Resul Aydın
Kayıtlı Kullanıcı

B)idrak'ın yüceliğine eremiyorsanız
inkar'ın basitliğinden sıyrılınızB)
Farklı kavimlerin terkibinden oluşan Anadolu insanının Selçuklu ve Osmanlı yönetimlerine tabiiyetleriyle şekillenen ortak paydasının, ıslaha muhtaç bir İslam anlayışını içinde barındırdığı bilinmektedir. İslam, bu ortak paydanın baskın unsurudur.
Ancak inanılan dinin temel kitabı ile Anadolu insanının tanışması uzun asırlar boyunca mümkün olamamıştır. İslam ile İslami olanın belirleyeni olarak "kültür", vahyin yerine geçmiştir. Anadolu insanının vakıa olarak inandığı veya kutsadığı Kur'an-ı Kerim ile bilişip-tanışmaya başlaması ve mesajı ile doğrudan irtibata geçmesi, ancak teba-ümmet yapısının çözüldüğü ve ulusal bir yapının dayatıldığı son dönemlerde yoğunluk kazanabilmiştir.
Bu gayretlerin artmasında özellikle 20. yy'da yaygınlaşan çeviri faaliyetlerinin de belirleyici bir rolü olmuştur.
Bununla birlikte aşağıda soracağımız soruların reel karşılıklarını bulmaya çalıştığımızda, halen içinde yaşadığımız toplumda Kur'an'ın gereğince tanınmadığı, okunmadığı ve yaşamımızda belirleyici hale gelemediği görülecektir.
Bununla birlikte aşağıda soracağımız soruların reel karşılıklarını bulmaya çalıştığımızda, halen içinde yaşadığımız toplumda Kur'an'ın gereğince tanınmadığı, okunmadığı ve yaşamımızda belirleyici hale gelemediği görülecektir.
Sorumlu müslümanlar olarak, İslam'ın toplumsal hayatta yaşanılır kılınması ve toplumsal dönüşümün sağlanması için yaşadığımız toplumun İslam anlayışını doğru tahlil etmek, vahyi mesaja karşıt olan hakim güçleri belirlemek ve ortaya gerçekçi hedefler koymak zorundayız. Ayrıca İslami mesajı bulandıran, insanlarla Allah'ın Kitabı arasında engeller oluşturan veya "Kur'an çalışmaları", "Kur'an araştırmaları" adına Kur'an'ın bizlere gösterdiği temel amaçlan gizlemeye çalışan müfsid kişi ve zümrelere karşı tavır sahibi olmalı ve bunların cahili emellerini ifşa etmeliyiz.
Firavun'un, Haman'ın, Karun'un, Samiri'lerin, Ebu Lehep'lerin çağdaş temsilcilerine karşı tavır almalıyız. Ve unutmamalıyız ki yaşamımızı kuşatan karanlık, geçmişin getirdiği şirk ve taassuptan daha çok modern olan ve iktidarda bulunan baskın şirk, zulüm ve sömürüdür.
Kur'an'ın mesajı yaşayan muhataplara seslenir. Kur'an'dan kalkarak karanlıkların üzerine gidenlerin en öncelikli muhatapları, vahiy dışı iktidar ve güç odakları olmalıdır. Çağdaş Firavunları bırakıp, sadece halkın muharref değerleriyle uğraşmak, ya hayatı yönlendirmeye kalkışan çağdaş ilahlar karşısında körleşmek veya onların karanlığına tutsak olmak demektir.
Tarihte görüldüğü gibi dindarlık içgüdüsünü okşayıp "Kur'an"la, "Kur'an ve Sünnet'le veya "mezhep ve tarikatlarla senaryolaştırılmış "saptırılmış bir din" anlayışı sayesinde halkı aldatarak kontrolleri altında tutmak isteyen egemenlerin oyunlarını bozmaya çalışmalıyız. İnsanları, "Allah hakkında aldatanlara karşı, dikkatli olmamızı emreden ilahi buyruğu, gerek aldatıcılara karşı uyanık olmak ve gerekse aldananları uyarmamız açısından her daim hatırlamalıyız. Bu hassasiyet içinde sorularımızı sıralayabiliriz:
Türkiye'de kendini İslam'a nisbet eden halkın saygı duyduğu hatta değişik tavırlarla tazimde bulunduğu Kur'an, toplumun inanç yapısının ve sosyal yaşamının belirlenmesinde ne kadar rol oynamaktadır? Halkın Kur'an'a duyduğu ilgi ve saygı, onun nasslarının anlaşılması konusunda yeterli midir? Halka Kur'an'ı tanıtmaya ve Kur'an'la uyarmaya çalışanlar, insanlara Kur'an'ın aydınlığını mı göstermeye çalışıyorlar; yoksa Kur'an kelimelerini saptırarak şeytani hedeflerini, Kur'an'danmış gibi gösterip halkı kirli emelleri veya tağuti iktidarların çıkarları doğrultusunda aldatmaya mi kalkışıyorlar?
Eğer Kur'an bir hayat kitabı ise ve insanları "Allah hakkında aldatma" olgusu bir gerçekse bu tür sorular hiçbir zaman gözardı edilmemeli, sürekli olarak gündemimizde yer almalıdır.
Çünkü dün, çok kaba bir tavırla mushaf yapraklarını mızrak uçlarına takarak durdurulmak istenen İslami hareket; bugün de laik-ulusçu-işbirlikçi iktidarların fiili baskılarıyla; ayrıca işbirlikçi "alim" vasıflı bazı uzman din adamları tarafından, yeri geldiğinde Kur'an lafızlarıyla, yeri geldiğinde geleneksel formlar kullanılarak tevhidi uyanışın Kur'an merkezli söylemi yaldızlı laflarla bulandırılmaya, engellenmeye çalışılmaktadır.
İnsanları zulüm ve şirkten aydınlığa ulaştıracak olan Kur'an, insanların ona besledikleri duygusal yakınlıktan hareket eden çağdaş "Samiri"lerin dilinde çoğu zaman önemli bir Saptırma aracı olabilmektedir. Bu sapma ve saptırma tavrı mercek altına alınması gereken bir durumdur:
Kur'an Egemen Cahiliyyenin En çok Korktuğu Kitaptır
Kur'an bugünkü yaşadığımız toplumda İslami bilinçlenmenin ve egemen şirk değerleriyle ayrışmanın temel belirleyeni haline gelmiştir. Toplumda en çok okunan ve satılan kitap, Kur'an mealleridir. Artık zulüm ve işgal rejimlerine karşı yürütülen İslam coğrafyasındaki direnişler, her geçen gün kendilerini inanç yapısı, tefekkür ufku, yöntem ve sosyal ilişki tarzı açısından Kur'ani ilkelerle yenilenme bilincine ulaşmaktadırlar. Artık tarih içinde yitirilen İslam ümmetinin zindeliği İslami mücadeleyi taşımaya talip yeniden oluşan Kur'an nesliyle her geçen gön yeşermekte, yükselmektedir, İslami kitlelerin egemen cahili yapılardan ayrışma bilincini daha çok kavrama noktasına doğru İlerlemekte oldukları görülmektedir.
Tevhidi ilkeler açısından ortada kendini yeterince hissettirebilir toplumsal bir şahidliğe henüz ulaşılmamış da olsa, İslami gelişmenin potansiyel gücü egemen dünya düzenini ve işbirlikçilerini her geçen gün korkutmakta ve yeni önlemler atmaya sevketmektedir. Düşman, İslami kitlelerin düşünce ve eylem planında alternatif bir kimliğe ancak Kur'an'ı gündemlerine almalarıyla ulaşacaklarını görmektedir. Kitlelerin ilgilerini, yaşanılan sorunlarla Kur'an nassları arasında çözümleyici irtibatlar kurulmasına yöneltmeleri ve çokça değer verdikleri peygamberlerinin örnek alınacak yaşantısının (Sünnet'in) ne olduğunu vahyi ölçüler çerçevesinde tefekkür edip eylemleştirmeye kalkışmaları tabii ki müstekbirlerin işini zorlaştıracaktır.
İşbirlikçi tağuti sistemler dün tebâ konumuna getirdikleri kitlelerin geleneksel-tutucu din anlayışlarını, modernleşme projelerine engel olmaması için Kur'an ayetleriyle kırmaya çalışmışlardı. Ancak bugün batılılaşma, uluslaşma, Laikleşme akımının önündeki en önemli engel, Kur'an'a sahip çıkıp kimliğini onunla oluşturan ve Kur'an bilgisini yaşam ve mücadele klavuzu edinen muslümanların ortaya koydukları İslami mücadele çizgisidir, Düşmanı telaşlandıran da budur.
Kur'an'a Yaklaşımda Samimiyet ve İstismar
Yakın tarihe kadar toplumsal bazda Kur'an'la yaşanan tarihi kopukluğun nasıl giderilmeye çalışıldığı iyi değerlendirilip, doğru tahlil edilmelidir. Bugün Kur'an'ı gündemleştiren fakat farklı hedefler ve niyetler içinde olan iki eğilimden söz edilebilir. Bu iki çevrenin samimiyeti ve kimden yana oldukları hiç değilse Türkiye bağlamında aydınlatılmalı ve insanların aldatılmasının önüne geçilmelidir.
Önce 19. ve 20. yy başlarına bakmamız gerekir. Bu tarih dilimi İslam coğrafyasının batıdan doğuya tamamen sömürgeleştirildiği bir iflâs dönemidir. Bu dönemde sesini yükseltebilen iki farklı akım söz konusu olmuştur. Birincisi, Batı yayılmacılığı karşısında ancak batılı değerlere sahip çıkılarak hayatta kalınabileceğini savunan "uzlaşmacı-modernist akım", ikincisi ise, Batı'nın fiili baskısı ve zihinsel kuşatması karşısında direnen, cevap vermeye çalışan ve tarihten devralınan zaafların vahyi ölçü ile terbiye edileceğine inanan "devrimci-ıslahatçı akım".
Bu iki akımın Kur'an'la ilişkisi farklı amaçlar doğrultusunda yoğunlaşarak artmıştır. Geleneksel kesimin Kur'an'ın anlaşılırlığı hakkındaki tarihi çekimserliği devam ederken, Kur'an yaşadığımız toplumda gittikçe gündemleşmeye başlamıştır. Toplumdaki tarihi birikim ve dini alışkanlıklar Kur'an'ın mesajını gölgeleyip-perdelese de, Kur'an'ın varlığına duyulan saygı canlılığını hep korumuştur.
Anadolu İnsanının Kur'an'a taklitçi bir tarzda da olsa ilgi ve saygı duyması, karşılaşılan sorunlar karşısında Kur'an nasslarıyla çözüm getirmeye çalışan kişi ve çevreleri, gelenekçi din adamları sınıfı karşısında avantajlı konuma getirmiştir. Ancak bu avantaj müslümanlara yardım ettiği kadar, insanları Allah'ın adıyla ve Kur'an kelimelerini tahrif ederek aldatmaya çalışan münafık-İşbirlikçi kişilere de yardımcı olmuştur.
Bu iki farklı yaklaşımın, iki ayrı ilişkinin amacı en temelde ciddi ayrılıklar taşımaktadır.
Modernist akım, geleneksel-tutucu alışkanlıkları aşmak için Kur'an'ı gündeme getirmekteydi. Ama asıl amacı batılı modernleşmeye katkıda bulunmak ve işbirlikçi yüzünü Kur'ani söylemle gizlemeye çalışarak batıcı sisteme entegre etmeye çabaladığı geleneksel-dindar kitlelerin tepkisinden korunmaktı.
Modernist akım, geleneksel-tutucu alışkanlıkları aşmak için Kur'an'ı gündeme getirmekteydi. Ama asıl amacı batılı modernleşmeye katkıda bulunmak ve işbirlikçi yüzünü Kur'ani söylemle gizlemeye çalışarak batıcı sisteme entegre etmeye çabaladığı geleneksel-dindar kitlelerin tepkisinden korunmaktı.
Devrimci-ıslahatçı çizgi ise siyasal-sosyal yapıda hakim olan zulmü ve ifsadı gidermek ve yeniden tevhidi ilkelerle donanmış bir ümmet ve yönetim yapısına kavuşabilmek gayesiyle Kur'an'ın aydınlığından beslenmeye çalışıyordu.
Aynı kitaba yönelen iki farklı tutumdan birisi, Kur'an'a pragmatik amaçlarla yaklaşırken; diğeri kendini ve çevresini Kur'an'ın gösterdiği amaçlar doğrultusunda biçimlendirmeye çalışıyordu. Tarihi süreç içinde düşünsel ve eylemsel kabiliyetleri açısından donuklaşmış ve tevhidi zindeliğini yitirmiş geleneksel kesimin ise emperyalist yayılmaya karşı bazı kere gösterdiği tepkisel ve uzun soluklu olmayan tavırlar dışında çağı sarsan teknolojik, kültürel ve siyasal gelişmelere cevap verecek, ümmet bazında yenilenme ve dirilişe imkan sağlayacak ciddi bir gündemi yoktu.
Osmanlı toplumunun son dönemlerinde Kur'an'la İlgili çalışmalar yapan ve özellikle "Sırat-ı Müstakim" dergisi etrafında toplanan bir grup insan oluşmuştu. Kur'an'la ilgili olmak; doğruya yönelmek ve doğru ölçülere ulaşmak açısından önemli bir imkandı. Ancak Kur'an'la ilgili olmak, her zaman Kur'an'ın gösterdiği amaçları üstlenmek anlamına gelmiyordu. Kur'an'ın tümünü bir itikad kitabı olarak algılamak, onun gösterdiği düşünsel, siyasi, ekonomik, sosyal ve yöntemsel konulardaki ilkelerle hayatı kuşatmak gerekiyordu.
Oysa Batılı değerlerin kuşatması ve yerel şartların bozukluğu karşısında hayatı kuşatacak devrimci bir tutum ve anlayışa sahip, hak ve adaletin şahitliğini yapacak bir kuşak henüz yetişememişti. Kur'an'la ilgili çoğu konu, bütünlükten kopuk veya muharref geleneksel değerlerden ya da çağdaş cahili perspektiften, yeterince arınmaksızın ele alınıyordu. Bu bağlamda Osmanlı payitahtının yakın coğrafi çevresinde bir ıslah hareketi oluşamamıştı; ama çöküşe çözüm arayan modernist elit bir kuşak varlığını hissettirmişti. Batılı değerleri kalkınmanın temeli olarak gören bu kuşak, pragmatikti. Al-i Osmaniyye'yi yaşatabilmek için İslamcılık da yapabilirdi; türkçülük de, batıcılık da...