nakşibendi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 12 Mar 2006
- Mesajlar
- 1,946
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Hayat
"De ki: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine iletti. O, (İbrahim hiç bir zaman Allah'a) ortak koşanlardan değildi. De ki: Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm hepsi Alemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana böyle emrolundu ve ben Müslümanların ilkiyim.[1]Rabbimiz, İlâhımız, Melikimiz ve Alemlerin Rabbi Allah Celle Celalühu, iman etmiş kullarının böyle söylemelerini emrediyor. Bu sözleri söyleyen Mü'min kullar, bu hakikati kalben kabul etmiş, pratikte gereğini ortaya koymuş ve hayatlarını buna ayarlamış kullardır.
Bizi dosdoğru yola ve doğru dine ileten Rabbimiz Allah'tır. Dosdoğru yol, O'nun yolu, doğru din de O'nun dini yani islâm'dır. Bu din, fıtrat dinidir. Bu din, tek başına, bir Ümmet olan ve Peygamberlerin babası Hazreti İbrahim Aleyhisselâm'm dinidir.
"(Rasulüm) Sen yüzünü 'Hanif olarak dine, yani. Allah'ın insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise o fıtrata çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur, fakat insanların çoğu bilmez. Hepiniz O'na yönelerek O'na karşı gelmekten sakının, namazı kılın, müşriklerden olmayın. [2]
Mü'minler, hanif din yani fıtrî din olan İslâm'dan başka hiç bir hayat nizamını kısmen de olsa kabul edemezler. Bunun şirk olduğuna ve bundan kaçınmaları, bunu red etmeleri gerektiğine inanırlar.
Hazreti İbrahim Aleyhisselâm gibi hiç bir zaman Allah'a şirk koşmamalı, küfre ve şirke karşı Hazreti İbrahim Aleyhisselâm'ın direndiği gibi direnmelidir. Mü'min ve Muvahhid kullar böyle inanırlar.
Hazreti İbrahim Aleyhisselâm, zamanının şirk düzenine karşı nasıl tavır koyduysa ve nasıl mücadele etmiş ise, o şekilde davranmak gerekir. Onun zamanında mevcud siyasî otoriteyi eline alan Nemrut, şirk düzeninin devamını sağlamak için her türlü çareye baş vuruyordu. Devletinin siyasî, ekonomik, hukukî ve sosyal yapısını şirk üzerine kurmuştu, kendisini yegane güç ve kuvvet makamında görmekteydi. Her kim ki, kurulu düzenini değiştirmeye kalkışırsa, ona en ağır cezayı veriyor ve en korkunç işkencelere tabi tutuyordu. Nitekim zulüm ve şirk üzerine kurmuş olduğu düzenine karşı çıkan Hazreti İbrahim Aleyhisselâm'i, ateşe atılmakla cezalandırmıştı.
Tağut ve müşrik Nemrut, halkını daha iyi. yönetebilmek için onların dinî duygularını da sömürüyordu. İnsanlardaki fıtrî inanma hissini şirke yönlendirmiş ve bu iş ile ilgili bir de vezirlik (bakanlık) kurdurmuştu. Hazreti İbrahim Aleyhisselâm'ın babası Azer, Nemrud'un puthane nazırı idi. Yani bir nevi "din işlerinden sorumlu merci"ydi.[3] Mazlum halkın din duygusunu ve dinî ihtiyacını istismar ediyor ve Nemrut'un lehine kullandınyordu.
Hazreti İbrahim Aleyhisselâm, şirk devletinin siyasi otoritesi olan Nemrut'a karşı çıkmadan Önce, onun din işlerinin başkam olan babasına karşı çıkar ve kendisine şirki, putçuluğu terk edip yalnız Allah'a iman etmesini tavsiye eder. Sonra şirk devletinin karşısına dikilir. Başta Nemrut olmak üzere tüm halkı Allah'ın birliğine yani 'tevhid' inancına davet eder. Şirk devletinin temel ilkelerini red edip, gerek siyasî, gerek ekonomik, gerek sosyal ve hukukî sistemin tümünün Allah'ın dini İslâm'a göre düzenlenmesinin gereğini savunur. İslâm'dan başka diğer tüm sistemlerin zulüm ve küfür düzenleri olduğunun tebligatını yapar ve bu hakikati herkesin gözü önünde isbat eder.
Gerek Nemrut'un, gerekse onun şirk düzeninin teorisy eni erinin bütün delillerini çürütür. Tağut ve müşrik müstekbir Nemrut ve yardakçıları, Hazreti İbrahim Aleyhisselâm'ın getirmiş olduğu ilmî delillerin karşısında gerçeği kabul etmekten başka bir cevapları olmadığı için zora başvururlar. Gerçeği kabul etmeyen müstekbir kâfirlerin tarih boyu başvurduğu zorbalığı gündeme getirirler ve Hazreti İbrahim Aleyhisselâm ateşe atılır. Allah'ın izniyle ateş İbrahim Aleyhisselâm'ı yakmaz ve sağ selim ateşten kurtulur. Bu ilâhî mucize karşısında Onu, ülke sınırları dışına sürgün ederler. [4]
İşte Hazreti İbrahim Aleyhisselâm'ın dosdoğru takip etmiş olduğu yol ve hanif dini, şirki ve küfrü kökünden red etmek ve tamamen yok olması için çalışmak, İmanı hiç bir şüpheye yer bırakmadan kalbe yerleştirmek, onu bid'attan, hurafeden, gizli ve açık: tüm şirkî unsurlardan temizlemek, hayatta pratik haline getirmekten başka bir şey değildir
mizde Allah'tan başkasının emrine tabi olmamalıyız. Bizi Allah'tan ve O'nun yolundan alıkoymak isteyen her zorba müstekbîr güce karşı cihad etmek üzerimize farz kılınmıştır. Kulları, kullara kul olmaktan kurtarmak, İslâm'daki cihadın yegane gayesidir.
Cihad, yeryüzündeki insan kullan, kendileri gibi olan, insan kulların kulluğundan kurtarıp Allah'a gereği gibi kul olmalarını sağlama faaliyetidir.
Rabbimiz Allah Celle Celalühü buyurdu ki:
"Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.[5]
Bu ve benzeri ayetlerden apaçık anlaşılan odur ki, hayatın gayesi, Allah'a gereği gibi kul olmaktan. Çünkü insanlar da, cinler de kul olmak için yaratılmışlardır. Dosdoğru olmak, kulluğu gereği gibi yapmaktır. Kulluk da, Rabbimiz Allah'ın emirlerine tabi olmaktır. O'nun emirlerini yerine getirmek ibadet, emirlerine karşı gelmekse isyandır.
Bütün Peygamberler, insanlara bu gerçeği anlatmak için gönderilmişlerdir. Allah'a kul olun ve Allah'tan başka hiç bir otorite zorba güç sahibine tabi olmayın. Onları red edin, onlarla savaşın, ta ki onlar da, bu zulümden vazgeçip Allah'a kul olsunlar.
"Andolsun ki, biz Allah'a kulluk edin ve tağuttan sakının diye (emretmeleri için) her millete bir Peygamber gönderdik. [6]
Bütün Peygamberler bunun mücadelesini verdiler. İnsanları Allah'a davet ettiler, tağutlardan sakındırdılar. İmanı/tevhidi bütün delilleriyle apaçık anlattılar. Şirki/ küfrü tüm çirkinliğiyle insanlara açıkladılar ve ortadan kalkması için her türlü çabayı gösterdiler. Rabbimiz Allah'ın hem yaratıcı, hem de kanun koyucu olduğunu izah ettiler:
"....Bilesiniz ki, yaratmak da, emretmek de O'na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir.[7]
Yoktan yaratmak ve kanun koyup emretmek yalnız ve yalnız Allah'a aittir. Yaratma sıfatım Allah'a verip, kanun koyma ve uygulatma yetkisini ise; konseylere, meclislere, diktatörlere veya sosyal bir sınıfa vermek elbette Allah'a ortak koşmak olduğu gibi, Allah'ın hakimiyetini de gasbetmek demektir.
Bu hayat ve bu kâinat boşuna yaratılmamıştır. Hayatın da, kâinatında belli ve ulvî bir gayesi vardır.
"Biz, gökleri, yeryüzünü ve bu ikisi arasında olanları oyun olsun diye yaratmadık." [8]
Mü'min ve muhsin kullar, hayatın ve kâinatın gayesini kavrar ve:
"Ayakta dururken, otururken, yanları üzeri yatarken (her vakit) Allah'ı ananlar (şöyle dua ederler Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Seni teşbih ederiz. Bizi Cehennem azabından koru. [9]
Hayatı gereği üzere yaşamak, yalnız Allah'a kul olmak, O'nun emirlerine uymak, tağutun her çeşidini reddetmek demektir. 'Hayata hem Allah'ın hem de tağutun kanunları hakim olsun, bazı konularda Allah'a, bazı konularda tağuta tabi oluruz' denilirse, buna inanılır ve uygulanılırşa bu, hem dinden çıkmak yani irtidad olur, hem de yaşanılan çevre korkunç bir anarşiye boğulur.