Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

çöle inen nur..O Kİ ONUN İÇİN VARIZ... (1 Kullanıcı)

HÜZÜNLE DOLUYUM

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Ocak 2009
Mesajlar
343
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
45
cole.jpg


FARKLI BİR SİYER ÇALIŞMASI: ÇÖLE İNEN NUR
Osman AKYILDIZ​

“Sofra... Etrafında Allah Resûllerinin dizildiği sofra... Ve bu sofrada başköşe... Sen!
İnsanın hakikati... Sır... Kâinatın en çetin sırrı... Bir de misilsiz insan ki, onun hakikatinde, mahlûk, artık, son haddine ulaşır. Onun hakikatinde, mahlûk tükenir, fakat Allah başlamaz. O da sen!
Yaradan... Ve onun en güzel eseri... Zâtiyle tek olan Yaratıcı’nın koskoca insan ehrâmında ve en yüksek noktada halkettiği insan... Sen!”(1)

“Sen, mukaddes hedef; Haktan gelen aşkın hedefi!..
Sen, en ileri rütbe; Allahın Sevgilisi olmak mertebesi!..
Sen, en güzel insan; güzeller güzeli insanoğlunun en güzeli!..”(2)

“Ey tek katresinin hacminde bir umman çalkalanan ve tek zerresinin menşurunda bir kâinat yüzen Kevser havuzu’nun sahibi!
Ey ufuk; insanoğlunun ufku!..
Sende bizim gibi bir insansın! Sen bir derece daha fazlası olmayan bir insansın da, biz senden eksik olduğumuz kadar insanlığa uzak insanlarız.
Öyleyse hangi mânâsiyle olursa olsun, seni tekrarlamak, aldığımız nefesleri tekrarlamaktan bin kat daha aziz… Zaten sensiz ve senden habersiz alınan nefes, varlığın değil, yokluğun soluğu...”(3)
“Sen, sen, sen; eskimeyen biricik yeni solmayan biricik renk!”(4)
“O ki olmasaydı, topyekûn oluş olmayacaktır.
İşte O...
O kadar evvel ve o kadar üstün...
Bir arada sebep ve netice...
O Kİ, VARLIK O YÜZDEN...”(5)

Bu satırların yazarı size yabancı gelmese gerek. Kendi Peygamberinin adını söylerken O’na salât u selâm getirmeden telaffuz eden, dinine batılı müsteşrikler gibi bakan ilim hamallarının aksine edebinden Peygamberinin adını bile yazmaktan hayâ eden, bin bir ihtiram ve saygıyla ifadelerini yazan bir Hak aşığıdır O... Bu yazarın adı Üstad Necib Fazıl’dır.
Osmanlı sonrası fikirsiz, çilesiz, ızdırabsız kalan müslümanlara çile çekmenin, ızdırab duymanın ve belli bir dünya görüşü çerçevesinde fikir sahibi olmanın gerekliliğini, ne olduğunu ve nasılını müslümanlara gösteren, öğreten ender şahsiyet... O kadar çile ve ıztırab sahibiydi ki O, dâvânın ateşi kendisini uyutmuyor, durmadan, dinlemeden üretiyordu. O, İslâm dâvâsı uğruna pek çok “gazete köşesi fikirciliği” yapanların aksine şehir şehir, kasaba kasaba gezerek dâvâyı şuurlaştırdı. Her gurup, her cemaat ve cemiyetle görüştü, yayın organlarında yazılar yazdı, sürü psikolojisiyle hareket eden müslümanların zihinlerine fikir sahibi olmak gerektiğini ve bunun neticesinde “gerekeni gerektiği yerde yapmak gerektiğini” nakşetmek için çırpındı, gayret etti, yırtındı âdetâ...
O’nun kitabından naklettiğimiz Peygamber sevgisini ve aşkını terennüm ettiği ifadelerinin modernist zehire kapılmış müslümanlar için hiçbir şey ifade etmediği ortada. Zîra modernist müslüman Peygamberine aşkla bağlanmıyor, O’nu sadece bir “postacı” olarak görüyor. Modernist, ilimsiz fakat samimi bir müslümanın alnını secde-i Rahmân’a dayadığı gibi secdeye dayayamıyor. Modernist, okuduklarını ve bildiklerini boğazından aşağı geçiremiyor, aklın pençesi kendisini kıstırmış ve aklı akılla iptal edemiyor. Dolayısıyla da îmân suretâ kalıyor, içselleştiremiyor imânı... Bu noktada Üstad Necib Fazıl’a kulak verelim:
“İnanmak, ya çok üstün, kendi kendini kül edecek kadar üstün bir akıl dâvasıdır; yahut, yarı yolda bangır bangır iflas eden aklın her türlü desteğinden mahrum, fakat gizli bir ruh feyziyle gâyesini sezmiş ve fikir kargaşalığından kurtulmuş sâf ve basit adam işi...”(6)
“O akıl budalaları ki, gözün nasıl gördüğünü anlamadan gördüğü şeylere inanırlar, fakat görmediklerine inanmazlar, gözlük üstüne gözlük takarlar ve üstelik görüneni bile göremezler; işte onlar, ellerinde birer istiklâl pertavsızı taşırlar, eşya ve hâdiselerin posalarını hep onunla incelerler ve hiçbir şey bulamazlar...” (7)
“Gözümün gördüğü, elimin tuttuğu, kulağımın işittiği, burnumun kokladığı ve dilimin tattığı şeylerden hiçbirine, bunların kontrolüne inanmayabilirim de, yalnız O’na inanırım.”(8)
Yukarıdaki satırların yazarı Üstad Necib Fazıl, batıcı bir hayat yaşarken Nakşî Büyüklerinden Abdülhakim Arvâsî Hazretleriyle tanıştıktan sonra âdetâ çarpılıyor, ardından Üstâdının bereketiyle onlarca kitap te’lif ediyor. Bu yazıda onun, diğer siyer çalışmalarından çok farklı bir tarz ve üslûpla kaleme aldığı “Çöle İnen Nur” isimli eserini tanıtmaya çalışacağız.

İlim Değil San’at Eseri
Eserin keyfiyeti hususunda Üstad Necip Fazıl, eserinin hemen başında kitabının bir ilim değil, san’at eseri olduğunu özellikle vurguluyor. Tabiî ki san’at eseri olması ilimden yoksun ve mesnedsiz olduğu anlamına gelmiyor. İslâm âlimleri tarih boyunca Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in hayatıyla ilgili eserler kaleme almışlar, tek tek nakillerini sahih kaynaklardan göstermişlerdir. Şüphesiz ki ilmî siyer kitapları, yani hadislerin, haberlerin, rivayetlerinin kaynaklarının gösterildiği siyer çalışmalarının da kendi içinde bir değeri var ve yayınlanmaları gerekiyor da... Ancak günümüzde Allah Resulü’nün hayatını belli bir fikre muhatap olarak, o’nun hayatını bir dünya görüşü projesinin ana merkezine koymak, bunun fikri örgüsünü kuran eserler çıkarmak ise ayrı bir kıymet. İşte Necib Fazıl’ın eseri bu dediklerimizi yaptığı için değerli. Eserin üslûp ve tarzıyla ilgili Üstad Necib Fazıl’a kulak verelim:
“Tefsir, hadis, siyer ve nakil olarak en emin kaynaklardan devşirili ve kaynaklarını tek tek göstermek tasasından uzak bu eser, “Başlangıç” yazısında da belirtildiği gibi, sadece iman sahiplerine hitap edici, hiçbir aklî teftiş, tesbit ve isbat gayretine düşmeyişi, mutlak “doğru” üzerine hissî ve teessürî bir çatı kurucu ve eğer bir kıymeti varsa onu bu noktada toplayıcı bir denemedir, ve akla verdiği pay, onu bazı noktalarda yine akılla iptal etmekten ibarettir. Bu bir ilim değil, san’at eseridir ve ilmin içini ve dışını tahkik selâhiyetinde olmadığı mukaddes kapıya, ancak inanmış ve teslim olmuş san’at tavriyle sokulmakta başka çare yoktur.”(9)
“Ben bir şairim...
San’ata, yalnız Allahı aramak, onun mahrem ülkesi meçhûller âleminin karanlıkları içinde rüyalardan daha zengin fener alayları tertiplemek ve eşyalarının takındığı duvakları birer birer kaldırmak gayesini biçtiğim gün, sanki boynumda “mutlak hakikat”ten bir kement sezer gibi oldum. Bu kement beni çekti ve senin önünde durdurdu:
Kapı burasıdır; başka her kapı kapalı!”(10)

Peygamber Stratejisi
Üstad Necib Fazıl’ın eserinde ele aldığı konuların en önemlilerinden birisi hiç şüphesiz Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in vahiy ışığında yürüttüğü strateji meselesidir. Günümüzde modernizmin pençesine kapılmış kişilerin yanı sıra bazı medrese kökenli âlimlerin bile Peygamberimizin hayatını kaba hatlarla ikiye ayırarak Tebliğ dönemi ve savaş dönemi olarak isimlendirdiklerini üzülerek müşahade ediyoruz. Bu ayrımdan yola çıkarak bazıları devlet olmadan savaş yapılmayacağını, kâfirler müslüman ülkeleri işgal etseler bile onlara silahlı direnişle mukabele yapılmayacağı zırvalarını öne sürerek ilmin şerefini ayaklar altına almakta ve seleflerinin bıraktığı mirasa ihanet etmektedir. Hatta bazı nasipsizler daha da ileri giderek düşmana karşı bedenlerini feda eden, dinlerini, vatanlarını ve namuslarını müdafaa eden mücahidlerin yaptıkları eylemin haram olduğunu bile iddia etmektedirler.(11) Bir Nakşi Şeyhi görünümünde olan bu nasipsizlerden biri Beyaz Sarayda Bush’un koluna girerek “Irak’a tasavvufla girin” bile diyebilmiştir. Yani demek istediği “Bizi oraya gönderin, biz halkı afyonlayalım, sizde rahat rahat işgal edin” demektir.
Artık din tüm yönleriyle inmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) neyin ne şekilde yapılacağını ümmete öğretmiştir. Cihad yapabilen cihad eder, yapamayan ise maddî ve mânevî olarak yardım eder. Meselenin özü budur. Şimdi stratejik düşünce ve aksiyondan mahrum kişilere karşı Üstad Necib Fazıl’ın konuyla ilgili ifadelerini aktaralım:
“Resûl olmuşlar ve etraflarını uyandırmak emrini almışlardır; fakat bu emri, insanları tek tek avlayarak yerine getirmektedirler. Henüz cemiyetin açık mücadele meydanına çıkıp, küfürdekilere alenî tebliğ devresine girmemişlerdir.
Hiçbir şey gizli değil, bütün dâvâ ortada; amma herşey kendi içinde oluyor, gelişiyor; bir bütün halinde dışarıya huruç hareketi yapamıyor ve büyük sirayet teşebbüsüne girişemiyor. Öyleyse, henüz içine doğru bir oluş, dışına doğru değil... Ve bir siper arkasında hazırlık, bir meydan okuyuş değil...” (12)
“Yani Allah Resulü ve kutlu Sahabîleri İslâm’ı taviz vermeksizin yaşıyorlar ve ileriki huruç hareketine hazırlanıyorlardı. Nitekim ileride Medine’de Benî Kaynuka Kabilesi’nden bir yahudi müslüman bir hanımın örtüsünü açıp alay edecek ve Allah Resûlü bunu savaş sebebi sayacaktır ve bütün yahudileri sürecektir.” (13)
“Yine Beni Kurayza yahudilerinin müslümanlara ihanet etmelerinin ardından bütün malları ganimet, kadınları ve çocukları esir alınacak, bütün erkekleri öldürülecektir.” (14)
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in 700 tane Benî Kurayzalı yahudi öldürtmesi, suikastlar düzenleyerek Ka’b bin Eşref isimli şairi vurdurması gibi olaylar moden zamanların müslümanlarınca nasıl değerlendirilecektir.

Sahabe Hakkında İtikadımız
Günümüzde, yaygın bir hastalık haline gelen sahabîlerin hukukuna riayetsizlik ve Ehl-i Sünnet’in bu konudaki inancını baltalamaya yönelik çalışmalar çoğalmıştır. Bu öyle bir haldir ki tasavvuf guruplarında bile bazı Şeyh (!)lerin kitaplarında Hz. Muâviye (RA) ile Hz. Ali arasındaki ihtilafı gündeme getirerek Hz. Muaviye (RA)’ye “zalim, fasık, düzembaz” hatta “kâfir” gibi küçültücü ifadeler kullanıldığını görüyoruz. Burada okuyucularımızı bir konuda uyarmak istiyoruz: “Ali”, “Hüseyin”ve “Ebuzer” gibi İran yapımı filimlerde Sahâbîlerin bir kısmına buğuz ediliyor ve halkımızın sahabe hakkındaki inancı bozulmaya çalışılıyor. Muhterem okuyucularımız bu filimlerin içeriğinden habersiz olup satan kitabevlerini uyarmalı, bu filimleri seyredmekten ailesini ve tanıdıklarını men etmelidir.
Sahâbîler konusundaki itikadımızı Üstad Necib Fazıl’ın kaleminden takip edelim:
“O’ndan ve Sahâbîlerden emin el ve dille ne geliyorsa doğrudur”(15)
“Böyleyken ortaya bir Muaviye meselesi çıkarıp bu sahâbîye ağız dolusu söven, lanet okuyan sonrada müslümanlık taslayan ve tesellisini Hz. Ali’den yana olmakta bulan bedbahtlara ne demeli?
Bunlar, hiçbir inceliğe, sır idrakıne ve ölçü hikmetine ruhları yatmayan, şeytan oyuncağı kafalardır. Allah Resulünün bu kadar açık ve aydınlık emri altında Muaviye kini güdenleri bizzat Kâinatın Efendisi ve O’nun sevgili ruh ve madde vârisi Ali ne düşünür diye en küçük nefs murakabesine girişmeksizin, güya Peygamber Evini ve Neslini koruma gayretiyle atıp tutanlar. Bilmezler ki, kalplerindeki «Suret-i Hak» perdesini idare den bizzat şeytandır” (16)

