Öyle anlarımız olur ki içimizi sıkıntılar kaplar, hafakanlar basar, ne yapsak, ne etsek bir türlü can sıkıntısından kurtulamayız, bütün gün oflayıp puflarız. Acaba can sıkıntılarımızın nedeni nedir ve bunu nasıl giderebiliriz?
Can sıkıntıları, aslında Rabbimizin bize verdiği, sonunda çok faydasını göreceğimiz güzel bir histir. Tabii ki eğer can sıkıntısını fikir ufkumuzun genişlemesine ve aydınlanmasına bir vesile, bir kaynak olarak görürsek güzel bir histir.
Hepimiz kabul ediyoruz ki içimizde boşluklarımız, eksiklerimiz, gediklerimiz var. Ruhumuz ibadet etmek, dua etmek, yalvarmak yakarmak istiyor. "Canım sıkılıyor" diyor ve bize bu konuda bir şeyler yapmamızı söylüyor. Bunu duyan nefsimiz " hemen harekete geçiyor, müdahale ediyor ve bizi gereksiz, faydasız, hatta zararlı şeylere yöneltiyor. Bilmeliyiz ki, can sıkıntımızın nedeni nefse uymanın getirdiği tabii bir sonuçtur. "Canım sıkıldı" diyerek televizyonu açıp karşısına geçiyor, hobilere başlıyor ya da en sonunda tası-tarağı toplayıp seyahatlere çıkıyoruz.
İnsanlar hep aynı rolleri oynamaktan, aynı işleri yapmaktan dolayı dünyayı sıkıcı bulabiliyorlar. Demek ki, canımız aynı monoton hareketleri tekrarlamaktan dolayı sıkılıyor. Özellikle bilinmeyen, garip meselelerin ürkütücülüğü bizi yeniliklere her zaman kapalı tutuyor. Eskiler de bir ülfet, göz alışkanlığı hasıl ettiği için eski ve sıkıcı geliyor. Oysa düşüncelerimizi merak ve hayret uyandıran meselelerle genişletmek zorundayız. Çünkü düşüncelerimiz sınırlandığı, daraldığı için içimizde daralmalar başlıyor. O halde önce düşüncelerimizi genişletmenin yolunu bulmalıyız. Bu durumda can sıkıntımızı gidermenin en güzel yolu da kendiliğinden ortaya çıkmış oluyor.
Tefekkür etmek... Tefekkür etme olayını ancak nefsimizle mücadele ederek başarabiliriz, içimizdeki "benlik" hapishanesinden kaçmanın, çevremizdeki "nefis duvarı"nı aşmanın tek yolu var. Sessiz, sakin bir yerde tek başımıza oturmak, düşünceye, tefekküre dalmak. Kusurlarımızı hatırımıza getirip, acizliğimizi anlamak. Nefsimizin ha bire kendisini müdafaa ettiği, Öne sürdüğü mekanizmayı bozmanın yolu, ancak kişinin kendini tanımasıyla, kendi kâinatını okumasıyla mümkündür. Bunu da ancak her an akıllı ve uyanık olmakla başarabiliriz.
Fikirlerimizi incelemeyi, böylece kendimizi tanımayı öğrenmeliyiz. İçinde yaşadığımız dünyayı, çevremizi, derûnumuz-daki zaaflarımızı takip eden, sürekli gözlem altında tutan gerçekçi bir insan olmalıyız. Elbetteki bu yöntem bizi ebediyen sıkıntıdan kurtaracak değildir. Zira sıkıntı ve zahmet, hayatın vazgeçilmez unsurlarından biridir. Ama bu yöntem bizim dar sınırlarımızı genişletir ve bizi zevkli fikir seyahatlerine götürür. Çoğumuz belli meslekler ve meşguliyetler sahibi insanlarız. Ama bir mesleğin sahibi olup, kendimizi yalnızca buna alıştırıp, bununla sınırlandırırsak bir zaman sonra sıkıntı, bıkkınlık ve monotonluk içine düşeceğimiz muhakkaktır.
Yalnızca yapa geldiğimiz meşguliyete hapsolmamalı, başka şeyler de aramalıyız. Çünkü sürekli aynı şeyleri yapmak, bir zaman sonra sabitleşmemize yol açıyor ve gelişmemizi engelliyor. Özellikle düşünce dünyamız, bilgi dünyamız daralıyor ve bu da olaylara dar çerçeveden bakmamıza, sıkıntılara düşmemize yol açıyor. Bu yüzdendir ki tefekkür, bizim dar dünyamızı genişliğe ve aydınlığa çıkarmak için başvuracağımız en güzel yoldur.
Tanınmış düşünür Bertrand Russell şöyle diyor: "Mesut bir havat için belli ölçüde sıkıntılara tahammül gücü şarttır. Büyük adamların ekserisinin hayatı birkaç önemli an hariç, hareketli ve alâka çekici olmamıştır. Sıkıntıya tahammül edemeyen bir nesil, ancak küçük adamların nesli olabilir."
Sıkıntılardan kaçıp kurtulmaya çalışarak çoğu zaman kendimizi yanlış uğraşılara yönlendiriyoruz. Bunu da, monotonluğumuzu, sabitliğimizi öne sürerek yapıyoruz. Değişik şeyler yapma isteğimiz bizi çoğu zaman zararlı şeylere itebiliyor. Oysa hayat devamlı olarak heyecan ve hareketten ibaret değildir.
Hayatın tabii iniş-çıkışlarından, med-cezirlerinden hoşlanmaya bakmalıyız. Ancak sıkıntıya tahammül eden, sıkıntısını güzel ve verimli çalışmalarla yenmesini bilen insan olgunluğa erebiliyor güçlü ve zengin bir iç dünya sahibi olabiliyor. Yoksa can sıkıntılarını bahane edip evde faydasız şeylerle vakit öldürmek, komşulara ya da uzak mesafelere seyahatlere gitmek, insanın kendinden kaçışından başka bir şey değildir.
Her can sıkıntısı yaşadığımızda, içimizde bir daralma hissettiğimizde tefekküre dalabilsek, şu kendi kâinatımızı okumayı düzenli olarak yapabilsek, ne kadar çok faydalar elde edeceğimizi tahmin etmek zor olmasa gerek. Cato isimli bir düşünür bakın ne diyor: "Düşünmekten daha faal, kendi başına olmaktan daha sakin olunamaz."
Gerçekten de tefekkür çok verimli bir düşünce faaliyetidir. Böylece yapıcı ve keşfedici faaliyetlerin kaynağı olan faal sessizliği bulmuş oluruz. Evet. Faal sessizlik... Sessiz, sakin, kimsenin olmadığı bir mekânda tek başımıza oturmak, tefekküre dalmak suretiyle sessiz bir faaliyet içine giriyoruz. Belki görünüş itibariyle hiçbir şey yapmıyor görünüyoruz, ama düşüncelerimizde aşırı bir faaliyet meydana geliyor.
Netice olarak, tefekkür, faaliyet yolunu ve şeklini öğreten en güzel yöntem ve can sıkıntılarımızı gidermenin de en güzel yoludur.
Aslında bizi tefekküre yönlendirdiği için can sıkıntılarımıza teşekkür bile etmeliyiz. Hatta belki de Rabbimiz can sıkıntılarımızı bize tefekkür edelim, faydalı meşguliyetlerle kendisine yönetelim diye veriyordur, ne dersiniz?
O halde hepimiz can sıkıntılarımızla tefekkür arasında sağlam bir köprü ve güzel bir dostluk kurmaya çalışalım. Ve böylece her zaman içimizi daraltan can sıkıntılarımızın gereksiz olmadığını, ne kadar verimli faaliyetlere yol açtığını görerek mutlu olalım.
Yazar: Hülya Kartal
Can sıkıntıları, aslında Rabbimizin bize verdiği, sonunda çok faydasını göreceğimiz güzel bir histir. Tabii ki eğer can sıkıntısını fikir ufkumuzun genişlemesine ve aydınlanmasına bir vesile, bir kaynak olarak görürsek güzel bir histir.
Hepimiz kabul ediyoruz ki içimizde boşluklarımız, eksiklerimiz, gediklerimiz var. Ruhumuz ibadet etmek, dua etmek, yalvarmak yakarmak istiyor. "Canım sıkılıyor" diyor ve bize bu konuda bir şeyler yapmamızı söylüyor. Bunu duyan nefsimiz " hemen harekete geçiyor, müdahale ediyor ve bizi gereksiz, faydasız, hatta zararlı şeylere yöneltiyor. Bilmeliyiz ki, can sıkıntımızın nedeni nefse uymanın getirdiği tabii bir sonuçtur. "Canım sıkıldı" diyerek televizyonu açıp karşısına geçiyor, hobilere başlıyor ya da en sonunda tası-tarağı toplayıp seyahatlere çıkıyoruz.
İnsanlar hep aynı rolleri oynamaktan, aynı işleri yapmaktan dolayı dünyayı sıkıcı bulabiliyorlar. Demek ki, canımız aynı monoton hareketleri tekrarlamaktan dolayı sıkılıyor. Özellikle bilinmeyen, garip meselelerin ürkütücülüğü bizi yeniliklere her zaman kapalı tutuyor. Eskiler de bir ülfet, göz alışkanlığı hasıl ettiği için eski ve sıkıcı geliyor. Oysa düşüncelerimizi merak ve hayret uyandıran meselelerle genişletmek zorundayız. Çünkü düşüncelerimiz sınırlandığı, daraldığı için içimizde daralmalar başlıyor. O halde önce düşüncelerimizi genişletmenin yolunu bulmalıyız. Bu durumda can sıkıntımızı gidermenin en güzel yolu da kendiliğinden ortaya çıkmış oluyor.
Tefekkür etmek... Tefekkür etme olayını ancak nefsimizle mücadele ederek başarabiliriz, içimizdeki "benlik" hapishanesinden kaçmanın, çevremizdeki "nefis duvarı"nı aşmanın tek yolu var. Sessiz, sakin bir yerde tek başımıza oturmak, düşünceye, tefekküre dalmak. Kusurlarımızı hatırımıza getirip, acizliğimizi anlamak. Nefsimizin ha bire kendisini müdafaa ettiği, Öne sürdüğü mekanizmayı bozmanın yolu, ancak kişinin kendini tanımasıyla, kendi kâinatını okumasıyla mümkündür. Bunu da ancak her an akıllı ve uyanık olmakla başarabiliriz.
Fikirlerimizi incelemeyi, böylece kendimizi tanımayı öğrenmeliyiz. İçinde yaşadığımız dünyayı, çevremizi, derûnumuz-daki zaaflarımızı takip eden, sürekli gözlem altında tutan gerçekçi bir insan olmalıyız. Elbetteki bu yöntem bizi ebediyen sıkıntıdan kurtaracak değildir. Zira sıkıntı ve zahmet, hayatın vazgeçilmez unsurlarından biridir. Ama bu yöntem bizim dar sınırlarımızı genişletir ve bizi zevkli fikir seyahatlerine götürür. Çoğumuz belli meslekler ve meşguliyetler sahibi insanlarız. Ama bir mesleğin sahibi olup, kendimizi yalnızca buna alıştırıp, bununla sınırlandırırsak bir zaman sonra sıkıntı, bıkkınlık ve monotonluk içine düşeceğimiz muhakkaktır.
Yalnızca yapa geldiğimiz meşguliyete hapsolmamalı, başka şeyler de aramalıyız. Çünkü sürekli aynı şeyleri yapmak, bir zaman sonra sabitleşmemize yol açıyor ve gelişmemizi engelliyor. Özellikle düşünce dünyamız, bilgi dünyamız daralıyor ve bu da olaylara dar çerçeveden bakmamıza, sıkıntılara düşmemize yol açıyor. Bu yüzdendir ki tefekkür, bizim dar dünyamızı genişliğe ve aydınlığa çıkarmak için başvuracağımız en güzel yoldur.
Tanınmış düşünür Bertrand Russell şöyle diyor: "Mesut bir havat için belli ölçüde sıkıntılara tahammül gücü şarttır. Büyük adamların ekserisinin hayatı birkaç önemli an hariç, hareketli ve alâka çekici olmamıştır. Sıkıntıya tahammül edemeyen bir nesil, ancak küçük adamların nesli olabilir."
Sıkıntılardan kaçıp kurtulmaya çalışarak çoğu zaman kendimizi yanlış uğraşılara yönlendiriyoruz. Bunu da, monotonluğumuzu, sabitliğimizi öne sürerek yapıyoruz. Değişik şeyler yapma isteğimiz bizi çoğu zaman zararlı şeylere itebiliyor. Oysa hayat devamlı olarak heyecan ve hareketten ibaret değildir.
Hayatın tabii iniş-çıkışlarından, med-cezirlerinden hoşlanmaya bakmalıyız. Ancak sıkıntıya tahammül eden, sıkıntısını güzel ve verimli çalışmalarla yenmesini bilen insan olgunluğa erebiliyor güçlü ve zengin bir iç dünya sahibi olabiliyor. Yoksa can sıkıntılarını bahane edip evde faydasız şeylerle vakit öldürmek, komşulara ya da uzak mesafelere seyahatlere gitmek, insanın kendinden kaçışından başka bir şey değildir.
Her can sıkıntısı yaşadığımızda, içimizde bir daralma hissettiğimizde tefekküre dalabilsek, şu kendi kâinatımızı okumayı düzenli olarak yapabilsek, ne kadar çok faydalar elde edeceğimizi tahmin etmek zor olmasa gerek. Cato isimli bir düşünür bakın ne diyor: "Düşünmekten daha faal, kendi başına olmaktan daha sakin olunamaz."
Gerçekten de tefekkür çok verimli bir düşünce faaliyetidir. Böylece yapıcı ve keşfedici faaliyetlerin kaynağı olan faal sessizliği bulmuş oluruz. Evet. Faal sessizlik... Sessiz, sakin, kimsenin olmadığı bir mekânda tek başımıza oturmak, tefekküre dalmak suretiyle sessiz bir faaliyet içine giriyoruz. Belki görünüş itibariyle hiçbir şey yapmıyor görünüyoruz, ama düşüncelerimizde aşırı bir faaliyet meydana geliyor.
Netice olarak, tefekkür, faaliyet yolunu ve şeklini öğreten en güzel yöntem ve can sıkıntılarımızı gidermenin de en güzel yoludur.
Aslında bizi tefekküre yönlendirdiği için can sıkıntılarımıza teşekkür bile etmeliyiz. Hatta belki de Rabbimiz can sıkıntılarımızı bize tefekkür edelim, faydalı meşguliyetlerle kendisine yönetelim diye veriyordur, ne dersiniz?
O halde hepimiz can sıkıntılarımızla tefekkür arasında sağlam bir köprü ve güzel bir dostluk kurmaya çalışalım. Ve böylece her zaman içimizi daraltan can sıkıntılarımızın gereksiz olmadığını, ne kadar verimli faaliyetlere yol açtığını görerek mutlu olalım.
Yazar: Hülya Kartal