Siyahgulsevdalisi
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 20 Haz 2006
- Mesajlar
- 2,046
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
YÜZÜNDE İSLAM'IN NURU PARLIYORDU
Mus'ab Medine'ye vardı ve Medine'nin ileri gelen eşrafından Es'ad bin Zürare'nın evine yerleşti. Kur'an okuyor, İslam dinini tebliğ ediyor, faaliyetleri neticesinde her geçen Müslüman olanları sayıları artıyordu. Bu durum Mekke'de olduğu gibi burada da Medine'nin ileri gelenlerini rahatsız etti.
Bir gün kavminin ulu kişilerinden olan Sa'd bin Muaz, Üseyd bin Hudayr ve birkaç kişi oturmuş, Medine'de yayılmaya başlayan bu yeni dini konuşuyorlardı, Sa'd bin Muaz yanında oturan Üseyd bin Hudayr'a dedi ki;
–Sen, işini bilen bir adamsın. Şehrimize gelen şu adamın yanına var git de onu yaptıklarından men et. Bu işi ben yapacaktım ama o adama kol kanat geren benim akrabamdır. Onunla aramın açılmasını istemem.
Üseyd bin Hudayr, mızrağını eline alır ve hızla Mus'ab'ın bulunduğu yere gider. İleriden hızla kendilerine doğru bir gelenin olduğunu gören Es'ad bin Zürare şöyle der:
–Yanımıza gelmekte olan zat, bu kavmin seyidi, ulu kişisidir."
Mus'ab:
–Yanımıza gelip oturursa onunla konuşurum.
Üseyd bin Hudayr, yaklaştığında ağzından çok kötü sözler dökülmeye başladı. Mus'ab ile karşı karşıya kaldıklarında:
–Seni buraya getiren sebep nedir? Amacın nedir? İçimizdeki zayıf ve cahillerin inançlarını bozmak niyetindesin? Yaptıklarını takıp ediyoruz, bundan sonra seni bir daha kavmimizin cahillerini yoldan çıkardığını görmeyeyim. Derhal şehrimizi terk et.
Mus'ab her zamanki gibi tebessüm ederek şöyle dedi:
–Eğer vaktin varsa hele bir otur, nefeslen ve benim söyleyeceklerime bir kulak ver. Eğer beğenemezsen bir daha dinlemez, bizden yüz çevirirsin.
Üseyd bin Hudayr:
–Yerinde bir söz ettin. Anlat bakalım ne diyeceksin.
Diyerek mızrağını yere saplayarak, müsait bir yere oturur. Mus'ab önce İslamiyet hakkında gerekli bilgiler kısaca anlattı, sonra da Kur'an–ı Kerim'den bir sureden okumaya başladı. Hemen orda bir yerde oturan Es'ad bin Zürare dikkatice Üsayd'a bakıyordu. Yıllar sonra bu hadise anlatılırken Es'ad o gün için şöyle diyecektir:
–Mus'ab Kur'an okumaya başladığı andan itibaren, Üseyd'ın yüzünde İslam'ın nurunun parladığını görmeye başladık.
Mus'ab okumayı bitirince Üseyd:
–Bu okuduğun nedir? Na kadar güzel ve yüce bir söz, anlattıklarını kabul etmek için ne yapılmalı?
Mus'ab Müslüman'ın yapması gerekenleri anlattı ve Üseyd hiçbir itirazda bulunmadan Müslüman oldu. Oradan ayrılmadan önce oraya geliş maksadını hatırlayınca dedi ki:
–Beni buraya gönderen bir adam var ki; o Müslüman olursa kavminden Müslüman olmayan tek bir kışı kalmaz, onun adı Sa'd bin muaz'dır. Ben onu size göndereceğim.
Mızrağını sapladığı yerden alarak hızla geldiği yere döndü. Merak içinde bekleyen Sa'd bin Muaz, Üseyd'ı görünce şaşırır:
–Ey Üseyd! Yemin ederim ki sen yanımıza başka bir yüzle geldin. Anlat bakalım o adamla ne yaptın?
–O iki kışı ile konuştum. Onlarda herhangi bir zararlı şey görmedim. Kendileri bana onlardan ne istersek yapabileceklerini söylediler. Ancak anladığım kadarı ile Es'ad'ın senin halanın oğlu olduğunu bilen Harise oğulları, onu öldüreceklermiş.
Deyince Sa'd bin Muaz:
–Ey Üseyd! Senin anlattıklarından bir şey anlamadım.
Diyerek mızrağını eline alıp yola koyuldu. Es'ad ilerden geleni görünce dedi ki:
–Ey Mus'ab! Şu gelen kavminin en ulu kişisidir. Eğer o Müslüman olursa ona kavmi içinde iki kışı itiraz edemez.
O sırada Sa'd bin Muaz'da hakaretler ederek iki arkadaşa yaklaşır. Sa'd:
–Ey Es'ad! Seninle aramızda akrabalık bağı olmamış olsaydı şu adamı benden kurtaramazdın. Bu yaptığınız nedir? Bizim istemediğimiz şeyleri evlerimizin içine nasıl sokarsınız? Bundan sonra bu yaptıklarınız bir daha görmeyeceğim.
Mus'ab tebessüm ederek yumuşak bir lisan ile:
–Bizim zorla bir şey yaptığımız yok. Hele bir otur, bizi bir dinle, kabul edip etmemekte serbestsin.
Sa'd mızrağını yere sapladıktan sonra oturur:
–Doğru söyledin, madem bu kadar eminsiniz dinleyelim bakalım ne anlatacaksın.
Mus'ab her zamanki gibi önce İslam dinini anlattı sonrada Kur'an'dan bir sure okudu.
–Hâ, Mîm. Apaçık bildiren kitaba and–olsun ki. Muhakkak Biz onu bir Arapça Kur'an kıldık, umulur ki, siz akıl erdirirsiniz. Ve şüphe yok ki o, nezdimizdeki ana kitapta elbette pek yüksektir, çok hikmetle muttasıftır."(1)
Sa'd'da dinledikleri karşısında kalbinden vurulmuşa döner. Hemen sorar:
–Sizin dininize girmek için ne yapmak lazım?
Mus'ab ona da anlatır ve Müslüman olur. Sa'd oradan ayrılır ve kendisini bekleyenlerin yanına gider. Kalabalık toplanmış Sa'd bin Muaz'ı beklemektedir. Bu defada Üseyd, Sa'd bin Muaz'ı görünce şöyle dedi:
–Yemin ederim ki; Sa'd yanımızdan gidişinden farklı bir yüzle geldi.
Merakla Sa'd beleyen Kalabalık, bir açıklama istediler. Sa'd:
–Ey Abduleşhel oğulları! Beni aranızda nasıl bilir ve tanırsınız?"
Hepsi bir ağızdan:
–Sen bizim seyidimizsin. Bilgi ve görüş olarak ta en üstünümüzsün."
Sa'd:
–Ben sizi Allah'a ve Resulüne imana davet ediyorum. Siz iman edinceye kadar benim kadın ve erkeklerinizle konuşmam bana haram olsun.
Bundan sonrasını Mus'ab şöyle anlatmaktadır:
–Vallahi o günün akşamına kadar, Abduleşhel mahallesinde erkek ve kadın Müslüman olmayan kimse kalmadı."
II. AKABE BİYATI İÇİN MEKKEYE HAREKET
Aradan bir yıl geçti İslamiyet Medine'de çok mesafeler kat etti. Bunun yegâne mimarı da Mus'ab di. Bu sene hac mevsimi yaklaşmıştı, hazırlıklar yapılmış Mekke'de geçen sene Resullu lah ile sözleştikleri yerde bu senede buluşacaklardır. Bu seneki kafile daha kalabalıktır. Medine'den Mekke'ye giden kafilen beş yüz kışıydı. Bu beş yüz kışının içinde 73 kişi iman etmişti. Bu şu demekti; ikinci Akabe biatine yetmiş üç mümin katılacaktı.
Kafile Mekke'ye vardı. Bu hadise Kâinatın Efendisinin Medine'ye hicret etmeden önce üç ay yâda daha kısa bir sure önce meydana gelmiştir. Zilkade ayında, Mus'ab bin Umeyr yanında kırkı Ensar'ın yaşlılarından ve ileri gelen eşrafından, otuzu da, gençlerinden olmak üzere yetmiş veya yetmişten birkaç kışı fazla, yâda yetmiş üç kışı erkek ve iki kadın Müslüman ile Medinelilerin müşrik hacıları da, yanlarında bulunduğu halde, beşyüz kişilik bir kafile ile Mekke'ye gelmişti.(2)
Kâinatın Efendisi Mekke'de çok büyük sıkıntılar çekmekteydi. Resulullah'ın çektiği sıkıntıların haberleri Medine'ye ulaşıyordu. Kafile Medine'den hareket etmeden önce bir toplantı yaptı ve şöyle bir karar aldılar.
"Resulullah'ı daha ne zamana kadar, Mekke dağlarında korkutulur ve korkar halde bırakacağız. Onu beldemize davet edelim, bizim yanımıza geldin."
O yıl Mekke'ye doğru yola çıkan müminler bu teklifi Resulullah'a yapmaları tembih edildi. Kafile Mekke'ye vardı. Ensar'dan Cabir bin Abdullah şöyle anlatıyor:
"Resulullah, hac mevsimlerinde, halkın, Ukaz, Mecenne ve diğer panayırlarındaki konak yerlerine varıp;
–Rabbimin, elçilik vazifesini, yerine getirinceye kadar, beni barındıracak km var? Bana, yardım edecek kim var ki kendisine cennet verilsin." Diye seslendiğini duyduk. Fakat ne barındıracak nede yardım edecek imse bulunmazdı.(3)
Medine'den gelen kafilen tek bir hedefi vardır. Resülullah'ı Mekke'den alıp Medine'ye götürmek. En azından onu kesin bir ifade ile Medine'ye davet edeceklerdi.
HİCRET KARARI ALINIYOR
II. Akabe biat kafilesi Mekke'ye gelip yerleştiler. O gün istirahat edecekler ve gecenin ilerleyen saatlerinde Resulullah ile sözleştikleri yere gideceklerdi. Önce ağırlıklarının bulunduğu yerde uyudular. Gecenin üçte biri geçince, Resullah ile sözleştikleri vadide, Akabe’deki Şi'b'da toplandılar. Esnan beklemeye başladı, az sonrada Kâinatın efendisi çıkageldi. Yanında da amcası Abbas vardı. Amca Abbas henüz iman etmemişti. Bu toplantıya katılmasının nedeni yeğeninin kötülüklerden koruma içindi.
Toplantıda ilk sözü Abbas aldı.
"Bu benim kardeşimin oğludur, bana insanların en sevgilisidir. Siz eğer ona inanıyor ve iman ediyorsanız, onu yanınıza götürmek istiyorsanız, onu hiçbir şekilde yar-dımsız bırakmayacağınıza, onu aldatmayacağınıza dair sizden kesin söz almak istiyorum. Çünkü Yahudiler sizin komşularınızdır, Yahudilerde ona düşmandır… Şayet, yanınıza vardıktan sonra korkup, yardım edemeyecek, kendisini muhaliflerinin eline bırakacak iseniz, şimdiden onu bırakın, kendi kavminin içinde ve beldesinde kalsın. "
Abbas'ın bu konuşması Medine'li müminlerin ağırına gıttı. Kafilede bulunan Es'ad bin Zürare şöyle dedi:
"Ya Resulullah! Bize izin ver sizi üzmeyecek şekilde cevap verelim. Bu konuşma bize ağır geldi."
Kâinatın Efendisi:
–Suçlayıcı olmamak kaydı ile cevap verin."
Es'ad bin Zürare:
–Ya Resulllah! Her davetin farklı yüzleri vardır, yumuşak yüzü var, sert yüzü var. Bugun senin yaptığın davet, insanların yüzünü ekşitecek, kendilerine ağır gelecek bir davetti. Sen insanları yılladır tapa geldikleri dinlerini bırakmaya davet ediyorsun. Bu çok zor ve ağır bir şeydir, biz buna rağmen size tabi olduk. Senin teklifini kabul ettik.
Biz senin Allah'tan getirdiklerine ve kalplerimize yerleşen bir marifetle tasdikte bulunarak sana Bey'at edeceğiz. Biz Rabbimize, Senin Rabbine Bey'at edeceğiz.
Allah'ın, Kudret El'i, ellerimizin üzerindedir. Bizim kanlarımız, senin kanınla, ellerimiz senin elinledir. Biz kendimizi, oğullarımızı ve kadınlarımızı, savunduğumuz ve koruduğumuz, şeylerden seni de savunacak ve koruyacağız. Eğer biz bu ahdimizi bozarsak Allah'ın ahdini bozmuş bedbaht yaramaz kimseler olmuş olalım.
Ya Resulullah! Bu sana karşı bizim sadakat yeminimizdir. Yardımına sığınılacak ancak Allah'tır.
Es'ad bin Zürare bu konuşmasının ardından Abbas'a dönerek ona hitaben de şöyle der:
–Ey konuşurken bize söz dokunduran zat! Kardeşinin oğlunun insanların içinde sana en sevgilisi olduğu sözünden ne anlatmak istediğini Allah bilir. Biz yakın uzak bütün akrabalarımızdan ilişkilerimizi keserek şahadet etmiş bulunuyoruz. Bu zat Allah'ın Resulüdür. Onu Allah yanındaki ile göndermiştir. O asla yalancı değildir. Resulullah hakkında bizden teminat almana gelince, istediğini al."
Es'ad bin Zürare bu defa da Resulullah'a dönerek:
–Ya Resulullah! Bizden dilediğin teminatı al, Rabbin için de istediğin şartı koş. Medine heyetinin içinde bulunan Abdullah bin Revaha'da söz alarak şöyle dedi.
–Ya Resulullah! Kendin içinde Rabbin içinde ne dilersen onu şart kıl.
Medine'den gelen müminlerin içinde başka konuşanlarda oldu. Her konuşan Resulullah'a bağlılığı, malları ile canları ile yanında olduklarını bildirdiler. Bütün konuşmalar bitince bu defa sözü Kâinatın Efendisi aldı, İslamiyet'i anlattı, onları teşvik etti, sonra Kur'an–ı Kerim'den sureler okudu ve sözlerine şöyle devam etti:
–Beni ve ashabımı barındırın, bana ve ashabıma yardımcı olun. Kadınlarınızı ve çocuklarınızı savunup koruduğunuz şeylerden beni de savunup koruyacağınız hakkında sizinle Bey'at yapayım.
Bera bin Ma'rur hemen elini uzatıp:
–Olur! Seni Hak din ve kitapla gönderene Allah'a yemin olsun ki; çoluk çocuğumuzu koruyup kolladığımız şeylerden senide koruyacağız. Allah seni muzaffer kıldıktan sonra bizi bırakıp kavminin yanına dönmeyi umar mısın?"
Kâinatın Efendisi şöyle buyurdular:
–Hayır! Benim kanım sizin kanınızdır. Benim zimmetim, sizin zimmetinizdir. Ben sizdenim. Sizde bendensiniz. Ben, sizin savaştığınız kimselerle savaşırım. Ben sizin barıştığınız kimselerle barışırım."(4)
Bu konuşmadan sonra herkes ellerini uzatarak biat ettiler.
ŞEYTANIN İSYANI
Biat biter bitmez gecenin karanlıklarını delen, nereden geldiği anlaşılamayan bir ses duyuldu:
"Ey konak yerlerinde konaklayan halk! Ey iki dağ arası halkı! Müzemmem ile yanında bulunan ve dinlerini değiştirmiş olanlar, sizinle harp etmek üzere toplanmışlardır."
Bu ses Mekkeli Münebbih bin Haccac'in sesine benziyordu. Özellikle Medineli müminler bu sesten korkuya kapıldılar. Efendimiz onları teskin ettikten sonra şöyle buyurdular:
– Bu Ezebbül–Akabe'dır.Ezyeb'in oğludur. İşitmiyor musun ey Allah düşmanı? Gelip çarene bakarım.(5)
Daha sonra Medineli müminler konak yerlerine çekildiler.
Sabah olunca gece yaşanan hadise Kureyş'te duyuldu. Kureyş ileri gelenleri Medinelilerin konakladıkları bölgeye giderek geceki hadiseyi araştırmaya koyuldular.
–Ey Hazrec topluluğu, işittikti siz bizim arkadaşımıza gelmişsiniz, onu aramızdan çıkarmak istiyorsunuz, sonrada onunla bize karşı savaşmak için biatleşmişsiniz.
Medine'den gelen beş yüz kişilik kafilenin çoğunluğu müşrikti, müşriklerin gece yaşanan hadiseden haberleri olmadığı için Mekke'lilerin ne anlatmak istediklerini anlamadılar.
–Anlattığınız şey nedir, bizim böyle bir şeyden haberimiz yoktur, dediler.
Medineli müşriklerin biatten haberleri yoktu, bu sebeple anlatılanlar karşısında şaşırdılar.
HİCRET İÇİN HAZIRLIKLAR BAŞLADI
Vazifelerini tamamlayan Medine kafilesi Mekke'den ayrıldı. Medine kafilesinde, Mekke'de yaşananlardan sadece müminlerin haberi vardı. Müşriklerin herhangi bir haberleri yoktu. Medineliler hareket ettikten sonra Mekke'li müşrikler, biat gecesinde yaşananlardan haberdar oldular. Bu toplantıya katılan Medinelileri cezalandırmak için arkalarından atlılar gönderdiler. Kafile çoktan gözden kaybolmuş, Mekke'den oldukça uzaklaşmıştı.
Her ne sebeptense kafileden iki kışı geri kalmıştı. Bunlar Sa'd bin Ubade, Münzır bin Amr'dı, Kureyş bu iki kişiyi yakaladı. Her ikisini Mekke'ye getirdiler, yolda Münzir bin Amr bir fırsatını bulup kaçtı. Müşriklerin elinde sadece Sa'd bin Ubade kalmıştı, Sa'd'a çok işkence yaptılar. Sonrasında Mekkeli müşriklerden bir Sa'd himayesine alarak işkenceden kurtardı.
Medine'ye hicret kararı çıkmıştı. Şimdi sıra Medine'ye harekete kalmıştı. Bu hareket nasıl yapılacaktı, topluca bir hicret mi olacaktı, yoksa herkes kendi başına dağınık bir şekilde mi hicret edecekti. Mekke'de ki müminler hicret hazırlığına başlarken, Medineli müminlerden Mekke'den gelecek kardeşlerini karşılamak için hazırlığa başlamıştı.
Mus'ab Medine'ye vardı ve Medine'nin ileri gelen eşrafından Es'ad bin Zürare'nın evine yerleşti. Kur'an okuyor, İslam dinini tebliğ ediyor, faaliyetleri neticesinde her geçen Müslüman olanları sayıları artıyordu. Bu durum Mekke'de olduğu gibi burada da Medine'nin ileri gelenlerini rahatsız etti.
Bir gün kavminin ulu kişilerinden olan Sa'd bin Muaz, Üseyd bin Hudayr ve birkaç kişi oturmuş, Medine'de yayılmaya başlayan bu yeni dini konuşuyorlardı, Sa'd bin Muaz yanında oturan Üseyd bin Hudayr'a dedi ki;
–Sen, işini bilen bir adamsın. Şehrimize gelen şu adamın yanına var git de onu yaptıklarından men et. Bu işi ben yapacaktım ama o adama kol kanat geren benim akrabamdır. Onunla aramın açılmasını istemem.
Üseyd bin Hudayr, mızrağını eline alır ve hızla Mus'ab'ın bulunduğu yere gider. İleriden hızla kendilerine doğru bir gelenin olduğunu gören Es'ad bin Zürare şöyle der:
–Yanımıza gelmekte olan zat, bu kavmin seyidi, ulu kişisidir."
Mus'ab:
–Yanımıza gelip oturursa onunla konuşurum.
Üseyd bin Hudayr, yaklaştığında ağzından çok kötü sözler dökülmeye başladı. Mus'ab ile karşı karşıya kaldıklarında:
–Seni buraya getiren sebep nedir? Amacın nedir? İçimizdeki zayıf ve cahillerin inançlarını bozmak niyetindesin? Yaptıklarını takıp ediyoruz, bundan sonra seni bir daha kavmimizin cahillerini yoldan çıkardığını görmeyeyim. Derhal şehrimizi terk et.
Mus'ab her zamanki gibi tebessüm ederek şöyle dedi:
–Eğer vaktin varsa hele bir otur, nefeslen ve benim söyleyeceklerime bir kulak ver. Eğer beğenemezsen bir daha dinlemez, bizden yüz çevirirsin.
Üseyd bin Hudayr:
–Yerinde bir söz ettin. Anlat bakalım ne diyeceksin.
Diyerek mızrağını yere saplayarak, müsait bir yere oturur. Mus'ab önce İslamiyet hakkında gerekli bilgiler kısaca anlattı, sonra da Kur'an–ı Kerim'den bir sureden okumaya başladı. Hemen orda bir yerde oturan Es'ad bin Zürare dikkatice Üsayd'a bakıyordu. Yıllar sonra bu hadise anlatılırken Es'ad o gün için şöyle diyecektir:
–Mus'ab Kur'an okumaya başladığı andan itibaren, Üseyd'ın yüzünde İslam'ın nurunun parladığını görmeye başladık.
Mus'ab okumayı bitirince Üseyd:
–Bu okuduğun nedir? Na kadar güzel ve yüce bir söz, anlattıklarını kabul etmek için ne yapılmalı?
Mus'ab Müslüman'ın yapması gerekenleri anlattı ve Üseyd hiçbir itirazda bulunmadan Müslüman oldu. Oradan ayrılmadan önce oraya geliş maksadını hatırlayınca dedi ki:
–Beni buraya gönderen bir adam var ki; o Müslüman olursa kavminden Müslüman olmayan tek bir kışı kalmaz, onun adı Sa'd bin muaz'dır. Ben onu size göndereceğim.
Mızrağını sapladığı yerden alarak hızla geldiği yere döndü. Merak içinde bekleyen Sa'd bin Muaz, Üseyd'ı görünce şaşırır:
–Ey Üseyd! Yemin ederim ki sen yanımıza başka bir yüzle geldin. Anlat bakalım o adamla ne yaptın?
–O iki kışı ile konuştum. Onlarda herhangi bir zararlı şey görmedim. Kendileri bana onlardan ne istersek yapabileceklerini söylediler. Ancak anladığım kadarı ile Es'ad'ın senin halanın oğlu olduğunu bilen Harise oğulları, onu öldüreceklermiş.
Deyince Sa'd bin Muaz:
–Ey Üseyd! Senin anlattıklarından bir şey anlamadım.
Diyerek mızrağını eline alıp yola koyuldu. Es'ad ilerden geleni görünce dedi ki:
–Ey Mus'ab! Şu gelen kavminin en ulu kişisidir. Eğer o Müslüman olursa ona kavmi içinde iki kışı itiraz edemez.
O sırada Sa'd bin Muaz'da hakaretler ederek iki arkadaşa yaklaşır. Sa'd:
–Ey Es'ad! Seninle aramızda akrabalık bağı olmamış olsaydı şu adamı benden kurtaramazdın. Bu yaptığınız nedir? Bizim istemediğimiz şeyleri evlerimizin içine nasıl sokarsınız? Bundan sonra bu yaptıklarınız bir daha görmeyeceğim.
Mus'ab tebessüm ederek yumuşak bir lisan ile:
–Bizim zorla bir şey yaptığımız yok. Hele bir otur, bizi bir dinle, kabul edip etmemekte serbestsin.
Sa'd mızrağını yere sapladıktan sonra oturur:
–Doğru söyledin, madem bu kadar eminsiniz dinleyelim bakalım ne anlatacaksın.
Mus'ab her zamanki gibi önce İslam dinini anlattı sonrada Kur'an'dan bir sure okudu.
–Hâ, Mîm. Apaçık bildiren kitaba and–olsun ki. Muhakkak Biz onu bir Arapça Kur'an kıldık, umulur ki, siz akıl erdirirsiniz. Ve şüphe yok ki o, nezdimizdeki ana kitapta elbette pek yüksektir, çok hikmetle muttasıftır."(1)
Sa'd'da dinledikleri karşısında kalbinden vurulmuşa döner. Hemen sorar:
–Sizin dininize girmek için ne yapmak lazım?
Mus'ab ona da anlatır ve Müslüman olur. Sa'd oradan ayrılır ve kendisini bekleyenlerin yanına gider. Kalabalık toplanmış Sa'd bin Muaz'ı beklemektedir. Bu defada Üseyd, Sa'd bin Muaz'ı görünce şöyle dedi:
–Yemin ederim ki; Sa'd yanımızdan gidişinden farklı bir yüzle geldi.
Merakla Sa'd beleyen Kalabalık, bir açıklama istediler. Sa'd:
–Ey Abduleşhel oğulları! Beni aranızda nasıl bilir ve tanırsınız?"
Hepsi bir ağızdan:
–Sen bizim seyidimizsin. Bilgi ve görüş olarak ta en üstünümüzsün."
Sa'd:
–Ben sizi Allah'a ve Resulüne imana davet ediyorum. Siz iman edinceye kadar benim kadın ve erkeklerinizle konuşmam bana haram olsun.
Bundan sonrasını Mus'ab şöyle anlatmaktadır:
–Vallahi o günün akşamına kadar, Abduleşhel mahallesinde erkek ve kadın Müslüman olmayan kimse kalmadı."
II. AKABE BİYATI İÇİN MEKKEYE HAREKET
Aradan bir yıl geçti İslamiyet Medine'de çok mesafeler kat etti. Bunun yegâne mimarı da Mus'ab di. Bu sene hac mevsimi yaklaşmıştı, hazırlıklar yapılmış Mekke'de geçen sene Resullu lah ile sözleştikleri yerde bu senede buluşacaklardır. Bu seneki kafile daha kalabalıktır. Medine'den Mekke'ye giden kafilen beş yüz kışıydı. Bu beş yüz kışının içinde 73 kişi iman etmişti. Bu şu demekti; ikinci Akabe biatine yetmiş üç mümin katılacaktı.
Kafile Mekke'ye vardı. Bu hadise Kâinatın Efendisinin Medine'ye hicret etmeden önce üç ay yâda daha kısa bir sure önce meydana gelmiştir. Zilkade ayında, Mus'ab bin Umeyr yanında kırkı Ensar'ın yaşlılarından ve ileri gelen eşrafından, otuzu da, gençlerinden olmak üzere yetmiş veya yetmişten birkaç kışı fazla, yâda yetmiş üç kışı erkek ve iki kadın Müslüman ile Medinelilerin müşrik hacıları da, yanlarında bulunduğu halde, beşyüz kişilik bir kafile ile Mekke'ye gelmişti.(2)
Kâinatın Efendisi Mekke'de çok büyük sıkıntılar çekmekteydi. Resulullah'ın çektiği sıkıntıların haberleri Medine'ye ulaşıyordu. Kafile Medine'den hareket etmeden önce bir toplantı yaptı ve şöyle bir karar aldılar.
"Resulullah'ı daha ne zamana kadar, Mekke dağlarında korkutulur ve korkar halde bırakacağız. Onu beldemize davet edelim, bizim yanımıza geldin."
O yıl Mekke'ye doğru yola çıkan müminler bu teklifi Resulullah'a yapmaları tembih edildi. Kafile Mekke'ye vardı. Ensar'dan Cabir bin Abdullah şöyle anlatıyor:
"Resulullah, hac mevsimlerinde, halkın, Ukaz, Mecenne ve diğer panayırlarındaki konak yerlerine varıp;
–Rabbimin, elçilik vazifesini, yerine getirinceye kadar, beni barındıracak km var? Bana, yardım edecek kim var ki kendisine cennet verilsin." Diye seslendiğini duyduk. Fakat ne barındıracak nede yardım edecek imse bulunmazdı.(3)
Medine'den gelen kafilen tek bir hedefi vardır. Resülullah'ı Mekke'den alıp Medine'ye götürmek. En azından onu kesin bir ifade ile Medine'ye davet edeceklerdi.
HİCRET KARARI ALINIYOR
II. Akabe biat kafilesi Mekke'ye gelip yerleştiler. O gün istirahat edecekler ve gecenin ilerleyen saatlerinde Resulullah ile sözleştikleri yere gideceklerdi. Önce ağırlıklarının bulunduğu yerde uyudular. Gecenin üçte biri geçince, Resullah ile sözleştikleri vadide, Akabe’deki Şi'b'da toplandılar. Esnan beklemeye başladı, az sonrada Kâinatın efendisi çıkageldi. Yanında da amcası Abbas vardı. Amca Abbas henüz iman etmemişti. Bu toplantıya katılmasının nedeni yeğeninin kötülüklerden koruma içindi.
Toplantıda ilk sözü Abbas aldı.
"Bu benim kardeşimin oğludur, bana insanların en sevgilisidir. Siz eğer ona inanıyor ve iman ediyorsanız, onu yanınıza götürmek istiyorsanız, onu hiçbir şekilde yar-dımsız bırakmayacağınıza, onu aldatmayacağınıza dair sizden kesin söz almak istiyorum. Çünkü Yahudiler sizin komşularınızdır, Yahudilerde ona düşmandır… Şayet, yanınıza vardıktan sonra korkup, yardım edemeyecek, kendisini muhaliflerinin eline bırakacak iseniz, şimdiden onu bırakın, kendi kavminin içinde ve beldesinde kalsın. "
Abbas'ın bu konuşması Medine'li müminlerin ağırına gıttı. Kafilede bulunan Es'ad bin Zürare şöyle dedi:
"Ya Resulullah! Bize izin ver sizi üzmeyecek şekilde cevap verelim. Bu konuşma bize ağır geldi."
Kâinatın Efendisi:
–Suçlayıcı olmamak kaydı ile cevap verin."
Es'ad bin Zürare:
–Ya Resulllah! Her davetin farklı yüzleri vardır, yumuşak yüzü var, sert yüzü var. Bugun senin yaptığın davet, insanların yüzünü ekşitecek, kendilerine ağır gelecek bir davetti. Sen insanları yılladır tapa geldikleri dinlerini bırakmaya davet ediyorsun. Bu çok zor ve ağır bir şeydir, biz buna rağmen size tabi olduk. Senin teklifini kabul ettik.
Biz senin Allah'tan getirdiklerine ve kalplerimize yerleşen bir marifetle tasdikte bulunarak sana Bey'at edeceğiz. Biz Rabbimize, Senin Rabbine Bey'at edeceğiz.
Allah'ın, Kudret El'i, ellerimizin üzerindedir. Bizim kanlarımız, senin kanınla, ellerimiz senin elinledir. Biz kendimizi, oğullarımızı ve kadınlarımızı, savunduğumuz ve koruduğumuz, şeylerden seni de savunacak ve koruyacağız. Eğer biz bu ahdimizi bozarsak Allah'ın ahdini bozmuş bedbaht yaramaz kimseler olmuş olalım.
Ya Resulullah! Bu sana karşı bizim sadakat yeminimizdir. Yardımına sığınılacak ancak Allah'tır.
Es'ad bin Zürare bu konuşmasının ardından Abbas'a dönerek ona hitaben de şöyle der:
–Ey konuşurken bize söz dokunduran zat! Kardeşinin oğlunun insanların içinde sana en sevgilisi olduğu sözünden ne anlatmak istediğini Allah bilir. Biz yakın uzak bütün akrabalarımızdan ilişkilerimizi keserek şahadet etmiş bulunuyoruz. Bu zat Allah'ın Resulüdür. Onu Allah yanındaki ile göndermiştir. O asla yalancı değildir. Resulullah hakkında bizden teminat almana gelince, istediğini al."
Es'ad bin Zürare bu defa da Resulullah'a dönerek:
–Ya Resulullah! Bizden dilediğin teminatı al, Rabbin için de istediğin şartı koş. Medine heyetinin içinde bulunan Abdullah bin Revaha'da söz alarak şöyle dedi.
–Ya Resulullah! Kendin içinde Rabbin içinde ne dilersen onu şart kıl.
Medine'den gelen müminlerin içinde başka konuşanlarda oldu. Her konuşan Resulullah'a bağlılığı, malları ile canları ile yanında olduklarını bildirdiler. Bütün konuşmalar bitince bu defa sözü Kâinatın Efendisi aldı, İslamiyet'i anlattı, onları teşvik etti, sonra Kur'an–ı Kerim'den sureler okudu ve sözlerine şöyle devam etti:
–Beni ve ashabımı barındırın, bana ve ashabıma yardımcı olun. Kadınlarınızı ve çocuklarınızı savunup koruduğunuz şeylerden beni de savunup koruyacağınız hakkında sizinle Bey'at yapayım.
Bera bin Ma'rur hemen elini uzatıp:
–Olur! Seni Hak din ve kitapla gönderene Allah'a yemin olsun ki; çoluk çocuğumuzu koruyup kolladığımız şeylerden senide koruyacağız. Allah seni muzaffer kıldıktan sonra bizi bırakıp kavminin yanına dönmeyi umar mısın?"
Kâinatın Efendisi şöyle buyurdular:
–Hayır! Benim kanım sizin kanınızdır. Benim zimmetim, sizin zimmetinizdir. Ben sizdenim. Sizde bendensiniz. Ben, sizin savaştığınız kimselerle savaşırım. Ben sizin barıştığınız kimselerle barışırım."(4)
Bu konuşmadan sonra herkes ellerini uzatarak biat ettiler.
ŞEYTANIN İSYANI
Biat biter bitmez gecenin karanlıklarını delen, nereden geldiği anlaşılamayan bir ses duyuldu:
"Ey konak yerlerinde konaklayan halk! Ey iki dağ arası halkı! Müzemmem ile yanında bulunan ve dinlerini değiştirmiş olanlar, sizinle harp etmek üzere toplanmışlardır."
Bu ses Mekkeli Münebbih bin Haccac'in sesine benziyordu. Özellikle Medineli müminler bu sesten korkuya kapıldılar. Efendimiz onları teskin ettikten sonra şöyle buyurdular:
– Bu Ezebbül–Akabe'dır.Ezyeb'in oğludur. İşitmiyor musun ey Allah düşmanı? Gelip çarene bakarım.(5)
Daha sonra Medineli müminler konak yerlerine çekildiler.
Sabah olunca gece yaşanan hadise Kureyş'te duyuldu. Kureyş ileri gelenleri Medinelilerin konakladıkları bölgeye giderek geceki hadiseyi araştırmaya koyuldular.
–Ey Hazrec topluluğu, işittikti siz bizim arkadaşımıza gelmişsiniz, onu aramızdan çıkarmak istiyorsunuz, sonrada onunla bize karşı savaşmak için biatleşmişsiniz.
Medine'den gelen beş yüz kişilik kafilenin çoğunluğu müşrikti, müşriklerin gece yaşanan hadiseden haberleri olmadığı için Mekke'lilerin ne anlatmak istediklerini anlamadılar.
–Anlattığınız şey nedir, bizim böyle bir şeyden haberimiz yoktur, dediler.
Medineli müşriklerin biatten haberleri yoktu, bu sebeple anlatılanlar karşısında şaşırdılar.
HİCRET İÇİN HAZIRLIKLAR BAŞLADI
Vazifelerini tamamlayan Medine kafilesi Mekke'den ayrıldı. Medine kafilesinde, Mekke'de yaşananlardan sadece müminlerin haberi vardı. Müşriklerin herhangi bir haberleri yoktu. Medineliler hareket ettikten sonra Mekke'li müşrikler, biat gecesinde yaşananlardan haberdar oldular. Bu toplantıya katılan Medinelileri cezalandırmak için arkalarından atlılar gönderdiler. Kafile çoktan gözden kaybolmuş, Mekke'den oldukça uzaklaşmıştı.
Her ne sebeptense kafileden iki kışı geri kalmıştı. Bunlar Sa'd bin Ubade, Münzır bin Amr'dı, Kureyş bu iki kişiyi yakaladı. Her ikisini Mekke'ye getirdiler, yolda Münzir bin Amr bir fırsatını bulup kaçtı. Müşriklerin elinde sadece Sa'd bin Ubade kalmıştı, Sa'd'a çok işkence yaptılar. Sonrasında Mekkeli müşriklerden bir Sa'd himayesine alarak işkenceden kurtardı.
Medine'ye hicret kararı çıkmıştı. Şimdi sıra Medine'ye harekete kalmıştı. Bu hareket nasıl yapılacaktı, topluca bir hicret mi olacaktı, yoksa herkes kendi başına dağınık bir şekilde mi hicret edecekti. Mekke'de ki müminler hicret hazırlığına başlarken, Medineli müminlerden Mekke'den gelecek kardeşlerini karşılamak için hazırlığa başlamıştı.