Siyahgulsevdalisi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 20 Haz 2006
- Mesajlar
- 2,046
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
Çanakkale’den mektup var…
Bugün size, 18 Mayıs 1331 tarihini taşıyan bir
mektuptan söz edeceğim. Çanakkale Savaşları sırasında
yaralanan bir subay tarafından kaleme alınmış, ancak
şehit olduktan sonra ancak ailesine
gönderilebilmiştir.
Mektup şöyle başlıyor:
“Sebeb-i hayatım, feyz-ü refikim, sevgili babacığım ve
valideciğim.
Arıburnu’nda ilk girdiğim muharebede sağ yanımdan
kurşun geçti. Hamdolsun kurtuldum. Fakat bundan sonra
gireceğim muharebelerden kurtulacağıma ümidim
olmadığından, bir hatıra olmak üzere, şu mektubu
yazıyorum.
Şimdiye kadar milletimin bana verdiklerini bugün hak
etmek zamanıdır. Mukaddes vatanî vazifemi ifaya cehd
ediyorum. Şehadet rütbesine suud edersem, (ulaşırsam)
Cenab-ı Hakk’ın sevgili bir kulu olduğuma inanacağım.
Sevgili babacığım ve valideciğim... Gözbebeğim olan
zevcem (eşim) Münevver ve Allah emaneti oğlum
Nezih’ciğimi evvela Cenab’ı Hakk’ın, saniyen sizin
himayenize tevdi ediyorum. Onlar hakkında ne mümkünse
lütfen yapınız. Oğlumun talim ve terbiyesi ile siz de
refikamla (eşimle) birlikte sa’y ediniz (çabalayınız).
Şehadetimi duyduğunda refikam mutlaka çok müteessir
olacaktır. Teselli ediniz. ‘Mukadderat-ı İlâhiye böyle
imiş’ deyiniz.
Sevgili baba ve valideciğim... Belki bilmeyerek size
karşı kusur işlemiş olabilirim. Beni affediniz. Lütfen
hakkınızı helâl ederek ruhumu şâd ediniz. Bana,
vatanın, uğruna ölünecek mukaddes bir değer olduğunu
öğrettiğiniz için teşekkür ederim. Fatihalarınız
kabrimi nurlandıracaktır.
Sevgili hemşirem (kız kardeşim) Lütfiyeciğim...
Bilirsin seni pek severim. Buna rağmen belki sana
karşı da kusur ettiğim olmuştur. Beni affet. Hakkını
helâl et. Ruhumu şâd et. Yengen Münevver Hanım’la
yeğenin Nezih’e sen de yardımcı ol. Hepinizi Cenab-ı
Hakk’ın lütuf ve himayesine tevdi ediyorum
(bırakıyorum).
Ey akraba ve ehibbâ (ahbaplar) ve eviddâ!..
Cümlenize elveda! Cümleniz hakkınızı helâl ediniz.
Benim tarafımdan hakkım cümlenize helâl olsun.
Ebediyen Allahaısmarladık.
Sevgili babacığım ve valideciğim. Sakın üzülmeyiniz.
Şehid babası, şehid anası olduğunuz için şükrediniz.
Elveda... Oğlunuz: Mehmed Tevfik.”
Bölük Komutanı Mehmed Tevfik Efendi, bu mektubu fırsat
bulup ailesine gönderemedi. Çünkü yarası iyileşir
iyileşmez tekrar cepheye, iman ve vatan savunmasına
koşmuş, mektubunu postalayacak kadar boş vakit
bulamamıştı.
Mektup, ailesine gönderilen eşyalarının arasından
çıktı. Şehit kanına bulanmıştı.
•
Size şimdi Anzak askerlerinden 4/165 künyeli istihkâm
eri Frederik Rişard’ın hatıralarından birini
aktaracağım. Frederik Rişard şöyle bir hatırasını
naklediyor: “12 Ağustos 1915 günü taarruza kalktık.
163. tümenimiz her bakımdan üstün dövüşürken, çok
garip bir şey oldu. Berrak gökyüzünde birden somun
ekmeği biçiminde altı veya sekiz beyaz bulut belirdi.
Rüzgâr olmasına rağmen, bulutlar, 60 rakımlı tepenin
üstünde hareketsiz duruyordu.
Bulut kümesinin tam altına gelen yerde, toprağa yakın
bir bulut daha belirdi. Yaklaşık 250 metre
uzunluğunda, 65 metre yüksekliğinde idi. Oldukça yoğun
görünüyordu. Katı bir madde gibiydi. İngiliz
birliklerinin sadece 100 metre kadar uzağında
bulunuyordu.
O sırada 4. Norfolk Taburumuz 60 rakımlı tepeye doğru
hücuma kalkmıştı. Tepenin Türklerden alınması an
meselesiydi. Bizimkiler doğruca bulutun içine
girdiler. Son erine kadar görüyordum. Nihayet hepsi
bulutun içinde kayboldu. Hepsi gözümden silinince,
bulut, sanki yükünü almış gibi ağır ağır yükselmeye
başladı. Diğer bulutlarla birleşti ve kuzeye doğru
uzaklaştı. Bir daha 4. Norfolk Taburu’ndan hiç kimse
haber alamadı. Tek bir eri ya da subayı geri dönmedi.
Sır oldular.”
Âl-i İmran Sûresi, 123. âyetindeki vaadi şimdi
hatırlamanın tam sırası:
“Şayet sabreder, Allah’tan korkarsanız ve
düşmanlarınız da hemen o anda üzerinize gelirse,
Rabbiniz, işaretlenmiş beş bin melekle size yardım
eder.”
Yardımın ilk şartı, “sabretmek”, ikincisi ise
“Allah’tan korkmak”. Yani “iyi insan” ve “iyi Müslüman
olmak...” Demek ki onlar iyi insanlardı, iyi
Müslümanlardı: Düşmanla karşı karşıya dövüşürken bile
Kur’an okuyor, bombardıman altında namaz kılıyor,
yiyeceklerini esirleriyle paylaşıyorlardı.
İmkânsızlıklara tıkanıp kalmıyor, mevcut tüm imkânları
kullandıktan sonra, Allah’a dua ile iltica
ediyorlardı. Bugün de aynı duygu ve düşüncelerle
mukaddeslerimizi savunursak, Allah’ın rahmeti tecelli
edecektir. İşte o zaman, tüm şer odaklarının oyunu
bozulacak, varlık mücadelemiz asgarisinden ruh
planında zafere dönüşecektir. Önce zaferi hak etmek
lâzım.
Bugün size, 18 Mayıs 1331 tarihini taşıyan bir
mektuptan söz edeceğim. Çanakkale Savaşları sırasında
yaralanan bir subay tarafından kaleme alınmış, ancak
şehit olduktan sonra ancak ailesine
gönderilebilmiştir.
Mektup şöyle başlıyor:
“Sebeb-i hayatım, feyz-ü refikim, sevgili babacığım ve
valideciğim.
Arıburnu’nda ilk girdiğim muharebede sağ yanımdan
kurşun geçti. Hamdolsun kurtuldum. Fakat bundan sonra
gireceğim muharebelerden kurtulacağıma ümidim
olmadığından, bir hatıra olmak üzere, şu mektubu
yazıyorum.
Şimdiye kadar milletimin bana verdiklerini bugün hak
etmek zamanıdır. Mukaddes vatanî vazifemi ifaya cehd
ediyorum. Şehadet rütbesine suud edersem, (ulaşırsam)
Cenab-ı Hakk’ın sevgili bir kulu olduğuma inanacağım.
Sevgili babacığım ve valideciğim... Gözbebeğim olan
zevcem (eşim) Münevver ve Allah emaneti oğlum
Nezih’ciğimi evvela Cenab’ı Hakk’ın, saniyen sizin
himayenize tevdi ediyorum. Onlar hakkında ne mümkünse
lütfen yapınız. Oğlumun talim ve terbiyesi ile siz de
refikamla (eşimle) birlikte sa’y ediniz (çabalayınız).
Şehadetimi duyduğunda refikam mutlaka çok müteessir
olacaktır. Teselli ediniz. ‘Mukadderat-ı İlâhiye böyle
imiş’ deyiniz.
Sevgili baba ve valideciğim... Belki bilmeyerek size
karşı kusur işlemiş olabilirim. Beni affediniz. Lütfen
hakkınızı helâl ederek ruhumu şâd ediniz. Bana,
vatanın, uğruna ölünecek mukaddes bir değer olduğunu
öğrettiğiniz için teşekkür ederim. Fatihalarınız
kabrimi nurlandıracaktır.
Sevgili hemşirem (kız kardeşim) Lütfiyeciğim...
Bilirsin seni pek severim. Buna rağmen belki sana
karşı da kusur ettiğim olmuştur. Beni affet. Hakkını
helâl et. Ruhumu şâd et. Yengen Münevver Hanım’la
yeğenin Nezih’e sen de yardımcı ol. Hepinizi Cenab-ı
Hakk’ın lütuf ve himayesine tevdi ediyorum
(bırakıyorum).
Ey akraba ve ehibbâ (ahbaplar) ve eviddâ!..
Cümlenize elveda! Cümleniz hakkınızı helâl ediniz.
Benim tarafımdan hakkım cümlenize helâl olsun.
Ebediyen Allahaısmarladık.
Sevgili babacığım ve valideciğim. Sakın üzülmeyiniz.
Şehid babası, şehid anası olduğunuz için şükrediniz.
Elveda... Oğlunuz: Mehmed Tevfik.”
Bölük Komutanı Mehmed Tevfik Efendi, bu mektubu fırsat
bulup ailesine gönderemedi. Çünkü yarası iyileşir
iyileşmez tekrar cepheye, iman ve vatan savunmasına
koşmuş, mektubunu postalayacak kadar boş vakit
bulamamıştı.
Mektup, ailesine gönderilen eşyalarının arasından
çıktı. Şehit kanına bulanmıştı.
•
Size şimdi Anzak askerlerinden 4/165 künyeli istihkâm
eri Frederik Rişard’ın hatıralarından birini
aktaracağım. Frederik Rişard şöyle bir hatırasını
naklediyor: “12 Ağustos 1915 günü taarruza kalktık.
163. tümenimiz her bakımdan üstün dövüşürken, çok
garip bir şey oldu. Berrak gökyüzünde birden somun
ekmeği biçiminde altı veya sekiz beyaz bulut belirdi.
Rüzgâr olmasına rağmen, bulutlar, 60 rakımlı tepenin
üstünde hareketsiz duruyordu.
Bulut kümesinin tam altına gelen yerde, toprağa yakın
bir bulut daha belirdi. Yaklaşık 250 metre
uzunluğunda, 65 metre yüksekliğinde idi. Oldukça yoğun
görünüyordu. Katı bir madde gibiydi. İngiliz
birliklerinin sadece 100 metre kadar uzağında
bulunuyordu.
O sırada 4. Norfolk Taburumuz 60 rakımlı tepeye doğru
hücuma kalkmıştı. Tepenin Türklerden alınması an
meselesiydi. Bizimkiler doğruca bulutun içine
girdiler. Son erine kadar görüyordum. Nihayet hepsi
bulutun içinde kayboldu. Hepsi gözümden silinince,
bulut, sanki yükünü almış gibi ağır ağır yükselmeye
başladı. Diğer bulutlarla birleşti ve kuzeye doğru
uzaklaştı. Bir daha 4. Norfolk Taburu’ndan hiç kimse
haber alamadı. Tek bir eri ya da subayı geri dönmedi.
Sır oldular.”
Âl-i İmran Sûresi, 123. âyetindeki vaadi şimdi
hatırlamanın tam sırası:
“Şayet sabreder, Allah’tan korkarsanız ve
düşmanlarınız da hemen o anda üzerinize gelirse,
Rabbiniz, işaretlenmiş beş bin melekle size yardım
eder.”
Yardımın ilk şartı, “sabretmek”, ikincisi ise
“Allah’tan korkmak”. Yani “iyi insan” ve “iyi Müslüman
olmak...” Demek ki onlar iyi insanlardı, iyi
Müslümanlardı: Düşmanla karşı karşıya dövüşürken bile
Kur’an okuyor, bombardıman altında namaz kılıyor,
yiyeceklerini esirleriyle paylaşıyorlardı.
İmkânsızlıklara tıkanıp kalmıyor, mevcut tüm imkânları
kullandıktan sonra, Allah’a dua ile iltica
ediyorlardı. Bugün de aynı duygu ve düşüncelerle
mukaddeslerimizi savunursak, Allah’ın rahmeti tecelli
edecektir. İşte o zaman, tüm şer odaklarının oyunu
bozulacak, varlık mücadelemiz asgarisinden ruh
planında zafere dönüşecektir. Önce zaferi hak etmek
lâzım.