Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

CAHİT ZARİFOĞLUNU Hatırlarken.. (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
CAHİT ZARİFOĞLU’NU HATIRLARKEN

Gülçin Şenel

“suyu biz böyle geçeriz; bizi afet sanırlar”

Cahit Zarifoğlu

7 Haziran, Cahit Zarifoğlu’nun vefatının (Allah rahmet eylesin) üzerinden 17 yıl geçtiğinin işaretini veren bir tarih(miş)... Miş diyoruz, çünkü, Zarifoğlu’nun kitablığımızdaki ve dolayısıyla hafızamızdaki yeri, onun vefat tarihini hatırlatacak kadar bir tesire sahib değildi. Ancak birkaç hafta önce, onun hayatı ve eserleri üzerine bir araştırma yapmamız icabetti; böylece, onun hakkında epey bir malûmat edindik. Bu vesileyle eşi Beraat hanımla da tanışma ve sohbet etme imkanı bulduk ki, bu mütevazi ve mahcub Anadolu kadınının edâsı (kendisi Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin akrabası “Arvas”lardan) bizi kelimenin tam mânâsıyla büyüledi.

Aslına bakılırsa, Cahit Zarifoğlu’nun ne şiirleri cezbetti bizi, ne de hikayeleri... Zarifoğlu’na doğru yaptığımız bir haftalık seyahatte, bizi cezbeden şey, “yaşamak” isimli günlüğü oldu; yani hayatı… “Samimiyet taklidi en zor yapılan şeydir” denir ya, samimiyet edâsı ve “insan”lığı; “orası neresi? burası bir adam” deyişindeki “adam”lığı cezbetti bizi kısaca.

Zarifoğlu “Yaşamak” isimli günlüğüne, “ne çok acı var” cümlesiyle başlıyor. Eserin bütünü de bu “acılar” etrafında “kıvranmalarla” karalanmış notlardan, hatıralardan oluşuyor. Günlüğünün bir bütünlüğü yok, bir şeyden bahsederken birden içine dalıyor ve sayıklar gibi bambaşka şeylerden bahsetmeye başlıyor. Ama o sayıklamalardan anlaşılıyor ki, kendisini sürekli didikleyen huzursuz bir mizacı var.

Bir konuşmasında şöyle diyor:

“Benim yıllardan beri temel bir görüşüm vardır. Dervişanedir bu. Bu görüşün içinde “ben” fikri adeta yoktur. Bundan çok memnunum. Biri benimle şiirim yüzünden ilgilenirse bundan çok sıkılırım. En çok da bu alanda konuşurken sıkılıyorum. Tepeleme bir şair gibi yaşarım. Ama şiir hayatımda hiç yeralmaz. Şiir yazdığımdan habersiz, çok samimi arkadaşlarım vardır. Bilmelerini de istemem, zira hemen tavır alırlar. Onlar bu yönde belli bir tavır alınca da, benim şair yaşayışımı etkiler. Zira, dostlarım, halktan tabir edilen kişilerdir. Esnaf, küçük memur, şoför, balıkçı, küçük muhasebeci, işçi v.s. gibi kişiler. Bunların tam zıddı arkadaşlarım da vardır. Doğrusu hayatları çok kayıt içindedir. Onlardan bazılarını uzun süre görmem. Yeniden karşılaştığımda, hayatlarının olduğu kadar, konuşmalarının da hiç değişmediğini, yine aynı şeyleri tekrarladıklarını hayretle görürüm. Sadece, değişik yeni terimler bulmuşlardır. Doğrusu onlarla olmak, entellektüel susuzluğumu giderdikten sonra, fena halde sıkmaya başlar beni. Ben yaşarım. Hareketli, canlı, kıvıl kıvıl yaşarım.” (1)

Yine bir ropörtajında ona “nasıl yazdığı” sorulunca, gülerek “Balzac gibi kafama sargılar sardığımı filan söylememi bekliyorsunuz herhalde, ben de öyle şeyler yoktur; en kalabalık ve gürültülü ortamlarda bile yazarım” diyor.

Zarifoğlu’nun şiirlerinin “anlaşılmazlığı” üzerine o kadar çok şey söylenmiş ki, kendisi de bu durumdan şikayet eder olmuş. Ancak anlaşılamamayı bir “marifet” gibi görmemiş. Şöyle diyor:

“Şimdilerde şiirin ayağı yere basmalı diyorum. Şairlere, yeni yeni şiire koyulanlara anlaşılır olmalarını salık veririm. Şiirin sırrını aynı zamanda anlaşılır olmanın içinde yakalamaya çalışsınlar. Keşke ben de en başta bunu yapabilseydim. Bir Yunus Emre olmak isterdim. Herkes anlar onun şiirini. Bir okuma-yazma bilmez, eğitim görmemiş köylü de, bir veli de. Onların hepsine birşey anlatır. Görünüşte ön planda basit bir yakarış ve arz vardır. Bunun altı ise derin de derindir. Herkes nasibi miktarıncayı eşeler, anlar, yararlanır.” (2)

Cahit Zarifoğlu’nu diğer çağdaşlarından ayıran, onun bu samimiyet tüten tavırları olsa gerek. Bunu en çok da Necib Fazıl’la ilgili hatıralarını okurken hissettik. Zarifoğlu’nun çağdaşları (isimleri malûm), Necib Fazıl’ı değerlendirirken, Necib Fazıl’dan ne kadar uzak ve ona ne kadar yabancı olduklarını hissettiriyorlar. Cahit Zarifoğlu ise hiç kasılmıyor, birşey isbat etmeye çalışmıyor, saygısını yitirmiyor, hayranlığını gizlemiyor:

“Ankara 1976- onbir ocak. Üstad Necib Fazıl’ı karşıladık. Yirmi otuzda trenle geldi. Üstad son kez çıkışı yirmi bir ocağa ertelenen Büyük Doğunun çıkmamasına kesin karar verdiğini söyledi. Ve nedenlerini anlattı. Buna rağmen yine de çıkması için birçok sebeb sıraladı. Bunun için mevcut imkânlardan da söz etti. “İstişare edelim” dedi bize. Büyük adamın bu sözü söylediği topluluk içinde olmakla içime ani bir olgunlaşma hücum etti. Nice denizlerde, sokaklarda kaldıktan sonra, şu Ankara’da yakam avuçları içinde toparlanıp içine alındığım iklimde, içimin bu ani hamlelenmesi ile fiziğim de harekete geçecek, ve oturduğum koltuktan taşacağım, sigara ağzımın kıvrımlarında kaybolacak, gövdeme yer bulunamayacak sandım, rezil oldum.”

“Necib Fazıl’ı onbeş-yirmi dakika dinleyen biri kendi dünyasının ne kadar küçük, değersiz olduğunu derin derin anlar. Sohbetlerin, büyüklerin dizlerinin dibine oturmanın neler ifade ettiğini anlıyorum. Tasavvuftaki sohbet medeniyetini anlıyorum.

Üstad bütün o alabildiğine geniş ufuklarına, o derin idrakine, buluşlarına, dile hâkimiyetine, o nefis İstanbul şivesine ve dinleyen herkesin onun, verdiği eserlerden de büyük olduğunu tasdik etmesine ve temel konularda bütün hassasiyetine rağmen, bazı pratik konularda bir çocuk kadar saf. Kendi de farkında bunun: “Beni herkes kandırabilir” diyor. Meselâ para konusunda, dünya menfaatleri konusunda. Teorik zekasının büyüklüğü, görüyorum ki, onda büyük ve aldatıcı, kandırıcı, kurnazlık edici zekaya yer bırakmamış, bu yaşına rağmen kalbi çocuk kalbi gibi temiz ve berrak. Onda hesabîlik yoktur. Onun bize menfi ya da müsbet gibi görünen her hareketinde ve eyleminde, sadece tarihi büyük misyonunu yerine getirdiğine inanırım.

Televizyonda uzay filmi gösterilirken, onunla ilgili olarak, “bunlar insan fantazisi ile alay etmektir” şeklinde konuşurken, üç yaşındaki torunu elini ekrana uzatarak, “bunlar benim oyuncaklarım” demiş. “Tam isabet, tam teşhis” diyor Üstad, “meçhulü arayan zeka budur işte” diyor.”

(...)

“Üstada “basın şeref kartı” verildi. Toplantı bir hayli çekişmeli geçmiş. Şeref kartının basit bir maddesi var. “Basında elli yılını doldurmuş olanlara verilir” gibi. Ama yıllardır, elli yılı dolmuş olan Üstada bu kartçığı layık görmezlermiş. Gafil sefilcikler. Üstad unutulmaz bir jestle bu yıldızlı kartı çıkardı gösterdi. Bir deyim kullandı ki yazmam.”

(...)

“Merdiven inerken adımını birden peydahlanan bir boşluğa attığını görüyorum. Ama bir melek bu adımı onun dengesini bozmadan düzeltiyor ve basamağa koyuyor.”

(...)

“Bir de Müftü Efendi onun Arvas köyünde Şeyh Fehim Hazretlerini ziyaret edişini anlattı:

-Renkten renge girmeye başladı. Ateş gibi kızardı. Sonra işte şunun gibi sapsarı kesildi. Kendisine birşey olacak zannetik. Eve giderken yıkılmasın diye kollarına girdik.” (3)



ÇOCUK EDEBİYATI
Cahit Zarifoğlu’nun aslında üzerinde durulması gereken bizce en önemli eserleri, çocuk edebiyatı sahasında yazdığı kitablardır. İlginçtir, onunla ilgili olarak görüştüğümüz, çağdaşlarından, arkadaşlarından hangisine, onun “çocuk edebiyatı sahasında verdiği eserlerden” sorsak, garib bir çekinme veya red tavrıyla karşılaştık. Herkes şiirlerinden bahsetmek istiyordu.

Ama Cahit Zarifoğlu dört çocuk babasıydı ve çocuk edebiyatı sahasında kısa sürede 9-10 eser vermişti. Bu da onun çocuk edebiyatındaki verimliliğini gösteriyor olsa gerek. Belki de yaşasaydı, ne şiirlerindeki “anlaşılmazlık” yaftası, ne de hayatında boş yere aranan garibliklerden eser kalacaktı. Cahit Zarifoğlu bizce, gerçekten bomboş kalmış bir sahada ve halen boş bırakılmış bir sahada, çocuk edebiyatı sahasında yazdığı kitablarla başarılı olmuş, hatırlanmaya değer bir yazardır. Feridüddin Attar’dan çocuklar için sadeleştirdiği “Kuşların Dili” isimli eserden, Küçük Şehzade ve Yürek Dede ile Padişah’a kadar, gerçekten çocuklarımıza okutabileceğimiz nitelikli eserler vermiştir.

Bu hususta şöyle diyor Cahit Zarifoğlu:

“Çocuklara yazmanın, yazmak dediğimiz dehşetli olayı kolaylaştıran bir yanı da var. Acılarını azaltıyor. Yazar kendini biraz daha rahat hissediyor. Çocukların safiyeti ve günahsızlıklarından gelen bir rahatlık bu. Belki de büyüklerin çekişmelerle dolu dünyasından bir kaçış. (...) Fakat bunların hepsi bir yana çocuklar henüz kafir ve mü’min diye ayrılmamışlardır. Hepsi mü’mindir. Böyle meleklere benzeyen bir cemaat için yazmak harikulade birşey değil mi?”

“Çocuklar için yazmak bana at oynatabileceğim çok geniş bir alan açtı. Burada masal, rüya, hayal, hikaye ve gerçek, gerçeküstü ve akla gelebilecek herşey vardı. Sizi bağlayan birşey yoktu. Yazarken bir tür çocuk safiyetini ve çocukluğunu giyiniyorsunuz. Karşınıza ise milyonlarca çocuğu alıyorsunuz. Herşeyi yaşamaya hakları olan ilerinin büyükleriyle bir dünya oluşturuyorsunuz ve bu sebeble de zaman zaman onların büyük hallerine hitab ediyorsunuz. Bu yüzden benim yazdıklarım, çocuklar için yazdıklarım aynı zamanda büyükler için görünür. Bence bunlar, aynı zamanda büyükler için yazılmadı, belirttiğim gibi çocukların içindeki büyüklere hitab ettiği için böyle oldu.”

“Bazı büyük şeylere, büyük olgulara çocuk yanımızı koruyarak sahib olabilir, olmaya devam ederiz. Çocuklarda Allah duygusu ne kadar berraktır. Bunlar bende çocuklar için yazarken canlılık kazanıyor. Büyükleri ne yapayım?”

“Peygamber efendimizin şu emrini dikkatle dinleyelim. Mealen: “Çocuklarınızı yedi yaşında iken namaza alıştırın, on yaşında kılmazlarsa dövün.” Yani çocuk, ana-babası tarafından daha küçükkken, daha Allah’ın emirleriyle mükellef değilken, mükellef olacağı o emirlere göre programlandırılıyor. İdrak, şuur, bilgi, esas bunun üzerine bina edilecektir. Demek ki eğitimin daha küçükken başlaması gerekiyor. Ve müslümanlar bilir ki, çocuk eğitimi çok küçükken değil, çocuk daha doğmadan başlar. Erkek daha evlenmeye niyet ederken, bunu düşünmeye başlarken başlar.” (4)

Bu kısa derleme ve kısacık değerlendirmelerimizin sonunda, söylemeden edemeyeceğimiz tek şey, Cahit Zarifoğlu’nun, nâmı cüssesinin üzerinden taşan bol elbise gibi duran sayısız hatırlanmaya değmezler arasında, hatırlanmaya lâyık bir samimiyet çehresi olduğu ve üzerinde konuşulmayı bu noktada bilhassa hakettiğidir.

Cahit Zarifoğlu’na Allah’tan rahmet diliyoruz.



TEDAİ
Cahit Zarifoğlu’nun bizde şöyle bir tedaisi de var: Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, bir eserinde(*), Cahit Zarifoğlu’nun bir hatırasına yer verir. Bu hatıraya göre, Üstad Necib Fazıl, Cahit Zarifoğlu’na, “sen bir gece kan ter içimde kapıma gelip “bana ne yaptın?” diye yakama yapışan genç değil misin?” der. Cahit Zarifoğlu biraz düşününce, Necib Fazıl’ın bahsettiği gencin kim olduğunu anlar. Bu genç, Salih Mirzabeyoğlu’dur.

Dipnotlar

1- Cahit Zarifoğlu, Yaşamak, Beyan Yay., İstanbul, s. 25

2- Cahit Zarifoğlu, Yaşamak, Beyan Yay., İstanbul, s. 94

3- Cahit Zarifoğlu, Konuşmalar, Beyan Yay., İstanbul, s. 43-44

4- Cahit Zarifoğlu, Konuşmalar, Beyan Yay., İstanbul, s. 102-111

* Tilki Günlüğü, C: 5, Syf: 401-405
 

ayşe-rana

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Tem 2008
Mesajlar
1,732
Tepki puanı
46
Puanları
48
Yaş
50
Çocuklara yazmanın, yazmak dediğimiz dehşetli olayı kolaylaştıran bir yanı da var. Acılarını azaltıyor. Yazar kendini biraz daha rahat hissediyor. Çocukların safiyeti ve günahsızlıklarından gelen bir rahatlık bu. Belki de büyüklerin çekişmelerle dolu dünyasından bir kaçış. (...) Fakat bunların hepsi bir yana çocuklar henüz kafir ve mü’min diye ayrılmamışlardır. Hepsi mü’mindir. Böyle meleklere benzeyen bir cemaat için yazmak harikulade birşey değil mi?”


Cahid zarifoğlu
hayatının detaylarını fazlaca bilemesem de bu isim bana hep çok özel,çok kıymetli,nadide bir şahsiyet olarak gelir.dolu dolu bir ömür geçirme arzusu ve kısa ama doldurulmuş bir hayatı bizlere örnek olarak sunmuş,güzel bir insan.ard arda gelen eserlerini sunarken bir sonrakiyle tamamlamaya özen göstermiş farklı bir üstad.
nur içinde yat nur insan............
 

ayşe-rana

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Tem 2008
Mesajlar
1,732
Tepki puanı
46
Puanları
48
Yaş
50
“Benim yıllardan beri temel bir görüşüm vardır. Dervişanedir bu. Bu görüşün içinde “ben” fikri adeta yoktur. Bundan çok memnunum. Biri benimle şiirim yüzünden ilgilenirse bundan çok sıkılırım. En çok da bu alanda konuşurken sıkılıyorum. Tepeleme bir şair gibi yaşarım. Ama şiir hayatımda hiç yeralmaz. Şiir yazdığımdan habersiz, çok samimi arkadaşlarım vardır. Bilmelerini de istemem, zira hemen tavır alırlar. Onlar bu yönde belli bir tavır alınca da, benim şair yaşayışımı etkiler. Zira, dostlarım, halktan tabir edilen kişilerdir. Esnaf, küçük memur, şoför, balıkçı, küçük muhasebeci, işçi v.s. gibi kişiler. Bunların tam zıddı arkadaşlarım da vardır. Doğrusu hayatları çok kayıt içindedir. Onlardan bazılarını uzun süre görmem. Yeniden karşılaştığımda, hayatlarının olduğu kadar, konuşmalarının da hiç değişmediğini, yine aynı şeyleri tekrarladıklarını hayretle görürüm. Sadece, değişik yeni terimler bulmuşlardır. Doğrusu onlarla olmak, entellektüel susuzluğumu giderdikten sonra, fena halde sıkmaya başlar beni. Ben yaşarım. Hareketli, canlı, kıvıl kıvıl yaşarım.” (1)
 

ayşe-rana

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Tem 2008
Mesajlar
1,732
Tepki puanı
46
Puanları
48
Yaş
50
40 yaşında ebedi aleme göç
ve arzuladığı gibi onlarca eserle iz bırakmış bir şahsiyet
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt