Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı
Tarih boyunca insanların;
ya Tek İlâha tâbî oldukları,
ya da birden çok ilâhlara (sanem, vesen) taptıklarına şahidiz.
Tevhid dininden olmayı kabullenmeyen beşerin zihninde ki "put" algısı dün neyse bu gün de odur.
Fetişleştirilenin ortak noktası "iyi" "güzel" "örnek" "kahraman" vs. yani olumlu özellikler değildir.
Ortak nokta; putların kendinde değildir. Ona bağlı olan tabiilerindedir.. Orada aranmalıdır.
Çünkü tarih boyunca insanların yücelttikleri ve taptıkları putlara baktığımızda hep nemrut, firavun ve şeytan gibi kötü özellikleri ile bariz kişiler görmemekteyiz.
Nitekim bizzat Hz. İsa’da dahil olmak üzere Hz. Muhammet, Hz. Ali ve meleklerde fetişleştirilebilmektedir. Ve onlara tapılmaktadır…
Dolayısıyla sorun, tapılanda değil, tapanlar alanında aranmalıdır…
Hz. Rasul başta olmak üzere tevhid dininin önderleri çağlarında hep bir (ya da birden çok) put bulmuşlardır karşılarında..
Ve onların "Lâ"sı putlara değil putculara idi..
Buna Aziz Kur’an şahittir..
"Ey lat!.." "Ey menat!..." "Ey uzza!..." vs.. değil "Ey müşrikler!.." diye başlamıyor muydu hitap?
İslam; "insan kurtarma programı"dır.
Eğer muhatap bağımlıysa;
onun bağımlı olduğu şeyi yermek ve hedef tahtasına oturtmak,
muhatabı o bağımlısını savunma cephesine itecektir.
Ve kişi savundukça sahiplenecektir.
Sahiplendikçe karşındakine saldıracaktır.
Bu döngü böyle sürüp gidecektir.
Ve bu yol da İslam lehine değil aleyhine işleyecektir.
Oysa İslam düşman çoğaltmak istemiyor.
İnsanları eğer ‘İllâ’ da kategorize edeceksek, bunu:
— Davet edenler,
— Davet edilenler şeklinde yapmalıyız.
Evet, Kur’an müşrik veya kâfirler için alçaltıcı sıfatlar kullanır.
Fakat bunu ancak "İlâh" olan yapar, YARATAN yani.
Yaratılana düşen ise güzel bir davet ve uyarıdır..
Yaratan sahiptir, yaratılan ise en fazla şahit olabilir.
Sahipmiş gibi davranamaz.
Kötü söz söylemeye de Kur’an, ancak haksızlığa uğrayanlar için müsaade etmiştir.
Ayrıca yine gözlerden kaçmaması gereken bir diğer husus da;
Tartışmaların kişiler üzerinden değil ilkeler üzerinden yapılma gerekliliğidir.
Kişileri tartışırsanız kişileriniz harcanır.
Sistemleri tartışırsanız sisteminiz (İslam) kazanır.
Yine Rasul’u örnek alacak olursak; Kehf Suresinin inzaline kadar olan süreçte Darun Nedve üyelerinin Hz. Rasul’le olan iletişimi, hep kendisine yönelikti ve Kur’an yanlış girişime sık sık müdahale etti.
“Sana gelen vahiyden sonra onların sözüne uyacak olursan..”
“Hûd Suresi: Dosdoğru ol!” ve Kâfirûn Suresi gibi bir çok örnek sayılabilir.
Bu örnekler Hz. Rasul’ün ahlâkî duruşuyla ilgili değil müşriklerin din uzlaştırma çabalarına karşı, Rasul’un siyasi duruşunu netleştirme müdahaleleriydi.
Ve nihayetinde Rasul’den ufak bir hoşgörü veya meyil bulamadılar, bulamayacaklarını da anladılar.
Bu sefer sistemleri tartışmaya açtılar.
Medine Yahudilerinden akıl alan Darun Nedve yönetimi, Hz. Rasul’e gaybla ilgili soru sorarak vahyin doğruluğunu sorguladılar.
İşte İslam bu noktada kazandı.
Vahiy o gaybî sorulara Kehf suresiyle cevap verdi.
Dün olduğu gibi bu gün ve yarın da şeytan ve dostlarının yol ve yöntemi hep aynıdır.
Önce defalarca muvahhidin duruşunu ve şahsını mücadele sahasında yıpratarak davanın önü kesilmek istenmiştir.
İşte bu noktada muvahhidin yapacağı; mücadeleyi sistem/din alanına çekmesidir.
Ve bunun sonucunda da kazançlı çıkan taraf, o olacaktır İnşallah.
Hayatın ortasında,
atar damar olarak
her an canlı ve dinamik kitabımız olan Kur’an ve
O’nun canlı tanığı ve şahidi Hz. MUHAMMED (sav)
her şart ve ortamda bizim yol kılavuzumuz olmalıdır.
ya Tek İlâha tâbî oldukları,
ya da birden çok ilâhlara (sanem, vesen) taptıklarına şahidiz.
Tevhid dininden olmayı kabullenmeyen beşerin zihninde ki "put" algısı dün neyse bu gün de odur.
Fetişleştirilenin ortak noktası "iyi" "güzel" "örnek" "kahraman" vs. yani olumlu özellikler değildir.
Ortak nokta; putların kendinde değildir. Ona bağlı olan tabiilerindedir.. Orada aranmalıdır.
Çünkü tarih boyunca insanların yücelttikleri ve taptıkları putlara baktığımızda hep nemrut, firavun ve şeytan gibi kötü özellikleri ile bariz kişiler görmemekteyiz.
Nitekim bizzat Hz. İsa’da dahil olmak üzere Hz. Muhammet, Hz. Ali ve meleklerde fetişleştirilebilmektedir. Ve onlara tapılmaktadır…
Dolayısıyla sorun, tapılanda değil, tapanlar alanında aranmalıdır…
Hz. Rasul başta olmak üzere tevhid dininin önderleri çağlarında hep bir (ya da birden çok) put bulmuşlardır karşılarında..
Ve onların "Lâ"sı putlara değil putculara idi..
Buna Aziz Kur’an şahittir..
"Ey lat!.." "Ey menat!..." "Ey uzza!..." vs.. değil "Ey müşrikler!.." diye başlamıyor muydu hitap?
İslam; "insan kurtarma programı"dır.
Eğer muhatap bağımlıysa;
onun bağımlı olduğu şeyi yermek ve hedef tahtasına oturtmak,
muhatabı o bağımlısını savunma cephesine itecektir.
Ve kişi savundukça sahiplenecektir.
Sahiplendikçe karşındakine saldıracaktır.
Bu döngü böyle sürüp gidecektir.
Ve bu yol da İslam lehine değil aleyhine işleyecektir.
Oysa İslam düşman çoğaltmak istemiyor.
İnsanları eğer ‘İllâ’ da kategorize edeceksek, bunu:
— Davet edenler,
— Davet edilenler şeklinde yapmalıyız.
Evet, Kur’an müşrik veya kâfirler için alçaltıcı sıfatlar kullanır.
Fakat bunu ancak "İlâh" olan yapar, YARATAN yani.
Yaratılana düşen ise güzel bir davet ve uyarıdır..
Yaratan sahiptir, yaratılan ise en fazla şahit olabilir.
Sahipmiş gibi davranamaz.
Kötü söz söylemeye de Kur’an, ancak haksızlığa uğrayanlar için müsaade etmiştir.
Ayrıca yine gözlerden kaçmaması gereken bir diğer husus da;
Tartışmaların kişiler üzerinden değil ilkeler üzerinden yapılma gerekliliğidir.
Kişileri tartışırsanız kişileriniz harcanır.
Sistemleri tartışırsanız sisteminiz (İslam) kazanır.
Yine Rasul’u örnek alacak olursak; Kehf Suresinin inzaline kadar olan süreçte Darun Nedve üyelerinin Hz. Rasul’le olan iletişimi, hep kendisine yönelikti ve Kur’an yanlış girişime sık sık müdahale etti.
“Sana gelen vahiyden sonra onların sözüne uyacak olursan..”
“Hûd Suresi: Dosdoğru ol!” ve Kâfirûn Suresi gibi bir çok örnek sayılabilir.
Bu örnekler Hz. Rasul’ün ahlâkî duruşuyla ilgili değil müşriklerin din uzlaştırma çabalarına karşı, Rasul’un siyasi duruşunu netleştirme müdahaleleriydi.
Ve nihayetinde Rasul’den ufak bir hoşgörü veya meyil bulamadılar, bulamayacaklarını da anladılar.
Bu sefer sistemleri tartışmaya açtılar.
Medine Yahudilerinden akıl alan Darun Nedve yönetimi, Hz. Rasul’e gaybla ilgili soru sorarak vahyin doğruluğunu sorguladılar.
İşte İslam bu noktada kazandı.
Vahiy o gaybî sorulara Kehf suresiyle cevap verdi.
Dün olduğu gibi bu gün ve yarın da şeytan ve dostlarının yol ve yöntemi hep aynıdır.
Önce defalarca muvahhidin duruşunu ve şahsını mücadele sahasında yıpratarak davanın önü kesilmek istenmiştir.
İşte bu noktada muvahhidin yapacağı; mücadeleyi sistem/din alanına çekmesidir.
Ve bunun sonucunda da kazançlı çıkan taraf, o olacaktır İnşallah.
Hayatın ortasında,
atar damar olarak
her an canlı ve dinamik kitabımız olan Kur’an ve
O’nun canlı tanığı ve şahidi Hz. MUHAMMED (sav)
her şart ve ortamda bizim yol kılavuzumuz olmalıdır.