Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Defterimdeki Notlar... (1 Kullanıcı)

gülsengül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2008
Mesajlar
5,816
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
44
Emeğine sağlık kardeşim çok güzel bir paylaşımdı...

selametle kalın...
 

kalemgenç

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Ocak 2009
Mesajlar
499
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
S.A. Değerli kardeşim bu güzel paylaşım içim Allah razı olsun.Emeğine sağlık.
selam ve dua ile........
 

kalbiminurlandır

Eposta Onaylanmamış Üyeler
Katılım
7 Tem 2008
Mesajlar
4,040
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
vealeykumselam :H
Rabbimin cennet mekanı ile şereflenirsiniz inşALLAH.
yüreğinize sağlık.
Rabbim dualarınızı kabul etsin. amin
 

kalbiminurlandır

Eposta Onaylanmamış Üyeler
Katılım
7 Tem 2008
Mesajlar
4,040
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Ne dersiniz, bu nimetin kadrini yeterince takdir edebiliyor muyuz?
 

kalbiminurlandır

Eposta Onaylanmamış Üyeler
Katılım
7 Tem 2008
Mesajlar
4,040
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
(tavsiyemdir mutlaka okumalısınız)

Kölenin Dört Duâsı
Mustafa Eriş

Yesrib şehrinde bir adam kavminin ileri gelenlerini topladı. Kölesine dört dirhem vererek bununla misafirler için çeşitli meyveler satın alıp getirmesini emretti.
Köle çarşıya çıkmak üzere evden ayrıldı. Yolda giderken Mansur b. Ammar mescidine uğradı. Orada Allah dostlarından Mansur’u ziyaret edip onun duasını almak istedi.
Mescide girdiğinde gördü ki Mansur, bir fakire vermek üzere bir şeyler istiyordu. “Kim bu yoksula dört dirhem verirse, ona dört duâda bulunacağım” diyordu.
Bu Allah dostunun sözlerinden etkilenen ve acaba hangi duayı yapacak diye merak eden köle, elindeki dirhemleri o fakire verdi.
Bir fakirin ihtiyacını gidermenin sevinciyle Allah’a hamdeden Mansur ona dedi ki:
- Dua etmemi istediğin şeyler nelerdir söyle bakalım!
Köle:
- Benim bir efendim var, ondan kurtulmak istiyorum, dedi.
Mansur, bunun için dua etti.
Sonra dua etmemi istediğin diğer şey nedir? dedi.
Köle:
- Allah’ın, dirhemlerimi yerine koyması için dua ediniz, dedi.
Mansur, bunun için de dua etti. Sonra,
Diğeri nedir, dedi.
Köle:
- Efendimin Allah’a tevbe etmesini istiyorum. Onun için dua buyurunuz, dedi.
Mansur bunun için de dua etti.
Sonra köleye,
Diğeri nedir, dedi.
Köle:
- Allah’ın beni, efendimi, seni ve kavmin adamlarını bağışlamasını istiyorum, dedi.
Mansur bunun için de dua etti.
Dört konuda Mansur’un duâsını aldıktan sonra köle oradan ayrılarak çıkıp gitti.
Eve döndüğünde Efendisi ona:
- Niçin geciktin, diye sordu.
O da olan biten hadiseyi anlattı.
Efendisi ona:
- Hangi konularda dua istedin, dedi.
Köle:
- Ben kendimin azadlığımı istedim, dedi.
Efendisi:
- Git sen hürsün dedi.
Sonra ne için dua ettiğini sordu.
Köle:
- Allah’ın dirhemleri yerine koymasını istiyorum, dedim. Bunun için de dua etti.
Efendisi:
- Al sana dört dirhem, dedi.
Ve üçüncü duayı sordu.
Köle:
- Senin Allah’a tevbe etmen için dua istedim. O da bunun için dua etti dedi.
Efendisi:
-Allah’a tevbe ettim, dedi.
Dördüncüsünü sordu.
Köle:
- Allah’ın beni, seni, Mansuru ve kavmi bağışlaması için dua rica ettim.
O da bu duayı yaptı, dedi.
Efendisi:
- Bu benim elimde değildir, dedi. Kölesine çok müsamahalı, affedici ve bağışlayıcı davrandı. Gece olup istirahata çekilince rüyasında, sanki birisi ona şöyle seslendi:
“- Sen kendine ait olanı yaptın. Benim bana ait olanı yapmayacağımı mı sanırsın?!
Ben Azimüşşan da seni, köleyi, Mansur’u ve mecliste hazır olanların hepsini bağışladım.”
İnsan kendi üzerine düşeni yapar, Allah yolunda fedakârlığını gösterirse, onun gayretini, fedakârlığını ve sadakatini gören Allah celle celâlühü kulunu, engin merhameti içine alıverir. Ona yaptığından daha fazlasını verir.
Zira O, Ekremül-Ekremîn’dir. Cömertlerin en cömertidir.
Kuluna ikram etmeyi sever.
İkram ve ihsanı, af ve mağfireti boldur.
O, Erhamürrahımin’dir. Merhametlilerin en merhametlisidir.
Kuluna merhamet eder…
Kulunu sever ve affeder…
Kulunun günahlarını, hatalarını setreder …
Kulunu hıfzeder …
Kulunu mağfiret eder…
Yeter ki kul kul olsun!..
Kulluğunda dâim olsun, samimi olsun!..
Allah Teâlâ:
“ Resûlüm! Kullarıma, benim, çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver.” (Hıcr sûresi:49) buyuruyor.
Kul içten gelerek hakiki kulluk yapabilir, insanları sevip hoş görebilir ve onları affedebilirse; Rabbimizin engin rahmetine ve mağfiretine kavuşur.
İnsanoğlu dünyada iken Allah’ın kullarını affedip bağışladıkca, asıl kendisi o zor günde, mahşerde, bağışlanmayı hak etmiş olur.
Zira insan affede affede affa layık hale gelir.
Biz de Allah’tan af, mağfiret, rahmet ve güzel akıbet niyaz ederiz.
* * *
Allah dostları, affetmeyi, ikram etmeyi, vermeyi, yedirmeyi hayatlarında zevk haline getirmiş yiğitlerdir. Onların hayatında bağışlama, affetme tabii olarak akıp gider. Çünkü onlar, af ede ede affa layık hale gelineceğinin idrak ve şuurundadırlar.
Bu konuda pek meşhur olan şu menkıbede bağışlamanın hazzı ne güzel sergilenmektedir.
Rivayete göre Cafer-i Sâdık hazretlerinin bir kölesi vardı. Kendisinin yakın hizmetlerini görürdü. Bir gün köle, getirmiş olduğu içi çorba dolu kâseyi kazâra Ca’fer-i Sâdık hazretlerinin üzerine döktü.
Üstü başı çorbaya bulanan Ca’fer-i Sâdık hazretleri öfkeli bir şekilde kölenin yüzüne baktı.
Gönül ehli olduğu davranışlarından anlaşılan köle, Efendisine karşı çok mahcup oldu. Yaptığı hatadan büyük üzüntü duydu. Fakat olan olmuştu bir kere.
Köle derin bir üzüntü içerisinde iken Kuran-ı Kerim’den bir ayet-i celile aklına geldi. Efendisine bunu hatırlatarak onun sakinleşmesine vesile olabileceğini düşündü ve:
“- Efendim! Kur’anda öfkelerini yenenler övülüyor, takdir ediliyor” dedi.
Cafer-i Sâdık hazretleri bu hatırlatma karşısında gönül ferahlığı içerisinde:
“- Öfkemi yendim!” diye cevap verdi.
Bu sefer köle:
“- Kur’an’da aynı yerde insanların hatalarını bağışlayanlar da övülüyor” diyerek ayetin devamını okudu.
Cafer-i Sâdık hazretleri yine aynı engin gönüllülükle:
“- Haydi, bağışladım seni!” dedi.
Bu defa da köle ihsanın tamamlanmasını istercesine:
“- Efendim! Ayetin sonunda da, Allah iyilikte bulunan kimseleri sever buyuruluyor” dedi.
Bunun üzerine Cafer-i Sâdık hazretleri Allah Teâlâ’nın ihsanı karşısında sadakat ve teslimiyetini gösterircesine:
“- Haydi git, hürsün artık. Seni Allah için âzâd ettim!” diyerek kölesini hürriyetine kavuşturdu.
Evet! bu muhteşem manzaraları ancak, Allah adamları gösterebilir. Kalblerini İslâm’ın güzellikleriyle doldurmuş dostlar ancak bu yüce ahlâkı yaşayabilir.
Efendi de köle de gönül ehli insanlar olunca ortaya böyle muhteşem manzaralar çıkıyor.
Rabbimiz bizleri de engin gönül sahibi, affeden, bağışlayan güzel kullarından eylesin. Amin.
 

Çeşm-i Bülbül

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Mar 2009
Mesajlar
13,384
Tepki puanı
6
Puanları
0
Rivayete göre Cafer-i Sâdık hazretlerinin bir kölesi vardı. Kendisinin yakın hizmetlerini görürdü. Bir gün köle, getirmiş olduğu içi çorba dolu kâseyi kazâra Ca’fer-i Sâdık hazretlerinin üzerine döktü.
Üstü başı çorbaya bulanan Ca’fer-i Sâdık hazretleri öfkeli bir şekilde kölenin yüzüne baktı.
Gönül ehli olduğu davranışlarından anlaşılan köle, Efendisine karşı çok mahcup oldu. Yaptığı hatadan büyük üzüntü duydu. Fakat olan olmuştu bir kere.
Köle derin bir üzüntü içerisinde iken Kuran-ı Kerim’den bir ayet-i celile aklına geldi. Efendisine bunu hatırlatarak onun sakinleşmesine vesile olabileceğini düşündü ve:
“- Efendim! Kur’anda öfkelerini yenenler övülüyor, takdir ediliyor” dedi.
Cafer-i Sâdık hazretleri bu hatırlatma karşısında gönül ferahlığı içerisinde:
“- Öfkemi yendim!” diye cevap verdi.
Bu sefer köle:
“- Kur’an’da aynı yerde insanların hatalarını bağışlayanlar da övülüyor” diyerek ayetin devamını okudu.
Cafer-i Sâdık hazretleri yine aynı engin gönüllülükle:
“- Haydi, bağışladım seni!” dedi.
Bu defa da köle ihsanın tamamlanmasını istercesine:
“- Efendim! Ayetin sonunda da, ALLAH iyilikte bulunan kimseleri sever buyuruluyor” dedi.
Bunun üzerine Cafer-i Sâdık hazretleri ALLAH Teâlâ’nın ihsanı karşısında sadakat ve teslimiyetini gösterircesine:
“- Haydi git, hürsün artık. Seni ALLAH için âzâd ettim!” diyerek kölesini hürriyetine kavuşturdu.


selamün aleyküm
allah razı olsun ayşem
emeğinine sağlık
selametle
 

yarensin

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Eyl 2008
Mesajlar
978
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
42
emeğine sağlık çok güzel bir paylaşım sunmuşsunuz...​
 

Hasan011974

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Haz 2009
Mesajlar
289
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
RABBIM(C.C.) senden razı olsun.Teşekkürler kardeşim.
 

kalbiminurlandır

Eposta Onaylanmamış Üyeler
Katılım
7 Tem 2008
Mesajlar
4,040
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
selamün aleyküm
allah razı olsun ayşem
emeğinine sağlık

selametle

vealeykumselam canımın içi :a31:
ecmain olsun inşAllah.
yüreğine gözlerine sağlık.


emeğine sağlık çok güzel bir paylaşım sunmuşsunuz...​

yüreğinize gözlerinize sağlık kardeşim.
faydalı olabildiysem ne mutlu bana.
selametle

RABBIM(C.C.) senden razı olsun.Teşekkürler kardeşim.
ecmain olsun inşAllah Rabbimiz cc dualarınızı kabul eylesin.
selam ve dua ile....



duadaki inceliği görüyor musunuz kardeşlerim?
kimin aklına gelir ki bu zamanda böyle dua???
Rabbim bizleri salih amel sahibi kullarından eylesin inşAllah
günahlarımızı bağışlasın. bilmeden yaptıklarımızla yargılamasın . amin
 

kalbiminurlandır

Eposta Onaylanmamış Üyeler
Katılım
7 Tem 2008
Mesajlar
4,040
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Allah zulmetmez, zulmü ve zalimleri sevmez İnsan Kendine Zulmeder mi?

Ahmet Taşgetiren

Allah Zatına rahmeti yazdı.

Allah'ın esma-i hüsnasından biri, ADL'dir. Mutlak adalet Allah'ın adaletidir.

Allah zulmetmez, zulmü ve zalimleri sevmez.

Allah insanın kendi kendine zulmetmesini de istemiyor.

Zulüm kelimesi, genelde, insanın başkasına yaptığı ölçüsüz, hukuk dışı muameleleri tanımlamak için kullanılır. Zulmetmek, başkasının hukukuna yönelik ağır ihlallerde bulunmak olarak bilinir.

Bunlar arasında mesela, kainatın bütün kurallarını ağır biçimde ihlal anlamına gelen Yaratıcı'ya ortak koşmak, yani şirk, Kur'an ifadesince, Yaratıcı ile olan hukuku çiğnemek demek olduğu için “büyük zulüm” olarak nitelendirilmiştir.

Ama “Kendi kendine zulmetmek” Kur'an lügatine girmiş yeni bir ifadedir.

Kur'an'ın insanoğlunun önüne ısrarla koyduğu ve insanı sakındırdığı bir iştir. Bir sapkın davranıştır.

Kur'an, Allah Teala'nın hangi davranışları “kendi kendine zulmetme” çerçevesinde değerlendirdiğini bize örneklerle bildirmektedir.

Mesela, şu ayette, “Allah'ın sınırlarını aşmak”, “kendi kendine zulüm” olarak nitelenmektedir:

“Bunlar Allah’ın sınırlarıdır. Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa, şüphesiz kendine zulmetmiş olur. Bilemezsin, olur ki Allah, sonra yeni bir durum ortaya çıkarır.” (Talak, 1)

Şu ayette ise, Hazreti Musa dilinden, bir insanı haksız yere ama kazara öldürmek “Kendi kendine zulmetmek” çerçevesinde ele alınmaktadır.
“Mûsâ, “Rabbim! Şüphesiz ben nefsime zulmettim. Beni affet” dedi. Allah da onu affetti. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Kasas 16)
Şu ayette, Hazreti Adem ve Havva'nın dilinden, yasaklanmış bir meyveden yemek, “Kendi kendine zulüm” diye nitelenmektedir.

“(Adem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (Araf, 23)

Şu ayette ise, Beni İsrail'in, buzağıya tapması, Hazreti Musa tarafından “Kendi kendine zulmetmek” olarak tavsif edilmektedir. Yine bu ayette, tevbe çağrısı yapılmakta, bunun “nefsi öldürmek” olduğu belirtilmekte ve ilgi çekici olan şu ki, böyle yapılması tavsiye edilmektedir. Bir yanda “nefse -kendi kendine- zulmetmek” yasaklanırken, diğer yanda “Nefsi öldürmeye çağırmak”,iki kavram arasında nasıl bir farka işaret edildiğini, dolayısıyla “Kendi kendine zulmetme”nin, nasıl hususi bir mânâ yüklemeyi hedeflediğini anlamaktayız.

“Mûsâ, kavmine dedi ki: “Ey kavmim! Sizler, buzağıyı ilâh edinmekle kendinize zulmettiniz. Gelin Yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi öldürün (kendinizi düzeltin). Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. Böylece Allah da onların tövbesini kabul etti. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir, çok merhametlidir.” (Bakara 54)

Şu ayette, savaşmanın Allah Teala tarafından haram kılındığı aylarda savaşmak, yani ilahi ölçüyü aşmak, “Kendi kendine zulmetmek” diye nitelenmiştir.

“Şüphesiz Allah’ın gökleri ve yeri yarattığı günkü yazısında, Allah katında ayların sayısı on ikidir. Bunlardan dördü haram aylardır. İşte bu, Allah’ın dosdoğru kanunudur. Öyleyse o aylarda kendinize zulmetmeyin. Fakat Allah’a ortak koşanlar sizinle nasıl topyekûn savaşıyorlarsa, siz de onlarla topyekûn savaşın. Bilin ki Allah, kendine karşı gelmekten sakınanlarla beraberdir.” (Tevbe 36)

Şu ayette, günahları sebebiyle ilahi azaba düçar olanların, karşı karşıya kaldıkları ağır durumdan dolayı zulümden şikayet edeceklerse, burada hâşâ Allah Teala'yı değil, kendi kendilerini sorumlu tutmaları bildirilmektedir.

“Bunların her birini kendi günahları yüzünden yakaladık. Onlardan taş yağmuruna tuttuklarımız var. Onlardan o korkunç sesin yakaladığı kimseler var. Onlardan yerin dibine geçirdiklerimiz var. Onlardan suda boğduklarımız var. Allah, onlara zulmediyor değildi, fakat onlar kendilerine zulmediyorlardı.” (Ankebut 40)

Ve şu ayette Allah Teala, bir boşanma durumunda kadınların haklarına tecavüz etmeyi, tecavüz eden için “kendi kendine zulüm” çerçevesinde zikretmektedir. Yani bir başkasına karşı yapılan haksızlığı herkes, ona yönelik zulm gibi görebilir, bu normaldir, ama ilahi nazarda bu “kendi kendine zulüm” gibi de görülebilmektedir. Şu ayeti dikkatle okuyalım:

“Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman, ya onları iyilikle tutun yahut iyilikle bırakın. Haklarına tecavüz edip zarar vermek için onları tutmayın. Bunu kim yaparsa kendine zulmetmiş olur. Sakın Allah’ın âyetlerini eğlenceye almayın. Allah’ın üzerinizdeki nimetini, size öğüt vermek için indirdiği Kitab’ı ve hikmeti hatırlayın. Allah’a karşı gelmekten sakının ve bilin ki Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara 231)

Bu ayetlere göre Allahın insanoğlu için belirlediği sınırları aşmaktan, Allah Teala dışında bir varlığa tapmaya kadar, bir insanı öldürmekten, yasaklanmış bir işi yapmaya kadar..... İslam'ın “Günah” diye nitelediği fiilleri işlemek, kendi kendine zulüm kapsamı içindedir.

Buradaki “zulüm”den, insan bedenine yönelik fiziki bir zorlamanın kastedilmediği açıktır.

Burada anlatılmak istenen “Kendi kendine zulüm”, mesela aç – susuz kalmak, uykusuz durmak, diken üstünde yatmak, uzun süre ayakta durmak, bedenini yaralamak, kanını akıtmak, intihar etmek vs. değildir.
Burada zikredilen “zulüm” insanın kendi kendisine manevi bir bedel ödetmesidir.

İnsanın kendi kendisini, yaratılış hukuku dışında bir işe zorlamasıdır.

Allah Teala, belki de insan tarafından nefsi bir zevk gibi algılanacak olan böyle bir zorlamayı zulüm olarak tavsif etmektedir.

Hazreti Adem, Havva ve Hazreti Musa gibi kalbi hassasiyeti derin olan kullar ise, bu davranışların zulüm olduğunu idrak etmekte ve Allah'tan mağfiret dilemektedirler.

İlginçtir ki, Allah Teala, insanın kendi kendine yaptığı zulümden kurtulma yolu olarak da “tevbe”yi öğütlemektedir.

Burada çok önemli bir hususa işaret etmek gerekiyor.

“Zulm etmek”ten bahsettiğimizde iki varlığı düşünmek durumundayız.
Zulmeden, zulmedilen...

Diğer ifadeyle...

Zalim ve mazlum.

Peki insan kendi kendine zulmettiğinde, zalim ve mazlum kimdir?

İnsan kişiliğinde kim zulmetmekte, kim zulme maruz kalmaktadır?

Böyle bir durumda, insan kişiliğinin ikiye parçalandığına ve bu kişiliğin bir yanının zalimleştiğine, diğer yanının da zulme maruz kaldığına mı hükmetmek gerekiyor?

İnsan kendi kendine zulmü, bile bile yapmaz.

İnsan, nasıl eli ile gözünü çıkarmaya kalkışmazsa, vücuduna bıçak saplamazsa, herhangi bir uzvu ile diğer uzvu üzerinde zulüm icra etmesi de düşünülmemeli.

Zaten burada “kendi kendine zulmetmek”, kendi bünyesindeki bir tahribatı değil, başkasının hukukunu çiğnemeyi ifade etmektedir. Buradan anlaşıldığına göre, elimizle, ayağımızla, dilimizle ya da herhangi bir uzvumuzla, Allah Teala'nın ya da yaratılmış herhangi bir varlığın hukukunu ihlal ettiğimizde, elimize, ayağımıza, dilimize ya da belki tüm bunların açtığı tahribat sebebiyle kalbimize, yaratıldıkları sınırlar dışında kullanıyor olmamız sebebiyle zulmetmiş olmaktayız.

İçimizdeki bir varlık bu zulmün icracısı olmaktadır.

Yani içimizdeki bir varlık, adeta, bizi zulüm makinası haline dönüştürmektedir.

Nedir o?

Hani Kur'an'da, “Şeytanın insanoğlunun malına ve evladına ortak olması”ndan (İsra, 64) bahsedilmektedir. Acaba Şeytan, aynı şekilde insanın davranışlarına hükmeden kalb - bilinç gibi melekelerine de mi ortak olmaktadır?

“Kendi kendine zulmetme”nin akıl kârı olmadığı açıktır. O halde, insan, kendi kendine zulüm niteliği taşıyan bir davranış içine girdiğinde, adeta şuur dışı, akıldan uzak bir ruh haleti içine sürüklenmektedir. Diğer ifadeyle kendini kaybetmektedir. Bu, Şeytanın oyuncağı olmaktır.

O zaman Kur'an bizi, “kendi kendine zulüm” konusunda uyarırken, aynı zamanda şuur diriliğine de çağırmış olmaktadır. Bir mânâda “Eğer kendi kendine zulmetmeyi bir çılgınlık olarak telakki ediyorsan, aklını başına devşir de, Allah'ın sınırlarını çiğneme” demektir bu çağrı...

İnsan, Allah'ın sınırlarını çiğnemenin nasıl büyük bir zulüm olduğunu, belki de, ebedi âlemde karşı karşıya kalacağı muameleye tanık olduğunda ve dudaklarından “Keşke toprak olsaydım!” çığlığı yükseldiğinde idrak edecektir.

Kendi kendimize zulüm aracına dönüşmemek için içimizdeki tüm zulüm odaklarını temizlemek gibi hayati bir hassasiyet bizi bekliyor.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt