BULENT TUNALI
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Ağu 2007
- Mesajlar
- 2,307
- Tepki puanı
- 2
- Puanları
- 0
- Yaş
- 53
- Konum
- BURSA-m.k.paşa
- Web Sitesi
- www.bilsankimya.com
Sabah büroya geliyorum. Yolda otomobille ilerlerken yanımızdan bir okul taşıtı geçiyor. Yandan, bir anda, en arka sırada açılmış camdan sigaralı bir el görünüyor.
-Allah Allah, diyorum birden, çocukların bindiği okul taşıtında sigara içmek de neyin nesi? Çıldırdı mı bu insanlar?
Sonra yaklaşıyoruz yeniden minibüse ve faciaya tanık oluyoruz:
Sigara içen 13-14 yaşlarında bir öğrenci, hem de kız öğrenci...
* * *
Mersin'deki nevruz görüntülerini tüm dünya izledi. .
Panzerleri taş yağmuruna tutanların, daha kötüsü bayrak faciasına yol açanların yaş ortalaması kaçtı?
* * *
Geçenlerde 14 yaşında bir kız öğrenci canına kıydı. Sebep, aşık olduğu gencin aşkına cevap vermemesi idi.
Yani o yaşlarda aşık olunuyor, aşkına karşılık verilmiyor ve intihar ediliyordu. Ya da cinayet işleniyordu; medyaya "liseli cinayetleri" diye yansıyan.
Çok cahildik ve çocuklarımıza ilişkin her gün yeni bir şeyler öğreniyorduk. Öğrendiklerimizden ürküyorduk.
* * *
Gazetelere manşet olan bir anket vardı.
İşte size ürküntü verici anketin haberi ve rakamlar:
"Yeniden Sağlık ve Eğitim Vakfı'nın 'Sigara, Alkol, Madde Yaygınlığı Araştırması'nın (SAMAY) sonuçları açıklandı.
Araştırma sonuçlarına göre gençler arasında eroin kullanımında yüzde 200, İstanbul'da ecstasy kullanımında yüzde 100, sakinleştirici hap kullanımında yüzde 120 artış oldu. Açıklamayı yapan Doç Dr. Kültegin Ögel, "Özellikle ilköğretimde esrar kullanma yaşı 10-11'e kadar indi" dedi.
* * *
Türkiye bir süredir çocuklarını konuşuyor. Ama ne konuşma!
Çocukla yanyana düşünülmesi imkansız ne kadar alan varsa orada konuşuyoruz çocukları.
Sokağa, cami avlusuna bırakılmış çocuklar, kimsesiz çocuklar, çocuk esirgeme ya da kimsesizler yurdunda şiddete, cinsel tacize maruz kalmış çocuklar, hırsızlıktan gasba kadar her türlü pisliğin içine düşmüş suçlu çocuklar...
Daha?
Okula ulaşmak için geçtiği dağ yollarında donup can veren çocuklar...
Okul kademelerinde dökülen çocuklar...
Bir kase aşure için birbirini çiğneyen çocuklar...
Sigara satan, trafik ışıklarında cam silen, annesinin kucağında ömrünün ilk senelerini dilencilik okulunda geçiren çocuklar...
Hepsi bizim çocuklarımız. Yaratan'ın bize emanet ettiği can pareleri...
Bir yandan genç nüfusu stratejik değer olarak niteleyen, bir yandan da genç nüfusu öğüten bir ülke olmak nasıl bir şey?
Böyle durumlarda bilinir ki çocuklarda değildir sorun... Bataklığı küçücük elleriyle onlar üretmedi... Onlar düştü bataklığa, onlar kurbanı bataklığın...
Sorulacak o kadar çok soru var ki?
Ana nerde, baba nerde? Nerde onların ana – baba sorumluluğu? Kim aldı götürdü onu? Yoksa ana – babayı bile içine çeken bir bataklıktan mı söz etmek lazım?
Devlet nerede olmalıydı iş bu kadar facia haline gelinceye kadar?
Devletin kurduğu koruma kurumlarında neden dramatik hadiseler cereyan eder?
Devletin bürokratı neden bataklığın bir parçası haline gelir?
Sokaktaki düzinelerle insanın anası, kızı, kızkardeşi yok mudur ki, hiçbir şeyi yoksa insanlığı nereye gitmiştir ki, kimsesiz bir çocuğu cinsel meta olarak kullanır?
Bazan, acaba, diyorum, bu medya ilgileri bile, yüreklerin konuşup rahatlaması ve uzunca bir süre unutması için, bataklığın uzantısından mı ibarettir?
Gündeme getirdik, bitti! Oh be!
Ötede çocuklar bataklıkta çırpınmaya devam etsin...
Anne - babalar gene öyle, devlet gene öyle, kurumlar, bürokratlar gene öyle, sokaktaki değerleri pörsümüş adam gene öyle...
Bizim bir insan problemimiz var, bizim bir toplum problememiz var ve bizim bir devlet problemimiz var.
En zayışar en altta kalıyor, altta kalanların canı çıkıyor ve en altta hep çocuklar kalıyor.
Aslında “sokak çocukları” dediklerimiz, belki ana – babalar dahil herkesin gözden çıkardıklarından oluşuyor. Bir de, evlerinde – barklarında - okullarında yaşayıp da, ihmal edilen, yeterli, gerekli özen gösterilmediği için değirmende öğütülen çocuklar var. Bin çocuk ilköğretime başvuruyor, üniversiteden 120'si mezun oluyor, geriye kalan 880 çocuk, ya da yüzde 88'i ara kademelerde dökülüyor... Ne oluyor onlar? Kimin derdi onlar?
Türkiye'nin, çocuklarını kurtarmak için, genç nüfusunu geleceğin özgül ağırlığı yüksek toplumu haline getirmek için ağıttan daha çok şeye ihtiyacı var.
Ana – babaya ana babalık öğretecek, devlete yakıp kavuracak bir sorumluluk duygusu kazandıracak, sokaktaki insana, insanlık öğretecek, kurumlara emanet hassasiyeti yükleyecek bir sıçrama gerekiyor...
Hani 10 -15 yıl sonra yaşlanan Avrupa'nın yetişmiş insana ihtiyacı olacak da, bizden yetişmiş insan talep edecek...
10 – 15 yıl içinde Türkiye'yi omuzlarında taşıyacak yetişmiş insan gerekiyor öncelikle...
Yüzde 50'si 35 yaşın altında olan, ilk öğretim çağında, bir çok Avrupa ülkesinin nüfusundan fazla çocuğu bulunan bir ülkenin çocuklar üzerine, çok çok konuşması ve çok çok işler yapması gerekiyor.
2004 itibariyle 1980 çocuk hapiste imiş...
Çocuklar ve az sonra gençler için hapishane yetiştirmemiz mümkün değil. Buna bütçeler yetmez. Heba olmuş bir gençliğin enkazını kaldırmaya da güç yetmez.
Türkiye büyük bir potansiyele sahip...
Eğer kafasını, yüreğini toplar da, çocuklarına adarsa kendini, yarınların büyük ülkesi olmaması için hiçbir sebep yok.
Eğer bunu yapamazsa, yüreğine kurt düşmüş bir gençlik, her ülke için zaptedilmez bir tehlike potansiyelidir. Kendi çocuklarıyla boğuşan ana – babanın da, devletin de işah olması mümkün değildir.
Onlara, “Çocuklarınızı daha çok sevmelisiniz!” dedim. “Çocuklarınıza daha çok zaman vermelisiniz. Onları daha çok önemsemelisiniz. Onlarla daha çok arkadaş olmalısınız. Otorite ağırlıklı değil, sevgi ağırlıklı bir iletişim kurmayı başarmalısınız.”
Baba sesini yükseltmeliydi bizim geleneksel terbiye sistemimizde...
Ama Batılı yapı, “ses yükseltme”yi kabul etmiyordu, hatta çocuğun en küçük şikayeti halinde aileye yaptırım uygulanıyordu.
Anne – babalarla çocuklar arasına neredeyse devlet – kamu otoritesi girmişti.
Aslında belki bizim pederşahi sistemimizde de bir revizyon gerekliydi. Daha sevgi ve sorumluluk yüklü, buyurmaya ve yaptırım uygulamaya dönük üslup yerine, iletişime açık bir üslup, çocuğumuzla iletişimi arayan bir üslup, gereken buydu. Bunu çocuğun kamu otoritesini arkasına alarak ebeveynini yenmesi gibi düşünmemek gerekliydi. “Ne yapabiliriz ki, çaresiz kaldık” gibi bir kırılganlığa sürüklenmemek gerekliydi...
Onlara “Çocuklarınızı Allah'ın emaneti gibi görün, dedim. Titreyin üzerlerine... sarılın, koruyun yüreklerini... Gözlerini bir kere, bin kere öpün... Onlar bizim ahirete taşıyacağımız amel defterlerimiz, hayat kitaplarımız.”
-Allah Allah, diyorum birden, çocukların bindiği okul taşıtında sigara içmek de neyin nesi? Çıldırdı mı bu insanlar?
Sonra yaklaşıyoruz yeniden minibüse ve faciaya tanık oluyoruz:
Sigara içen 13-14 yaşlarında bir öğrenci, hem de kız öğrenci...
* * *
Mersin'deki nevruz görüntülerini tüm dünya izledi. .
Panzerleri taş yağmuruna tutanların, daha kötüsü bayrak faciasına yol açanların yaş ortalaması kaçtı?
* * *
Geçenlerde 14 yaşında bir kız öğrenci canına kıydı. Sebep, aşık olduğu gencin aşkına cevap vermemesi idi.
Yani o yaşlarda aşık olunuyor, aşkına karşılık verilmiyor ve intihar ediliyordu. Ya da cinayet işleniyordu; medyaya "liseli cinayetleri" diye yansıyan.
Çok cahildik ve çocuklarımıza ilişkin her gün yeni bir şeyler öğreniyorduk. Öğrendiklerimizden ürküyorduk.
* * *
Gazetelere manşet olan bir anket vardı.
İşte size ürküntü verici anketin haberi ve rakamlar:
"Yeniden Sağlık ve Eğitim Vakfı'nın 'Sigara, Alkol, Madde Yaygınlığı Araştırması'nın (SAMAY) sonuçları açıklandı.
Araştırma sonuçlarına göre gençler arasında eroin kullanımında yüzde 200, İstanbul'da ecstasy kullanımında yüzde 100, sakinleştirici hap kullanımında yüzde 120 artış oldu. Açıklamayı yapan Doç Dr. Kültegin Ögel, "Özellikle ilköğretimde esrar kullanma yaşı 10-11'e kadar indi" dedi.
* * *
Türkiye bir süredir çocuklarını konuşuyor. Ama ne konuşma!
Çocukla yanyana düşünülmesi imkansız ne kadar alan varsa orada konuşuyoruz çocukları.
Sokağa, cami avlusuna bırakılmış çocuklar, kimsesiz çocuklar, çocuk esirgeme ya da kimsesizler yurdunda şiddete, cinsel tacize maruz kalmış çocuklar, hırsızlıktan gasba kadar her türlü pisliğin içine düşmüş suçlu çocuklar...
Daha?
Okula ulaşmak için geçtiği dağ yollarında donup can veren çocuklar...
Okul kademelerinde dökülen çocuklar...
Bir kase aşure için birbirini çiğneyen çocuklar...
Sigara satan, trafik ışıklarında cam silen, annesinin kucağında ömrünün ilk senelerini dilencilik okulunda geçiren çocuklar...
Hepsi bizim çocuklarımız. Yaratan'ın bize emanet ettiği can pareleri...
Bir yandan genç nüfusu stratejik değer olarak niteleyen, bir yandan da genç nüfusu öğüten bir ülke olmak nasıl bir şey?
Böyle durumlarda bilinir ki çocuklarda değildir sorun... Bataklığı küçücük elleriyle onlar üretmedi... Onlar düştü bataklığa, onlar kurbanı bataklığın...
Sorulacak o kadar çok soru var ki?
Ana nerde, baba nerde? Nerde onların ana – baba sorumluluğu? Kim aldı götürdü onu? Yoksa ana – babayı bile içine çeken bir bataklıktan mı söz etmek lazım?
Devlet nerede olmalıydı iş bu kadar facia haline gelinceye kadar?
Devletin kurduğu koruma kurumlarında neden dramatik hadiseler cereyan eder?
Devletin bürokratı neden bataklığın bir parçası haline gelir?
Sokaktaki düzinelerle insanın anası, kızı, kızkardeşi yok mudur ki, hiçbir şeyi yoksa insanlığı nereye gitmiştir ki, kimsesiz bir çocuğu cinsel meta olarak kullanır?
Bazan, acaba, diyorum, bu medya ilgileri bile, yüreklerin konuşup rahatlaması ve uzunca bir süre unutması için, bataklığın uzantısından mı ibarettir?
Gündeme getirdik, bitti! Oh be!
Ötede çocuklar bataklıkta çırpınmaya devam etsin...
Anne - babalar gene öyle, devlet gene öyle, kurumlar, bürokratlar gene öyle, sokaktaki değerleri pörsümüş adam gene öyle...
Bizim bir insan problemimiz var, bizim bir toplum problememiz var ve bizim bir devlet problemimiz var.
En zayışar en altta kalıyor, altta kalanların canı çıkıyor ve en altta hep çocuklar kalıyor.
Aslında “sokak çocukları” dediklerimiz, belki ana – babalar dahil herkesin gözden çıkardıklarından oluşuyor. Bir de, evlerinde – barklarında - okullarında yaşayıp da, ihmal edilen, yeterli, gerekli özen gösterilmediği için değirmende öğütülen çocuklar var. Bin çocuk ilköğretime başvuruyor, üniversiteden 120'si mezun oluyor, geriye kalan 880 çocuk, ya da yüzde 88'i ara kademelerde dökülüyor... Ne oluyor onlar? Kimin derdi onlar?
Türkiye'nin, çocuklarını kurtarmak için, genç nüfusunu geleceğin özgül ağırlığı yüksek toplumu haline getirmek için ağıttan daha çok şeye ihtiyacı var.
Ana – babaya ana babalık öğretecek, devlete yakıp kavuracak bir sorumluluk duygusu kazandıracak, sokaktaki insana, insanlık öğretecek, kurumlara emanet hassasiyeti yükleyecek bir sıçrama gerekiyor...
Hani 10 -15 yıl sonra yaşlanan Avrupa'nın yetişmiş insana ihtiyacı olacak da, bizden yetişmiş insan talep edecek...
10 – 15 yıl içinde Türkiye'yi omuzlarında taşıyacak yetişmiş insan gerekiyor öncelikle...
Yüzde 50'si 35 yaşın altında olan, ilk öğretim çağında, bir çok Avrupa ülkesinin nüfusundan fazla çocuğu bulunan bir ülkenin çocuklar üzerine, çok çok konuşması ve çok çok işler yapması gerekiyor.
2004 itibariyle 1980 çocuk hapiste imiş...
Çocuklar ve az sonra gençler için hapishane yetiştirmemiz mümkün değil. Buna bütçeler yetmez. Heba olmuş bir gençliğin enkazını kaldırmaya da güç yetmez.
Türkiye büyük bir potansiyele sahip...
Eğer kafasını, yüreğini toplar da, çocuklarına adarsa kendini, yarınların büyük ülkesi olmaması için hiçbir sebep yok.
Eğer bunu yapamazsa, yüreğine kurt düşmüş bir gençlik, her ülke için zaptedilmez bir tehlike potansiyelidir. Kendi çocuklarıyla boğuşan ana – babanın da, devletin de işah olması mümkün değildir.
Onlara, “Çocuklarınızı daha çok sevmelisiniz!” dedim. “Çocuklarınıza daha çok zaman vermelisiniz. Onları daha çok önemsemelisiniz. Onlarla daha çok arkadaş olmalısınız. Otorite ağırlıklı değil, sevgi ağırlıklı bir iletişim kurmayı başarmalısınız.”
Baba sesini yükseltmeliydi bizim geleneksel terbiye sistemimizde...
Ama Batılı yapı, “ses yükseltme”yi kabul etmiyordu, hatta çocuğun en küçük şikayeti halinde aileye yaptırım uygulanıyordu.
Anne – babalarla çocuklar arasına neredeyse devlet – kamu otoritesi girmişti.
Aslında belki bizim pederşahi sistemimizde de bir revizyon gerekliydi. Daha sevgi ve sorumluluk yüklü, buyurmaya ve yaptırım uygulamaya dönük üslup yerine, iletişime açık bir üslup, çocuğumuzla iletişimi arayan bir üslup, gereken buydu. Bunu çocuğun kamu otoritesini arkasına alarak ebeveynini yenmesi gibi düşünmemek gerekliydi. “Ne yapabiliriz ki, çaresiz kaldık” gibi bir kırılganlığa sürüklenmemek gerekliydi...
Onlara “Çocuklarınızı Allah'ın emaneti gibi görün, dedim. Titreyin üzerlerine... sarılın, koruyun yüreklerini... Gözlerini bir kere, bin kere öpün... Onlar bizim ahirete taşıyacağımız amel defterlerimiz, hayat kitaplarımız.”