Netice
Tam anlamıyla bir aşk kitabı olan “Çöle İnen Nur”u gönüllerimizi nurlandırmak için okumalı, çocuklarımıza, yakınlarımıza da okutmalıyız. Özellikle Ehl-i Sünnet anlayışına günümüzdeki en önde temsilcilerinden Muhterem Mahmut Ustaosmanoğlu Hazretleri’nin sevenlerine bu kitabı tavsiye ediyoruz.

DİPNOTLAR:

1 Necip Fazıl Kısakürek, Çöle İnen Nur, Büyük Doğu Yayınları, İstanbul 2004 (29. Basım, s. 9
2 Kısakürek, s. 12
3 Kısakürek, s. 14
4 Kısakürek, s. 18
5 Kısakürek, s. 28 (Vurgu müellife ait)
6 Kısakürek, s. 11
7 Kısakürek, s. 16
8 Kısakürek, s. 75- 76
9 Kısakürek, s. 8.
10 Kısakürek, s. 12
11 Bu konuyla ilgili olarak Hüseyin Avni Hocaefendi’nin Beklenen İrşad dergisinde yayımlanan “İntihar mı, İstişhad mı?” (sayı: 10, Temmuz 2004, s. 4-9) adlı yazısına bakılabilir.
12 Kısakürek, s. 169
13 Kısakürek, s. 312-313
14 Kısakürek, s. 376-377
15 Kısakürek, s. 75
16 Kısakürek, s. 477


(Yeni Furkan, Mart 2006, Sayı: 2)

DİĞER YAZILAR
- Görmeyen Utansın / Osman Akyıldız

 

elifimbenim(MERHUME)

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Kas 2007
Mesajlar
1,642
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
64
selamün aleyküm kardesim o nun kendisi verecek cevabini hesabini
rabbimin huzurunda her koyun kendi bacagindan asilacak yani ben öyle kitaplari okumam gözüme yazik dinimi istisma eden veya alay edenlerin kitaplarina elimi bile sürmem hem öldüyse sayet tanimiyorum cünkü giybete geciyor bosver allahim kimseyi cezasiz birakmaz ve mukafatsizda tabi allaha emanet ol
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53



Sahabe Hakkında İtikadımız

Sahâbîler konusundaki itikadımızı Üstad Necib Fazıl’ın kaleminden takip edelim:
Peygamberimizden ve Sahâbîlerden emin el ve dille ne geliyorsa doğrudur”
“Böyleyken ortaya bir Muaviye meselesi çıkarıp bu sahâbîye ağız dolusu söven, lanet okuyan sonrada müslümanlık taslayan ve tesellisini Hz. Ali’den yana olmakta bulan bedbahtlara ne demeli?
Bunlar, hiçbir inceliğe, sır idrakıne ve ölçü hikmetine ruhları yatmayan, şeytan oyuncağı kafalardır. Allah Resulünün bu kadar açık ve aydınlık emri altında Muaviye kini güdenleri bizzat Kâinatın Efendisi ve O’nun sevgili ruh ve madde vârisi Ali ne düşünür diye en küçük nefs murakabesine girişmeksizin, güya Peygamber Evini ve Neslini koruma gayretiyle atıp tutanlar. Bilmezler ki, kalplerindeki «Suret-i Hak» perdesini idare den bizzat şeytandır”

 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt