Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Çanakkale Geçilmez Düsturu (1 Kullanıcı)

azizdolu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 Şub 2009
Mesajlar
24
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
50
Çanakkale Geçilmez Düsturu

Çanakkale’den geçerek, İstanbul’a ulaşma dolayısı ile Türk Devletine son verme düşüncesi Batılıların zihinlerini her zaman meşgul etmiştir. I. Dünya Savaşı’nda bu fırsatı yakaladıklarını sanan İngiliz ve Fransızların önderlik ettikleri Batılılar 3 Kasım 1914 tarihinde Çanakkale’de beliriverirler. Düşman denizatlıları ile yapılan bu ilk girişimler, Türk Topçu Bataryalarına yakalanır. İlk atışlarda Düşman donanmasına ait denizaltılar batırılır. Sonrasında işin ciddiyetini anlayan Düşman kuvvetleri Büyük Savaş Gemileri ile günlerce Türk bataryalarını ve mevzilerini bomba yağmuruna tutarlar. Kıt imkânlara rağmen Türk Topçu Bataryaları destansı bir mukavemet (direniş) gösterirler. Akıllı manevralarla düşman gemilerini şaşkına çevirirler.

Savaşın dönüm noktalarından biri hiç kuşkusuz mukavemetimizin en zayıf olduğu anlardan birinde Nusrat Mayın Gemisinde bulunan bir avuç kahraman Türk denizcisinin sulara döşediği Türk yapımı mayınların düşman gemilerini hallaç pamuğu gibi atması olmuştur. Ha bu arada yeri gelmişken, geminin gerçek adının 'Nusret' değil de 'Nusrat' olduğunu biliyorsunuzdur sanırım. Bir diğer mucize Seyit Onbaşı’nın 276 kilo çeken gülleyi bir düşman gemisinin bacasına (kazan dairesi) isabet ettirerek, boğazı düşman filosuna dar etmesi ve Çanakkale Boğazının gemilerle geçilemeyeceğini dosta düşmana göstermesidir.

Boğazı gemilerle geçemeyeceğini anlayan düşman kuvvetleri, bu defa karaya asker çıkararak şanslarını denemek isterler. Anafartalar’da, Seddülbahir’de, Conkbayırı’nda amansız çarpışmalar olur. Ama bu kez de karşılarında yüzyılın askeri dehası olan Mustafa Kemal vardır. Anafartalar Kahramanı olarak adını tarihe yazdıran Mustafa Kemal, emrinde bulunan az sayıdaki Mehmetçik ile savaşın seyrini değiştiren adamdır. İngilizlerin söylemi ile “Bir tümenle muharebenin gidişini değiştiren mukadderatın adamı” Mustafa Kemal, bu savaşla, Batılılara üzengi öptürmenin tadını almıştır. Batılıların aldığı ise dayanılmaz kuyruk acısıdır. Ve uzun yıllar çıkmayacaktır.

Çanakkale Savaşları 1916 yılının Ocak ayında sona erdi. Türk Ordusu, resmi rakamlara göre 211 bin şehit vermişti. Bu 211 bin kaybın, 100 bine yakınının okumuş-yazmış tabir edilen aydın kesimden olması ileriki yıllarda Türk İstiklâl Savaşında ve sonrasında Türkiye’nin en çok ihtiyaç duyduğu etkenlerden biri olacaktır. Zira ülkede neredeyse aydın olarak vasıflandırılan insan kalmamıştır. Genç Cumhuriyet bunun sıkıntısını çok çekmiş; hatta kilit noktalara etnik azınlıktan aydınları bile istihdam etmek zorunda kalmıştır. Düşmanın kaybı ise 300 bini geçiyordu. Türk ordusunun, İstiklâl Harbi’nin neredeyse on katı fazla zayiat vermesi ise başlı başına bir soru işaretidir. Zira Türk subayların şiddetle karşı çıkmaları, hatta bu durumu İstanbul’a rapor bile etmelerine rağmen Liman Paşa savaş taktiğini (strateji) değiştirerek can ve mal kaybının artmasını sağlamıştır. Sağlamıştır diyorum, zira savaşın süresini uzatarak, hem Almanya’nın yükünü azaltmak hem de İtilaf devletlerini hırpalatmak istemiştir. Başta Mustafa Kemal olmak üzere Türk subayları kıyı hattının tutulmasını, böylelikle de düşmanın sahile çıkmasına fırsat verilmeden daha denizdeyken yok edilmesi gerektiğini ısrarla vurgulamalarına rağmen Alman general bildiğini okumuştur. Ha bu arada Gelibolu’ya hayatında ilk defa gelen Alman generalin, daha geldiği gün, cepheyi bile teftiş etmeden savaş taktiklerini değiştirmesi sizce de biraz garip değil mi? Ki Çanakkale boğazınızın savunulma-sına yönelik savaş taktikleri birkaç yıl öncesinden Osmanlı genelkurmayınca en ince ayrıntısına varıncaya kadar düşünülerek hazırlandığını da belirtelim. Zira hem genelkurmayımız hem de subaylarımız düşman gemilerinde bulunan topların yatay konumda (pozisyon) bulunmaları, haliyle yatay atış yapmaları sebebiyle tepelerin ardında mevzilenmiş bulunan Türk askeri için kayda değer bir tehlike oluşturmayacaklarını öngörüyorlardı. Ki bu öngörüde (tahmin) sonuna kadar da haklıydılar. Bütün uyarı ve karşı çıkmalara (itiraz) rağmen Alman General Liman Von Sandres kararında ısrar etmiş, sahil bandındaki askeri birlikleri kilometrelerce içeriye çekmiştir. Böylelikle de düşmanın çıkarma yapmasına bir yerde göz yummuştur. Sonrasında ise Türk ordusunun, düşmanı buralardan söküp atması hayli zaman almış; savaşlar çok kanlı geçmiştir. Çünkü hücuma geçen birliklerimiz düşmanın ağır topçu ateşine maruz kalmıştır. Çanakkale’de bunlar olurken, -Fransa da dâhil olmak üzere- kıta Avrupa’sında ciddi bir direnişle karşılaşmayan Almanya, hem rahat bir şekilde savaşı sürdürmüş hem de kıtanın büyük bölümünü ele geçirmiştir. Yine bu arada General Sandres’in Alman ordusunda hiçbir askeri başarısının olmadığını, hatta İstanbul’da sivil dolaştığını dahası Alman istihbaratı adına çalıştığına dair şüphelerin olduğunu da nakletmeden geçmeyelim.

Savaşın can kaybı yanında siyasal ve iktisadi birçok sonucu olduğu malumunuzdur. Misal siyasal anlamda dünyanın seyrini değiştiren sonuçlar doğurmuştur. Rusya’nın yardım alamaması ve Bolşeviklerin (Komünizm) eline geçmesi; Rusların boğazları alma ve sıcak denizlere inme hayalinin suya düşmesi; Bulgarların İttifak kuvvetlerinin savaşı kazanacağını düşünüp, bu terkibe (grup) katılması; diğer Balkan devletlerinin hatta İtalya’nın bir süre daha 'bekle-gör siyaseti' gütmesi; Osmanlı Devleti’nin, Balkan savaşları ile zedelenen uluslararası saygınlığını tekrar kazanması; İstanbul hükümetinin iktidarını sağlamlaştırması; İngiltere ve Fransa’nın saygınlıklarının büyük zarar görmesi; 'Güneş batmayan imparatorluk' olarak kabul edilen İngiltere’nin, denizlerdeki üstünlüğü-nün sona ermesi; İngiltere’nin sömürgeleri olan Avusturya, Yeni Zelanda gibi ülkelerin kendi milli siyasetlerini gütmeye başlamaları; Dünya üzerinde yeni haritaların çizilmesi; Japonya’nın, İngiltere’ye sırt çevirmesi; Avustralya, Yeni Zelanda gibi ülkelerle savaş sonrasında dostluk ilişkilerinin gelişmesi; Batı kamuoylarında, Türklerin barbar olduklarına yönelik propagandaların hüsranla sonuçlanması; Siyonistlerin, savaşta yaptıkları yardımların ödülü olarak, İsrail devletinin kurulmasına yönelik söz almaları; Arapların, savaşın kazanılması üzerine Osmanlı’ya olan güvenlerini ve bağlılıklarını devam ettirmeleri; Başta İslam ülkeleri olmak üzere, dünya halklarının Türklere hayranlık duymaları; Osmanlı Devleti’nin, dünya siyasetinden çekilirken tarihe son bir altın sayfa eklemesi; Mustafa Kemal’in siyasi ve askeri anlamda devlet kademelerinde ilk defa ağırlığını hissettirmesi; Osmanlı Derin Devleti’nin (Yıldız Teşkilatı) Mustafa Kemal’e oynamaya başlamaları; Anadolu’da 'Kemal Paşa' efsanesinin doğmaya başlaması; Osmanlı Devleti’nin asli unsuru olan Türkler arasında milli kimlik olarak, Türklük şuurunun yükselmesi; payitaht ve hilafet merkezi olan İstanbul’un düşman eline geçmesi önlenerek, hem Türklerin hem de dünya Müslümanlarının gururunun ve haysiyetinin kurtarılması; bir yerde Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerinin atılması; Sömürgeciliğe (emperyalizm) karşı, dünya halkları arasında bir başkaldırı bilincinin doğmaya başlaması (Türk İstiklâl Savaşı’nın kazanılmasıyla da birçok ülkede bu bilinç eyleme dönüşmüştür. Misal Cezayir’de, Ömer Muhtar, Mısır’da, Nasır hareketi bunların belli başlılarıdır.) Savaş süresince, neredeyse tamamına yakını Batılıların olan 139 ticaret gemisinin Karadeniz’de mahsur kalması; Rusya’nın, iktisadi anlamda çökmesi; Batılı ülkelerde gıda sıkıntısı çekilmesi; Savaşın, neredeyse iki yıl daha uzaması, bunun da taraf olan devletlere büyük külfetler yüklemesi; diye giden misallerin ana müsebbibi (gerekçe) Mehmetçiğin “Çanakkale geçilmez!” düsturudur.

Tarih boyunca büyük zaferlere imza atmış olan Türklerin savunma savaşı yaptıkları pek görülmemiştir. Gerektiğinde geri çekilip, uygun zamanda daha güçlü bir şekilde saldırmak temel felsefe olarak göze çarpar. Kısacası Türkler, genelde taarruz eden taraftır. Bunu da 'Nizam-ı Âlem' adına yaparlar. Kavram değişse bile, hem Gök Tanrı inancında hem de İslâm’ın kabulünden sonra bu böyledir. Plevne ve Akka savunmalarını yapan Türklerin, en güçsüz oldukları bir dönemde (Zira artık Osmanlı Devleti’nin sona yaklaştığı belli olmuştur.) tarihin en büyük savunma savaşlarından birini icra etmeleri; üstelik bunu da başarıyla sonuçlandırmaları, neredeyse 150 yıldır saldıran Batılıların birden bire afallamalarına da sebep olmuştur. Bunu İstiklâl Savaşı yıllarında Türk ordusunun karşısına çıkmayarak da belli etmişlerdir. Tâbi bu durumda olan Yunanlılara olmuştur. Çünkü Anadolu kaplanının öldürücü pençeleriyle feleklerini şaşırarak, zavallı bir tavşan durumuna düşmüşlerdir. Sonrasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmuş, Türk’ün narası yedi iklimde yankılanmıştır: “Türk’e kefen biçmek kimin haddine!” Bu naraya eşlik edenlerden ve şehitlerimizden Allah razı olsun. Serik–15.03.2008

Aziz Dolu Atabey
azizdolu.blogcu.com
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt