Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

DeMoKRaSi (1 Kullanıcı)

bulenttttttt

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Nis 2007
Mesajlar
6
Tepki puanı
0
Puanları
0
Batı kültürünün ürünü olan bu sistemde; 'Halkın yönetimi, halkın yasasıyla halka aittir.' Böylece halk, mutlak şekilde efendidir, egemenliğin tek hakimidir. Kendi otoritesi dışında başka bir otorite önünde sorumlu değildir. Halkın üzerinde hiçbir varlığın gücü kabul edilmez; dolayısıyla beşer üzerinde kanunları koyan da bu kanunlar doğrultusun da kendisine itaat edilen de Yüce Allah (c.c) değil, insanlardır. "Gerçek demokratik ilke, hiç kimsenin halkın üzerinde bir güce sahip olmaması demektir." [Lord Acton]

Demokrasi, esas itibarıyla, hâkimiyeti Allah'ın bir hakkı olarak kabul etmeyip bu hakkı yüce millette gören sistemin adıdır. Bu inanç doğrultusunda meclise giren vekillerin, halk üzerinde Allah'a ait olan yetkileri kendilerinde bulundurma hakkı doğmuştur. Nitekim, Allah' ın kendi hakkı olan konularla ilgili kanun yapmaya yetkisi yoktur; çünkü "Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir", bu görüş ise kanun belirleme işinde başvurulacak kaynağın 'hakkın sözü değil, halkın sözü' olacağına hükmetmiştir.

Demokrasi; Allah'ı inkar etmez ancak, yeryüzüne müdahale etmekten elini çektirip sadece göklerin sevk ve idare edilmesi görevini O’na tevd'i eder. İnsanların hayatını topyekün düzenlemek için bizzat Allah’ın değişmez değerlerini yürürlüğe koymaz. Amacı Allah’ın yeryüzüne ilişkin 'uluhiyet' sıfatını fonksiyonsuz hale getirerek, mutlak otoritenin hakimiyetine müdahale etmeye çalışmaktan başka bir şey değildir. "Demokrasi prensibi, hakimiyete istismak eden vasıta ne olursa olsun, esas olarak, milletin hakimiyete sahip olmasını ve sahip kalmasını icap ettirir.” [M.K.Atatürk]

Demokrasi, hâkimiyetin halkın elinde olmasının adıdır. Krallık, hâkimiyetin kralın elinde olmasıdır. Teokrasi, hâkimiyetin Allah adına konuştuğunu iddia eden din adamı sınıfının yada kendini ilâh yerine koyanların elinde olmasıdır. Görüldüğü üzere İslam dışındaki diğer bütün beşerî sistemlerin ortak özelliği hâkimiyeti Allah'ta görmeyip insanda görmeleridir. "Tüm güç halkta toplanır ve halktan gelir; yetkili kişiler halkın vekilleridir; halk için çalışırlar; halka karşı her zaman sorumludurlar." [Virginia İnsan Hakları Bildirisi md.2]

Demokraside, her şahıs, hâkimiyetin belli bir parçasına sahiptir. Yetmiş milyonluk bir ülkede hâkimiyet, yetmiş milyon eşit parçaya bölünmüştür. Herkes hâkimiyetin eşit bir parçasına sahip olduğundan, zamanı gelince bu parçaların toplamı doğrultusunda icraatlar yapılır, kararlar alınır ve kanunlar belirlenir. Alınan bu kararlar da ise kesinlikle hakkın hükmü önem taşımaz. Egemenliğin tek hakimi olan beşer böylelikle dilediği hayatı, sorgusuzca yaşama imkanı bulur. "Demokrasi keyfi güçten başka bir şey değildir." [Pierre Joseph Proudhon]

Demokrasi, halk idaresi diye, halkın inancına, yaşayış ve ahlâkına saldıran sistemin adıdır. Çoğunluk oluştumu her türlü ahlak ve anlayış değişir; mutlak doğru, çoğunluğun tespit ettiği görüştür. Doğru, parmak sayısına göre belli olur. Halktır hakem, o ne demişse doğrudur. Serbest kılma veya yasaklama yetkisi, halkındır, seçilmişlerindir. "Politikada çoğunluğun kurallarının haklılaştırılması onun ahlaki açıdan doğru olduğunu göstermez" [Walter Lipmann]

Demokratik sistem içinde kurulan partilerin, hangi inanca, hangi kültüre, hangi ahlaka sahip olduğu önemli değildir. Batıl ve İslam'a zıt olsa bile çoğunluğun görüşü mukaddes ve geçerlidir. Yöneticinin seçimi konusunda, en basit ve cahil insanla, en takvalı ve alim insanlar eşit tutulur. "Demokrasilerde bir seçmenin cehaleti bütün halkın güvenliği için tehlikedir." [John f. Kennedy]

