CUMA SOHBETİ
Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN
Hazırlayanlar: Dr. Metin Erkaya & M. Esad Erkaya
-------------------------
GÜNAHLARI AFFETTİREN AMELLER
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler! Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi, izzeti, ikrâmı dünyada, ahirette üzerinize olsun...
a. Camiye Gitmenin Faydası
Ahmed ibn-i Hanbel ve İbn-i Hibban'ın Ukbetübnü Abd'den rivayet ettiği müjdeli bir hadis-i şerif, camilere devam etmek hakkında... Peygamber SAS Efendimiz şöyle buyuruyor:
RE. 385/1 (Ma min abdin yahrucü min beytihî ilâ gudüvvin ev revâhin ilel-mescid, illâ kânet hutàhu hatveten keffâreten ve hatveten haseneh.)
(Mâ min abdin) "Mü'min kullardan hiçbir kul yoktur ki, (yahrucü min beytihî ilâ gudüvvin ev revâhin ilel-mescid) sabahleyin mescide gitmek için veya akşamleyin akşam veya yatsı namazına gitmek için evinden çıkarsa; (illâ kânet hutàhu) muhakkak onun adımları ne olur: (Hatveten keffâreten) Bir adımı günahlarına keffaret olarak yazılır; (ve hatveten haseneh) öteki adımı da hasene olarak yazılır."
Yâni adımlarını attıkça, bir günahı silinir, bir hasene yazılır; bir günahı silinir, bir hasene yazılır... Böylece mescide gelip giden kimsenin, daha mesciddeki ibadetini yapmadan, gelmesinden, gitmesinden dolayı günahları afv ü mağfiret olur.
Onun için mü'minlerin, müslümanların namaz kılması lâzım; çünkü namaz dinin direğidir. Mazereti olmayan, sağlıklı erkeklerin de... Tabii mâzeret nedir?.. Mescide gitmeme mazereti, sudan bir mazeret olmaz. "Yorgunum, halsizim, canım istemiyor... Yemekten sonra ağırlık bastı." diyor. Bunlar mâzeret değil.
Meselâ yürüyemiyordur, ayağında rahatsızlık vardır, yürümeye müsait değildir, hastadır; o mâzeret olabilir. Veyahut yolda bir tehlike vardır, sel vardır, camiye gitmesine engel ciddî bir şey vardır; o mazeret olabilir. Sudan bahanelerle, şeytanın aldatması değil.
Mescide gitmesi lâzım, namazı mescidde kılması lâzım! Eğer gittiği mescid mahalle mescidi ise, bire yirmiyedi kat sevap alır. Yâni aynı namazı evde kıldığı zaman bir alacaksa, mahalle mescidinde kılınca yirmiyedi kat sevap alır. Ama cuma namazı kılınan büyük mescidse, o zaman elli kat sevap alır, camiye gidip namaz kıldığı zaman.
Bir de işte camide kıldığı namaz elli kat sevap olduğu gibi, veya yirmiyedi kat sevap olduğu gibi, her attığı adımda bir günahı affolur, kendisine bir hasene yazılır. Hasene de önemli bir makâfât, Uhud Dağı kadar büyük bir ikram. Cenâb-ı Hakk'ın lütfu, hediyesi, mükâfâtı.
Sonra ayrıca, camideki insanların içindeki mübarek, hayırlı kimseler hürmetine, kusurlu kimselerin de ibadeti beraberce kabul olur. Belki o şahıs namazı evde kılsaydı, ibadetini Cenâb-ı hak kabul etmeyecekti. Çünkü kul kusurlu, kabul etmemesi için sebepler var, kabul etmeyecekti. Ama camide cemaatle olunca, artık "Cemaatin içinden şu kul kusurlu, ben bunun ibadetini kabul etmeyeyim." buyurmaz Cenâb-ı Hak; hepsini kabul eder diye müjde var. Ordan da kârı oluyor.
Daha başka nice nice hem dînî, uhrevî, hem dünyevî, hattâ sıhhî faydaları oluyor camiye gidildiği zaman. Rahmetullàhi aleyh, nur içinde yatsın, Mehmed Zâhid Kotku Hocamız söylerdi: Omuzların böyle sıkı sıkı birbirine temasından, insanlar saf olunca, insanın vücudunda elektrik var. Bu elektriğin omuzların temasından dolayı insanlardaki elektirik bozukluklarını düzenleyip, sağlıklı insan olmasına sebep olduğunu, ağrılarının, sızılarının da tedavi olduğunu söylerdi.
Demek ki, camide namaz kılmaya çok önem vereceğiz. Cami müslümanların toplantı yeridir. Camiye gideceğiz; namazımızı, ibadetimizi orada edâ ettikten sonra, cemaatle de ilgileneceğiz, kardeşlerimizle konuşacağız, hal hatır soracağız. Gelemeyenlerin neden gelemediğini düşüneceğiz. Mahallemizde yapılacak işler varsa, onun müzakeresini yapacağız. Müşterek hayırların yapılmasına katkıda bulunacağız. Cami, toplumun canlı bir faaliyet merkezi olmalı!
Onun için Bursa camileri ne kadar güzeldir. Meselâ, Yeşil Cami'yi düşünün! Bursa'ya gidenler mutlaka ziyaret etmiştir, onu misal veriyorum. Onun gibi başka camiler de çok.
Camiye girmeden önce, daha ayakkabılarınızı çıkarttığınız dış kapının dışında, hem sağda hem solda, iki tane mekân var. Kim bilir ne işti kullanılıyordu onlar... Ondan sonra caminin kapısından içeri giriyorsunuz, karşınıza fıskiyeli, havuzcuk, yâni şadırvan diyelim; öyle güzel bir şey çıkıyor. Onu da görünce hoşunuza gidiyor, şarıl şarıl sular akıyor. Orda abdest alma imkânı var.
Sonra sağ tarafınızda, sol tarafınızda açık ve kapalı mekânlar var; eyvan şeklinde veya kubbeli oda şeklinde... Odaların içinde ocaklar var. Demek ki oraları misafir kabulünde, ders müzakeresinde kullanılan yerler. Yâni namaz kılma yeri değil.
Ondan sonra, ileriye doğru yürüdüğünüz zaman, altı-yedi merdivenden daha yüksek bir yere çıkıyorsunuz. İşte orası mescid. Ön tarafında mihrab var, sağında minber var. Yâni, camiyi sadece namaz kılınıp gidilen bir yer olarak düşünmemiş ecdadımız, ocağıyla, toplantı yerleriyle, oturmasıyla, ısınmasıyla, namaz dışı ictimâî güzel çalışmaların, sevaplı hayır faaliyetlerinin yapılmasına müsait olacak birtakım bölümlerle beraber düşünmüş.
Bursa'da bir caminin içinde yer alan bu küçük bölmecikler, devlet-i aliyye büyüdüğü zaman, İstanbul pâyitaht olduğu zaman, artık caminin etrafında müstakil binalar haline getirilmiş; küçük olmaz burada, nüfus kalabalık, hizmet daha büyük çapta olsun diye. Bakıyorsunuz caminin yanında aşevi, caminin yanında dârüş-şifâ, caminin yanında medreseler, caminin yanında bîmârhàne, hastahane... Böyle çeşitli hizmetler için ayrı binalar yapılmış.
Süleymaniye'ye bakıyorsunuz bir şehir gibi. Bir külliye ki, namaz kılınan yeriyle, şifâhânesiyle, aşhânesiyle, hanıyla, medresesiyle, her şeyi tamam, her şeyi eksiksiz dört dörtlük.
Bu ecdadımızın ibadeti, İslâm'ı iyi anladığını, İslâm'ın sadece namaz kılmaktan ibaret olmadığını kavradığını, namazın dışında da müslümanların ictimâî vazifeleri, birbirleriyle muhabbetleri olması gerektiğini iyi kavradıklarını gösteriyor.
Caminin bir muhabbet yeri, toplumun sorunlarının konuşulduğu, düşünüldüğü, çözümlendiği bir hayır kaynağı olarak kullanılması çok güzel... O Bursa camilerinin, Orhan Camii gibi, Yeşil Camii gibi camilerin örnek alınarak yapılması lâzım, bence şimdiki camilerin. Yanlış yapılıyor, eksik yapılıyor, bilinçsiz yapılıyor şimdiki camiler. Kubbeli kısımdan ibaret sanılıyor cami...
Hayır, Bursa camiinin tasarımına baktığınız zaman, hangi bölmeleri var; o bölmelerin hepsinin vazifesi var. Şimdi de hakîkaten o ihtiyaçlar var, avluda oturuyorlar hacı dedeler, hacı babalar, hacı amcalar... Nerde oturuyorlar?.. Bahçedeki ağaç kesilmiş, avlunun içine yan devrilmiş, onun üstüne oturuyorlar. Doğru düzgün oturma yerleri de yok.
Öyle olmayacaktı, caminin içinde mekânlar olacaktı, orda sedirler olacaktı, ocak olacaktı. Rahata rahat oturacaklardı. Kış gününde çıtır çıtır odun yanıp, ısınacaklardı. Namaz vakti gelince namaz kılacaklardı. Namazın dışında dînî kitapları okuyacaklardı. Gayet güzel, samîmî bir çerçeve, mekân içinde, ortam içinde dinlerini öğreneceklerdi. Çok güzel olurdu.
Camiyi sadece kubbe olarak düşünmek yanlış. Camileri o ana haline döndermemiz lâzım! Peygamber Efendimiz'in zamanında, nasıldı Peygamber Efendimiz'in camisi?.. Cami ibadethaneydi, cami mektepti, medreseydi, ilim irfan yuvasıydı. Cami toplum faaliyetlerinin merkeziydi, toplumun merkeziydi, şehrin merkeziydi. Hattâ elçileri Peygamber SAS camide karşılıyordu. Camileri bu haline getirelim, canlandıralım!
Çünkü camilerin canlılığı taşının, toprağın sağlamlığından, sıvasının, boyasının, nakışının güzelliğinden değildir; içindeki cemaattendir. Eğer bir caminin içinde cemaat varsa, o mâmur bir camidir; çok basit de olsa, eski de olsa... İçinde cemaat olmayan bir cami, harab bir camidir; sapasağlam, duvarları kesme taştan, betondan olsa bile, çatısı vs. olsa bile...
Camileri bu haliyle düşüneceğiz. Camiye gitmenin çok sevap olduğunu bileceğiz. Uykunun tatlı olduğu sabah vaktinde, yorgunluğun çöküp de insanın gevşeyebileceği zaman olan yatsı vaktinde, akşam vaktinde camiye gideceğiz.
Geçtiğimiz sohbetlerde her zaman söylerim, Ramazanda hatalı bir şey yapıyoruz, herkes ibadetini arttırırken; Ramazanda akşam namazları camide kılınmamağa başlıyor. Neden?.. İftar edilecek diye.
Bu iftar, bu oruç bir kuvvetli sünnetin yapılmaması için mi emrolundu?.. Sen orucunu açmak için küçücük malzemeni cebine alırsın, hatta biraz de fazla alırsın, cemaatte sağına soluna ikram etmek için. Ondan sonra yine orucunu açarsın, namazını kıldıktan sonra eve gelip iftarını yaparsın.
Sanki akşam namazı mecburiyeti kalkmış gibi, hiç kimse camiye gitmeyi düşünmüyor. Ramazanda böyle oluyor, daha önce akşam namazına camiye giden, Ramazanda gitmemeğe başlıyor. Yanlış...
Camilerin kıymetini bilelim! Camileri aslî görevlerine uygun şekilde algılayalım ve kullanalım, değerlendirelim ve cemaate devam edelim! Sabahleyin Allah rızası için uykudan fedâkârlık etmeyi öğrenelim!
İslâm fedâkârlığı öğrenmek, sabrı öğrenmek yoludur. Sabırla insan derece kazanıyor, fedâkârlıkla kazanıyor.
Yatsı da öyle; yorgun gelse de, yemek vakti olsa da, o mâzeretleri atlayacak, geçecek, aşacak, camiye gelecek, o savapları kazanacak.
Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN
Hazırlayanlar: Dr. Metin Erkaya & M. Esad Erkaya
-------------------------
GÜNAHLARI AFFETTİREN AMELLER
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler! Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi, izzeti, ikrâmı dünyada, ahirette üzerinize olsun...
a. Camiye Gitmenin Faydası
Ahmed ibn-i Hanbel ve İbn-i Hibban'ın Ukbetübnü Abd'den rivayet ettiği müjdeli bir hadis-i şerif, camilere devam etmek hakkında... Peygamber SAS Efendimiz şöyle buyuruyor:

RE. 385/1 (Ma min abdin yahrucü min beytihî ilâ gudüvvin ev revâhin ilel-mescid, illâ kânet hutàhu hatveten keffâreten ve hatveten haseneh.)
(Mâ min abdin) "Mü'min kullardan hiçbir kul yoktur ki, (yahrucü min beytihî ilâ gudüvvin ev revâhin ilel-mescid) sabahleyin mescide gitmek için veya akşamleyin akşam veya yatsı namazına gitmek için evinden çıkarsa; (illâ kânet hutàhu) muhakkak onun adımları ne olur: (Hatveten keffâreten) Bir adımı günahlarına keffaret olarak yazılır; (ve hatveten haseneh) öteki adımı da hasene olarak yazılır."
Yâni adımlarını attıkça, bir günahı silinir, bir hasene yazılır; bir günahı silinir, bir hasene yazılır... Böylece mescide gelip giden kimsenin, daha mesciddeki ibadetini yapmadan, gelmesinden, gitmesinden dolayı günahları afv ü mağfiret olur.
Onun için mü'minlerin, müslümanların namaz kılması lâzım; çünkü namaz dinin direğidir. Mazereti olmayan, sağlıklı erkeklerin de... Tabii mâzeret nedir?.. Mescide gitmeme mazereti, sudan bir mazeret olmaz. "Yorgunum, halsizim, canım istemiyor... Yemekten sonra ağırlık bastı." diyor. Bunlar mâzeret değil.
Meselâ yürüyemiyordur, ayağında rahatsızlık vardır, yürümeye müsait değildir, hastadır; o mâzeret olabilir. Veyahut yolda bir tehlike vardır, sel vardır, camiye gitmesine engel ciddî bir şey vardır; o mazeret olabilir. Sudan bahanelerle, şeytanın aldatması değil.
Mescide gitmesi lâzım, namazı mescidde kılması lâzım! Eğer gittiği mescid mahalle mescidi ise, bire yirmiyedi kat sevap alır. Yâni aynı namazı evde kıldığı zaman bir alacaksa, mahalle mescidinde kılınca yirmiyedi kat sevap alır. Ama cuma namazı kılınan büyük mescidse, o zaman elli kat sevap alır, camiye gidip namaz kıldığı zaman.
Bir de işte camide kıldığı namaz elli kat sevap olduğu gibi, veya yirmiyedi kat sevap olduğu gibi, her attığı adımda bir günahı affolur, kendisine bir hasene yazılır. Hasene de önemli bir makâfât, Uhud Dağı kadar büyük bir ikram. Cenâb-ı Hakk'ın lütfu, hediyesi, mükâfâtı.
Sonra ayrıca, camideki insanların içindeki mübarek, hayırlı kimseler hürmetine, kusurlu kimselerin de ibadeti beraberce kabul olur. Belki o şahıs namazı evde kılsaydı, ibadetini Cenâb-ı hak kabul etmeyecekti. Çünkü kul kusurlu, kabul etmemesi için sebepler var, kabul etmeyecekti. Ama camide cemaatle olunca, artık "Cemaatin içinden şu kul kusurlu, ben bunun ibadetini kabul etmeyeyim." buyurmaz Cenâb-ı Hak; hepsini kabul eder diye müjde var. Ordan da kârı oluyor.
Daha başka nice nice hem dînî, uhrevî, hem dünyevî, hattâ sıhhî faydaları oluyor camiye gidildiği zaman. Rahmetullàhi aleyh, nur içinde yatsın, Mehmed Zâhid Kotku Hocamız söylerdi: Omuzların böyle sıkı sıkı birbirine temasından, insanlar saf olunca, insanın vücudunda elektrik var. Bu elektriğin omuzların temasından dolayı insanlardaki elektirik bozukluklarını düzenleyip, sağlıklı insan olmasına sebep olduğunu, ağrılarının, sızılarının da tedavi olduğunu söylerdi.
Demek ki, camide namaz kılmaya çok önem vereceğiz. Cami müslümanların toplantı yeridir. Camiye gideceğiz; namazımızı, ibadetimizi orada edâ ettikten sonra, cemaatle de ilgileneceğiz, kardeşlerimizle konuşacağız, hal hatır soracağız. Gelemeyenlerin neden gelemediğini düşüneceğiz. Mahallemizde yapılacak işler varsa, onun müzakeresini yapacağız. Müşterek hayırların yapılmasına katkıda bulunacağız. Cami, toplumun canlı bir faaliyet merkezi olmalı!
Onun için Bursa camileri ne kadar güzeldir. Meselâ, Yeşil Cami'yi düşünün! Bursa'ya gidenler mutlaka ziyaret etmiştir, onu misal veriyorum. Onun gibi başka camiler de çok.
Camiye girmeden önce, daha ayakkabılarınızı çıkarttığınız dış kapının dışında, hem sağda hem solda, iki tane mekân var. Kim bilir ne işti kullanılıyordu onlar... Ondan sonra caminin kapısından içeri giriyorsunuz, karşınıza fıskiyeli, havuzcuk, yâni şadırvan diyelim; öyle güzel bir şey çıkıyor. Onu da görünce hoşunuza gidiyor, şarıl şarıl sular akıyor. Orda abdest alma imkânı var.
Sonra sağ tarafınızda, sol tarafınızda açık ve kapalı mekânlar var; eyvan şeklinde veya kubbeli oda şeklinde... Odaların içinde ocaklar var. Demek ki oraları misafir kabulünde, ders müzakeresinde kullanılan yerler. Yâni namaz kılma yeri değil.
Ondan sonra, ileriye doğru yürüdüğünüz zaman, altı-yedi merdivenden daha yüksek bir yere çıkıyorsunuz. İşte orası mescid. Ön tarafında mihrab var, sağında minber var. Yâni, camiyi sadece namaz kılınıp gidilen bir yer olarak düşünmemiş ecdadımız, ocağıyla, toplantı yerleriyle, oturmasıyla, ısınmasıyla, namaz dışı ictimâî güzel çalışmaların, sevaplı hayır faaliyetlerinin yapılmasına müsait olacak birtakım bölümlerle beraber düşünmüş.
Bursa'da bir caminin içinde yer alan bu küçük bölmecikler, devlet-i aliyye büyüdüğü zaman, İstanbul pâyitaht olduğu zaman, artık caminin etrafında müstakil binalar haline getirilmiş; küçük olmaz burada, nüfus kalabalık, hizmet daha büyük çapta olsun diye. Bakıyorsunuz caminin yanında aşevi, caminin yanında dârüş-şifâ, caminin yanında medreseler, caminin yanında bîmârhàne, hastahane... Böyle çeşitli hizmetler için ayrı binalar yapılmış.
Süleymaniye'ye bakıyorsunuz bir şehir gibi. Bir külliye ki, namaz kılınan yeriyle, şifâhânesiyle, aşhânesiyle, hanıyla, medresesiyle, her şeyi tamam, her şeyi eksiksiz dört dörtlük.
Bu ecdadımızın ibadeti, İslâm'ı iyi anladığını, İslâm'ın sadece namaz kılmaktan ibaret olmadığını kavradığını, namazın dışında da müslümanların ictimâî vazifeleri, birbirleriyle muhabbetleri olması gerektiğini iyi kavradıklarını gösteriyor.
Caminin bir muhabbet yeri, toplumun sorunlarının konuşulduğu, düşünüldüğü, çözümlendiği bir hayır kaynağı olarak kullanılması çok güzel... O Bursa camilerinin, Orhan Camii gibi, Yeşil Camii gibi camilerin örnek alınarak yapılması lâzım, bence şimdiki camilerin. Yanlış yapılıyor, eksik yapılıyor, bilinçsiz yapılıyor şimdiki camiler. Kubbeli kısımdan ibaret sanılıyor cami...
Hayır, Bursa camiinin tasarımına baktığınız zaman, hangi bölmeleri var; o bölmelerin hepsinin vazifesi var. Şimdi de hakîkaten o ihtiyaçlar var, avluda oturuyorlar hacı dedeler, hacı babalar, hacı amcalar... Nerde oturuyorlar?.. Bahçedeki ağaç kesilmiş, avlunun içine yan devrilmiş, onun üstüne oturuyorlar. Doğru düzgün oturma yerleri de yok.
Öyle olmayacaktı, caminin içinde mekânlar olacaktı, orda sedirler olacaktı, ocak olacaktı. Rahata rahat oturacaklardı. Kış gününde çıtır çıtır odun yanıp, ısınacaklardı. Namaz vakti gelince namaz kılacaklardı. Namazın dışında dînî kitapları okuyacaklardı. Gayet güzel, samîmî bir çerçeve, mekân içinde, ortam içinde dinlerini öğreneceklerdi. Çok güzel olurdu.
Camiyi sadece kubbe olarak düşünmek yanlış. Camileri o ana haline döndermemiz lâzım! Peygamber Efendimiz'in zamanında, nasıldı Peygamber Efendimiz'in camisi?.. Cami ibadethaneydi, cami mektepti, medreseydi, ilim irfan yuvasıydı. Cami toplum faaliyetlerinin merkeziydi, toplumun merkeziydi, şehrin merkeziydi. Hattâ elçileri Peygamber SAS camide karşılıyordu. Camileri bu haline getirelim, canlandıralım!
Çünkü camilerin canlılığı taşının, toprağın sağlamlığından, sıvasının, boyasının, nakışının güzelliğinden değildir; içindeki cemaattendir. Eğer bir caminin içinde cemaat varsa, o mâmur bir camidir; çok basit de olsa, eski de olsa... İçinde cemaat olmayan bir cami, harab bir camidir; sapasağlam, duvarları kesme taştan, betondan olsa bile, çatısı vs. olsa bile...
Camileri bu haliyle düşüneceğiz. Camiye gitmenin çok sevap olduğunu bileceğiz. Uykunun tatlı olduğu sabah vaktinde, yorgunluğun çöküp de insanın gevşeyebileceği zaman olan yatsı vaktinde, akşam vaktinde camiye gideceğiz.
Geçtiğimiz sohbetlerde her zaman söylerim, Ramazanda hatalı bir şey yapıyoruz, herkes ibadetini arttırırken; Ramazanda akşam namazları camide kılınmamağa başlıyor. Neden?.. İftar edilecek diye.
Bu iftar, bu oruç bir kuvvetli sünnetin yapılmaması için mi emrolundu?.. Sen orucunu açmak için küçücük malzemeni cebine alırsın, hatta biraz de fazla alırsın, cemaatte sağına soluna ikram etmek için. Ondan sonra yine orucunu açarsın, namazını kıldıktan sonra eve gelip iftarını yaparsın.
Sanki akşam namazı mecburiyeti kalkmış gibi, hiç kimse camiye gitmeyi düşünmüyor. Ramazanda böyle oluyor, daha önce akşam namazına camiye giden, Ramazanda gitmemeğe başlıyor. Yanlış...
Camilerin kıymetini bilelim! Camileri aslî görevlerine uygun şekilde algılayalım ve kullanalım, değerlendirelim ve cemaate devam edelim! Sabahleyin Allah rızası için uykudan fedâkârlık etmeyi öğrenelim!
İslâm fedâkârlığı öğrenmek, sabrı öğrenmek yoludur. Sabırla insan derece kazanıyor, fedâkârlıkla kazanıyor.
Yatsı da öyle; yorgun gelse de, yemek vakti olsa da, o mâzeretleri atlayacak, geçecek, aşacak, camiye gelecek, o savapları kazanacak.