Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

cuma namazı ve zuhr-i ahir (1 Kullanıcı)

tevhit06

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Haz 2008
Mesajlar
31
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
(049) Cumanın farzı öğle yerine geçiyor mu?

İslam hukuku profesörü Hayrettin Karaman’ın web sitesi

Soru:
Selamun aleykum hocam ben Şafii mezhebine bağlıyım. Cumanın farzı öğle namazı yerine geçiyor mu, geçiyorsa neden cuma farzından sonra bir daha öğle namaz kılıyoruz.

Cevap:
Cuma namazının farzı, öğle namazının farzı yerine geçiyor; bu konuda bir tereddüt ve tartışma yoktur. Tartışılan konu, "kılınan Cuma namazı sahih olmazsa öğle namazı ne olacak?" sorusu içinde yer almaktadır.
İmam Şâfiî'ye göre bir şehirde iki veya daha fazla yerde Cuma kılınmış ise önce kılanların (namazı diğerlerinden önce bitirenlerin) cuması sahihtir. Sonra kılanların cuması olmamıştır (batıldır) ve öğleyi yeniden kılmaları farzdır. Şâfii'ye göre hangisinin önce kıldığı belli değilse, hepsinin öğleyi yeniden kılmaları gerekir.
İmam Şâfiî'den sonra gelen ve ona tâbi bulunan Şâfiî müctehid ve fakihleri yukarıdaki hükmün, "ihtiyaç olmadığı halde cumanın birden fazla camide kılınmış olmasına ait" bulunduğunu; şayet caminin mükelleflere göre küçük olması gibi bir mazeret varsa birden fazla camide kılınabileceğini, böyle olunca da öğle -Cuma namazından sonra- öğle namazının farzını yeniden kılmanın farz olmayacağını, ancak sünnet olabileceğini ifade etmişlerdir.
Hanbelîlerin görüşü de Şâfiîlerinki gibidir.
Bu iki mezhebin tatbikatında Cuma namazı, ihtiyaç olmadığı halde birden fazla camide kılınmışsa ilk kılınandan sonrakiler bâtıl sayılmakta -şüphe halinde; yani hangi cemâatin namaz önce bitirdiğinin bilinmemesi durumunda hepsi bâtıl sayılmakta- ve öğle namazı yeniden kılınmaktadır.
Eğer Cuma namazı ihtiyaca binâen birden fazla camide kılınmış ise bu takdirde bâtıl sayılmamakta, ancak ihtiyaten öğle namazının kılınması tavsiye edilmektedir. Bugün hemen her şehir ve büyük köyün -cumayı kılsın kılmasın- namaz ile mükellef bulunanlarını bir cami almayacağına göre kılınan cumalar Şâfiîlere göre de sahihtir ve öğleyi kılmak farz değildir.
Hanefî mezhebinde tercih edilen görüş, İmam Muhammed'e ait olup "Bir yerleşim yerinde birden fazla camide Cuma namazının kılınabileceği" şeklindedir.
Cuma namazının bazı şartlar üzerinde -yukarıdakine ek- bazı ihtilaflar (ictihad farkları) vardır. Ancak bunlardan birini esas alarak Cumayı terketmek veya kıldıktan sonra -belki sahih olmamıştır diyerek- yeniden bir de öğlenin farzını kılmak doğru değildir. Kılınan Cuma namazının gerçekleşen şartları şu veya bu müctehide göre yeterli ise Cuma namaz sahihtir, öğle namazının da yerine geçmiştir.
Cuma namazının farzı iki rekattır. Bundan önce dört, farzdan sonra da dört rekat namaz kılmanın sünnet olduğuna dair güçlü deliller vardır. Böylece sünneti ve farzıyla beraber Cuma namaz on rekattır. Zuhr-i âhir (son öğle namazı) diye bir namaz yoktur; kılınması uygun değildir. İsteyen Cumadan önce de sonra da istediği kadar nafile namaz kılabilir
 

koskun

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Ocak 2007
Mesajlar
1,030
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Niğde
T.C.
BAŞBAKANLIK
DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI


Cuma Namazı ve Zuhr-i Ahir
14.10.2002


Din İşleri Yüksek Kurulu, 26.03.2002 tarihinde Kurul Başkanı Doç. Dr. Şamil DAĞCI’nın başkanlığında toplandı.

Dinî Sorulara Cevap Komisyonunca “Cuma Namazı ve Zuhr-i Ahir” konusunda hazırlanan metin Kurula takdim edildi. Konu ile ilgili Kurul üyeleri görüşlerini belirttiler. Görüşmeler sonucunda;

I. CUMA NAMAZI
A. Cuma Namazının Hükmü
Cuma namazı, farziyyeti Kitap, sünnet ve icma ile sabit olan ve hutbeyi de ihtiva eden iki rekatlı, cemaatle kılınan bir namazdır. Yüce Allah, “Ey inananlar! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında, alışverişi bırakıp hemen Allah’ı anmaya koşun. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılınınca artık yeryüzüne dağılın ve Allâh’ın lütfundan nasibinizi arayın. Allâh’ı çok zikredin ki kurtuluşa eresiniz.” buyurmaktadır (Cumu’a 62/9-10). Hz. Peygamber, “Cuma namazına gitmek, ergenlik çağına ulaşmış her Müslüman’a farzdır.” (Nesâî, Cumu’a, 2; Ebû Dâvûd, Taharet, 129), “Cuma namazını kılmayan birtakım kişiler, ya bundan vazgeçerler ya da Allâh kalplerini mühürler de gafillerden olurlar.” (Müslim, Cumu’a, 12; Nesâî, Cumu’a, 2), “Allâh, önemsemeyerek üç Cuma’yı terk eden kişinin kalbini mühürler” (Ebû Dâvûd, Salât, 210; Nesâî, Cumu’a, 2) buyurmaktadır. Cuma namazı, Hz. Peygamber döneminden günümüze kadar bütün Müslümanlarca kılınmış ve bunun farz olduğu konusunda herhangi bir ihtilafa düşülmemiştir.

Cuma namazının hicretten önce farz kılındığına dair rivayetler bulunmakla birlikte, Hz. Peygamber ilk Cuma namazını hicret esnasında Medine yakınındaki Rânûna denilen bir vadide kıldırmıştır.

B. Cuma Namazının Rekat Sayısı
Cuma namazının farzı iki rekattir. Bu konuda herhangi bir ihtilaf yoktur.

Hz. Peygamber’in Cumanın farzından önce, nafile olarak bir namaz kılıp kılmadığı konusunda fıkıh bilginleri, konuyla ilgili muhtelif rivayetlerden hareketle farklı görüşler ortaya koymuşlardır:

Cuma’nın farzından önce nafile bir namaz olmadığını ileri süren fakihler bulunmaktadır. Onlara göre Hz. Peygamber, Cuma namazı için mescide gelince, namaz kılmadan doğrudan minbere çıkmıştır. Sahabenin kıldığı rivayet edilen namaz ise, sünnetle ilişkisi olmayan nafile bir namazdır (İbn Kayyım, Zâdü’l-Meâd, I/118-119). Buna karşılık Hanefî, Mâlikî ve Şâfiî bilginlerine göre, Hz. Peygamber, Cuma namazının farzından önce tahiyyetü’l-mescid dışında, nafile olarak namaz kılmıştır. Hanefîler bu namazın dört rekat olduğunu, diğerleri ise belli bir rekat sayısıyla sınırlı olmadığını belirtmişlerdir (İbn Humam, Fethu’l-Kadîr, II/39; İbn Kudâme, Muğnî, II/250; İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar, I/452). Sahih hadis kaynaklarında Hz. Peygamber’in Cuma namazından önce nafile olarak namaz kıldığına dair bir çok rivayet bulunmaktadır (İbn Mâce, Salat, 94; Buhârî, Cumu’a, 33, 39; Ebû Dâvûd, Salât, 244).

Hz. Peygamber’in Cuma namazından sonra nafile olarak namaz kıldığı konusunda ihtilaf olmamakla birlikte, bu namazın kaç rekat olduğu konusunda görüş farklılığı bulunmaktadır. Bu namaz, Ebu Hanife’ye göre bir selamla dört, Şâfiî’ye göre iki selamla dört, Ebû Yûsuf’a göre ise dört rekatta bir selam ve iki rekatta bir selam vermek üzere toplam altı rekattır (İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, II/39; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I/451). Sahih hadis kaynaklarında yer alan bazı rivayetlerde, Hz. Peygamber’in Cuma namazından sonra dört, bazı rivayetlerde ise iki rekat nafile namaz kıldığı bildirilmektedir (Ebû Dâvûd, Salât, 244; İbn Mâce, İkâmetu’s-Salât, 95; Buhârî, Cumu’a, 39). İbn Teymiyye, İbn Kayyım gibi bazı alimler, konuyla ilgili çeşitli rivayetleri birlikte değerlendirerek, camide kılınırsa dört, evde kılınırsa iki rekat kılınabileceği görüşüne varmışlardır.

Zikredilen bu rivayetler, Hz. Peygamber’in Cuma namazından önce ve sonra, ismi ne olursa olsun evde ya da camide nafile namaz kıldığını göstermektedir. Bu itibarla, Cumadan önce ve sonra kılınan namazlar, Cuma namazına daha sonra yapılan bir ilave olmayıp, Hz. Peygamber’in uygulamasına dayanmaktadır.

C. Cuma Namazı ile Yükümlü Olmanın Şartları
Cuma namazı, akıllı, buluğ çağına erişmiş, sağlıklı, hür ve mukim Müslüman erkeklere farz kılınmıştır. Kadınlar, hürriyeti kısıtlı olanlar, yolcular ve cemaata gelemeyecek kadar mazereti olanlar Cuma namazı kılmakla yükümlü değildirler. Zira Hz. Peygamber, köle, kadın, çocuk, hasta ve yolcu dışında Cuma namazının her Müslüman’a farz olduğunu belirtmiştir (Ebû Dâvûd, Salât, 215; Beyhakî, Sünen, III/183-184, H.No: 5422, 5425, 5426; Darakutnî, Sünen, II/2, H.No: 2; İbn Ebî Şeybe, Musannef, I/446, H.No: 5148; Ebû Muhammed el-Bağavî, Mesabihu’s-Sünne, I/470). Ancak Cuma namazını kılmaları halinde bu kimselerin namazları geçerli olup ayrıca öğle namazı kılmaları gerekmez.

D. Kadınların Cuma namazı kılmaları

Cuma namazı kılmak kadınlara farz değildir. Konuyla ilgili hadisleri ve uygulamaları göz ardı ederek, sadece Cuma namazını farz kılan ayetteki “ey iman edenler” ifadesinden hareketle kadınların Cuma ile mükellef olduklarını söylemek doğru değildir. Aksi halde, hükümlü, hasta ve diğer mazeret sahiplerinin de Cuma ile mükellef olmaları gerekir. Zira Hz. Peygamber, kadın, hasta, yolcu ve hürriyeti kısıtlı olanların Cuma namazı ile yükümlü olmadıklarını belirtmek suretiyle ayetin hükmünü tahsis etmiştir (Ebû Dâvûd, Salât, 215; Beyhakî, Sünen, III/183-184, H.No: 5422, 5425, 5426; Darakutnî, Sünen, II/2, H.No: 2; İbn Ebî Şeybe, Musannef, I/446, H.No: 5148; Ebû Muhammed el-Bağavî, Mesabihu’s-Sünne, I/470).

Ayrıca, hadis ve siyer kaynaklarında, Hz. Peygamber döneminde bazı hanımların münferiden Cuma namazına katıldıklarını bildiren rivayetler bulunmakla birlikte, onların erkekler gibi yoğun bir şekilde Cuma’ya iştirak ettiklerini gösteren bir bilgi bulunmamaktadır. Asr-ı saadetten günümüze kadar da, müçtehit imamlar ve daha sonraki bilginler, bunlara dayanarak Cuma namazının kadınlara farz olmadığı konusunda ittifak etmişlerdir (Bk. İbn Rüşd, Bidayetü’l-Müctehid, I/157; İbn Kudâme, Muğnî, II/193; İbn Hazm, Muhallâ, III/259; İbn Hümam, Fethu’l-Kadîr, II/62; eş-Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I/276; Yusuf el-Hûlî, Nihayetü’l-İhkâm, II/42; Sa’dî Ebû Ceyb, Mevsûatü’l-İcmâ’, II/633).

Cuma namazının kadınlara farz kılınmamış olması, onlar hakkında bir mahrumiyet değil bir muafiyettir. Diledikleri takdirde, camiye gidip cemaatle Cuma namazı kılmalarında dinen bir engel yoktur.

E. Cumanın Sıhhat (Geçerlilik) Şartları
Fıkıh bilginleri, Cuma namazının geçerli olması için bazı şartlar ileri sürmüşlerdir. Bu şartlardan hutbe, şehir ve cemaat şartlarının Kurulumuzca değerlendirilmesine ihtiyaç duyulmuştur.

1. Hutbe
Hutbe, Cuma ve bayram namazlarında, genel olarak, Allâh’a hamd, Rasûlüne salât ve Müslüman’lara nasihatten oluşan konuşmayı ifade eder.

Hutbe Cuma namazının geçerlilik şartlarındandır. Cuma suresinin 9. ayetindeki “Allâh’ı anma” ifadesini, Hz. Peygamber’in hutbe ile ilgili hadislerini ve uygulamalarını göz önünde bulunduran müçtehitler, hutbenin cumanın sıhhatinin şartı olduğunu ittifakla kabul etmişlerdir (İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, II/28; İbn Kudâme, el-Muğnî, III/170-171; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I/549; Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâ’î, II/195-198; Nevevî, Mecmû’, IV/382383).

Hutbenin, Cuma vaktinde ve namazdan önce okunması gerekir. Zira Hz. Peygamber, hutbeyi Cuma namazından önce okumuştur (Ebû Dâvûd, Salât, 240; Abdürrazzâk San’anî, el-Musannef, III/222, H. No: 5413). Bu yüzden bütün fıkıh bilginleri hutbenin namazdan önce okunması gerektiği konusunda görüş birliği içindedirler. Günümüze kadar uygulama da bu şekilde olmuştur (İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, II/28; İbn Kudâme, el-Muğnî, III/170-171; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I/549; Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâ’î, II/195-198; Nevevî, Mecmû’, IV/382383).

2. Şehir
İslâm bilginleri Cuma namazının sahih olması için, Cuma namazının şehir veya şehir hükmünde bir yerleşim biriminde kılınması gerektiğini ileri sürmüşler, ancak şehrin tanımı konusunda ihtilaf etmişlerdir.

Hz. Peygamber, ilk Cuma namazını, Mekke’den Medine’ye hicreti esnasında Salim b. Avf oğullarının ikamet ettiği Rânûnâ adı verilen bir vadide kıldırmıştır (İbn Hişam, es-Sîretü’n-Nebeviyye, III/22).

Buna göre, farzı eda edecek sayıda cemaatin bulunduğu mezra, köy, belde, şehir gibi büyük veya küçük tüm yerleşim birimlerinde kılınan Cuma namazı sahihtir. Nitekim Diyanet İşleri Reisliği Müşavere Heyetinin (Din İşleri Yüksek Kurulunun) 16/04/1933 tarih ve 190 sayılı kararında da bu husus vurgulanmıştır.

3. Cemaat
Cuma namazının sıhhat şartları arasında ileri sürülen cemaat şartı; cemaati oluşturan en az kişi sayısı ve bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazının kılınıp kılınamayacağı şeklinde iki yönden ele alınmıştır.

a) Cemaati oluşturan en az kişi sayısı
Cuma namazının sahih olması için cemaatin şart olduğu konusunda bütün bilginler ittifak etmekle birlikte, gerekli asgari sayının kaç olduğu hususunda farklı görüşler belirtmişlerdir.

Hanefi Mezhebinde, Cuma namazının kılınabilmesi için, Ebu Hanife ve Muhammed b. Hasen eş-Şeybânî’ye göre, imamın dışında en az üç, Ebû Yusuf’a göre ise, iki kişinin bulunması gerekir (İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, II/31; İbn Abidin, Reddu’l-Muhtâr, I/545). Şafiî ve Hanbelîlere göre, en az kırk (Şafiî, Ümm, I/328; Nevevî, el-Mecmû’, IV/353; Şirbinî, Muğni’l-Muhtâc, I/545; İbn Kudâme, el-Muğnî, III/204); Malikîlere göre de on iki kişinin bulunması şarttır (Huraşî, Şerhu Muhtasari Halîl, II/76-77).

Şafiîler ve Hanbeliler görüşlerini, Hz. Peygamber’in Medine’ye gelmesinden önce Es’ad b. Zürâre tarafından Medine’de kıldırılan ilk Cuma namazında kırk kişinin hazır bulunduğunu bildiren rivayetlere dayandırmaktadırlar (Ebû Dâvûd, Salât, 216; İbn Mâce, Salât, 78). Bu mezheplere göre, bundan sonra Rasulullah zamanında kılınan Cuma namazlarında sayı kırk kişinin altına düşmemiştir. Ayrıca bunlar, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe’den rivayet edilen “kırk kişi bulunan her yerleşim biriminde, Cuma namazı kılmak farzdır” haberi ile Ömer b. Abdilaziz’in, Şam ile Mekke arasında bulunan “miyah” halkına gönderdiği mektuptaki, “kırk kişiye ulaşınca Cuma namazını kılın” ifadesini delil olarak ortaya koymuşlardır (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, III/177-178, H.No: 5398, 5399).

İleri sürülen bu deliller, Cuma namazının farz olması için kırk kişinin bulunması gerektiğini ispata yeterli değildir. Zira, Hz. Peygamber’in Medine’ye gelmesinden önce, Medine’de kılınan Cuma namazında kırk kişinin hazır bulunması, bundan aşağı sayıda kişiyle Cuma namazı kılınamayacağını göstermez. Nitekim Mus’ab b. Umeyr’in, Hz. Peygamber’in emri ile Medine’de 12 kişiye Cuma namazı kıldırdığı rivayet edilmektedir (Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, III/179, H.No: 5407). Ayrıca Rasulullah’ın kıldırdığı bir Cuma namazında, ticaret kervanının geldiğini haber alan cemaatten on iki kişi haricindekilerin dışarı çıktığı rivayeti sahih hadis kaynaklarında yer almaktadır (Buhârî, Cumua, 38).

Öte yandan Hz. Peygamber’in, “Bir yerleşim biriminde, sadece dört kişi bulunsa bile, Cuma namazı kılmak farzdır.” buyurduğu rivayet edilmektedir (Beyhakî, Sünen, III/179 H.No: 5406, 5407; Darakutnî, Sünen, II/8-9 H.No: 1-3; Azim Âbâdî, Avnü’l-Ma’bûd, III/283). Cuma cemaatinin asgari sayısı hakkında varit olan haberler genelde zayıf kabul edilmekle beraber, fiilî uygulama ile Cuma namazının farziyyetini mutlak olarak ifade eden ayet ve hadisler dikkate alınınca, bir sayı şartı olmadığı anlaşılmaktadır. Ayrıca, Cuma namazının kılınabilmesi için 40 kişinin bulunması gerektiği konusunda Hz. Peygamber’den menkul bir rivayet bulunmamaktadır.

Kur’an-ı Kerim’de Cuma namazı mutlak olarak bütün mü’minlere farz kılınmıştır (Cumua 62/9). Hz. Peygamber bunlardan kimlerin muaf tutulduğunu hadislerinde belirterek ayetin genel hükmünü tahsis etmiştir (Ebû Dâvûd, Salât, 215; Beyhakî, Sünen, III/183-184, H.No: 5422, 5425, 5426; Darakutnî, Sünen, II/2, H.No: 2; İbn Ebî Şeybe, Musannef, I/446, H.No: 5148; ) ve O’nun dışında kimsenin, ayetlerin hükmünü tahsis etme yetkisi de yoktur.

Bu itibarla, bir yerleşim biriminde İmamla birlikte en az dört kişinin bulunması halinde Cuma namazı kılınması gerekir.


devam edecek ...
 

koskun

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Ocak 2007
Mesajlar
1,030
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Niğde
b) Bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı
Bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı kılınıp kılınmayacağı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Hanefi mezhebinde ağırlıklı görüşe göre, birden fazla yerde Cuma namazı kılınabilir (Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâî, II/191-192; İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, II/14-15; İbn Abidîn, Reddü’l-Muhtâr, I/541). Diğer üç mezhebe göre ise, zorunluluk bulunmadıkça, bir yerleşim yerinde sadece bir yerde Cuma namazı kılınır; bir ihtiyaç bulunması halinde ise, birden fazla yerde Cuma namazı kılınabilir. İhtiyaç yokken, birden fazla yerde kılınması halinde, namaza ilk başlayanların Cuma namazları sahih olur, diğerlerininki sahih olmaz. Bu durumda diğerlerinin öğle namazını kılmaları gerekir (Şirbînî, Muğnî’l-Muhtâc, I/544; Nevevî, el-Mecmû’, IV/451-452; Sahnûn, el-Müdevvene, I/277-278; İbn Kudâme, el-Muğnî, III/212; Hurâşî, Şerhu Muhtasari Halîl, II/74-75).

Zuhr-i ahir namazı veya o günkü öğle namazının iade edilmesi konusu, bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazının kılınmasından kaynaklanmaktadır.

II. ZUHR-İ AHİR (Son Öğle) NAMAZI
Son öğle namazı anlamına gelen Zuhr-i âhir namazı, bir kısım İslâm bilginleri tarafından, Cuma namazının sahih olmaması ihtimaline binaen, ihtiyaten kılınması öngörülen o günkü öğle namazıdır.

Sıhhat şartlarındaki ihtilaf sebebiyle Cuma namazının geçerli olmaması ihtimalinden hareketle zuhr-i ahir namazının kılınmasının gerektiğini ileri sürenler olduğu gibi, buna karşı çıkanlar da olmuştur.

A. Zuhr-i Ahir Namazının Gerekliliğini İleri Sürenlerin Delilleri
Zuhr-i ahir namazının gerekliliğini ileri sürenlerin hareket noktası, bir yerleşim biriminde birden fazla camide Cuma namazının sahih olmaması ihtimalidir. Bunlara göre, bir zorunluluk bulunmadıkça, bir yerleşim yerinde sadece bir yerde Cuma namazı kılınır. İhtiyaç yokken, birden fazla yerde kılınması halinde, namaza ilk başlayanların Cuma namazları sahih olur, diğerlerininki olmaz. Bu durumda diğerlerinin öğle namazını kılmaları gerekir. Cuma namazını hangisinin önce kılındığının tespit edilememesi durumunda ise, ihtiyaten hepsinin öğle namazını kılmaları bir çözüm olarak öngörülmüştür. Bu görüşlerini de, Cuma namazının toplanmak ve hutbe irat etmek için meşru kılındığı gerekçesine ve Hz. Peygamber ve hulefa-i raşidîn döneminde tek bir yerde Cuma kılındığına dayandırmaktadırlar (Şirbînî, Muğnî’l-Muhtâc, I/544; Nevevî, el-Mecmû’, IV/451-452; Sahnûn, el-Müdevvene, I/277-278; İbn Kudâme, el-Muğnî, III/212; Hurâşî, Şerhu Muhtasari Halîl, II/74-75).

B. Zuhr-i Ahirin Kılınmaması Gerektiğini İleri Sürenlerin Delilleri
Zuhr-i ahir namazının kılınmasına karşı çıkanlar, şüpheyle yapılan ibadetin geçerli olmayacağı düşüncesinden hareketle, bu namazın kılınmaması gerektiğini söylemişlerdir. Bunlara göre, şüpheyle ibadet makbul değildir. Bu itibarla, “belki Cuma namazı sahih olmamıştır” diye zuhr-i ahir kılmak doğru olmaz. Ayrıca zuhr-i ahir kılınması gerektiğini ileri sürmek, halkın gözünde, Cuma namazının farz olmayıp, öğle namazının farz olduğu ya da bir vakitte ikisinin de farz olduğu zannını uyandırır. İbn Nüceym, Alaü’d-din Haskefî, Cemaleddin el-Kasimî, Mehmet Zihni Efendi gibi bilginler bu görüştedirler (İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik, II/154-155; İbn Abidîn, Reddü’l-Muhtâr, I/536; Cemalettin el-Kasımî, Islahu’l-Mesâcid, s.50; Mehmet Zihni Efendi, Nimet-i İslâm, 439-440).

Bir kısım alimler ise, Hz. Peygamber, sahabe ve tabiîn döneminde böyle bir namaz bulunmadığından hareketle, zuhr-i ahir kılmayı bidat kabul etmişlerdir (Azim Abâdî, Avnü’l-Ma’bûd, III/397,406; Reşid Rıza, Fetâvâ, I/199-200,301-305; III/941; IV/1551, 1591; VI/2521).

C. Delillerin Değerlendirilmesi
Zuhr-i ahirle ilgili olarak tarafların ileri sürdükleri görüşlerin delilleri göz önünde bulundurulduğunda, bu namazı kılmanın gerekli olmadığı anlaşılmaktadır. Şöyle ki, Hz. Peygamber zamanında Cuma namazının sadece bir yerde kılınmış olması, bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı kılınamayacağı anlamına gelmez. Zira o dönemde böyle bir ihtiyaç söz konusu değildi. Ayrıca yeni inen ayetleri Hz. Peygamber’in ağzından işitme iştiyakı içinde bulunan sahabenin, başka bir yerde Cuma namazı kılmalarını düşünmek mümkün değildir.

Bir yerleşim biriminde bir yerde Cuma namazı kılınmaması sebebiyle Cumanın sahih olmayacağını söyleyen müçtehitlerin tamamı, ihtiyaç halinde birden fazla yerde cumanın kılınabileceğini kabul etmişlerdir. Nitekim, İmam Şafiî Bağdat’a gittiğinde birden fazla yerde Cuma namazı kılındığını gördüğü halde, buna karşı çıkmamıştır (Nevevî, Mecmû, IV/452; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I/544). Günümüzde ise, çoğunlukla bir yerleşim biriminde tek camide Cuma namazı kılınması mümkün olmadığından birden fazla yerde Cuma namazı kılınması kaçınılmaz olmuştur.

İbadetlerde aslolan, kabul edilmesidir. Hz. Peygamber Yüce Allâh’ın, “Ben kulumun benim hakkımdaki zannına göre muamele ederim.” buyurduğunu bildirmektedir (Müslim, Zikir, 1; Tirmizî, Zühd, 51). Başka bir hadislerinde de, “Ameller niyetlere göredir.” buyurmuşlardır (Buharî, Bed’ü’l-vahy, 1). Bu itibarla Cuma namazının kabul olunacağına inanarak kılınması ve bunda şüpheye düşülmemesi gerekir.

Diğer taraftan zuhr-i ahir namazının ihtiyat sebebiyle kılındığını ileri sürmek, sağlam bir temele dayanmamaktadır. Zira, ihtiyat iki delilden kuvvetli olanı tercih etmektir. Halbuki, Cuma namazının farz olduğunu ifade eden ayet ve hadislere karşı, birden fazla yerde kılınmasının caiz olmayacağı konusunda bir delil bulunmamaktadır. Bir yerde kılınması şartını ileri sürenlerin, ihtiyaç bulunduğunda kılınabileceğini belirtmeleri de bunu göstermektedir. Kaldı ki Kur’an-ı Kerim’de, “Allâh bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar” (Bakara 2/286); “Allâh dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi.” (Hac 22/78) buyrulmaktadır.

Diğer taraftan ihtiyat, bir faydaya dayalı olmalıdır. Oysa, zuhr-i ahirin kılınması gerektiğini söylemek, insanların Cuma’dan sonra kılınacak sünneti terk etmelerine sebep olmaktadır. Farzdan sonra sünnet namazdan başka bir namaz olmadığı anlatılır ve uygulama da buna göre olursa, bu sünneti yerine getirenlerin sayısı artacaktır. Asıl ihtiyat, Allâh ve Rasulü Müslüman’ları ne ile sorumlu kılmış ise onları yerine getirmek, buna bir şeyi ilave etmemektir.

III. SONUÇ
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında;

1. İki rekat olan Cuma namazının farziyetinin Kitap, sünnet ve icma ile sabit olduğuna, sıhhat şartlarından olan hutbenin Cuma namazının farzından önce okunması gerektiğine,

2. Cuma namazının farzından önce ve sonra, Hz. Peygamber’in nafile olarak namaz kıldığı sabit olduğundan, Cuma’dan önce ve sonra nafile namaz kılmanın sünnet olduğuna, bu nafile namazların dördü farzdan önce, dördü de sonra olmak üzere toplam sekiz rekat kılınmasının uygun olacağına,

3. Cuma namazının kadın, hasta, yolcu, hürriyeti kısıtlı ve cemaate katılamayacak derecede mazereti olanlara farz olmadığına, bununla birlikte kılmaları halinde namazlarının geçerli olup, ayrıca öğle namazı kılmaları gerekmediğine,

4. İmamla birlikte en az dört kişinin bulunduğu mezra, köy, belde, şehir gibi büyük veya küçük tüm yerleşim birimlerinde Cuma namazının kılınması gerektiğine,

5. Bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı kılınabileceğine, bu sebeple zuhr-i ahir namazının kılınmasına gerek olmadığına,

6. Zuhr-i ahir namazını kılmak isteyenlere ise mani olunmasının uygun olmayacağına,

Karar verildi.
 

xxgulsumxx

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Haz 2008
Mesajlar
154
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
33
allah razı olsun bilgilendirdiğin içinnnnnnnn.....emeğine sağlık allaha emanet ol
 

tevhit06

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Haz 2008
Mesajlar
31
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
b) Bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı
Bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı kılınıp kılınmayacağı konusunda farklı görüşler bulunmaktadır. Hanefi mezhebinde ağırlıklı görüşe göre, birden fazla yerde Cuma namazı kılınabilir (Kâsânî, Bedâi’u’s-Sanâî, II/191-192; İbn Hümâm, Fethu’l-Kadîr, II/14-15; İbn Abidîn, Reddü’l-Muhtâr, I/541). Diğer üç mezhebe göre ise, zorunluluk bulunmadıkça, bir yerleşim yerinde sadece bir yerde Cuma namazı kılınır; bir ihtiyaç bulunması halinde ise, birden fazla yerde Cuma namazı kılınabilir. İhtiyaç yokken, birden fazla yerde kılınması halinde, namaza ilk başlayanların Cuma namazları sahih olur, diğerlerininki sahih olmaz. Bu durumda diğerlerinin öğle namazını kılmaları gerekir (Şirbînî, Muğnî’l-Muhtâc, I/544; Nevevî, el-Mecmû’, IV/451-452; Sahnûn, el-Müdevvene, I/277-278; İbn Kudâme, el-Muğnî, III/212; Hurâşî, Şerhu Muhtasari Halîl, II/74-75).

Zuhr-i ahir namazı veya o günkü öğle namazının iade edilmesi konusu, bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazının kılınmasından kaynaklanmaktadır.

II. ZUHR-İ AHİR (Son Öğle) NAMAZI
Son öğle namazı anlamına gelen Zuhr-i âhir namazı, bir kısım İslâm bilginleri tarafından, Cuma namazının sahih olmaması ihtimaline binaen, ihtiyaten kılınması öngörülen o günkü öğle namazıdır.

Sıhhat şartlarındaki ihtilaf sebebiyle Cuma namazının geçerli olmaması ihtimalinden hareketle zuhr-i ahir namazının kılınmasının gerektiğini ileri sürenler olduğu gibi, buna karşı çıkanlar da olmuştur.

A. Zuhr-i Ahir Namazının Gerekliliğini İleri Sürenlerin Delilleri
Zuhr-i ahir namazının gerekliliğini ileri sürenlerin hareket noktası, bir yerleşim biriminde birden fazla camide Cuma namazının sahih olmaması ihtimalidir. Bunlara göre, bir zorunluluk bulunmadıkça, bir yerleşim yerinde sadece bir yerde Cuma namazı kılınır. İhtiyaç yokken, birden fazla yerde kılınması halinde, namaza ilk başlayanların Cuma namazları sahih olur, diğerlerininki olmaz. Bu durumda diğerlerinin öğle namazını kılmaları gerekir. Cuma namazını hangisinin önce kılındığının tespit edilememesi durumunda ise, ihtiyaten hepsinin öğle namazını kılmaları bir çözüm olarak öngörülmüştür. Bu görüşlerini de, Cuma namazının toplanmak ve hutbe irat etmek için meşru kılındığı gerekçesine ve Hz. Peygamber ve hulefa-i raşidîn döneminde tek bir yerde Cuma kılındığına dayandırmaktadırlar (Şirbînî, Muğnî’l-Muhtâc, I/544; Nevevî, el-Mecmû’, IV/451-452; Sahnûn, el-Müdevvene, I/277-278; İbn Kudâme, el-Muğnî, III/212; Hurâşî, Şerhu Muhtasari Halîl, II/74-75).

B. Zuhr-i Ahirin Kılınmaması Gerektiğini İleri Sürenlerin Delilleri
Zuhr-i ahir namazının kılınmasına karşı çıkanlar, şüpheyle yapılan ibadetin geçerli olmayacağı düşüncesinden hareketle, bu namazın kılınmaması gerektiğini söylemişlerdir. Bunlara göre, şüpheyle ibadet makbul değildir. Bu itibarla, “belki Cuma namazı sahih olmamıştır” diye zuhr-i ahir kılmak doğru olmaz. Ayrıca zuhr-i ahir kılınması gerektiğini ileri sürmek, halkın gözünde, Cuma namazının farz olmayıp, öğle namazının farz olduğu ya da bir vakitte ikisinin de farz olduğu zannını uyandırır. İbn Nüceym, Alaü’d-din Haskefî, Cemaleddin el-Kasimî, Mehmet Zihni Efendi gibi bilginler bu görüştedirler (İbn Nüceym, el-Bahru’r-Râik, II/154-155; İbn Abidîn, Reddü’l-Muhtâr, I/536; Cemalettin el-Kasımî, Islahu’l-Mesâcid, s.50; Mehmet Zihni Efendi, Nimet-i İslâm, 439-440).

Bir kısım alimler ise, Hz. Peygamber, sahabe ve tabiîn döneminde böyle bir namaz bulunmadığından hareketle, zuhr-i ahir kılmayı bidat kabul etmişlerdir (Azim Abâdî, Avnü’l-Ma’bûd, III/397,406; Reşid Rıza, Fetâvâ, I/199-200,301-305; III/941; IV/1551, 1591; VI/2521).

C. Delillerin Değerlendirilmesi
Zuhr-i ahirle ilgili olarak tarafların ileri sürdükleri görüşlerin delilleri göz önünde bulundurulduğunda, bu namazı kılmanın gerekli olmadığı anlaşılmaktadır. Şöyle ki, Hz. Peygamber zamanında Cuma namazının sadece bir yerde kılınmış olması, bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı kılınamayacağı anlamına gelmez. Zira o dönemde böyle bir ihtiyaç söz konusu değildi. Ayrıca yeni inen ayetleri Hz. Peygamber’in ağzından işitme iştiyakı içinde bulunan sahabenin, başka bir yerde Cuma namazı kılmalarını düşünmek mümkün değildir.

Bir yerleşim biriminde bir yerde Cuma namazı kılınmaması sebebiyle Cumanın sahih olmayacağını söyleyen müçtehitlerin tamamı, ihtiyaç halinde birden fazla yerde cumanın kılınabileceğini kabul etmişlerdir. Nitekim, İmam Şafiî Bağdat’a gittiğinde birden fazla yerde Cuma namazı kılındığını gördüğü halde, buna karşı çıkmamıştır (Nevevî, Mecmû, IV/452; Şirbînî, Muğni’l-Muhtâc, I/544). Günümüzde ise, çoğunlukla bir yerleşim biriminde tek camide Cuma namazı kılınması mümkün olmadığından birden fazla yerde Cuma namazı kılınması kaçınılmaz olmuştur.

İbadetlerde aslolan, kabul edilmesidir. Hz. Peygamber Yüce Allâh’ın, “Ben kulumun benim hakkımdaki zannına göre muamele ederim.” buyurduğunu bildirmektedir (Müslim, Zikir, 1; Tirmizî, Zühd, 51). Başka bir hadislerinde de, “Ameller niyetlere göredir.” buyurmuşlardır (Buharî, Bed’ü’l-vahy, 1). Bu itibarla Cuma namazının kabul olunacağına inanarak kılınması ve bunda şüpheye düşülmemesi gerekir.

Diğer taraftan zuhr-i ahir namazının ihtiyat sebebiyle kılındığını ileri sürmek, sağlam bir temele dayanmamaktadır. Zira, ihtiyat iki delilden kuvvetli olanı tercih etmektir. Halbuki, Cuma namazının farz olduğunu ifade eden ayet ve hadislere karşı, birden fazla yerde kılınmasının caiz olmayacağı konusunda bir delil bulunmamaktadır. Bir yerde kılınması şartını ileri sürenlerin, ihtiyaç bulunduğunda kılınabileceğini belirtmeleri de bunu göstermektedir. Kaldı ki Kur’an-ı Kerim’de, “Allâh bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar” (Bakara 2/286); “Allâh dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi.” (Hac 22/78) buyrulmaktadır.

Diğer taraftan ihtiyat, bir faydaya dayalı olmalıdır. Oysa, zuhr-i ahirin kılınması gerektiğini söylemek, insanların Cuma’dan sonra kılınacak sünneti terk etmelerine sebep olmaktadır. Farzdan sonra sünnet namazdan başka bir namaz olmadığı anlatılır ve uygulama da buna göre olursa, bu sünneti yerine getirenlerin sayısı artacaktır. Asıl ihtiyat, Allâh ve Rasulü Müslüman’ları ne ile sorumlu kılmış ise onları yerine getirmek, buna bir şeyi ilave etmemektir.

III. SONUÇ
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında;

1. İki rekat olan Cuma namazının farziyetinin Kitap, sünnet ve icma ile sabit olduğuna, sıhhat şartlarından olan hutbenin Cuma namazının farzından önce okunması gerektiğine,

2. Cuma namazının farzından önce ve sonra, Hz. Peygamber’in nafile olarak namaz kıldığı sabit olduğundan, Cuma’dan önce ve sonra nafile namaz kılmanın sünnet olduğuna, bu nafile namazların dördü farzdan önce, dördü de sonra olmak üzere toplam sekiz rekat kılınmasının uygun olacağına,

3. Cuma namazının kadın, hasta, yolcu, hürriyeti kısıtlı ve cemaate katılamayacak derecede mazereti olanlara farz olmadığına, bununla birlikte kılmaları halinde namazlarının geçerli olup, ayrıca öğle namazı kılmaları gerekmediğine,

4. İmamla birlikte en az dört kişinin bulunduğu mezra, köy, belde, şehir gibi büyük veya küçük tüm yerleşim birimlerinde Cuma namazının kılınması gerektiğine,

5. Bir yerleşim biriminde birden fazla yerde Cuma namazı kılınabileceğine, bu sebeple zuhr-i ahir namazının kılınmasına gerek olmadığına,

6. Zuhr-i ahir namazını kılmak isteyenlere ise mani olunmasının uygun olmayacağına,

Karar verildi.


Diyanet işleri başkanlığının fetvasını bende defalarca okudum 5.nci maddede zuhri ahir namazının kılınmasına gerek olmadığına diyor hatta baştan sona kadar verdikleri fetvada zuhri ahirin kılınmasına gerek oladığını anlatıyor sonunda 6.ncı maddede zuhri ahir namazı kılanlara mani olunmasının uygun olmayacağına diyor

Açıkca çıkıpda zuhru ahir diye bir namaz yok diyemiyorlar hükümetten devletten belki çekiniyorlar halkdan çekiniyorlar böyle bir namaz yokduda bize yıllardır niye kıdırdınız diye
 

koskun

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
16 Ocak 2007
Mesajlar
1,030
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
57
Konum
Niğde
Diyanet işleri başkanlığının fetvasını bende defalarca okudum 5.nci maddede zuhri ahir namazının kılınmasına gerek olmadığına diyor hatta baştan sona kadar verdikleri fetvada zuhri ahirin kılınmasına gerek oladığını anlatıyor sonunda 6.ncı maddede zuhri ahir namazı kılanlara mani olunmasının uygun olmayacağına diyor

Açıkca çıkıpda zuhru ahir diye bir namaz yok diyemiyorlar hükümetten devletten belki çekiniyorlar halkdan çekiniyorlar böyle bir namaz yokduda bize yıllardır niye kıdırdınız diye

çok haklısın .................. :) .............. allaha emanet ol ...
 

koylu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2007
Mesajlar
62
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
66
Zühri Ahir Namazı diye bir namaz vardır. Peygamber efendimizin kılmadığı doğrudur. Dolayısıyla bid’at olduğunu ve bunun yanlış bir uygulama olduğunu yazmışsınız. Bu sebeple Zühri ahir namazı ile ilgili bilgileri nakletmeden önce Bid’at mevzûsunu açıklamak istiyorum.
Prof. Dr Hayreddin Karaman İslam’ın Işığında Günümüz meseleleri Adlı kitabında Bid’at mevzusunu şöyle açıklıyor:

Tarifler
Bidat öncekilere benzemeyen, evvel yok iken yeni ortaya çıkan veya çıkarılan şey demektir. İslâm uleması bidatın tarifinde birleşmemiş, çeşitli tarifler ileri sürmüşlerdir. Bir grup bidatı dar mânâda ele almış ve “Hz.Peygamber’den (sav) sonra ortaya çıkan, din ile alâkalı olup bir ilâve veya eksiltme mahiyetinde olan şey” diye tarif etmişlerdir. Bu tarife göre her bidat kötüdür, sapıklıktır, dini bozacağı, değiştireceği için onunla mücâdele etmek gerekir.
Diğer gruba göre bidat Hz. Peygamber’den (sav) sonra icâd edilen, ortaya çıkan, moda haline gelen herşeydir. Bu tarif çok geniş olduğu için tek değerlendirmeye tâbî tutulmamış “mezmune” ve “hasene” yâni kötü ve iyi kısımlarına ayrılmıştır. Bu arada şer’i delillere aykırı herşey ve davranışa bidat diyenler de olmuştur(bkz. Ali Mahfuz, el-İbdâ, s 16 vd).

Tahlil

Birinci tarife göre herhangi bir âdet, âlet ve davranışın bidat olabilmesi için dine katılması, dinî telâkki edilmesi, iman ve ibâdet manzûmesine dahil bulunması gerekir.
İkinci gruba göre Rasûlullah’ın (sav) âhirete intikalinden sonra ortaya çıkan herşey bidattır; ancak her bidat sapıklık olmadığı gibi günah ve kötü de değildir. Kabih (kötü) bidat vardır, hasen (iyi) bidat vardır. Birincisi caiz olmadığı ve delile dayanmadığı halde dinde ilâve veya eksiltme ifâde eden bidatlerdir. İkincisi sonradan ortaya çıkmakla beraber ya din ile alâkası olmayan veya caiz olduğuna delil bulunan bidatlerdir. Dikkat edilirse bu tarifin, “kötü bidat” diye tavsif edilen kısmının, birinci grubun bidat anlayışı içine girdiği görülecektir. “İyi ve güzel bidat” denilen kısmına ise onlar bidat dememiş, bunları bidat mevhumu içine sokmamışlardır. Bidatı iyi ve kötü diye ikiye ayıranlara göre horozu kurban olarak kesmek kötü bidattır; caiz değildir; çünkü bu âdet sonradan çıkmıştır, İslâm’ın kurban nizamına aykırıdır. Aynı âdet birinci grubun tarifine göre de bidattır. Kur’ân-ı Kerîm’i bir mushaf içinde toplamak, hadis kitapları yazmak, terâvih namazını cemaatle kılmak da sonradan olmuş şeylerdir; fakat bunlar iyi bidattır, caizdir, caiz olduğuna deliller vardır.


Kendi yorumum: Bu yazıyı bidat kavramının kapsama alanını ve yararlı bidatler olabileceğini anlatmak için naklettim. Diyanet işlerinin de bidatler arasında bu namazı yazıp, uygulamadan kaldırmamasının sebebini yararlı bidat olarak gördüklerine bağlıyorum. Ben bu namazla bidat kelimesinin yan yana durmasını dahi doğru bulmuyorum. Çünkü bu bir gereksinimdir. Mezheblerde böyledir. Onlarda sonradan çıkmıştır. İnkâr etmek olmaz.
Şimdi gelelim Zühri Ahîr namazının var olduğunu ve bu namazın nasıl kılınması gerektiğine. Bu mevzûyu 2 farklı kaynaktan nakletmeye çalışacağım.

Ömer Nasuhi Bilmen Büyük İslam İlmihali (Sadeleştiren: Emekli İstanbul Müftüsü Ali Fikri Yavuz, Bilmen Basım ve Yayınevi) adlı kitaptan naklediyorum (s.167).

Cumanın Edasının Şartları

196- Cumanın edası için şu altı şart gereklidir.
(Ben konumuzla ilgili olduğu için sadece 6. maddeyi yazmakla yetineceğim)
6) Cuma namazının bir beldede veya belde hükmünde bulunan bir yerde kılınmasıdır. Beldeden maksad, valisi, hakimi, yolları ve mahalleleri bulunan herhangi bir şehirdir. Bu beldeye bitişik olup asker toplamak, at bağlamak, silâh atmak, cenâze namazı kılmak, ölüleri gömmek gibi beldenin ihtiyaçları için hazırlanmış olan yerler de, belde hükmündedir. Bu yerlere “Fina-i belde” denilir. Onun için bir belde camilerinde Cuma namazı kılınabileceği gibi, böyle yerlerde de kılınabilir. Önceleri şehirlerin dışında böyle namaz kılma yerleri (Musallâ) vardı. Halk Cuma ve bayram günlerinde orada toplanarak namazlarını kılarlardı. Böylece beraberliklerini, güçlerini ve hakka olan bağlılıklarını göstermeye çalışırlardı. Öyle ki, İmam Azam’a göre, bir beldede yalnız bir camide veya bir Musallâ’da Cuma namazı kılınır, birkaç camide kılınmaz.
Fakat İmam Muhammed ve İmam Azam’dan diğer bir rivayete göre Cuma namazı, bir beldede bulunan bir çok camide kılınabilir. Doğru olan da budur. Uygulama da böyle yapılmaktadır. İmam Ebu Yusuf’dan yapılan başka bir rivayete göre, şehirde ancak iki yerde Cuma namazı kılınabilir. Diğer bir rivayete göre de aralarında bir ırmak bulunmadıkça iki yerde de Cuma namazı kılınmaz.
Cuma namazının birçok camide kılınmasını caiz görmeyenlere göre, bir beldede kılınan birçok Cuma namazlarından hangisine daha önce tekbir alınarak başlanmışsa o namaz sahih olur, diğerleri olmaz.
İşte böyle bir ihtilaftan kurtulabilmek içindir ki, cumanın dört rekât son sünnetinden sonra “Zühri ahîr” adı ile dört rekât namaz daha kılınmaktadır. Şöyle ki: “Vaktine yetişip henüz üzerimden düşmeyen son öğle namazına” diye niyet edilir ve tam öğle namazının dört rekât farzı veya dört rekât sünneti gibi , dört rekât namaz kılınır. Daha iyisi sünnet namazı şeklinde kılmaktır. Çünkü Cuma namazı sahih olmamışsa, bu dört rekât ile o günün öğle namazı kılınmış olur. Bu namazın son iki rekâtına ilâve edilen sûre veya ayetler, farzın sıhhatine zarar vermez. Eğer Cuma namazı sahih olmuşsa, bu dört rekât kazaya kalmış bir öğle namazı yerine geçer. Kazaya kalmış böyle bir namaz bulunmayınca da nafile bir namaz olur.
Sonuç: Bu şekilde namaz kılınması uygun olduğundan, alimlerin çoğu tarafından güzel görülmüştür. Safîî Alimlerinden bir çokları da bunu uygun görmektedirler. Çünkü İmam Şafîî’ye göre de, bir beldede ilk kılınmaya başlanan Cuma namazı geçerlidir, diğer Cuma namazları sahih olmaz. O halde Cuma namazına daha sonra başlamış olanların öğle namazını kılmaları gerekir.
Bununla beraber bu uygulama bir ictihad meselesi olduğundan İmam Şafîî Hazretleri, Bağdad’da bir çok Camide Cuma namazının kılındığını gördüğü halde buna itiraz etmemiştir.


Bir Müslümanın Yol Haritası (Akademi Araştırma Heyeti, Işık Yayınları) adlı kitaptan naklediyorum
Zuhr-i âhir namazı: Zuhr-i âhir namazı, son öğle namazı demektir. Cuma namazı, öğle namazının vaktinde kılınıp, onun yerini tuttuğuna göre, ayrıca bir “son öğle namazı” kılmanın anlamı nedir?
Esasen Peygamber Efendimiz’den ve ilk dönemlerden gelen rivayetler arasında zuhr-i âhir diye bir namaz yoktur. Önceleri Cuma namazı bir yerleşim yerinde sadece bir tek yerde kılınıyordu. Daha sonraları büyük şehirlerde bir tek Camîde kılmanın mümkün olmaması ve birden fazla Camîde kılınması üzerine gündeme gelmiştir.
İşte Zuhr-i âhir, Cumanın sıhhat şartlarının, özellikle Cuma namazlarının bir bölgede bir tek Camîde kılınması şartının şehirlerin nüfusunun artması sebebiyle gerçekleşmemesi, dolayısıyla bir şehirde birçok yerde namaz kılma mecburiyetinin ortaya çıkmasıyla birlikte ihtiyaten kılınan bir namazdır. Daha önce geçtiği üzere İmam-ı Azam Hazretlerine göre Cumanın bir belde de bir tek Camîde kılınması dinin yüceliğini ifade etmesi bakımından çok önemlidir. Bu itibarla cumaya katılan cemaatin azaltılması uygun değildir.
Artık pek çok yerleşim yerinde bir tek Camide Cuma namazı kılmak mümkün olmamaktadır. Cuma namazını bir çok Camide kılınmasını caiz görmeyenlere göre, bir yerleşim yerinde birçok yerde kılınan Cuma namazlarından hangisine daha önce tekbir alınarak başlanmışsa o namaz sahih olur, diğerleri olmaz.
Cuma namazı sahih olmayan kişilerin de öğle namazını kılmaları gerekir. Hangisinin sahih, hangisinin sahih olmadığı bilinmediğine göre, hepsinin ihtiyaten yeniden öğle namazı kılması en uygun çözümdür.
İşte böyle bir ihtilaftan kurtulabilmek içindir ki, Cumanın dört rekât son sünnetinden sonra “Zuhr-i âhir” adı ile dört rekât namaz daha kılınmaktadır. Şöyle ki: “Vaktine yetişip henüz üzerimden düşmeyen son öğle namazına” diye niyet edilir ve tam öğle namazının dört rekât farzı veya dört rekât sünneti gibi , dört rekât namaz kılınır. Daha iyisi sünnet namazı şeklinde kılmaktır. Çünkü Cuma namazı sahih olmamışsa, bu dört rekât ile o günün öğle namazı kılınmış olur. Bu namazın son iki rekâtına ilâve edilen sûre veya ayetler, farzın sıhhatine zarar vermez. Eğer Cuma namazı sahih olmuşsa, bu dört rekât kazaya kalmış bir öğle namazı yerine geçer. Kazaya kalmış böyle bir namaz bulunmayınca da nafile bir namaz olur (bu kısım aynı herhalde onlarda Ömer Nasuhi Bilmenden yazmışlar).
Netice itibarıyla “Zuhr-i âhir” namazının kılınması ihtiyata uygun olduğundan, Âlimlerin çoğu tarafından güzel görülmüş ve uygulanması istenmiştir. Ve asırlardır uygulanmaktadır da.
Zuhr-i âhir’den sonra “vaktin sünneti” niyeti ile aynen sabah namazının sünneti gibi iki rekât namaz daha kılınır.


Kendi yorumum: Hayrettin Karamanın kitabında ilgili mevzuyu okudum.Zuhr-i âhir namazının kılınmaması ve böyle bir uygulamanın kaldırılması görüşünde. Çünkü cemaat Cuma namazından sonra zuhri ahir ve vaktin son sünnetini kılıyor, namaz uzuyor diye Mühim olan Cumanın son sünnetini kılmadan giden insanlar var diyor. Yani Zuhri âhir ile Vaktin son sünneti kılınmayıp, Cumanın son sünneti kılınıp, tesbih çekilip, dağılınsa insanlar son sünneti de kılarlar görüşünde. Bence de Cuma namazından sonra son sünnet kılınıp, tesbih çekilip dağılınsa son sünneti kılanların sayısı artar. Ama kılınan namaz sahih değilse o zaman ne olacak?. Alimler bu konuda ihtilafa düştüklerinden, her ihtimali göze alarak bu namazın kılınması görüşündeyim. Duruma bir de öteki açıdan bakmak istiyorum. Böyle bir uygulama kaldırılırsa bu namazları kılanların namazı sahih ise nafile olarak kıldıkları namazı terk etmelerine vesile olacak
Sahih kelimesinin anlamı ile ilgili internette bir araştırma yaptım. 2 Ayrı sitede aynı mana verilince sizlerle paylaşmak istedim.
SAHÎH:
Şartlarına uygun olan iş veya ibâdet.
Bir amelin, ibâdetin sahîh olması başkadır, kabûl olması başkadır. İbâdetlerin sahîh olmaları için, kendilerine mahsûs şartları, farzları vardır. Bunlardan biri noksan olursa, o ibâdet sahîh yapılmış, yerine getirilmiş olmaz. Cezâsından, azâbından kurtulunamaz. Sahîh olup da kabûl olmayan ibâdet için, azâb yapılmaz ise de, o ibâdetin sevâbına kavuşulamaz.
Herkesin kendi makamında ameli Salih ortaya koyacağına inanıyorum. Amellerimizi itina ile yapmamız görüşündeyim. Avamın ameli başkadır, Havasın ameli başkadır. Rabiatül Adiviyye (Rahmetullahi Aleyh) Namaza başlamadan önce Rabıta yapar kalbini namaza hazırlamaya çalışır Mevlaya huzur-u kalb için dua eder ve “yarabbi sen bana namazda huzur-u kalb vermez isen kılacağım namazı kabul et.” diye dua ederdi.
İnşallah yazdığım yazılar, ilettiğim kaynaklar erkeklerin Cuma namazına mütakib bu namazı kılmaları gerektiğini anlamanıza vesile olmuştur. Konuşmamı İmam-ı Âzam Hazretlerinin enfes bir sözüyle süsleyerek bitirmek istiyorum: “Bir kimse bize şu taşı gösterip bunu ilmi ile altın olduğunu ispat etse; biz bu taşa altın deriz.”
 

tevhit06

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Haz 2008
Mesajlar
31
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Köylü Rumuzlu kardeşim uzun yazınızı okudum.
Bidat konusuna girmiyeceğim. cumadan sonra kılınan zuhr-i ahir yani son öğle namazı bu namaz şüphe üzerine kılınıyor şüpheli ibadet olayacağını çok kişi bilir.Niçin şüphe ediliyor;islamın ilk yıllarında birliği beraberliği sağlamak için yapılmış içtihat. islamın ilk yıllarında müşriklere karşı, müslümanların bir bütün oldukalrını göstermek için yapılmış içtihat. Cumanın anlamı toplanmaktan geldiği için o zamanki müslümanları birlik beraberlik içinde göstermek için ayrı ayrı camilerde toplanmayalım zaten bir camiyi ancak dolduruyoruz,gelin bir araya gelelim yoksa cumanız olmaz denmiş. başka nasıl biraraya toplayacaklar,eğer ayrı ayrı camilerde cuma kılacaksak hiç olmazsa toplanmamıza engel aramızda bir dere bir ırmak veya bir nehir olmalı ki o zaman ikinci bir camide cuma kılabilirsiniz.iyi araştırılırsa tek cami meselesi bundan ibarettir.

şimdi büyük şehirlerde on binlerce cuma kılanı nasıl bir camiye toplarız.1200 Küsür sene önce içtihat kapısını kapatmışlar; o günkü yapılan içtihatlar bu gün bazıları uygulamalarımızda bizi zor duruma düşürüyor.size bir örnek vermek istiyorum; zekat hesaplanırken kırk koyun,20 miskal altın,200 dirhem gümüş bunlardan birine sahip olan zengin sayılıyordu kişi bulardan birisine sahipse zengin hükmündeydi hacca gidecek zekat verecek hayır hasanat yapacak. Bugün öylemi 39 koyunu olana fakirsin diyeceğiz 86 gıram altını olana zenginsin diyeceğiz 39 koyun yaklaşık 10 bin ytl 86 gıram altın yaklaşık 3 bin ytl 200 dirhem gümüş bilmem nekadar çok kişinin evinde gümüş çay tepsileri var 20 -30 lira o günkü hesap ve içtihat bu güne nasıl uayar.

Peygamber efendimiz; Muaz bin cebeli yemene vali olarak gönderirken sordular ya Muaz sana gelen meselelere ne ile hüküm vereceksin cevap Hz.Kuranla resurullah sordu onda bulamazsan cevap peygamberin sünnetiyle resurullah tekrar sordu ordada bulamazsan cevap içtihadımla ya resurullah dedi bu cevabı alan peygamber efendimiz çok memnun oldular.Bugün niçin ulamamız içtihat etmekten çekiniyor.Diyanet Zuhuri ahir kılmaya gerek yok dediği halde halka açıklamaktan çekiniyor.Eski diyanet işleri başkanı sayit yazıcıoğlu zuhuri ahirin olamadığını halka açıklıyamıyoruz diyor niçin dediklerinde; madem zuhr-i ahir yokta bu güne kadar bize neden açıklamadınız diye halktan korkuyoruz bizi taşlarlar diye.
yazımı kısa kesiyorum uzun uzun yazıp kimsenin zamanını almak istemiyorum Allaha emanet olun sağlıcakla kalın.
 

tevhit06

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Haz 2008
Mesajlar
31
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
islami forum sitelerin birinde okuduğum bu yazıyıda sizinle paylaşmak istiyorum.

Zuhr-i ahir

Zuhr-i ahîr namazı, son öğle namazı demektir. Cuma namazı, öğle namazının vaktinde kılınıp, onun yerini tuttuğuna göre, ayrıca bir "son öğle namazı" kılmanın anlamı nedir?
Esasen Hz. Peygamber'den ve ilk dönemlerden gelen rivayetler arasında zuhr-i ahîr diye bir namaz yoktur. Bu namaz, cumanın sıhhat şartlarının, özellikle cuma namazının bir bölgede bir tek camide kılınması şartının şehirlerin nüfusunun artması sebebiyle gerçekleşmemesi, dolayısıyla bir şehirde birkaç yerde namaz kılma mecburiyetinin ortaya çıkmasıyla birlikte gündeme gelmiş bir namazdır.
Bunun anlamı şudur: Cumanın her yerleşim biriminde tek bir camide kılınması namazın sahih olması için şart görüldüğü takdirde, bir şehirde sadece bir camide cuma namazı kılmanın da artık imkânsız hale geldiği göz önünde bulundurulursa, bir şehirde birkaç camide kılınan namazlardan sadece birinin sahih, ötekilerin bâtıl olması kaçınılmaz olur. Cuma namazı bâtıl olan kişilerin de öğle namazını kılmaları gerekir. Hangisinin sahih, hangilerinin bâtıl olduğu bilinmediğine göre, hepsinin ihtiyaten yeniden öğle namazı kılması en uygun çözümdür. İşte bu son öğle namazı, böyle bir ihtiyatın hatta kaygının ürünü olup o günün öğle namazını kurtarma düşüncesiyle kılınmaktadır.
Fakat, bu tedbirin kaynağı olan kaygı ve var sayıma mahal yoktur. Çünkü cuma namazının bir camide kılınması, cumanın anlamına uygun olmakla birlikte, nüfusu milyonlara ulaşan büyük şehirlerin ortaya çıktığı günümüzde bu şartın yerine getirilmesi mümkün değildir. Fakihlerin böyle bir şart ileri sürmüş olmasını kendi dönemlerindeki şartlarla irtibatlandırmak gerekir. Dolayısıyla İmam Muhammed'in görüşüne uyularak, izdiham olsun olmasın bir şehirde birden fazla camide cuma namazı kılınabileceğinin tercih edilmesi kaçınılmazdır. Nitekim sonraki Hanefî fıkıhçılar da bu ictihadı fetvaya esas almışlardır. Böyle olunca, her bir camide kılınan cuma namazının ayrı ayrı sahih olması, bu yönden aralarında bir fark gözetilmemesi esas olup cuma namazı kılanların ayrıca son öğle namazı (zuhr-i ahîr) kılmaları gerekmez.
Son öğle namazının niyetinde ve gerekçesinde "cumanın sahih olmadığı" kaygısı vardır. Halbuki yukarıda sayılan şartlar yerine getirilerek kılınan cuma namazı sahih bir namaz sayılacağından, bunu telâfi maksadıyla ikinci bir namazın kılınması gereksiz olduğu gibi böyle bir telâfi niyeti de doğru değildir.
 

fikretc

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
31 Ağu 2006
Mesajlar
17
Tepki puanı
0
Puanları
0
Zuhr-i Ahir namazı ve çelişki

Zuhr-i Ahir namazı ve çelişki

21.yüzyılda kendisini daha bariz göstermiş olan, ve hakikatende akıl ve mantık dışı bir uygulamanın hala devam ettirilmesi inanılacak gibi değil. İbadet içerisine şüpheyi bile sokmuşusuz. "Eğer kabul olmazsa" : ibadet için ne kadar üzücü bir kelime, Hangi namazın tam olarak kabul edildiğini veya red edildiğini biliyoruz ki kendi kendimize hüküm veriyoruz. Sen yeter ki doğrusunu kıl.

Eğer Peygamberimiz Hz Muhammed se artık onun şeriatinde böyle yanlış anlamlar çıkaracak hükümlerden uzak durulmalıdır. Diyanetimiz artık sona geldi. Yakın bir zamanda da "İslam ansiklopedisinde, Kurul kararlarında ve ilmihalinde gereksiz gördüğü bu namazın kılınmaması gerektiğini artık uygulamaya dökerek göstereceği inancındayım".

Düşünebiliyor musunuz? Bize namaz kıldıran bir kişi cumanın kabul olmayacağını düşünüyor ve zuhr-i ahir kılıyor. Acaba bu durumda bizim cuma namazımız sahih oluyor mu?

Eğer imamın ne düşüncede olduğunu bilmezsek kılmamızda bir bahis olmaz. Ancak İmam açıkca bu nu ifşa ediyor. Dolayısıyla İnşallah Cenabı Hakk namazlarımızı kabul eder.

İslam düşünürlerimiz bu durumu göz önüne getirerek bir an evvel bu yanlışı düzeltmelidirler. Kıyamete kadar Zalim bir imam bile olsa kılınması yönündeki Cenabı Hakkın bildirisini, şüpheden ve nefsimizden arındırarak kılmaya çalışalım.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt