cemaldurra
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 16 Nis 2008
- Mesajlar
- 1,142
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 66
Selamun Aleyküm,
İslâm literatürünün etkisiyle Türkçeye giren kelimeler, ekseriyetle tarihsel süreç içinde asıl anlamlarını koruyamamışlar, ya da anlamı deforme olmuş bir halde kullanılagelmişlerdir. “Câhil” kelimesi de anlamından büyük oranda uzaklaşmış ve öğrenim görmemiş, tecrübesiz, genç-toy, bilgisi olmayan (TDK Türkçe Sözlük) anlamında kullanılagelmiştir. Gerçi “cehl” Kur’an’da câhillikle hareket etmek, olayların içine nüfuz edememek ve daima sathî düşünmek, dolayısıyla her zaman basit ve isâbetsiz hükümler vermek anlamında da kullanılmaktadır ki, ilmin zıddı anlamında cehlin yaygın anlamı da budur (4/Nisâ, 17; 6/En’âm, 54). Fakat Kur’an’da bu anlam çok önemli bir rol oynamaz.
Cehl, cehâlet, câhil, câhiliyye aynı kökten gelen kelimeler olduğu için, ayrı ayrı kelime çözümlemelerine gerek yoktur. Bu, cehl kelimesi ve türevlerinin Kur’an’da nasıl kullanıldığının ortaya konulmasıyla açıkça görülecektir. Kur’an’da câhiller, hakikati aramayan mahrumları değil, onları aşağılayan (11/Hûd, 29), insan yerine koymayan müktekbirleri ifâde eder. İsrâiloğulları’nın puta tapma arzusu da Kur’an’da câhilce bir tavır olarak zikredilmektedir (7/A’râf, 138).
Câhil insan, puta tapmakta ısrar eder (46/Ahkaf, 23; 6/En’âm, 111), azap, mûcize istemekle Allah’ı ve Peygamber’i kendine göre âciz bırakmaya çalışır. Tuzak kurar, yalancıdır, kıskançtır (12/Yusuf, 89). Şirke dâve eder (25/Furkan, 63). Allah’a yalan isnad eder (2/Bakara, 67). Peygmaberlerden insan gücünün sınırlarını aşan olağanüstü şeyler göstermelerini talep eder (6/En’âm, 35). Allah hakkında kötü zanda bulunur (3/Âl-i İmrân, 154). Kavmiyetçidir (48/Fetih, 26). Ayrıca açılıp saçılmak (33/Ahzâb, 33), zinâ etmek (12/Yusuf, 33; 4/nisâ, 17) de câhilî birer davranıştır. Fâsıklar câhiliyye hükmünün özlemi içinde olan, câhilî bir hayat tarzını benimseyen insanlardır (5/Mâide, 50). Mü’minler câhil olmamak için, bu kötü hasletlerden uzak durmanın yanında, şirke dâvet edenlerden yüzçevirmeli (7/A’râf, 119), Allah’tan kâfirleri bağışlamasını istememeli (11/Hûd, 46) ve fâsıkların getirdikleri haberleri aslını araştırmadan kabul edip kullanmamalıdırlar (49/Hucurât, 6).
Câhiliyye kelmesi “İslâm’dan önce” diye tercüme edilemez. Çünkü o daha çok şimdiyi gösterir. Câhiliyyede teslimiyet ve tevâzuya aykırı düşen özellikler baskındır. İnsanın kendi gücüne güvenmesi, sınırsız benliği, İlâhî ölçü tanımazlığı ile kulluğa aykırı düşen her şeyi câhiliyyede vardır (Toshihiko İzutsu, Kur’an’da İnsan ve Allah, Yeni Ufuklar Neşriyat, s. 190). Câhiliyye insanından kimse İslâm’daki kulluk, teslimiyet ve alçakgönüllülüğü isteyemez. O, kendi kendisinin Rabbidir (25/Furkan, 43). Tevâzu ve teslimiyet kime karşı olursa olsun, ona göre hür doğmuş Arab’ı köleleştirmekten başka bir şey değildir (A.g.e., s. 191). Çağımızdaki ben merkezci ve ferdin inanç ve amellerinin sadece kendisini bağlayacağı, dolayısıyla sorgulanamayacağı anlayışı, eskinin aynen benzeridir.
Kur’an’da sürekli olumsuzlanan câhillik, kâfirlerin küfrünün temelidir. Gerçekten gururlu isyankârlık rûhu, İlâhî hiçbir otoritenin önünde eğilme duygusudur ki kâfirleri yeni dine karşı şiddetli bir muhâlefete itmiştir. Cehl, aynı zamanda en ufak bir kızgınlık ânında irâdesini kaybedip parlayan, kontrolsüz bir ihtirasla öfkesine kapılıp sonucunu düşünmeden hemen körü körüne atılan, ateşli, sabırsız kişinin sorumsuz davranışı anlamına gelir. Bu, duygularına/hırslarına hâkim olamayan aşırı bir insanın davranışıdır. Bu insan, doğruyu yanlıştan ayırt etme ölçüsünü yitirip kendisini öfkenin pençesine düşürür.
Hılm ise bu tür cehl kavramının tam karşıtıdır. Hılm, cehl patlamasını dizginleyebilen insanın ahlâkıdır. Halîm, duygularını frenlemesini, kör ihtiraslarını yenmesini bilendir. Önce câhil iken sonra İslâm’ı kabul eden şâir Amr bin Ahar el-Bahîlî şiirinde cehl ve hılmi bir arada şöyle kullanıyor: “Câriyelerimizin servis yaptığı büyük kazanlar bir kere ‘câhil’ odlumu (kaynadımı) bir daha ‘halîm’ (sükûnet içinde) olmaz.” (İzutsu, a.g.e., s. 194).
Hılm kuzu gibi olmak değil; aksine ruhun öyle aktif ve olumlu gücüdür ki, insan onunla kendisini şaşkına çevirecek olan ihtiras ve öfkesine gem vurup onu dindirir. Hılm, üstün bir akıl gücünün işaretidir. Muhabbet şiirinde hılmin bu olumlu özelliğini şöye ifade eder: “Birden Rababi hatırladı ve onu hatırlaması bir hastalıktır. Ve derin bir aşka düştü, artık onun için hılm (sükûnet) kalmaz.”
Gücün olmadığı yerde, hılm de yoktur. Hılm, başkalarını idâre edenlerin vasfıdır. Başkaları tarafından yönetilenlerin vasfı değildir. Yaratılış bakımından zayıf ve güçsüz olan kişiye, kızdırdırıldığı zaman ne kadar sâkin durursa dursun, halîm denmez. O sadece zayıftır (İzutsu, a.g.e., s. 198). Hılmin dış görünüşü vakar ise, cehlin belirtisi de zulümdür. Yani zulüm cehlin özel bir görünüşüdür.
Allah'a emanet olun...
İslâm literatürünün etkisiyle Türkçeye giren kelimeler, ekseriyetle tarihsel süreç içinde asıl anlamlarını koruyamamışlar, ya da anlamı deforme olmuş bir halde kullanılagelmişlerdir. “Câhil” kelimesi de anlamından büyük oranda uzaklaşmış ve öğrenim görmemiş, tecrübesiz, genç-toy, bilgisi olmayan (TDK Türkçe Sözlük) anlamında kullanılagelmiştir. Gerçi “cehl” Kur’an’da câhillikle hareket etmek, olayların içine nüfuz edememek ve daima sathî düşünmek, dolayısıyla her zaman basit ve isâbetsiz hükümler vermek anlamında da kullanılmaktadır ki, ilmin zıddı anlamında cehlin yaygın anlamı da budur (4/Nisâ, 17; 6/En’âm, 54). Fakat Kur’an’da bu anlam çok önemli bir rol oynamaz.
Cehl, cehâlet, câhil, câhiliyye aynı kökten gelen kelimeler olduğu için, ayrı ayrı kelime çözümlemelerine gerek yoktur. Bu, cehl kelimesi ve türevlerinin Kur’an’da nasıl kullanıldığının ortaya konulmasıyla açıkça görülecektir. Kur’an’da câhiller, hakikati aramayan mahrumları değil, onları aşağılayan (11/Hûd, 29), insan yerine koymayan müktekbirleri ifâde eder. İsrâiloğulları’nın puta tapma arzusu da Kur’an’da câhilce bir tavır olarak zikredilmektedir (7/A’râf, 138).
Câhil insan, puta tapmakta ısrar eder (46/Ahkaf, 23; 6/En’âm, 111), azap, mûcize istemekle Allah’ı ve Peygamber’i kendine göre âciz bırakmaya çalışır. Tuzak kurar, yalancıdır, kıskançtır (12/Yusuf, 89). Şirke dâve eder (25/Furkan, 63). Allah’a yalan isnad eder (2/Bakara, 67). Peygmaberlerden insan gücünün sınırlarını aşan olağanüstü şeyler göstermelerini talep eder (6/En’âm, 35). Allah hakkında kötü zanda bulunur (3/Âl-i İmrân, 154). Kavmiyetçidir (48/Fetih, 26). Ayrıca açılıp saçılmak (33/Ahzâb, 33), zinâ etmek (12/Yusuf, 33; 4/nisâ, 17) de câhilî birer davranıştır. Fâsıklar câhiliyye hükmünün özlemi içinde olan, câhilî bir hayat tarzını benimseyen insanlardır (5/Mâide, 50). Mü’minler câhil olmamak için, bu kötü hasletlerden uzak durmanın yanında, şirke dâvet edenlerden yüzçevirmeli (7/A’râf, 119), Allah’tan kâfirleri bağışlamasını istememeli (11/Hûd, 46) ve fâsıkların getirdikleri haberleri aslını araştırmadan kabul edip kullanmamalıdırlar (49/Hucurât, 6).
Câhiliyye kelmesi “İslâm’dan önce” diye tercüme edilemez. Çünkü o daha çok şimdiyi gösterir. Câhiliyyede teslimiyet ve tevâzuya aykırı düşen özellikler baskındır. İnsanın kendi gücüne güvenmesi, sınırsız benliği, İlâhî ölçü tanımazlığı ile kulluğa aykırı düşen her şeyi câhiliyyede vardır (Toshihiko İzutsu, Kur’an’da İnsan ve Allah, Yeni Ufuklar Neşriyat, s. 190). Câhiliyye insanından kimse İslâm’daki kulluk, teslimiyet ve alçakgönüllülüğü isteyemez. O, kendi kendisinin Rabbidir (25/Furkan, 43). Tevâzu ve teslimiyet kime karşı olursa olsun, ona göre hür doğmuş Arab’ı köleleştirmekten başka bir şey değildir (A.g.e., s. 191). Çağımızdaki ben merkezci ve ferdin inanç ve amellerinin sadece kendisini bağlayacağı, dolayısıyla sorgulanamayacağı anlayışı, eskinin aynen benzeridir.
Kur’an’da sürekli olumsuzlanan câhillik, kâfirlerin küfrünün temelidir. Gerçekten gururlu isyankârlık rûhu, İlâhî hiçbir otoritenin önünde eğilme duygusudur ki kâfirleri yeni dine karşı şiddetli bir muhâlefete itmiştir. Cehl, aynı zamanda en ufak bir kızgınlık ânında irâdesini kaybedip parlayan, kontrolsüz bir ihtirasla öfkesine kapılıp sonucunu düşünmeden hemen körü körüne atılan, ateşli, sabırsız kişinin sorumsuz davranışı anlamına gelir. Bu, duygularına/hırslarına hâkim olamayan aşırı bir insanın davranışıdır. Bu insan, doğruyu yanlıştan ayırt etme ölçüsünü yitirip kendisini öfkenin pençesine düşürür.
Hılm ise bu tür cehl kavramının tam karşıtıdır. Hılm, cehl patlamasını dizginleyebilen insanın ahlâkıdır. Halîm, duygularını frenlemesini, kör ihtiraslarını yenmesini bilendir. Önce câhil iken sonra İslâm’ı kabul eden şâir Amr bin Ahar el-Bahîlî şiirinde cehl ve hılmi bir arada şöyle kullanıyor: “Câriyelerimizin servis yaptığı büyük kazanlar bir kere ‘câhil’ odlumu (kaynadımı) bir daha ‘halîm’ (sükûnet içinde) olmaz.” (İzutsu, a.g.e., s. 194).
Hılm kuzu gibi olmak değil; aksine ruhun öyle aktif ve olumlu gücüdür ki, insan onunla kendisini şaşkına çevirecek olan ihtiras ve öfkesine gem vurup onu dindirir. Hılm, üstün bir akıl gücünün işaretidir. Muhabbet şiirinde hılmin bu olumlu özelliğini şöye ifade eder: “Birden Rababi hatırladı ve onu hatırlaması bir hastalıktır. Ve derin bir aşka düştü, artık onun için hılm (sükûnet) kalmaz.”
Gücün olmadığı yerde, hılm de yoktur. Hılm, başkalarını idâre edenlerin vasfıdır. Başkaları tarafından yönetilenlerin vasfı değildir. Yaratılış bakımından zayıf ve güçsüz olan kişiye, kızdırdırıldığı zaman ne kadar sâkin durursa dursun, halîm denmez. O sadece zayıftır (İzutsu, a.g.e., s. 198). Hılmin dış görünüşü vakar ise, cehlin belirtisi de zulümdür. Yani zulüm cehlin özel bir görünüşüdür.
Allah'a emanet olun...