Demokrasi, monarşinin egemenliğine göz dikmiş, krallık veya padişahlığın yanlışları üzerine antitez olmuştur. Ancak demokrasi ile disiplini esas alan rejimler arasındaki fark, önemsizdir. Totaliter rejimlerde kral veya general; 'Ben böyle istiyorum!' der; Demokrasi ise, 'sen böyle istiyorsun!' der. "Çoğunluğun azınlık tarafından yönetimi tiranlıktır; azınlığın çoğunluk tarafından yönetimi de tiranlıktır. Her iki durumda da 'senin istediğin gibi değil, bizim istediğimiz gibi yapacaksın' kuralı geçerlidir." [Herbert Spencer]

Demokrasiyle beraber gelen siyasi anlayışın sonucu, sistemin yetiştirdiği toplulukların, isyankar fertlerinden meydana gelen bir parlamentoda; İslam'a dayanmayan bir düzeni zuhûr ettirmek amacıyla ortaya atılan her düşünce, beşerin tabiatı dolayısıyla eksik ve yanlış oluşumlara açık olacaktır. Bu nedenle sistemde kanunlar yaz-boz tahtasına dönüşmüştür. Böylece halk, kültürel, ahlaki, sanatsal, hukuki ve siyasi açıdan devamlı bir istikrarsılık yaşar. Doğru ve adil olarak kabul edilen kanunlar birkaç sene sonra savunulmaz hale gelirler. Bu durumsa kusursuz bir iradeyi terkederek, kendi kısır döngülerine hapsolan mahlukatın, liderlerinden istedikleri huzurlu ve rahat yaşamı bulma imkanını yok edecektir. "Demokratik karar mekanizması garanti edildiği müddetçe her şey yolunda gider düşüncesini kabul etmiyorum. Ben bunu 'seçim safsatası' olarak adlandırıyorum." [James M. Buchanan]

'Halkın çoğunluğu' olarak ifade edilen bu sistemde; parti aritmetikleri içinde ortalama % 25-30 oy alan her parti iktidar olur, geri kalan % 70-75'lik grup ise hakimiyette ancak muhalefet durumundadır. Bu durum çoğunluğun sesi diye ifade edilir ve sistemin mükemmelliği tartışılamaz durumdadır. Şimdiye kadar Batıda ve coğrafyamızda birçok seçim sistemi uygulanmıştır. Ancak, bunların hiçbirisinin asgarî düzeydeki çoğunluğun irâdesini iktidar olarak yansıtabilecek yeterlikte olduğu ileri sürülememektedir. "Çoğunlukçu demokrasi, halkın egemenliği olarak ifade edilen doktrin içersinde en yetersiz ilke olarak görülmektedir." [Bernard Crick]

Demokrasi, gerçek manasıyla uygulanma kabiliyeti olmayan hayalî bir düşüncedir. Zira, umumî işlere bakmak için halkın tamamının devamlı olarak bir yerde toplanması imkânsızdır. Yine idarenin ve yönetimin; halk tarafından deruhte edilmesi de, yürütülmesi de imkânsızdır. Bundan dolayı demokrasiye hile yapıp onu tevil ettiler. Böylece onun için parlamento meclisi diye isimlendirdikleri şeyleri meydana getirdiler. Buna rağmen, bu tevilden sonra da onun manası vakıaya uymaz. Şöyle ki; parlamento üyeleri halkın çoğunluğu tarafından değil halkın azınlığı tarafından birer vekil olarak seçilirler. Zira, parlamentodaki bir koltuk için bir kişi değil bir kaç kişi adaylığını gösterir. Böylece, bir bölgede seçmenlerin oyları, adaylara dağılır. O bölgede seçmenlerin oylarının çoğunu elde eden kişi aslında seçmenlerin oylarının çoğunluğunu değil, sadece diğerlerden daha fazlasını almış olur. Buna göre; kazanan milletvekilleri halkın oylarının çoğunluğunu değil azlığını elde etmiş olurlar. Böylece, bu kişiler azınlığın vekilleri ve temsilcileri olurlar. Halkın çoğunluğunun vekilleri ve temsilcileri olamazlar. "Kelimenin tam anlamıyla gerçek bir demokrasi hiçbir zaman varolmadı ve varolmayacaktır." [Jan Jack Rousseau]

Demokrasi de sisteme hangi doktrin hakimse onun koyduğu kurallar işlemekte, halkın seçmek mecbûriyetinde olduğu düzenin memurları ise, isteseler bile hâkim gücün/derin devletin sistemini değiştirme hakkına sahip olmamaktadırlar. Toplum, ancak kurulu düzenin ilkelerini uygulayanlar olarak kendi önlerine çıkarılan isimler arasından bir tercih yapmak zorunda bırakılır. Bu nedenle halkı temsilen seçilenlere düşen iş, mevcut sistemin çarkının başında durmaktan öteye gitmez. Halka düşen görev ise, düzenin bazı yerlerine idareciler tâyin ederek onların suçuna ortak olmaktır. "Demokrasi nutuk atanların egemen olduğu bir aristokrasiden başka bir şey değildir." [Thomas Hobbes]

Halkın temel hak ve hürriyetlerinin korunmasını; halk kitlesinin görüş ve kanaatlerinin ülke yönetimi ve işleyişi üzerinde etkili olması gerektiğini öne süren demokrasi, bu 'güzel rüya'sını bir türlü gerçekleştirme imkânını bulamamıştır. Amerika ve Avrupa'da demokratik haklar konusunda fazla bir problem yok gibi görünmesine rağmen, halen yönetim kesimi ve sanayiciler ile halk kesimi arasında gelir seviyesinden siyasî hakların kullanılmasına kadar farklar görülmektedir. Bu durum ise demokratik hakların teorik olarak kitleleri memnun ederken, bu haklardan en büyük payı yine iktisadî nüfuz sahiplerinin almakta olduğunun kanıtıdır. Bu nedenle demokrasi, milli egemenlikten ziyade 'çıkar ve baskı grupları’nın egemenliği'ne dönüşmüştür. Sistemin içindeki doldurulamayan büyük boşlukların çıkarcılara tanıdığı imkanlar sayesinde, ortam içinde rant sağlayan bu 'çıkar ve baskı grupları' kendi kazançlarına en uygun partiler için seçim kampanyalarına parasal destek sağlayarak veya seçim sonrasında lobicilik yaparak elde ettikleri imkanlarla güçler dengesinde önemli bir konuma gelmişlerdir. Bu durum ise demokrasinin temel ilkesi olan milli egemenliği, halkın elinden alarak parlamentoya, siyasal iktidara ve çıkar gruplarına teslim etmiştir. "Devletler, partikülarizmin baskılarını kontrol altında tutmalıdır. Devletin gücü esasen partikülaristik çıkar gruplarının baskıları sonucu gelişir" [V.O.Key]

Demokrasi içersinde halkın egemenliği dışında bir başka hakim güçse, seçilmiş iktidar partileridir.Hakimiyetin meşru kaynağının halk olduğu söylenen bu sistemde, egemenlik hakkı ve yetkisi milletin seçtiği temsilcilere devredilmiştir. Dolayısıyla sistem içinde iş başına gelen siyasal iktidarın meşrutiyetinin gerisinde 'halk iradesi’nin olduğu kabul edilir. Siyasal iktidarlar buradan hareketle sık sık 'milli irade' yi temsil ettiklerinden söz ederler. Uygulamada kendilerini milli iradeyi temsil eden bir kurum olarak gören siyasal iktidarlar, millet adına sahip oldukları gücü, seçilmiş oldukları dönem içersinde, gelecek seçimler endişesi ve kuvvetler ayrılığı kurumu dışında başka bir sınırlamaya tabi olmaksızın istedikleri şekilde kullanabilmektedirler. "Demokrasi despotizme dönüşür" [Eflâtun]

Demokrasi bir yönetim biçimidir; yönetimleri belirleme biçimi değil! Kendisi bir düzendir; başka düzenlere kapı değil! Egemen güçler tarafından kuralları belirlenmiş oyundur; oyun kurallarını belirleme işi değil! Demokrasi, kitabına uydurma rejimidir; Kitab'a uyma değil...! "İyi hükümetler arasında demokrasi en kötüsü, fakat kötülerin en iyisidir." [Aristoteles]

İnsanlığın gördüğü şiddetli belâlardan birisi de, muhakkak ki demokrasinin getirdiği genel hürriyetler düşüncesidir. (İnanç Hürriyeti, Fikir Hürriyeti, Mülk Edinme Hürriyeti, Şahsî Hürriyet) Bunlardan topluma mutlak zararı olanlar 'Mülk Edinme Hürriyeti ve Şahsî Hürriyet' düşüncesidir. Şöyle ki;

Demokrasinin getirdiği özgür Mülk edinme hürriyeti, helal haram demeden büyük sermayeli kurumların meydana gelmesine neden olmuştur. Kapitalizmin en büyük destekçisi olan bu sistem, kurumların, ham maddelere ve ürettiklerini satmak için tüketici pazarlara ihtiyaç duymasına ve geri kalmış memleketleri sömürmek, servetlerini istilâ etmek, mallarını gasbetmek hususunda yarışmaya sevk etmiştir. Nitekim, bu devletler, bu yarış esnasında ruhanî, ahlâkî ve insanî değerlerden tamamen soyunmuşlardır. Onların haram kazancı elde etmek üzerindeki yarışları yıllar ilerledikçe daha da artmıştır. Öyle ki bu durum onları, ürettiklerini satabilmek ve kendilerine hayli kârlar sağlayan askerî ve sanayî ürünlerini piyasaya sürmek için devletler arasında ve halklar arasında fitne ve savaş ateşlerini yakmaya sevk etti.

Demokraside düşünülmesi diğer bir konu ise, ferde tanınan aşırı Şahsi hürriyettir. Birçok araştırmacı Batı demokrasisinin fert ve toplumu, dejenere olabilecek ölçüde bir hürriyet serbestliğine ulaştırmış olduğu kanaatindedirler. Bu noktada topluma zarar veren görüş, davranış ve çalışmalar; ferdi hürriyete engel olunur iddiasıyla serbest bırakılacaktır. Ancak demokrasi anlayışının sınır tanımayan veya sınır koyulsa bile, ferdî hürriyeti ihlâl edebileceği iddiası ile ortadan kalkabilecek tarzdaki varlığı, toplumdaki insanların dejenere olmasına yol açıp bozulmayı hızlandıran bir boşluğa sahiptir. "Demokratik kurumların özgürlüğü ve medeniyeti er yada geç mahvedeceği konusun da ikna olmuş durumdayım" [Thomas Babington Macaulay]

Demokrasi hakkındaki bir başka yorum ise Fârâbî'den gelmiştir. O, cahil şehrin tutumlarını anlattığı kitabının bir bölümünde şu cümleleri kuruyor: "Bir başkası demokratik (cima'iyya) şehirdir. Bu şehrin halkının amacı, her biri hiçbir şeyde arzularına gem'vurmaksızın kendi istediğini serbestçe yapan insanlar olmaktır." [İdeal Devlet, s.100]

"Demokrasi dediğimiz zaman, gerçekte baskı altında bulunan malum sınıfın, haklarını elde etmek için giriştiği mücadeleyi kastediyoruz. Demokrasinin, isteyen herkese kendiliğinden, cömertçe haklarını verdiğini kastetmiyoruz. Çünkü parlamenter düzen, yapısı itibariyle fakirlerin haklarını ancak baskı ve zor altında kaldığı için tanımak durumunda olmuştur. Eğer günümüzde bu haklar, demokrasinin belirgin özelliklerinden sayılıyorsa bu, demokrasinin kendiliğinden bu şekilde doğmuş olmasından veya herhangi bir ülkede doğrudan doğruya bu şekilde ortaya çıkacağından değildir. Onun bu niteliğe sahip olması meydana gelen keskin sınıfsal mücadelelerden kaynaklanmaktadır.

Ekonomik yanıyla kapitalizm, siyasî yanıyla liberal demokrasi, sosyal yanıyla da toplumun çözülüşü şeklindeki sapma, her şeyden önce Allah'ın hayatı düzeltmek ve adaletle ayakta tutmak üzere indirmiş olduğu İslâm hukukundan bir sapmadır. Diğer taraftan 'Bırak istediğini yapsın, bırak istediği yerden geçsin' deyip, her şeyi yapmak isteyen, ele-avuca sığmayan ferdiyetçiliğin sapmasıdır. Bu ferdiyetçilik, ekonomi alanında kapitalizm, sosyal alanda ahlâkî bağları çözülmüş laik toplum şeklini almaktadır.

Liberal demokraside iktidar ise, hem servetin sahibi, hem hükmedici ve hem de hükmüne hiç kimsenin itiraz edemeyeceği kurum olan kapitalizmdir. Teoride 'teşrî hakkı' halka ait olmakla ve yine teorik planda halkın itiraz etme yetkisi bulunmakla birlikte, gerçek böyle değildir. Liberal demokraside ortaksız ve tek başına mâbut Allah mıdır, yoksa öte tarafta Allah ile birlikte veya yalnızca kendilerine ibadet edilen uydurma ilâhlar var mıdır? Bu her iki ibadet şekli arasında herhangi bir fark yoktur. Çünkü Allah ile beraber başkalarına da ibadet edilirse, 'şirk' olur. Allah'a ibadet edilmeyip, sadece uydurma ilâhlara ibadet edilirse bu da küfür olur." [Prof Muhammed Kutub, Demokrasi, İstanbul 1988, s. 356-365]
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt