Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Cennete Emekleyerek Zor GirerİZ :( (1 Kullanıcı)

DiLaRa_I NuR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eyl 2009
Mesajlar
2,576
Tepki puanı
4
Puanları
0
Yaş
45

“Sana neyi infak edeceklerini sorarlar...” (1)



Günümüzde hidayete eren birisi için “Bir görsen baştan aşağı değişmiş; sakal bırakmış, cübbe ve sarık giymiş, saçının telini göstermiyor, kadınların elini sıkmıyor, haremlik selamlık uyguluyor” vs. dendiğini çok duymuş ve görmüşsünüzdür.


Demek “hiyadet coşkusu” böyle yaşanıyor.


Vatandaş müzikle uğraşıyorsa muziği, sinemayla uğraşıyorsa sinemayı, tiyatroyla uğraşıyorsa tiyatroyu ve dahi her ne şeyle uğraşıyorsa onu bırakıyor. Bunların hepsini “cahiliye dönemim” diyerek kestirip atıyor. İçki, zina, kumar vs.’yi anlarım da bunları niye bırakırlar hala anlayabilmiş değilim. Öteden beri bu işte bir terslik var diye düşünmüşümdür…


Hatta okulunu bırakıp bir mollanın önünde emsile bina maksut, avamil (Arapça) öğrenmeyi hayatının gayesi haline getirenler bile oluyor. Onca eğitimini bir çırpıda sıfırlayıp, bir medrese mollasının önünde hayata yeniden başlayanlar oluyor. Tabi “Bizim oğlan bina okur döner döner bir daha okur” hesabı bunun da bir türlü sonu gelmiyor. İlkokul, ortaokul, lise, üniversite yıllarında aldığı eğitimi aşağılamaya başlıyor. Halbuki bu yıllar çok önemli… Aksi halde örneğin “kompozisyon”, “anlatım sanatları”, “alıntı”, “parağraf” vs. nedir bilmeyen bir adamın, bırakın Kur’an’ı, okuduğu herhangi bir metni bile anlaması zordur. O mollaların çoğu bunları bilmez. Döner döner nasara yensuru okurlar. Bunu da bir şey zannederler…


İşin bu tarafına fazla girmeden asıl meseleden gidelim. Zaten bu dini dünyanın sorunları neresinden tutsanız elinizde kalır ya, neyse…

Acaba diyorum neden?

Hidayet coşkusunu neden onlarda buluyorlar?


Oysa açın “hayatu’s-sahabe” kitaplarını okuyun. Orada onlarca sahabenin hidayete eriş hikayesini okuyacaksanız. Oralarda genellikle manzara şudur: “Hidayete erdi malını dağıttı… Hidayete erdi artık bir daha asla yalnız yemek yemedi… Kapı kapı dolaşıp bütün borçlarını ödedi, helallik diledi… Ömrünün sonuna kadar elinden ve dilinden kimsenin zarar gördüğü görülmedi…”


Aradaki farkı fark ediyor musunuz?

Şahsen şu ana kadar onca hidayete eren zengin gördüm fakat hidayet coşkusunu “malını dağıtmada” gören bir tek “muhtedi zengin” görmedim.

Nasıl oluyor?

Bunlar sahabenin girdiği dine girmiyorlar mı?

Sahabenin okuduğu Kur’an’ı okumuyorlar mı?

Yoksa din aynı da din anlayışı mı farklı?

***

Besbelli ki din anlayışı farklı.


İslam, sahabenin ilk önce “eşyaya, varlığa, mala, mülke” bakışını değiştiriyordu. “Lehu’l-mülk” (Mülk Allah’ındır) anlayışına ulaşıyor, kendini mülk karşısında emanetçi olarak görüyor, “Bu benim” demekten haya etmeye başlıyordu. Üzerinde fazla mal ve mülk bulundurmayı “yük” hatta “ateş” olarak görmeye başlıyordu. Bundan bir an önce kurtulması gerektiğini düşünüyor ve ilk iş olarak malını mülkünü dağıtıyordu.


İslam, sahabenin ilk önce “insana” bakışını değiştiriyordu. Tüm insanları erkek olsun kadın olsun kendi hemcinsleri olarak görüyor, aradaki tüm statü farklılıkları gözünde küçülüyordu. “Üstünlük takva iledir” anlayışını benimsiyor ve mala ve mülke dayalı üstünlük kasıntılarından kurtuluyordu. Zihninde altın, gümüş, dinar ve dirhem “değer” olmaktan çıkıyordu. İnsana başka bir pencereden bakmaya başlıyordu.


İlk ve en önce eşyaya, varlığa ve insana yaklaşımı, perspektifi ve felsefesi değişiyordu. Bu farklı bakış derhal amellerine yansıyor ve başka bir insan ortaya çıkıyordu.


Oysa mevcut din anlayışı yüzünden, zamane hidayete ermelerinde, muhtedinin varlığa, insana ve eşyaya bakışında esastan bir değişiklik olmuyor. Şeklen kimlik ve ritüel değiştiriyor. Bir kamptan öbür kampa, bir mahalleden öbür mahalleye geçiyor. Varlığa ve insana özellikle de eşyaya; altına, gümüşe, toprağa, servete, mala, mülke, dinara, dirheme, dolara, euroya, paraya bakışı aynı…


Sahabenin nasıl olup ta öyle olduğunu anlamak istiyorsak, önce Kur’an’ın onları nereden alıp nereye getirdiğine bakmamız lazım.


Bakın, Kur’an 23 yıllık süreç içinde varlığa, eşyaya, mala ve mülke bakışı nasıl değiştirmiş. Nüzul sırasına göre izini sürelim…

...



'Sana neyi infak edeceklerini sorarlar' (2)

Eğer Mü’min imanına, içinde şerefimiz olduğu söylenen Kur’an’a inanıyorsak bu böyle olmalı değil midir? Aksi halde “Dışı Müslüman içi kapitalist de yaşarım, yıllık zekatımdan “donmuş” kırkta biri veririm, gördüğüm dilenciye de sadakamı atarım” diyorsanız, Peygamberimizin Abdurahman bin Avf’e dediği gibi “Cennete emekleyerek zor girersiniz…” Bakın bakalım Abdurrahman bin Avf bu sözü duyunca ne yapmış…

Anlı şanlı hocalar “kâr payı” adı altında ihlaslı bankacılık oyunlarına fetva vereceklerine bunlar üzerine kafa yormalıdır. Asgari ücret, asgari geçim haddi, yoksulluk sınırı, gayri safi milli hasıla üzerinden gitmeli, dinamik içtihatlar yapmalıdır. Kırkta bir, onda bir, öşür gibi tarım döneminden kalma oranlarda donup kalmış fıkhı bırakmalı, Akif’in tabiri ile 700 yıllık eserlerle avarelik etmeyi terk etmeli, “yaşayan fıkıh” üretmelidir. Örneğin KDV’ye benzer, anlık, üzerinden yıl geçme şartı olmayan, doğrudan alım satıma dayalı “yaşayan zekat” türleri üzerinde çalışmalıdır. Artık çalışma hayatı, geçim vasıtaları, alım satım ve üretim araçları değişmiştir. Başka bir dünyada yaşıyoruz. Eski fıkıh kitapları bu dünyayı hiç görmemiştir ve bilemezler. Bu nedenle de oranlar değişebilir.

Bunununun için “yaşayan müçtehidlere” ihtiyaç vardır. Zaten bana göre ölmüş müçtehid taklit edilemez. Yaşayan müçtehide de taklit için değil; ihtiyaca cevap için soru sorulur. Ve bu soru her defasında bir başkasına yöneltilebilir. Ölmüşün içtihadı bizim için artık sadece bir zenginliktir. Çünkü içtihadı yaşayan yapar. Kur’an der ki “Hiç ölmüşle yaşayan bir olur mu?” (Fâtır; 35/22). Keza yaşayan müçtehid eski görüşlerden yararlanabilir, yararlanmayabilir de. Eski içtihatlar ancak yaşayanın zihninden geçerek yeniden hayata dönebilirler. Sadece müçtehitler yetmez; ekonomist, hukukçu, sosyolog, tarihçi vs. hepsi el ele vermelidir. Gerçi “devlet düzeyinde” yaşanmadan bunları konuşmak biraz boşlukta kalıyor ama yine de işin önemini göstermesi bakımından faydalı olabilir…

Her şeyden önce de mal mülk meselelerine makalenin birinci bölümünde özetini verdiğim Mekke dönemi ayetlerinin ruhunu ve bilincini kuşanarak başlamalıyız. Zira işin kökü orada…

Demek ki nüzul seyrinde vererek arınma (tezkiye) ve maldan mülkten verme (infak) çağrılarından sonra, işin, önce asgari geçim standardının (afv) belirlenip, sonra da bizzat vergi (sadaka) olarak tahakkukuna geldiğini görüyoruz.

...

Demek ki Kur’an işe mal mülk sahiplerini, biriktirenleri, yığanları eleştirerek başlıyor. Biriktirmeyen, dağıtan, paylaşan ve bölüşen bir toplum istiyor. Bunu “arınma, temizlenme” olarak görüyor.

...

İşte bunun için olmalı ki ilk sahabeler hidayete erince ilk olarak üzerindeki mal ve mülkten kurtulmak istemişler. Böylece nefislerini “tezkiye” etmişler. İlk hidayet coşkusunu burada bulmuşlar. Demek ki “Müslüman olunca ilk malını dağıttı…” sahneleri her şeyden önce arınma duygusunun, eşyaya yeni bakışın, derin bir bilincin, vicdani uyanışın ve bakış açısı değişiminin sonucu…

Yine bunun için olmalı ki bizim unuttuğumuz, Emevilerden beri nesh (!) olduğunu iddia edip durduğumuz “Sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: İhtiyaç fazlasını…” (Bakara; 2/219) ayeti sahabeleri derinden sarsmış, ömürleri boyunca kulaklarında çınlayıp durmuş…

Önce bu sarsıntıyı ve çınlamayı yakalamalıyız.

Sonraki kimi sahabelerin tekrar eski anlayışa dönüp biriktirme yarışına girmelerini ise ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Benim bu konudaki öncülerim en başta tabi Peygamberimiz olmak üzere Ebubekir, Ömer, Ali, Ebuzer, Ammar gibi ilk çekirdek sahabelerdir. Örneğin Ebubekir ve Ömer’in İslam’a girdiklerinde zengin tüccarlar olmasına rağmen öldüklerinde hiçbir şeyleri kalmamıştı.Yani din ve devlet (kamu) üzerinden hiçbir şey biriktirmemiş, yığmamış; “tekâsür” yarışına girmemişlerdi. Keza başta Peygamberimiz ve damadı Ali olmak üzere diğerleri de “ceketi ile gelip ceketi ile giderek” tüm kamu (din ve devlet) davası güdenler için çağlar boyu yankılanacak ölümsüz mesajlar vermişlerdi.



Hepsine selam olsun!

Allah onların yolundan ayırmasın…

Recep İhsan Eliaçık


"Dünya mü'minin Zindanı, kâfirin Cennetidir."
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt