hacer oguz
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 7 Kas 2007
- Mesajlar
- 22
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 55
CİLBAB’IN MAHİYETİ
İslâm’ın emrettiği kadın elbisesi söz konusu olunca, üzerinde önemle durulması gereken konulardan biri de, “cilbâb”ın ne olduğu meselesidir. Bu konuyu elimizden geldiğince inceleyip açıklamaya çalışacağız. Bu meselenin açıklığa kavuşturulmasında yardım yalnızca Allah ‘tandır.
Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerim’de erkek elbisesi konusunda detaylı açıklama bulunmadığı halde, kadın kıyâfeti konusunda detaylı sayılacak emir ve yasaklar vardır. Kadınlara zinetlerini ve zinet yerlerini açmamaları, başörtülerini yakalarını kapatacak biçimde üzerlerine salmaları, zinetlerini duyurmak için ayaklarını yere vurmamaları, “Cilbâblarını” üzerlerine sarkıtmaları ve süslenerek sokağa çıkmamaları emredilmiştir ki, bunlar meselenin teferruâtına kadar belirtilmesi anlamını taşır. Bunlara bir de Rasülullah Efendimizin açıklamaları eklenirse, kadın kıyafetinin üzerinde ne kadar önemle durulması gerektiğini anlamış oluruz.
Nur Süresindeki bir ayette Allah (c.c.) : Başörtülerini de yakalarının üzerine indirsinler. (Nur, 31) emrini vermiştir. Bu ayetten daha sonra gelen Ahzâb Suresindeki ayet ile de Allah ‘. . . Mü‘minlerin hanımlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıkacakları vakit) cilbâblarını üzerlerine almalarını söyle.” (Ahzâb, 59) emrini vermiştir. İşte daha sonra gelen bu “cilbâb” ayeti, önceki ile aynı şeyi anlatmış olmayacağına göre, birincisinde anlatılan başörtüsüne ilave bir örtü ve elbise emrediyor demektir. Buna binaen İslam âlimleri, bu âyetin nâzil olduğu zamandaki uygulanma biçiminden hareket ederek, “cilbâb” hakkında çeşitli tanımlamalar getirmişlerdir. Biz önce bunları görecek, sonra da bir sonuca varmaya çalışacağız.
Tefsirlere ve Arapça lügatlara baktığımızda, “cilbâb” kelimesi hakkında şu değişik tanımların yapılmış olduğunu görürüz: -Kamis (üstlük), -dış elbise, -tepeden tırnağa örten örtü, -başörtüsü ile ridâ arası bir elbise, -kadınların başlarından sarkıttıkları baş örtüsünden geniş elbise, -milhafe (çarşaf), -geniş izâr, -başörtüsü üzerine örtülen ridâ, -baştan aşağı örten çarşaf, ferâce ve car gibi dış kisve, -Kadının entarisi üzerine büründüğü örtü, -başörtüsünden büyük elbise,—kadınların evden dışarı çıkarken normal elbiselerini örttüğü üst elbise, -vücudu baştan ayağa örten elbise, -mikne’a (peçe), -kadının entarisinin ve başörtüsünün üzerinden büründüğü çarşaf. (Ta’rifler için bak: İbnu’l-Cevzi, Zâdü’l-Mesir VII/422; Âlusi, Rûhu’l-Me’âni XXII/88; Zemahşeri, el-Keşşâf III/543; Kurtûbî, el-Cami’ XIV/243; Şevkâni, Fethu’l-Kadir, IV/304; İbn Hazm, el-Muhallâ III/217; Firûzâbâdi, el-Kâmus 88; Zebidi, Tâcu’l-Arûs I/186; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab I/272-3; Mubârekfûri, et-TuhfeIII/91; Âsım Efendi, Kamus Tercemesi I/95; Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili VI/3927, 3828; İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim III/519; Cevheri es-Sıhâh Tâcu’l-Lüğa ve Sıhâhu’l-Arabiyye I/101... Bu tanımlar, “cilbâb” kelimesinin pek çok tefsir ve sözlükten çıkarılan ta’riflerinin özetidir. Öyle ki, bunların dışında bir tanımı yok gibidir.) “Cilbâb” için söylenenlerin farklı olanları bunlardan ibarettir.
Görüleceği gibi bu tanımlarda genellikle belirlenen ortak özellik ‘cilbâb’ın giyilenden çok, bürünülen, normal giysinin üzerine atıverilen ve baştan aşağı sarkıtılan bir üstlük olduğudur.
Müfessirlerimiz nin âyetin tefsirinde bize cilbâbın nasıl giyildiğini ve uygulama biçimini de anlatırlar. Burada Müfessirlerin cilbâb hakkındaki açıklamalarını inceleyelim:
İbn Cerir et-Taberi (v_310/922): Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle; evlerinden çıktıklarında saçlarını ve yüzlerini açarak elbiselerinde cariyelere benzemesinler. Cilbâblarını üzerlerine örtmelidirler ki, kötü niyetli kimseler onlara zarar vermesin.” (el-Cami’ u’ 1-Beyan XIX/181)
Ebû Bekir er-Râzi (Cessâs) (v-370/980) şöyle der: “Âyet, genç kadına, kalbinde eğrilik bulunanların kendisinden herhangi bir ümide kapılmamaları için, yabancılara karşı yüzünü örtmesinin emredildiğini gösterir.” (Ahkâmu’l-Kur’an III/372) Cessâs Hanefi fakihidir.
Zemahşeri (v-538/l143) “Cilbâblarını üstlerine alsınlar” âyetinin manasını şu şekilde vermektedir: “Cilbâblarını üzerlerine salıversinler ve onunla yüzlerini ve bedenlerini örtsünler.”
“Aba ve çarşaf giyip, başlarını ve yüzlerini örterek, elbiselerinde cariyelerin elbisesinden farklı olmakla emr-olunmuşlardır.”..”Kadın, cilbabının bir kısmını yukarıdan üzerine salıverir ve artanını ise yüzü üzerine peçe edinir. Tâki câriyeden ayırt edilsin.” (el-Keşşaf III/543)
İbn ü’ l -Cevzi (v-597/1201) : “Cilbâblarını üstlerine almalarını söyle” âyetinin tefsirinde İbn Kuteybe (v-276/889)’den naklen şöyle der: Başlarını ve yüzlerini örtmelerini söyle... “Celâbib”den maksat da norna1 elbiselerinin üzerini kapatacak ve vücut hatlarını belli etmeyecek geniş bir örtüdür. (Zâdü’l-Mesir VI/422)
İbn Kudâme (v_620/1223) : Cilbâb (giyilmeyerek) entâri üzerinden kuşanılır. (İbn Kudâme el-Mugni I/602)
Nizâmüddin Nisâbûri de şöyle der: “Yâni, onlar örtülerinin bir kısmını üzerlerine örtmelidirler; Bu âyette kadınlara başlarını ve yüzlerini örtmeleri emredilmektedir.”
Kurtûbî (v-671/1272): Sahih olan görüşe göre cilbâb bütün vücûdu örten elbise demektir. İbn Abbâs ve Katâde (v-118/736) şöyle demişlerdir: Kadın bunu alnının üzerinden büker ve bağlar, sonra da burnunun üzerinden onu çevirir. İsterse iki gözü görülsün. Şu kadar var ki cilbâb, göğsü ve yüzün büyük bir bölümünü örtmelidir. El-Hasen dedi ki:“(Cilbâb ile) yüzünün yarısını örter
Ebû Hayyân (v_745/1344) : “Cilbâblarını idnâ etsinler” ifâdesi, bütün bedenin örtülmesini anlatır. “Üzerlerine” denmekle de yüzleri kastedilmiştir. Çünkü cahiliyye döneminde kadınların açık olan yerleri yüzleri idi. (Ebû Hayyân, Bahru’l-Muhit VII/250)
Suyûti (v_9l1/1505) : “Cilbâb, bir ihtiyaç için kadın dışarıya çıktığı zaman vücüdunu kaplayan ve geriye kalan kısmıyla tek bir gözü açık kalacak şekilde yüzünü örttüğü elbisedir. (Tefsiru’l-Celâleyn, I/560)
Ebu’s-Su’ûd Efendi (v-952/1545) : “Cilbâb'tan maksat, çok geniş ve uzun bir örtüdür. Kadın bununla başını örttüğü gibi yüzünü ve göğsünü de örterek ayaklarına kadar salar. Bu âyet, kadınlar herhangi bir sebeple dışarıya ya da erkeklerin karşısına çıkarlarsa, yüzlerini ve bütün bedenlerini örtsünler anlamına gelir. Süddi de: Bir tek gözü hariç, bütün yüzlerini kapatırlar, demiştir(3) Ebû Hayyân da şöyle der: “Endülüs’teki uygulama Süddi’nin ta’rif ettiği gibi idi. Kadın
bütün vücüdunu örter, yalnız tek gözü açıkta kalırdı. (el-Bahr VII/250)
Tercümânü’l-Kur’ân İbn Abbâs (r.a.) (v-68/687) : Kadın cilbâbını alnının üzerine indirir ve oradan sıkar. Alttan da burnunun üzerine kadar kapatır. Yalnız gözleri dışarıda kalmalıdır. Yüzünden kalan kısmı ile de göğsünü tamamen kapatmalıdır. Bir rivayete göre de İbn Abbâs “Kadınlar hür olduklarının bilinmesi için tek gözleri hariç, başlarını ve yüzlerini örterler.” demiştir.”
Nesefi (v_710/1310) : Cilbâbın bir kısmını tepeden aşağıya sarkıtacak, artan kısmını yüzüne koyacak yüzünü örtecektir. Böylece (örtünme hususunda) câriyeden ayrılmış olacaktır. Müfessir Nesefi aynı Hanefi fıkhının dört mûteber eserinden biri olan”Kenzu’d-Dekâik” adlı kitabın yazarı olan Hanefi fakihidir.
İbn Sirin (v_110/728): Abide es-Selmâni (r.a)’a cilbâbın niteliğini sordum: Büyük bir çarşaf alıp kuşandı. Başının tamamını kaşlarına kadar örttü. Sol gözünü açık bırakarak yüzünü de örttü: (İşte cilbâb böyle kuşanılır demiş oldu).
İlk kez Kurân-ı Kerim’in tam bir tefsirini te’lif eden Mukâtil b. Süleyman (v-150/767) tefsirinde: “Cibâb’dan maksat baş örtüsünün üzerindeki yüz örtüsüdür” der. (Tefsir-i Kebir III/403)
Konyalı Mehmed Vehbi Efendi (v_1949) 1911 ile 1915 yılları arasında te’lif ettiği tefsirinde, cilbâb hususunda şunları söylüyor. “Cilbâb; kadını namus düşmanlarının saldırısından koruyan, kadının bütün bedenini koruyan, kadını su-i zandan ve süfehânın takibinden koruyan ve kadın için hürriyet hâdimi olan burgu ve çarşaftır.” (Hülâsatü’l-Beyân XI-4467)
Elmalılı Hamdi Yazır ise âyette geçen “Cilbâblarını sarkıtsınlar” ifâdesini anlattıktan sonra şunları ekler:
“Bu açıklamada da iki şekil vardır: Birisi, kaşlarına kadar başlarını örttükten sonra, büküp yüzünü de örtmek ve sâdece tek bir gözünü açık bırakmak. (Bizler yetiştiğimiz zaman vâ1idelerimizin tesettür tarzı bu idi.) İkincisi de, alnının üzerinden sıkıca sardıktan sonra burnunun üzerinden dolayıp, gözlerininin ikisi de açık kalsa bile, yüzünün eksensini ve göğsü tamamen örtmüş bulunmaktır. (1310/1893’da İstanbul’a geldiğim zaman, İstanbul hanımlarının, bir peçe eklemek ve elde açık bir şemsiye bulunmak şartıyla tesettür tarzları da bu idi). (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili V/3928)
Elmalılı Hamid Yazır ise “Cilbâb, baştan aşağı örten çarşaf, ferâce ve car gibi dış kisvedir” demektedir.
“Cilbâb”da renk önemli midir? Ne örtünme âyetleri, ne de onları açıklayan hadisler, kadınların, şu ya da bu renkte cilbâb giymeleri hususunda bir emir ihtiva etmektedir. Buna göre kadın, dikkat çekici olmamak şartıyla, ister siyahtan ister başka bir renkten cilbâb edinir.
Ancak ilk müslüman hanımlar ve özellikle de Rasülullah (s.a.v.)’in dönemindeki sahabe kadınlar, cilbâbın görev ve maksadını çok iyi kavradıklarından olacak ki, genellikle siyah rengi tercih etmişlerdir. Mesela Ümmü Seleme annemiz: “Ci1bâb âyeti indiği zaman, Ensar kadınları siyah giysilere büründüklerinden ötürü, başlarında kargalar varmış gibi çıktılar” demektedir Bu yönüyle de “cilbâb” ile “çarşaf’ bire bir uyum sağlamaktadır. İbn Sa’d’ın rivayetinde ise Âişe (r.a.)’ın siyah bir örtü giydiği bildirilmektedir. (et-Tabakâtü’l Kübrâ VIII/71)
Arap dilinde gecenin karanlığı cilbâba benzetilmiştir Şâirler de cilbâbı hep siyah olarak düşünmüş olacaklar ki, siyah ve koyu renkli konuları cilbâba benzete gelmişlerdir.
Ayrıca, “cilbâb”ın, verdiğimiz ta’riflerinden de anlaşılacağı gibi, asıl görevi kadının zinetlerini örtmesi, dışarıda kadının çekiciliğini azaltması ve kadını nâmahremlerinden gizlemesidir; bunu ise koyu renkler daha güzel yapar. Zir koyu renklerin gizleyicilik özelliği vardır. Buna göre; farz ya da vacip değildir belki ama, cilbâbın siyah ya da koyu renkten olması maksadına uygunluk ve sahabe hanımlarını örnek alma açısından daha güzel ve daha makbuldür.
Bundan olacak ki, müfessir Âlûsi (v_l270/1853) şunları söyler: “Sonra bilesiniz ki, bana göre günümüzde ileri düzeyde (müreffeh) hayat süren birçok kadının, evlerinden çıkarken, üst elbise olarak giydikleri örtüler de (cilbâb olamayacakları gibi), gösterilmesi yasaklanan zinetler türündendir. Çünkü bunlar, nakışlı, desenli ve göz alıcı giysilerdir. Bana göre erkeklerin, kadınlarına böylece çıkma izni vermeleri, bundan hoşlanmaları ve kadınlarının yabancı erkekler arasında bu şekilde dolaşması, “ğayret” -yani övülmüş olan mahremini kıskanma azlığındandır. Bu, yaygın bir musibet halini almıştır. Böyle yaygın musibet haline gelen şeylerden biri de; kadınların, kayınbiraderlerinden sakınmamaları, kocalarının da buna aldırmamaları, hatta çoğu zaman da bunu bizzat kendilerinin emretmeleridir... Bütün bunlar Rasülullah (s.a.v.)’in müsaade etmediği şeylerdir. La havle ve lâ kuvvete illa billah!” (Rûhu’ l-Me’âni XVII/l 46)
Bütün söylenenleri göz önünde bulundurduğumuzda, sonuç olarak cilbâb için şunlar söylenebilir:
Cilbâb, kadının evinden çıktığında başörtüsünün de üzerinden büründüğü, baştan aşağı sarkıttığı bir dış elbisesi ve üstlüktür. Cilbâbın ilk uygulamalarından anlaşılan şekle göre, kolsuz ve bürünülen-sarkıtılan bir elbise olduğu görülmektedir.
Cilbâb’ın bütün vücudu örtmesi, en uygun uygulanış biçimi olarak görülmüştür.
Cilbâb’ın asıl vazifesi, kadının vücut hatları ile süslerini örtmek ve güzelliklerini gizlemek suretiyle, bakanlara iffetli ve namuslu bir kadın olduğunu hatırlatmasıdır.
Cilbâb’da renk emredilmiş olmamakla beraber, siyah ya da koyu renkli olması, tesettürün maksadı açısından daha makbuldür.
Yurdumuzda giyilen kadın giysisi modellerinden, cilbâbın ta’rifine en uygun olanı, ‘çarşaf ve Doğu’daki ‘ehram/ihram’dır.
Çarşaf kelimesi, Farsça çarşeb’den bozmadır. Çarşeb’in aslı da gece örtüsü anlamına gelen çarşeb’dir. Yatak ve yorganda kullanılan bez örtünün adı da buradan gelir. Arapçada yatak ötüsüne milhafe dendiği gibi, cilbâba da milhafe denmektedir. Türkçede de yatak örtüsüne çarşaf dendiği gibi, tesettür için giyilen elbiseye de çarşaf denmiştir. Bu iki nesnenin Arapça’daki ve Türkçe’deki karşılıklarının aynı olması da cilbâbın en iyi temsilinin “çarşaf’ denilen giysi olduğunu ispatlamaktadır.Elmalılı Hamdi Yazır, Konyalı Mehmet Vehbi Efendi gibi âlimlerin de cilbâb kelimesini çarşaf ve peçe (milhâfe ve mikne’a) şeklinde ta’rif etmeleri de bunu göstermektedir
*Kaynak:M.Abdurrahman Taşbilek”Hicap”.
İslâm’ın emrettiği kadın elbisesi söz konusu olunca, üzerinde önemle durulması gereken konulardan biri de, “cilbâb”ın ne olduğu meselesidir. Bu konuyu elimizden geldiğince inceleyip açıklamaya çalışacağız. Bu meselenin açıklığa kavuşturulmasında yardım yalnızca Allah ‘tandır.
Bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerim’de erkek elbisesi konusunda detaylı açıklama bulunmadığı halde, kadın kıyâfeti konusunda detaylı sayılacak emir ve yasaklar vardır. Kadınlara zinetlerini ve zinet yerlerini açmamaları, başörtülerini yakalarını kapatacak biçimde üzerlerine salmaları, zinetlerini duyurmak için ayaklarını yere vurmamaları, “Cilbâblarını” üzerlerine sarkıtmaları ve süslenerek sokağa çıkmamaları emredilmiştir ki, bunlar meselenin teferruâtına kadar belirtilmesi anlamını taşır. Bunlara bir de Rasülullah Efendimizin açıklamaları eklenirse, kadın kıyafetinin üzerinde ne kadar önemle durulması gerektiğini anlamış oluruz.
Nur Süresindeki bir ayette Allah (c.c.) : Başörtülerini de yakalarının üzerine indirsinler. (Nur, 31) emrini vermiştir. Bu ayetten daha sonra gelen Ahzâb Suresindeki ayet ile de Allah ‘. . . Mü‘minlerin hanımlarına (bir ihtiyaç için dışarı çıkacakları vakit) cilbâblarını üzerlerine almalarını söyle.” (Ahzâb, 59) emrini vermiştir. İşte daha sonra gelen bu “cilbâb” ayeti, önceki ile aynı şeyi anlatmış olmayacağına göre, birincisinde anlatılan başörtüsüne ilave bir örtü ve elbise emrediyor demektir. Buna binaen İslam âlimleri, bu âyetin nâzil olduğu zamandaki uygulanma biçiminden hareket ederek, “cilbâb” hakkında çeşitli tanımlamalar getirmişlerdir. Biz önce bunları görecek, sonra da bir sonuca varmaya çalışacağız.
Tefsirlere ve Arapça lügatlara baktığımızda, “cilbâb” kelimesi hakkında şu değişik tanımların yapılmış olduğunu görürüz: -Kamis (üstlük), -dış elbise, -tepeden tırnağa örten örtü, -başörtüsü ile ridâ arası bir elbise, -kadınların başlarından sarkıttıkları baş örtüsünden geniş elbise, -milhafe (çarşaf), -geniş izâr, -başörtüsü üzerine örtülen ridâ, -baştan aşağı örten çarşaf, ferâce ve car gibi dış kisve, -Kadının entarisi üzerine büründüğü örtü, -başörtüsünden büyük elbise,—kadınların evden dışarı çıkarken normal elbiselerini örttüğü üst elbise, -vücudu baştan ayağa örten elbise, -mikne’a (peçe), -kadının entarisinin ve başörtüsünün üzerinden büründüğü çarşaf. (Ta’rifler için bak: İbnu’l-Cevzi, Zâdü’l-Mesir VII/422; Âlusi, Rûhu’l-Me’âni XXII/88; Zemahşeri, el-Keşşâf III/543; Kurtûbî, el-Cami’ XIV/243; Şevkâni, Fethu’l-Kadir, IV/304; İbn Hazm, el-Muhallâ III/217; Firûzâbâdi, el-Kâmus 88; Zebidi, Tâcu’l-Arûs I/186; İbn Manzûr, Lisânu’l-Arab I/272-3; Mubârekfûri, et-TuhfeIII/91; Âsım Efendi, Kamus Tercemesi I/95; Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili VI/3927, 3828; İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim III/519; Cevheri es-Sıhâh Tâcu’l-Lüğa ve Sıhâhu’l-Arabiyye I/101... Bu tanımlar, “cilbâb” kelimesinin pek çok tefsir ve sözlükten çıkarılan ta’riflerinin özetidir. Öyle ki, bunların dışında bir tanımı yok gibidir.) “Cilbâb” için söylenenlerin farklı olanları bunlardan ibarettir.
Görüleceği gibi bu tanımlarda genellikle belirlenen ortak özellik ‘cilbâb’ın giyilenden çok, bürünülen, normal giysinin üzerine atıverilen ve baştan aşağı sarkıtılan bir üstlük olduğudur.
Müfessirlerimiz nin âyetin tefsirinde bize cilbâbın nasıl giyildiğini ve uygulama biçimini de anlatırlar. Burada Müfessirlerin cilbâb hakkındaki açıklamalarını inceleyelim:
İbn Cerir et-Taberi (v_310/922): Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle; evlerinden çıktıklarında saçlarını ve yüzlerini açarak elbiselerinde cariyelere benzemesinler. Cilbâblarını üzerlerine örtmelidirler ki, kötü niyetli kimseler onlara zarar vermesin.” (el-Cami’ u’ 1-Beyan XIX/181)
Ebû Bekir er-Râzi (Cessâs) (v-370/980) şöyle der: “Âyet, genç kadına, kalbinde eğrilik bulunanların kendisinden herhangi bir ümide kapılmamaları için, yabancılara karşı yüzünü örtmesinin emredildiğini gösterir.” (Ahkâmu’l-Kur’an III/372) Cessâs Hanefi fakihidir.
Zemahşeri (v-538/l143) “Cilbâblarını üstlerine alsınlar” âyetinin manasını şu şekilde vermektedir: “Cilbâblarını üzerlerine salıversinler ve onunla yüzlerini ve bedenlerini örtsünler.”
“Aba ve çarşaf giyip, başlarını ve yüzlerini örterek, elbiselerinde cariyelerin elbisesinden farklı olmakla emr-olunmuşlardır.”..”Kadın, cilbabının bir kısmını yukarıdan üzerine salıverir ve artanını ise yüzü üzerine peçe edinir. Tâki câriyeden ayırt edilsin.” (el-Keşşaf III/543)
İbn ü’ l -Cevzi (v-597/1201) : “Cilbâblarını üstlerine almalarını söyle” âyetinin tefsirinde İbn Kuteybe (v-276/889)’den naklen şöyle der: Başlarını ve yüzlerini örtmelerini söyle... “Celâbib”den maksat da norna1 elbiselerinin üzerini kapatacak ve vücut hatlarını belli etmeyecek geniş bir örtüdür. (Zâdü’l-Mesir VI/422)
İbn Kudâme (v_620/1223) : Cilbâb (giyilmeyerek) entâri üzerinden kuşanılır. (İbn Kudâme el-Mugni I/602)
Nizâmüddin Nisâbûri de şöyle der: “Yâni, onlar örtülerinin bir kısmını üzerlerine örtmelidirler; Bu âyette kadınlara başlarını ve yüzlerini örtmeleri emredilmektedir.”
Kurtûbî (v-671/1272): Sahih olan görüşe göre cilbâb bütün vücûdu örten elbise demektir. İbn Abbâs ve Katâde (v-118/736) şöyle demişlerdir: Kadın bunu alnının üzerinden büker ve bağlar, sonra da burnunun üzerinden onu çevirir. İsterse iki gözü görülsün. Şu kadar var ki cilbâb, göğsü ve yüzün büyük bir bölümünü örtmelidir. El-Hasen dedi ki:“(Cilbâb ile) yüzünün yarısını örter
Ebû Hayyân (v_745/1344) : “Cilbâblarını idnâ etsinler” ifâdesi, bütün bedenin örtülmesini anlatır. “Üzerlerine” denmekle de yüzleri kastedilmiştir. Çünkü cahiliyye döneminde kadınların açık olan yerleri yüzleri idi. (Ebû Hayyân, Bahru’l-Muhit VII/250)
Suyûti (v_9l1/1505) : “Cilbâb, bir ihtiyaç için kadın dışarıya çıktığı zaman vücüdunu kaplayan ve geriye kalan kısmıyla tek bir gözü açık kalacak şekilde yüzünü örttüğü elbisedir. (Tefsiru’l-Celâleyn, I/560)
Ebu’s-Su’ûd Efendi (v-952/1545) : “Cilbâb'tan maksat, çok geniş ve uzun bir örtüdür. Kadın bununla başını örttüğü gibi yüzünü ve göğsünü de örterek ayaklarına kadar salar. Bu âyet, kadınlar herhangi bir sebeple dışarıya ya da erkeklerin karşısına çıkarlarsa, yüzlerini ve bütün bedenlerini örtsünler anlamına gelir. Süddi de: Bir tek gözü hariç, bütün yüzlerini kapatırlar, demiştir(3) Ebû Hayyân da şöyle der: “Endülüs’teki uygulama Süddi’nin ta’rif ettiği gibi idi. Kadın
bütün vücüdunu örter, yalnız tek gözü açıkta kalırdı. (el-Bahr VII/250)
Tercümânü’l-Kur’ân İbn Abbâs (r.a.) (v-68/687) : Kadın cilbâbını alnının üzerine indirir ve oradan sıkar. Alttan da burnunun üzerine kadar kapatır. Yalnız gözleri dışarıda kalmalıdır. Yüzünden kalan kısmı ile de göğsünü tamamen kapatmalıdır. Bir rivayete göre de İbn Abbâs “Kadınlar hür olduklarının bilinmesi için tek gözleri hariç, başlarını ve yüzlerini örterler.” demiştir.”
Nesefi (v_710/1310) : Cilbâbın bir kısmını tepeden aşağıya sarkıtacak, artan kısmını yüzüne koyacak yüzünü örtecektir. Böylece (örtünme hususunda) câriyeden ayrılmış olacaktır. Müfessir Nesefi aynı Hanefi fıkhının dört mûteber eserinden biri olan”Kenzu’d-Dekâik” adlı kitabın yazarı olan Hanefi fakihidir.
İbn Sirin (v_110/728): Abide es-Selmâni (r.a)’a cilbâbın niteliğini sordum: Büyük bir çarşaf alıp kuşandı. Başının tamamını kaşlarına kadar örttü. Sol gözünü açık bırakarak yüzünü de örttü: (İşte cilbâb böyle kuşanılır demiş oldu).
İlk kez Kurân-ı Kerim’in tam bir tefsirini te’lif eden Mukâtil b. Süleyman (v-150/767) tefsirinde: “Cibâb’dan maksat baş örtüsünün üzerindeki yüz örtüsüdür” der. (Tefsir-i Kebir III/403)
Konyalı Mehmed Vehbi Efendi (v_1949) 1911 ile 1915 yılları arasında te’lif ettiği tefsirinde, cilbâb hususunda şunları söylüyor. “Cilbâb; kadını namus düşmanlarının saldırısından koruyan, kadının bütün bedenini koruyan, kadını su-i zandan ve süfehânın takibinden koruyan ve kadın için hürriyet hâdimi olan burgu ve çarşaftır.” (Hülâsatü’l-Beyân XI-4467)
Elmalılı Hamdi Yazır ise âyette geçen “Cilbâblarını sarkıtsınlar” ifâdesini anlattıktan sonra şunları ekler:
“Bu açıklamada da iki şekil vardır: Birisi, kaşlarına kadar başlarını örttükten sonra, büküp yüzünü de örtmek ve sâdece tek bir gözünü açık bırakmak. (Bizler yetiştiğimiz zaman vâ1idelerimizin tesettür tarzı bu idi.) İkincisi de, alnının üzerinden sıkıca sardıktan sonra burnunun üzerinden dolayıp, gözlerininin ikisi de açık kalsa bile, yüzünün eksensini ve göğsü tamamen örtmüş bulunmaktır. (1310/1893’da İstanbul’a geldiğim zaman, İstanbul hanımlarının, bir peçe eklemek ve elde açık bir şemsiye bulunmak şartıyla tesettür tarzları da bu idi). (Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili V/3928)
Elmalılı Hamid Yazır ise “Cilbâb, baştan aşağı örten çarşaf, ferâce ve car gibi dış kisvedir” demektedir.
“Cilbâb”da renk önemli midir? Ne örtünme âyetleri, ne de onları açıklayan hadisler, kadınların, şu ya da bu renkte cilbâb giymeleri hususunda bir emir ihtiva etmektedir. Buna göre kadın, dikkat çekici olmamak şartıyla, ister siyahtan ister başka bir renkten cilbâb edinir.
Ancak ilk müslüman hanımlar ve özellikle de Rasülullah (s.a.v.)’in dönemindeki sahabe kadınlar, cilbâbın görev ve maksadını çok iyi kavradıklarından olacak ki, genellikle siyah rengi tercih etmişlerdir. Mesela Ümmü Seleme annemiz: “Ci1bâb âyeti indiği zaman, Ensar kadınları siyah giysilere büründüklerinden ötürü, başlarında kargalar varmış gibi çıktılar” demektedir Bu yönüyle de “cilbâb” ile “çarşaf’ bire bir uyum sağlamaktadır. İbn Sa’d’ın rivayetinde ise Âişe (r.a.)’ın siyah bir örtü giydiği bildirilmektedir. (et-Tabakâtü’l Kübrâ VIII/71)
Arap dilinde gecenin karanlığı cilbâba benzetilmiştir Şâirler de cilbâbı hep siyah olarak düşünmüş olacaklar ki, siyah ve koyu renkli konuları cilbâba benzete gelmişlerdir.
Ayrıca, “cilbâb”ın, verdiğimiz ta’riflerinden de anlaşılacağı gibi, asıl görevi kadının zinetlerini örtmesi, dışarıda kadının çekiciliğini azaltması ve kadını nâmahremlerinden gizlemesidir; bunu ise koyu renkler daha güzel yapar. Zir koyu renklerin gizleyicilik özelliği vardır. Buna göre; farz ya da vacip değildir belki ama, cilbâbın siyah ya da koyu renkten olması maksadına uygunluk ve sahabe hanımlarını örnek alma açısından daha güzel ve daha makbuldür.
Bundan olacak ki, müfessir Âlûsi (v_l270/1853) şunları söyler: “Sonra bilesiniz ki, bana göre günümüzde ileri düzeyde (müreffeh) hayat süren birçok kadının, evlerinden çıkarken, üst elbise olarak giydikleri örtüler de (cilbâb olamayacakları gibi), gösterilmesi yasaklanan zinetler türündendir. Çünkü bunlar, nakışlı, desenli ve göz alıcı giysilerdir. Bana göre erkeklerin, kadınlarına böylece çıkma izni vermeleri, bundan hoşlanmaları ve kadınlarının yabancı erkekler arasında bu şekilde dolaşması, “ğayret” -yani övülmüş olan mahremini kıskanma azlığındandır. Bu, yaygın bir musibet halini almıştır. Böyle yaygın musibet haline gelen şeylerden biri de; kadınların, kayınbiraderlerinden sakınmamaları, kocalarının da buna aldırmamaları, hatta çoğu zaman da bunu bizzat kendilerinin emretmeleridir... Bütün bunlar Rasülullah (s.a.v.)’in müsaade etmediği şeylerdir. La havle ve lâ kuvvete illa billah!” (Rûhu’ l-Me’âni XVII/l 46)
Bütün söylenenleri göz önünde bulundurduğumuzda, sonuç olarak cilbâb için şunlar söylenebilir:
Cilbâb, kadının evinden çıktığında başörtüsünün de üzerinden büründüğü, baştan aşağı sarkıttığı bir dış elbisesi ve üstlüktür. Cilbâbın ilk uygulamalarından anlaşılan şekle göre, kolsuz ve bürünülen-sarkıtılan bir elbise olduğu görülmektedir.
Cilbâb’ın bütün vücudu örtmesi, en uygun uygulanış biçimi olarak görülmüştür.
Cilbâb’ın asıl vazifesi, kadının vücut hatları ile süslerini örtmek ve güzelliklerini gizlemek suretiyle, bakanlara iffetli ve namuslu bir kadın olduğunu hatırlatmasıdır.
Cilbâb’da renk emredilmiş olmamakla beraber, siyah ya da koyu renkli olması, tesettürün maksadı açısından daha makbuldür.
Yurdumuzda giyilen kadın giysisi modellerinden, cilbâbın ta’rifine en uygun olanı, ‘çarşaf ve Doğu’daki ‘ehram/ihram’dır.
Çarşaf kelimesi, Farsça çarşeb’den bozmadır. Çarşeb’in aslı da gece örtüsü anlamına gelen çarşeb’dir. Yatak ve yorganda kullanılan bez örtünün adı da buradan gelir. Arapçada yatak ötüsüne milhafe dendiği gibi, cilbâba da milhafe denmektedir. Türkçede de yatak örtüsüne çarşaf dendiği gibi, tesettür için giyilen elbiseye de çarşaf denmiştir. Bu iki nesnenin Arapça’daki ve Türkçe’deki karşılıklarının aynı olması da cilbâbın en iyi temsilinin “çarşaf’ denilen giysi olduğunu ispatlamaktadır.Elmalılı Hamdi Yazır, Konyalı Mehmet Vehbi Efendi gibi âlimlerin de cilbâb kelimesini çarşaf ve peçe (milhâfe ve mikne’a) şeklinde ta’rif etmeleri de bunu göstermektedir
*Kaynak:M.Abdurrahman Taşbilek”Hicap”.