Cennet Duvarları Sabır Tuğlası İle Örülüyor !
Mehmet, anne ve babasından iyi bir terbiye almış, ahlaklı, dürüst, dindar bir gençti. En çok sevdiği insan babaannesiydi. Ondan dinî duygu ve düşünce adına çok şey öğrenmişti. En çok da babaannesinin şükür tavsiyesi onu etkilemişti. Babaannesi ona sık sık,
- Evladım! Biz çok zayıf insanlarız. İhtiyacımız çoktur. Rabbimizin lütfu ise çok geniştir. Bize sayamayacağımız kadar nimet vermiş. Ona ne kadar şükretsek az. O yüzden her daim son nefesine kadar şükürle iki büklüm ol. Onun lütfu da kahrı da hoştur. Ondan ne gelirse gelsin her zaman hamd et, diyordu. Mehmet de bu sözleri kulağına küpe yapmıştı. Devamlı Rabbine şükrediyordu.
Artık Mehmet evlilik çağına gelmişti. Aile büyüklerinin tavsiyesi üzerine helal süt emmiş, kendisi gibi dindar bir hanım kızla evlendi. Bundan dolayı da Rabbine çok şükretti. İki rekat şükür namazı kıldı.
Mehmet, eşiyle çok iyi anlaşıyordu. Birbirlerini kırmamaya dikkat ediyorlar, huzurlu ve mutlu bir aile hayatı yaşıyorlardı. Bu mutlu aileye mutluluklarını ikiye katlayacak bir müjde lazımdı. Bu müjde de fazla gecikmeden gelmişti. Mehmet, baba olacaktı. O kadar çok sevinmişti ki, hemen bir abdest aldı ve şükür secdesi yaptı ve Rabbine şöyle dua etti:
- Allahım! Hiç layık olmadığım halde bana pek çok lütufta bulunuyorsun. Nimetlerinin şükründen acizim ya Rabbi! Sana kâinatın zerreleri adedince hamd ve sena ediyorum. Doğacak yavrumuzu halis bir evlat eyle ve Senin rızandan bir lahza olsun ayrılmamasını nasip et.
Dokuz ay çok çabuk geçmişti. Mehmetin nur topu gibi bir oğlu dünyada gelmişti. Adını eşiyle istişare ederek Abdullah koydular. Abdullah doğduktan sonra hayatları daha da değişmişti. Çünkü onlar artık evde üç kişiydiler. Hayatlarını tamamen Abdullaha göre ayarlamışlardı. Adeta Abdullahla oturup Abdullahla yatıyorlardı. Aradan üç yıl geçmişti. Abdullah artık konuşmaya başlamıştı. Evde çeşitli muziplikler yapıyor, yarım diliyle anne ve babasını güldürüyordu. Babası namaz kılarken, o da yanında duruyor, onunla beraber namaz kılıyordu. Akşam olduğunda Mehmet evde sesli olarak kitap okuyor, Abdullah ve annesi de Mehmeti dinliyorlardı.
Mehmet ve ailesi böyle mutlu bir hayat sürerken bir gece Abdullahın ansızın ateşi çıkıvermişti. Annesi, biraz da anne şefkatiyle paniklemişti. Mehmet,
- Bir şey olmaz. Daha önce de böyle çok ateşlenmişti. Hemen bez ve su getir ateşini düşürelim, dedi.
Gece boyu uğraştılar ama Abdullahın ateşi bir türlü düşmüyordu. Gözlerinin altları da mor mor olmuştu. Mehmet, hemen bir doktor çağırmak için evden çıktı. Doktor kasabadaydı. Köyden kasabaya gitmek ise üç saati buluyordu. Üç saat gidiş, üç saat da geliş toplam altı saat sonra doktor köye gelebilmişti. Hemen Abdullahın yanına gitti. Onu muayene etti. Abdullahın durumu hiç de iyi değildi. Annesi, doktorun ifadesinden oğlunun durumunun ciddi olduğunu anlamıştı.
- Doktor bey! Nolursunuz söyleyin, oğlum iyileşek değil mi?
Doktor, bir şey söylemeden Mehmeti çağırarak dışarı çıktı. Mehmete çok geç kalındığını, oğlunun sayılı dakikaları olduğunu söyledi ve kasabaya doğru yola koyuldu. Mehmet odaya girdi. Eşinin ağlamaktan gözleri kan çanağına döndü. Mehmet, yatağın başına diz çökerek oğlunun başını okşuyordu. Çok duygulanmıştı. Artık daha fazla gözyaşlarını tutamamıştı. Bir yandan ağlıyor, bir yandan da şöyle diyordu:
- Canım oğlum! İnşallah cennette görüşeceğiz. Baban sana doyamadı. Ama olsun. Seni bize bir hediye olarak Rabbimiz verdi. Veren O, alan da O. Emrine karşı boynumuz kıldan ince. Ona binlerce hamd ve sena olsun.
Abdullah son nefesini vermişti. Bu sırada ötelerde Cenab-ı Hak ile ölüm meleği Azrail (aleyhisselam) arasında şöyle bir diyalog yaşanıyordu:
- Kulumun ciğerparesini elinden aldınız. Kulum bu durumu nasıl karşıladı? Ne söyledi?
- Ya Rabbi! Sabretti ve Sana şükretti.
- Bu kulum için cennette bir köşk yapın ve adını da Hamd (şükür) köşkü olarak koyun. Evet, her durumda Allaha şükretmek ve sabretmek sonunda da cennetleri kazanmak varken, başımıza bir bela geldiği zaman bir anlık öfke ile Allaha isyan etmek doğru değildir. Kişinin bu öfke dolu isyanla kendini rahatlatmaya çalışması bir aldanmışlıktır. Böylesi kimselerin sonuçta rahata kavuşmadıkları gibi cenneti kaybetme tehlikeleri de

Mehmet, anne ve babasından iyi bir terbiye almış, ahlaklı, dürüst, dindar bir gençti. En çok sevdiği insan babaannesiydi. Ondan dinî duygu ve düşünce adına çok şey öğrenmişti. En çok da babaannesinin şükür tavsiyesi onu etkilemişti. Babaannesi ona sık sık,
- Evladım! Biz çok zayıf insanlarız. İhtiyacımız çoktur. Rabbimizin lütfu ise çok geniştir. Bize sayamayacağımız kadar nimet vermiş. Ona ne kadar şükretsek az. O yüzden her daim son nefesine kadar şükürle iki büklüm ol. Onun lütfu da kahrı da hoştur. Ondan ne gelirse gelsin her zaman hamd et, diyordu. Mehmet de bu sözleri kulağına küpe yapmıştı. Devamlı Rabbine şükrediyordu.
Artık Mehmet evlilik çağına gelmişti. Aile büyüklerinin tavsiyesi üzerine helal süt emmiş, kendisi gibi dindar bir hanım kızla evlendi. Bundan dolayı da Rabbine çok şükretti. İki rekat şükür namazı kıldı.
Mehmet, eşiyle çok iyi anlaşıyordu. Birbirlerini kırmamaya dikkat ediyorlar, huzurlu ve mutlu bir aile hayatı yaşıyorlardı. Bu mutlu aileye mutluluklarını ikiye katlayacak bir müjde lazımdı. Bu müjde de fazla gecikmeden gelmişti. Mehmet, baba olacaktı. O kadar çok sevinmişti ki, hemen bir abdest aldı ve şükür secdesi yaptı ve Rabbine şöyle dua etti:
- Allahım! Hiç layık olmadığım halde bana pek çok lütufta bulunuyorsun. Nimetlerinin şükründen acizim ya Rabbi! Sana kâinatın zerreleri adedince hamd ve sena ediyorum. Doğacak yavrumuzu halis bir evlat eyle ve Senin rızandan bir lahza olsun ayrılmamasını nasip et.
Dokuz ay çok çabuk geçmişti. Mehmetin nur topu gibi bir oğlu dünyada gelmişti. Adını eşiyle istişare ederek Abdullah koydular. Abdullah doğduktan sonra hayatları daha da değişmişti. Çünkü onlar artık evde üç kişiydiler. Hayatlarını tamamen Abdullaha göre ayarlamışlardı. Adeta Abdullahla oturup Abdullahla yatıyorlardı. Aradan üç yıl geçmişti. Abdullah artık konuşmaya başlamıştı. Evde çeşitli muziplikler yapıyor, yarım diliyle anne ve babasını güldürüyordu. Babası namaz kılarken, o da yanında duruyor, onunla beraber namaz kılıyordu. Akşam olduğunda Mehmet evde sesli olarak kitap okuyor, Abdullah ve annesi de Mehmeti dinliyorlardı.
Mehmet ve ailesi böyle mutlu bir hayat sürerken bir gece Abdullahın ansızın ateşi çıkıvermişti. Annesi, biraz da anne şefkatiyle paniklemişti. Mehmet,
- Bir şey olmaz. Daha önce de böyle çok ateşlenmişti. Hemen bez ve su getir ateşini düşürelim, dedi.
Gece boyu uğraştılar ama Abdullahın ateşi bir türlü düşmüyordu. Gözlerinin altları da mor mor olmuştu. Mehmet, hemen bir doktor çağırmak için evden çıktı. Doktor kasabadaydı. Köyden kasabaya gitmek ise üç saati buluyordu. Üç saat gidiş, üç saat da geliş toplam altı saat sonra doktor köye gelebilmişti. Hemen Abdullahın yanına gitti. Onu muayene etti. Abdullahın durumu hiç de iyi değildi. Annesi, doktorun ifadesinden oğlunun durumunun ciddi olduğunu anlamıştı.
- Doktor bey! Nolursunuz söyleyin, oğlum iyileşek değil mi?
Doktor, bir şey söylemeden Mehmeti çağırarak dışarı çıktı. Mehmete çok geç kalındığını, oğlunun sayılı dakikaları olduğunu söyledi ve kasabaya doğru yola koyuldu. Mehmet odaya girdi. Eşinin ağlamaktan gözleri kan çanağına döndü. Mehmet, yatağın başına diz çökerek oğlunun başını okşuyordu. Çok duygulanmıştı. Artık daha fazla gözyaşlarını tutamamıştı. Bir yandan ağlıyor, bir yandan da şöyle diyordu:
- Canım oğlum! İnşallah cennette görüşeceğiz. Baban sana doyamadı. Ama olsun. Seni bize bir hediye olarak Rabbimiz verdi. Veren O, alan da O. Emrine karşı boynumuz kıldan ince. Ona binlerce hamd ve sena olsun.
Abdullah son nefesini vermişti. Bu sırada ötelerde Cenab-ı Hak ile ölüm meleği Azrail (aleyhisselam) arasında şöyle bir diyalog yaşanıyordu:
- Kulumun ciğerparesini elinden aldınız. Kulum bu durumu nasıl karşıladı? Ne söyledi?
- Ya Rabbi! Sabretti ve Sana şükretti.
- Bu kulum için cennette bir köşk yapın ve adını da Hamd (şükür) köşkü olarak koyun. Evet, her durumda Allaha şükretmek ve sabretmek sonunda da cennetleri kazanmak varken, başımıza bir bela geldiği zaman bir anlık öfke ile Allaha isyan etmek doğru değildir. Kişinin bu öfke dolu isyanla kendini rahatlatmaya çalışması bir aldanmışlıktır. Böylesi kimselerin sonuçta rahata kavuşmadıkları gibi cenneti kaybetme tehlikeleri de