Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

DELİL OLMADIĞI HALDE DELİL SANILANLAR--2- Sahabî Mezhebi: (1 Kullanıcı)

HUSEYIN SASMAZ

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Eyl 2009
Mesajlar
1,204
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
61
DELİL OLMADIĞI HALDE DELİL SANILANLAR
2- Sahabî Mezhebi:
İçtihat meselelerinde bir sahabe mezhebinin, müçtehit sahabelerden başkasına delil olmadığı hususunda ihtilaf yoktur. Dolayısıyla sahabe mezhebi, müçtehit sahabeler bakımından Şer’î delil sayılmaz, ihtilaf edilen husus, sadece sahabe mezhebinin tabiin ve onlardan sonraki müçtehitler için delil olup olmamasıdır.

Bazı imamlar, sahabe mezhebinin delil olduğunu söylediler. Onu Şer’î hükümler hakkında Şer’î delillerden saydılar. Sahabe mezhebinin delil oluşuna dair Kitap, Sünnet ve İcmâdan deliller getirdiler.

- Kitaptan delilleri, Allah’u Teâlâ’nın şu sözüdür: كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ “Siz insanlar için çıkartılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Ma’rufu emredersiniz...”[1] Bu, emrettiklerinin “ma’ruf/iyilik” olduğuna dair sahabelere yönelik bir hitaptır. Ma’rufu emretmek, kabulü vacib bir husustur.

- Sünnetten delilleri, Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözleridir: أصحابي كالنجوم بأيهم اقتديتم اهنديتم “Ashabım yıldızlar gibidir. Onlardan hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz.”[2] اقْتَدُوا بِاللَّذَيْنِ مِنْ بَعْدِي أَبِي بَكْرٍ وَعُمَرَ “Benden sonra gelenlerden Ebu Bekir ve Ömer’e uyun.”[3]

Bu sözler, sahabeleri ammî ve mukallid olarak taklid edenlere hitap etmeye hamledilemez. Çünkü onda umumu tahsis eden delil yoktur ve onu sahabelere tahsisin faydasının iptali vardır. Çünkü ammî olanların sahabe olmayan müçtehitleri taklit etmenin caiz oluşunda ittifak vukuu bulmuştur. Dolayısıyla geriye bu sözle kast olunanın onların mezheplerine tabi olmanın vacib oluşu kalmaktadır.

- İcmâya gelince; Abdurrahman b. Avf, Ali RadıyAllah’u Anh’ı Ebu Bekir ve Ömer’e uyması şartıyla Hilâfet’e atadı. O uymayı reddetti. Abdurrahman b. Avf’ın bu şartını kimse kınamadı, dolayısıyla icmâ hâsıl oldu. Ayrıca sükûtu icmâ yayıldığında inkâr edilmeyen sahabe sözüdür ve hüccet olarak kabul edilir. Aynı şekilde yayılmayan sahabe sözü de hüccet olur.

“Sahabe mezhebi delildir”, diyenlerin delillerinin özeti bunlardır. Bu deliller, sahabe mezhebinin hüccet oluşuna delâlet etmeye uygun değildirler.

-Ayette öyle bir delâlet yoktur. Çünkü ayet Muhammed SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in ümmetinin tamamına hitaptır, sadece sahabelere ve Rasul’ün zamanına değil. Ayrıca تأمرون بالمعروف “Ma’rufu emredersiniz…” sözü, onların emrettikleri hususun ma’ruf olması anlamına gelmez. Çünkü bu sözden sonra وتنهون عن المنكر “ve münkeri nehyedersiniz…” sözü gelmektedir. Fakat bu ayetin manası; “Ma’rufu emredip münkeri nehyettiğiniz için siz hayırlı ümmetsiniz.”

- O iki hadise gelince; o, sahabelere övgüdür, onların sözlerinin Şer’î delil olması değildir. بأيهم اقتديتم اهنديتم “Hangisine uyarsanız hidayet bulursunuz.” sözüyle kast olunan, onların Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den rivayet ettikleri husustur, her şeyde onlara uymak değil. Zira sahabeler masum değildirler ve sadece masum olan kimseye her şeyde uyulur.

Sahabelerin sükûtu icmâsının hüccet oluşu, yayılmamaktan değil, sadece yayılmaktan ve normalinde inkâr edilen husustan olmasından gelmektedir. Bu iki husus ise, sahabe mezhebinde yoktur. Zira sahabelerin mezhebi, yayılsa da hatta sahabeler ona karşı çıkmasalar da o sükût sayılmaz. Çünkü sükûtî icmâ, normalinde inkâr edilen hususa hastır ve bu her hüküm için geneldir. Bir de sükût, o sözün yayılarak sahabelerin bilmesi durumunda muteberdir. Sahabe mezhebi ise yayılmamıştır, dolayısıyla sahabeler onun üzerinde sükût etmiş sayılmazlar. Onun için sahabe mezhebi, sahabelerin sükûtu ile kıyas edilmez. Bütün bunlardan açığa çıkıyor ki, bu delillerin tamamı sahabe mezhebinin Şer’î delil olduğuna dair hüccet olmaya uygun değildirler.

Ayrıca sahabe mezhebinin Şer’î delil olduğunu nefyeden husus vardır. Buna örnek Allah’u Teâlâ’nın şu sözüdür: فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ “Bir hususta ihtilafa düşerseniz onu Allah’a ve Rasulü’ne götürün.”[4]

Böylece anlaşmazlığın kendisine götürüleceği yönler tayin edilmiştir. Onlar da Allah ve Rasulü’dür. Yani Kitap ve Sünnettir. Bu ikisinin dışındakilere götürülmez. Sahabe mezhebi ise, Kitap ve Sünnetten değildir. Dolayısıyla ona götürülmez, başvurulmaz. Onun için o hüccet sayılmaz.

Bir başka husus ise; sahabe, içtihat ehlindendir. Onun hata yapması mümkündür. Hata ihtimali mevcut olduğu sürece, mezhebi hüccet sayılmaz.

Bir başka husus ise; sahabeler, bir takım meselelerde ihtilaf etmişlerdir. Her biri diğerinin mezhebinin tersine gitmiştir. Sahabe mezhebi hüccet olsaydı, Allah’u Teâlâ’nın delilleri çelişkili, farklı olurdu, bir kısmına tabi olmak diğerine tabi olmaktan evla olmazdı. Dolayısıyla onların mezhepleri Şer’î delil olmaz.

Ayrıca sahabeler Rıdvanullahi Aleyhim sünnetlerden birçoğunun kendilerine ulaşmadığını itiraf edip kabul ediyorlardı. Birçoğunun Rasul’den kendilerine ulaşana ters düşen görüşlerinden vazgeçiyorlardı. Bu da onların mezheplerinin delil olmadığına dair delildir. Çünkü Rasul’ün kendi meselesi hakkında söylediğinin onlara ulaşmaması mümkündür. Sünnetten bir çoğunun kendilerine ulaşmadığını kabul etmelerine dair delil, Ebu Hüreyre’de rivayet edilen şu husustur:

“Muhacir kardeşlerimi pazarlarda alış-veriş meşgul ediyordu. Ensardan kardeşlerimi de malları üzerinde çalışmak meşgul ediyordu.”

Berâ’ b. Âzib’ten şöyle dediği rivayet edildi: “Size anlattıklarımızın hepsi Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’den işittiklerimiz değildir. Fakat bize ashabımız anlattılar. Develeri gütmek bizi meşgul ediyordu.”

İzin istemek ile ilgili hadis hakkında Ömer RadıyAllah’u Anhu şöyle diyor: “Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in emrinden/dininden olan bu husustan haberim olmadı, öyle mi? Pazarlarda alış-veriş beni oyaladı.”

Böyle birçok rivayet var. Onların kendilerine Rasul’den hadis ulaştıktan sonra ona ters düşen görüşlerinden vazgeçtiklerine dair delil, rivayet edilen şu husustur: “Ömer, çocuğunu büyütüp kaçan kadınları eve konulmalarını reddediyordu. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in bu konuda izin verdiği kendisine haber verildiğinde, onları reddetmeyi durdurdu.”

Yine rivayet edilir ki; “Ömer, parmakların diyetlerinin farklı olması görüşündeydi. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in onların diyetinin eşit olmasını emrettiği haberi kendisine verildiğinde, kendi görüşünü terk edip, parmakların diyetlerinin eşit olması hükmünü aldı.”

Yine rivayet edilir ki; “Ömer, mecnunun recm edilmesini istedi. Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in; رفع القلم عن ثلاثة عَنِ النَّائِمِ حَتَّى يَسْتَيْقِظَ وَعَنِ الصَّبِيِّ حَتَّى يَحْتَلِمَ وَعَنِ الْمَجْنُونِ حَتَّى يَعْقِلَ “Kalem üç kişiden kaldırıldı: 1- Uyanıncaya kadar uyuyandan, 2-Buluğa erinceye kadar çocuktan, 3-Aklı başına gelinceye kadar mecnundan”[5] sözü kendisine bildirilince, onun recm edilmemesini emretti.”

Abdullah b. Ömer, araziyi kiraya veriyordu. Nebi SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in bunu nehyettiği kendisine bildirilince araziyi kiraya vermekten vazgeçti.

Abdullah b.Abbas’ın, mut’a nikâhının nehyedildiğini, Ali RadıyAllah’u Anhu kendisine bildiresiye kadar haberi yoktu.

Rivayet edilir ki, İbni Abbas şöyle dedi: “Allah’ın sizi yere çakmasından korkmuyor musunuz? Ben size Rasulullah SallAllah’u Aleyhi VeSSellem dedi, diyorum, siz de Ebu Bekir ve Ömer dedi diyorsunuz. O ensar, Rasul SallAllah’u Aleyhi VeSSellem’in şu sözünü unuttular: الأئِمَّةُ مِنْ قُرَيْشٍ “İmamlar Kureyş’tendir.”[6]

Bunun gibi birçok olay vardır. Bunların tamamı, sahabelerin mezhebinin hata ve unutkanlığa açık olduğuna delâlet etmektedir. Dolayısıyla delil olmaya uygun olmaz.

Geriye Abdurrahman b. Avf’ın, Ebu Bekir ve Ömer’e uymayı talep etmesi üzerinde Sahabelerin İcması meselesi kaldı. Bu, sahabe mezhebinin delil oluşuna dair bir icmâ değildir. O sadece, bir müçtehidin kendi görüşünü terk ederek başka bir müçtehidi taklit etmesinin caiz oluşuna dair bir icmâdır. Bundan kasıt, Müslümanların sözlerinin bir görüşte birleştirilmesidir. Bu bir şeydir, sahabe mezhebinin hüccet olması başka bir şeydir.

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, sahabe mezhebi Şer’î delillerden değildir.



3- İstihsan:


الاستحسان –“İstihsan” Arapçada الحسن - “Hasen” kelimesinin استفعال -“İstif’âl” kalıbındaki haldir. Her ne kadar başkasına göre çirkin görülse de şekiller ve manalarda insanın kendisine yöneldiği ve hoşlandığı, güzel bulduğu husustur. Bu lügat manası, fıkıh usulünde bahis konusu olan istihsandan kast olunan değildir. Zira din hakkında heva-heves ile söz söylemenin caiz olmadığı hususunda, Allah’u Teâlâ’nın Şeriatı hakkında bir Şer’î delil olmaksızın müçtehidin şehveti ve hevası/arzusu doğrultusunda hüküm vermesinin reddedildiği hususunda bir ihtilaf yoktur. Bu hususta ammî ile müçtehit arasında bir fark yoktur. Bahis konusu olan “istihsan”, ancak fıkıh usulü âlimlerinin ıstılah/terim olarak kullandıkları istihsandır, lügatla ilgili mana değil.

İstihsan hakkında konuşanlar, onun tarifinde ihtilaf etmişlerdir. İstihsanın bazı tarifleri şunlardır:

-Müçtehidin vicdanını etkileyen, fakat onu ifade etmekte güçlük çektiği ve açıkça ortaya koyamadığı bir delildir.

-Bir kıyastan daha kuvvetli bir kıyasa geçiş gerekliliğidir.

- Kendisinden daha kuvvetli bir delille kıyas tahsis etmektir.

-İçtihat şekillerinden lafızların genelliğini kapsamayan bir içtihat şeklini ondan daha kuvvetli bir şekilden dolayı terk etmektir. Bu hatıra ilk anda gelen hüküm hakkındadır.

-Daha kuvvetli bir husustan dolayı bir meseleyi benzerlerinden ayırmaktır.

-Bir meselede, o meselenin benzerlerine verilen hükümden vazgeçmeyi gerektiren bir gerekçe ile o hükmü bırakıp aksine bir hüküm vermektir.

İstihsanı dört çeşide ayırdılar:

1- Kıyas istihsanı. 2- Zaruret istihsanı. 3- Sünnet istihsanı. 4- İcmâ istihsanı.

Bir kısmı da istihsanı iki kısma ayırdı: 1- Zaruret istihsanı. 2- Kıyas istihsanı. Onlara göre:

1-Kıyas istihsanı: Hatıra ilk gelen zahir/açık kıyas hükmünden vazgeçip farklı bir hükme gitmektir. Zira birincisinden daha dakik ve daha gizli, fakat delil bakımından daha kuvvetli, bakış bakımından ve sonuca varma bakımından daha doğru başka bir kıyastır, diyorlar ve bunu “Hafî/kapalı kıyas” olarak isimlendiriyorlar. Buna örnek şudur:

“İki şahıs, ücretinin tamamı ikisinin üzerine borç olarak iki kişiden bir araba satın alsalar. Alacaklı olanlardan birisi borcun bir kısmını alıyor. Hâlbuki onun alınanı kendi hissesi yerine sayması hakkı yoktur. Bilakis ortağının ondan hissesini talep etmesi hakkı vardır. Çünkü onun borçtan aldığı miktar, ortaklaşa sattıkları malın fiyatındandır. Yani iki ortaktan herhangi birisinin satılan malın ücretinden alması iki ortak için almasıdır. Onlardan birisinin kendisine düşen hissesi değil. Alınan bu miktar alan kişinin elindeyken, diğer ortak hissesini almadan kayıp olduğunda, kıyasın gereği, ikisinin hesabından yani şirketin hesabından kayıp olur. Fakat istihsanda, sadece o miktar alan kimsenin hissesinden kayıp sayılır. Çünkü aslında o, o miktarı alana bu hususta ortak olmak zorunda değildir. Bilakis o, alınan miktarı alana terk etmesi ve borçtan kalanı da kendi hissesine katması hakkı vardır.” İşte kıyas istihsanı böyledir.
SLM AHSYET / DELL OLMADII HALDE DELL SANILANLAR
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt