işte oradan bir "alışkanlık" olsa gerek, o yazılı açıklamasında yine, "Birinci Meclis döneminde de ''Dersim'' olan Tunceli'nin adının tekrar iade edilerek, ''Dersim ile yüzleşmede önemli bir adımın daha atılmış ve bunun da bir özür dilemenin başlangıç olacağını'' savunmuş!
İşte Başbakan Erdoğan, bu "özür dileme özürlü" Metiner'e, milyonlarca kişinin önünde, "Mehmetçiğim, sen de bundan sonra daha fazla işe fazla girme..." dedi.
Doğal olarak bugün Meclis'de basın toplantısı yapıp "yasa teklifi" hazırlayacak olan Metiner'den, sabahdan beri ses seda yok!
Konuşmada Başbakan Erdoğan, şunları söyledi ki ilginçtir:
"- Üstad 'alevi' dememiştir. Bakın burası çok önemli. Sayın Kılıçdaroğlu, sen niye demiyorsun? De, konuş, söyle. Dersim'li olduğunu söylüyorsun, güzel. Geçenlerde milletvekili arkadaşım Sayın Metiner sizin aşiretinizden bahsetti. Söyle, niye söylemiyorsun? Gocunma, anlat."
Evet, Dersim'de katledilenler Alevilerdi, ama Necib Fazıl, "Din Mazlumları" kitabında bunları almış ve dikkat ediniz daha o güne kadar kimsenin meydanda konuşmaya cesaret edemediği (
[url]http://www.t24.com.tr/aydin-engin/kose-yazisi.aspx?author=13&article=4339[/URL])ZULMÜ, KİTABLAŞTIRMIŞTI.
"Atatürk düşmanı... Devrim düşmanı... Yobaz... Süper mürşid" ilan edilivermişti hemen!
Kimlerce?
İşte Başbakan Erdoğan'ın belgelerle açıkladığı o facianın başmüsebbibi DEVLET PARTİSİ CHP ZİHNİYETLİLERCE!
Dersim "meselesi" bir anlamda "Ermeni meselesi"dir, “Tehcir meselesi”dir de aslında; "tehcir"den kaçanların sığındıkları yer, Dersim'dir mesela.
2000'li yılların başında birdenbire ortaya çıkan "Hıristiyanlığa tercih" kampanyasında da işte bu Dersimliler vardı; hepsi kökleri olan Ermeniliğe ve Hıristiyanlığa girmek için "maskelerini" çıkarıvermişlerdi.
http://www.network54.com/Forum/121213/message/1190670742/Kacak+Ermenilerin+Siginagi+Dersim
http://www.network54.com/Forum/121213/message/1190670170/Ermeni+Kirimlari+ve+Dersim
Salakça, "sevgi pıtırcığı" gibi "özür dileme turuna" çıkanlar, bütün bunları bilmedikleri veya anlayamadıkları gibi, Kılıçdaroğlu gibilerinin “özür… özür…” diye bastırmalarının arkaplanını da göremez!
Bu meselede sadece şunu söylemek gerekir ki, Devlet-i Aliyye-yi Osmaniyye’de “Ermeni Mezalimi” nedeniyle İLK HEDEFE Hacı Musa Bey’i alarak, bunun üzerinden SİYASÎ KAZANÇ elde etmeyi, İslâm’ı zelil etmeyi planladılar ama konsolosların gözüönünde cereyan eden mahkemelerde yalanları bir bir suratlarına çarpıldıysa, işte yine aynı niyetle tekrar ortaya çıkarılan “özür dileme” meselesinde de bu sefer AYNI KÖK’e, Necib Fazıl’a çarptılar!
Dersim’in “suyunu çıkartacaklar”, bundan emin olmak gerekir; 13 Kasım’da Diyarbakır’da hem de Belediye imkânları ile Hırant Dink Vakfınca gerçekleştirilen “sempozyum”, “çevresel kültür”den ziyade, hem Kürt milletini kendi tarihinden utanç içine sokmak hem de İslâm’dan “soğutmanın”, Dersim Faciası üzerinden aleti olarak görülmelidir.
http://akunq.net/tr/?p=10093
http://www.etha.com.tr/Haber/2011/11/22/guncel/basbakan-dersimlilerden-ozur-dilesin/
Dikkat ediniz ama bunlar samimi değiller.
Yukarıda “Necib Fazıl’a çarptılar” dedik; bu “özür dilenmesin” anlamında değildir, hatta Dersimliler çok masumdular demek de değildir, Başbakan’ın vurguladığı gibi “- Üstad 'alevi' dememiştir”, işin ZALİMLİK VE ZORBALIK BOYUTUNA dikkat çekmiştir ve bunu da “gericilere ve feodal artıklara hesab soran Kemalistler” diyerek destek çeken ve şimdi “özür dile… özür dile…” diye dolaşan “sol”culara rağmen dile getirmiştir!
Samimi olmadıklarını, bu faciayı İLK KEZ TÜM DEHŞETİYLE ortaya koyan Necib Fazıl ve iman ettiği İslâm’a karşı Dersim’i kullanmalarından anlayınız!
Ermenilerin ilk hedefi, Hacı Musa Bey; buna rağmen kendilerine yapılan Kemalist barbarlığı deşifre eden ve haykıran Necib Fazıl; herkesin “Necib Fazıl’ın talebesi” olarak rahatça isimlendirdiği ve Hacı Musa Bey’in torunu olan Salih Mirzabeyoğlu da müebbeten hapis ile zindanda!
“Özür” mü?
Acaba HAKİKATDE kim kimden özür dilemeli şimdi bu hâlde!?
-Oğuz Alp Kaya
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
8_b.jpg



Dersim katliamının planlayıcısı, yöneticisi ve sorumlusu Mustafa Kemal’dir.
Ahmet Altan / Taraf


Dün tarihin kırılma noktalarından birinden geçtik.
Bu ülkenin başbakanı, tarihimizin en kanlı günahlarından birini belgelerle ortaya koyduktan sonra Dersim katliamı için devlet adına “özür” diledi.
Dersim’de “isyan” olmadığını, katliam için “isyanın” bahane olarak kullanıldığını söyledi.
Öldürülen insanların sayısını açıkladı.
Nasıl öldürüldüklerini anlattı.
Yetmiş yıllık kanlı bir örtüyü tarihin üzerinden çekip aldı, halka çıplak gerçeği gösterdi.
Dersim gerçeğinin böylesine ortaya çıkması, bir başbakanın büyük bir dürüstlük ve cesaretle “tarihin saklanan yüzüyle” hesaplaşması, bu toplumun önünde yeni yollar açacaktır.
Bu ülkede, uydurulan bir tarihle, günümüz ve geleceğimiz yönlendirilmek istendi hep.
Yıllarca bunda başarılı da oldular.
Başbakan Erdoğan’ın dünkü açıklaması “resmî tarihi” parçalarken, gerçekçi bir “tarih” anlayışının da canlanması için bütün topluma büyük bir fırsat yarattı.
Dersim üzerinden yürüyerek Cumhuriyet’le ilgili birçok gerçeğe ulaşabilecek toplum.
Bir diktatörlüğün bütün utanç verici suçlarını görebileceğiz.
Bunları görmemiz önemli.
Çünkü bu suçları gördüğümüz vakit, bu suçları tekrarlamayacak, kana, kire, günaha bulaşmayacak yeni bir cumhuriyeti nasıl kurmamız gerektiğini de anlayacağız.
Atatürk’ü gerçek kimliğiyle ve bir diktatör olarak yaptıklarıyla değerlendirebileceğiz.
Atatürk’ü överek aslında bir “diktatörlük” rejimini öven ve bu rejimin sürmesi için Atatürk’ün adının arkasına saklananların önündeki o sahte perde kaldırılacak.
Dersim katliamının planlayıcısı, yöneticisi ve sorumlusu Mustafa Kemal’dir.
Cumhuriyet tarihi boyunca büyük bir “beyin yıkama” operasyonundan geçen bu halkın, karşılaştığı yeni gerçekleri kabulü biraz zor olacak ama yeni bir ülke ancak geçmişin günahlarıyla ve yalanlarıyla yüzleşerek kurulabilecek.
Erdoğan dünkü konuşmasıyla bu yeni gelecek büyük bir adım attı.
Kabul edelim ki ilginç bir adam bu Erdoğan, bazen bu toplumun ortalama düzeyinin çok altında kalan ilkel bir hamasetle milliyetçilik yaparken, bazen de inanılmaz bir sıçramayla bu toplumun düzeyinin çok üstüne çıkarak parıltılı bir lidere dönüşebiliyor.
Büyük zirvelerle ve derin uçurumlarla dolu bir dağ silsilesi gibi.
Dün onu o parlak zirvelerinden birinde izledik.
İnsan istiyor ki ülkesinin başbakanı hep bu düzeyde olsun, hep hayranlık uyandırsın, hep Willy Brandt gibi tarihe geçecek büyük jestlerin insanı olsun, toplumunun zihnini açsın, gerçeklerden korkmasın, yalanları cesaretiyle yıksın, uygarlığın sembolü haline gelsin.
Her zaman böyle olmuyor tabii ama dün bütün bu özelliklere sahip bir lider gibi davrandı.
Dersim katliamıyla ilgili bütün o gerçekleri açıklamak ve özür dilemek kolay iş değil.
Kolay iş olmadığı, ailesi bu katliamda büyük bir acı çekmiş olan CHP’nin Dersimli Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun kıvranmalarından belli.
Gerçekleri Erdoğan söylüyor, Dersimli muhalefet lideri bu gerçeklerin üstünü örtmeye çalışıyor.
Birinin cesaretine ve parıltısına hayran oluyor, diğerinin o silik zavallılığına acıyorsunuz.
Kılıçdaroğlu, geçmişin yalanlarıyla geleceğin de önünü tıkamak için çırpınıp kendi ailesinin acısını bile inkâr ediyor.
Hâlâ kendi ailesini de katleden diktatörlük rejimini savunmaya çabalıyor.
O kadarla da kalmıyor, Başbakan’ın “özrüne” katılan ve Dersim’de olanlar için özür dileyen kendi Diyarbakır teşkilatını da görevden alıyor.
Zavallı CHP, bu yalan denizinde boğulup gidecek.
Cumhuriyet tarihi, savunulabilecek bir tarih değildir, çok fazla cinayet, ölüm, baskı, zulüm vardır.
O korkunç tarihin en feci sayfalarından birini dün Başbakan’ın ağzından dinledik.
Erdoğan’ın dünkü konuşmasıyla “tarihin yırtıldığını”, o yırtıktan dehşet verici gerçeklerin göründüğünü ve yeni bir tarihe adımımızı attığımızı düşünüyorum.
Başbakan Erdoğan, tarihte yeni bir sayfa açtı.
Buradan artık istesek de geriye dönemeyiz.
Tarihle, yalanlarla, efsanelerle hesaplaşacağız.
Bu toplumun yolu artık bu yoldur.
Başbakanının Dersim’deki katliamı açıkladığı ve bunun için özür dilediği bir ülke bugün burası.
Cumhuriyet’in yalanlarının üstünü birer birer açacağız, her adımda yeni bir cumhuriyete doğru ilerleyeceğiz, özgür bir toplum yaratmak için yürüyeceğiz.
Hayat, istesek de istemesek de bizi o yolda yürümeye zorluyor çünkü.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
resim79_1.jpg
Taha Kıvanç - Star
tkivanc@stargazete.com
2011-11-28

Necip Fazıl yine şaşırttı
Üstad bütün haşmetiyle tartışma gündemine oturdu ya, ne kadar sevinsem azdır.

Geçen yüzyılın ortalarında (1950 ve sonrası) doğmuş bizim kuşağın bir bölümü için en önemli etki odağı, hepimizce hürmeten ‘Üstad’ olarak anılan, Necip Fazıl Kısakürek’tir. Son zamanlarda adı fazlaca geçmiyor olabilir, ama yaşadığı dönemde (1904 - 1983) kendisinden çok söz ettirmeyi bilmiştir.

Kitapları yanında konferansları ve çoğunu hâlâ ezberden okuyabildiğimiz şiirleriyle, bizim kuşağa ve bizden sonraki birkaç kuşağa rehberlik etmiştir. Allah rahmet eylesin.

Dersim’le ilgili tartışmalarda heyecanı artıran, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın kendisi ve arkadaşları üzerinde en büyük etkilerden birine sahip Üstad’ın konuya ilişkin görüşlerini aktarması oldu. Necip Fazıl, hem 1950’lerde ‘Büyük Doğu’ dergilerinde yazdığı makalelerde, hem de 1969’da yayımlanan ‘Son Devrin Din Mazlumları’ eserinde ‘Dersim’ olayının nasıl büyük bir facia olduğunu gözüyle görmüşcesine anlatır.

Konuya ilişkin son cümleleri şunlardır Üstad’ın: “Celâl Bayar’ın Başvekil ve Mareşal Fevzi Çakmak’ın Genelkurmay Başkanı bulunduğu 1938 yılında cereyan eden Dersim faciası, bütünleştirilmesini okuyucularımızın hayaline ve istikbaldeki tarihçinin kalemine bıraktığımız birkaç teferruat çizgisi halinde budur! Dayandığı tek sebep de birtakım âsâyişsizlik ve itaatsizlik bahanesi altında, bütün Doğu Anadolu’yu kapsayıcı olarak, o mıntıkanın bir türlü sulandırılamayan koyu İslâmi rengidir.

“Bir kıvılcım halinde gösterdiğimiz Dersim yangınının kömürleştirilmiş 50.000 cesedinde, kutup şahsiyetler dışı bir yığın olarak din mazlumluğunun en çarpıcı levhasını seyredebilirsiniz.”

Necip Fazıl’ın tanıklığının Tayyip Bey’in ağzından gündeme gelmesi sonrasında sağda-solda çıkan yazıları Üstad’ın duruşunun nasıl yorumlandığı merakıyla da okuyorum. Onun gibi ‘Ehl-i Sünnet’ akıdesine kayıtsız bağlı bir yazarın Dersim gibi ‘Aleviler’ için simgesel değeri olduğu bilinen bir konuda ‘ağıtlar’ yakmasının zihinlerdeki pek çok önkabulü yıkması beklentisiyle...

Öyle olmadı. Anılarının basınla ilişkili bölümünü anlattığı ‘Bâbıâli’ adlı kitabında kendisinin de ikrar ettiği geçmişteki ‘kumar’ iptilâsını gündeme taşıdılar. Bundan “Kumarbaza güvenilir mi?” sonucunu çıkarmamızı umarak...

Sağlığında da, aynı tipler, kendisinden ‘Süper Mürşit’ diye söz ederlerdi, küçümseyerek...

Farklı bir yaklaşım daha da ilgimi çekti. Yazar dostumuz, Üstad’ın ‘totaliter’ eğilimli olduğundan söz ediyor, Üstad’ın Dersim yazılarında Celal Bayar ve Mareşal Fevzi Çakmak’ı olaydan sorumlu tutmasını, Tayyip Bey’in o satırları da okumasını bugüne taşıyarak, “Ak Parti ‘Türk sağı’ ile bağını koparmaya mı yöneliyor” sorusunu soruyor...

Celal Bayar DP’nin kurucusu ve cumhurbaşkanı olabilir, ama DP çizgisi Adnan Menderes üzerinden sürdü siyasette... Bunu unutmayalım. Mareşal ise... O hep ‘Mareşal’ olarak kaldı; bugün Ak Parti’yle süren siyaset çizgisi için önemli bir figüre hiçbir zaman dönüşmedi.

Her dönemin üzerindeki etkilerini hesaba katmadan insanları değerlendirmeye kalkışmak ne büyük yanlış... Bu yüzden, son tartışmayı izlerken, olayda doğrudan veya dolaylı adı geçenler namına hayli üzülüyorum...

Geçen yüzyılın başlarında (1900’lerin ilk yarısında) doğmuş hemen herkes, sadece bizde değil Avrupa ülkelerinde de, hafif tertip otorite hayranıdır. Batı’da Nazizm ile Faşizmin, Doğu’da Sovyet Komünizminin yükselişi “Kimin otoriterliği daha sağlam?” mücadelesine ve büyük bir savaşa dönüştüyse bundandır...

Büyük Savaş sonrası (1950 dolayları) doğanlar ise demokrasilerin yükseldiğine uyandılar. Her ne kadar ‘sağ - sol’, Hür Dünya - Sovyet Bloku, NATO - Varşova Paktı, Kapitalizm - Sosyalizm mücadelesine sahne olduysa da aynı dönem, mücadele, “Hangi demokrasi bize daha uygun?” zemini üzerinden yürüdü. Her cephe karşı tarafı ‘otoriter’ olmakla suçladı durdu.

Sözün kısası şu: ‘Totaliter ütopya yazarı’ sıfatını yakıştırıp Necip Fazıl’ı harcamak için fazlaca ‘totalci’ olmak gerekiyor.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53

HEH HEH HEH HE…

İsmet İnönü’nün torunu, CHP Ankara milletvekili Gülsün Bilgehan şöyle demiş:

“Bence sonuca bakmak lâzım. Sonuçta bugün Tunceli bölgesi, en görgülü, en eğitimli, demokrasiye inanan insanlardan oluşuyor. Mesela sürgünlerden sözediliyor. O sürgünlerde çok iyi yetişmiş genç kızlar da var. Belki o bölgede, ortaçağ şartlarında kalsalardı o aileleri kuramayacaklardı.”

Bu minvaldeki sözleri üzerine Engin Ardıç Sabah Gazetesi’ndeki köşesinde bu konuya değinmiş… Hâliyle süper gırgırasyon (ne demekse?)

Şöyle diyor:

“Torun gerçekten de dedesini iyi anlamış. Bugün, elli dört yaşında bir hanım olarak, “Dersimliler iyi ki sürülmüş çünkü bölgeye medeniyet gelmiş” diyor. (Beri yandan, “tarihçilere bırakalım” şeklinde kıvırtmayı da ihmal etmeden tabii.)

“BugünTuncelililer-kırım ve sürgün sayesinde- en görgülü, en eğitimli insanlardan oluşuyorlar” mış. (Sürülenler mi eğitime ve görgüye kavuşmuşlar, kalanlar mı, tam olarak anlayamadık.)

Sayın Gülsün Toker Bilgehan, herhalde oylarını CHP’ye ve Kemal Kılıçdaroğlu’na yağdıran Tunceli seçmeninden sözediyor.

Tunceli seçmeni, bombalayarak, gazlayarak, kırarak ve sürerek kendisine medeniyet götüren CHP’ye borcunu bir şekilde ödeyecekti, Allah bu şekilde nasip eylemiş.

Fakat “kıyılara” da bakalım: Sürgüne gönderilen genç kızlarda çok iyi yetişmişler”… Gülsün Bilgehan öyle diyor.”

Gelelim meselenin heh heh heh he… kısmına:

“Fakat bir sözü hiç hoşuma gitmedi… Hiç yakıştıramadım…

“O sıralarda –Dersim katliamının gerçekleştiği 1938 yılında- iktidarda dedem yoktu, Atatürk vardı” demiş… İnönü 1937 yılında başbakanlıktan yürütülmüştü ya…

Ne yani, Atatürk’e dil mi uzatıyor?

Medyanın faşist polisleri, uyuyor musunuz? Görev başına! Kadın topu Atatürk’e atıyor! Bu ne rezalet?

Heh heh heh he…"

Gerçekten öyle; HEH HEH HEH HE…

Du bakali ne olacak?
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
2012_0511_kose.jpg


"Kürd'ün meselesi de, Türk'ün meselesi de birdir"


Milat Gazetesi yazarı Yakup Köse gündemi değerlendirdiği yazısında doksan yıldır süregelen keşmekeşi ve ona dair çözümü bakın nasıl anlatmış...



Hani denir ya, “Adamlar yapmış ağbi!” Bu sözün içinde biraz şaşkınlık ama en çok da acziyet duygusu vardır.

Evet, adamlar yaptı ağbi! Öyle bir yaptılar ki, doksan yıldır işin içinden çıkamıyoruz. “Sen Türksün, birinci vazifen mutlu olmak gerisine karışmamak” dediler, “Sen Kürdsün, haydi nöbete” dediler, “Sen Arabsın, Kâbe senin olsun” dediler ve bizi birbirimize düşürdüler.

Bir sarmalın içinde dönüp duruyoruz. Dönüp durdukça ölüyoruz. Öldükçe de sarmalın kendisi oluyoruz!

“Her ölüm haberi geldiğinde hep aynı klişeler” demek bile klişe oldu. Çünkü söyleyeceğimiz başka bir şey yok! Neye göre neyi söyleyeceksin? Doksan yıldır adamlar fikir mi bıraktılar; fikrin derdini mi bıraktılar!

Türküyle Kürdüyle Anadolu’nun evlatları ölüyor. Bu ölümler, medyanın şov yapmasından başka ne işe yarıyor… Bir yanda yirmili yaşlarda spiker kız, diğer yanda emekli olmuş bir komutan! Dev haritanın önünde komutan heyecanlı heyecanlı anlatıyor, “Terör kampına şuradan girmeliyiz, şöyle yapmalıyız” derken kızımız, “Şuradan da girsek olmaz mı”!.. Olur bir tanem, niye olmasın, oradan da girer, seni mi kıracak Anadolu’nun evlatları!.. Buyurduğunuz yerden de girer, ölür öldürür; hiç sorun değil! Yeter ki siz tatile girerken bunları düşünmeyin… Sizi seyreden Türk ve Kürd işçi de öğle yemeğinde, işyerinin verdiği yemek görünümlü şey yerine birbirini yer! Düşünmezler ki, daha doğrusu düşündürtmezler ki: İkimiz de sabahın köründen gecenin zifiri karanlığına kadar aynı tezgâhın başında üç kuruşa ter döküyoruz. İkimiz de, ailelerimizin asgari isteklerini bile yerine getiremiyoruz, eve başımız eğik gidiyoruz! İkimizin de şahsiyetini ezen bu sistemle mücadele etmek yerine niye birbirimizi öldürüyoruz?..

“Tamam, adamlar bu sarmalı kurmuşlar da hiç mi çıkış yok” diye soracaksınız haklı olarak. Var! İlk önce klişelerden kurtulacağız. Meseleye Türk, Kürd, Arab meselesi olarak bakmak yerine insanın meselesinin ne olması gerektiğinin tespitini yapmamız gerekiyor. Bunun nasıl yapılacağını da, bir röportajdan yapacağım iktibasla göstereyim:

1992 yılında Zendpress adlı PKK çizgisindeki haber ajansı Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’yla röportaj yapar. Lâkin işlerine gelmediği için röportajı yayınlamazlar. Röportajı yapan muhabirin “İslâmî açıdan Kürt meselesi nedir?” sorusunu cevaplarken Mütefekkir Mirzabeyoğlu’nun şu sözleri, içinde bulunduğumuz sarmalın anahtarı:

“(…) Fikre nisbetle fert, sosyal sınıflar ve kavimler, zamanın tecelli ettiği mekân zaruretini ifâde ederler... Bildiğiniz gibi, hikemiyat ve felsefede ruha "zaman" ve maddeye de "mekân" izâfe edilir; BÜYÜK DOĞU İDEOLOCYASI'nın Mimarı Necip Fazıl'ın belirttiği üzere, keyfiyet, "zaman"ın ve kemmiyet de "mekân"ın ressamı... Bu çerçevede bakılınca, Kürt'ün meselesi de, Türk'ün meselesi de, Arab'ın meselesi de, Azeri'nin meselesi de birdir: Derinliğine ve genişliğine insan ve toplum meselelerini "İslâma muhatap anlayış"ın pırıldatıcısı olarak temsil etmek, İslâm'a nisbetle "zaman ölçüsü" tutturmak... Görülüyor ki, hem "kimlik" meselesini çok mühimsiyorum ve hem de "nasıl kimlik ve hangi kimlik?" sorusunun cevabını vermiş oluyorum; diğer bütün meseleler, buna nisbetle ele alınır ve mücadelesi verilir... Eğer dava bu şekilde ele alınmazsa, sözü geçen meselelere basmakalıp bir bakışın, hasta adama nazar edip de "bu adam hasta!" der gibi kaba tesbitten öte bir mânâsı yoktur!..”*

Mütefekkir Mirzabeyoğlu’nun bu sözlerini okuyunca, doksan yıldır Anadolu insanı düşünmekten niye alıkonduğu ve niye birbirini öldürdüğü anlaşılmıyor mu?

FİKİR’E ÖZGÜRLÜK

İçimizde bulunduğumuz sarmaldan kurtulmanın yolunu gösteren Salih Mirzabeyoğlu 14 yıldır Telegram işkencesi altında zindanda. Artık devlet kademelerinde bile konuşulan Salih Mirzabeyoğlu’na yönelik hukuksuzluğun ortadan kaldırılması için Fikir’e Özgürlük Platformu 22 Haziran tarihinde İstanbul Adliyesi önünde yapacakları açıklamanın ardından “Salih Mirzabeyoğlu’na özgürlük yürüyüşü”nü başlatacaklar. 25 Haziran’da da Bolu F Tipi Cezaevi’nin önünde toplanılıp basın açıklaması yapılacak. Cenâb-ı Hak yollarını açık etsin…






* Röportajın tamamını Salih Mirzabeyoğlu’nun Adımlar adlı eserinden okuyabilirsiniz
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt