Birgün Şâh-ı Nakşibend Hazretlerinin "kuddise sirruh" sohbetine gelen bazı kimseler, mübarekden kerâmet istemişlerdi. Buyurdular ki:
“Bizim kerâmetimiz açıktır, omuzlarımızdaki bunca günah yüküne rağmen ayakta durabiliyor ve yeryüzünde yürüyebiliyoruz. Bundan daha büyük keramet mi olur?
Bir kimse bir bahçeye girse ve orada her ağacın yaprağı dile gelip: “Ey Allâhın velîsi merhabâ!” diye seslendiğini duysa, bu sese aslâ iltifât etmemeli! Bilâkis hizmet ve gayreti daha da ziyâdeleşmelidir.”
Bunun üzerine bazı müridleri:
“Efendim, ne kadar setr etseniz de sizden de zaman zaman kerâmet zâhir olmaktadır!” dediler.
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri "kuddise sirruh":
“O müşâhede ettikleriniz, hocalarımın kerâmetleridir, bana aid değil” buyurdu.
“Bizim kerâmetimiz açıktır, omuzlarımızdaki bunca günah yüküne rağmen ayakta durabiliyor ve yeryüzünde yürüyebiliyoruz. Bundan daha büyük keramet mi olur?
Bir kimse bir bahçeye girse ve orada her ağacın yaprağı dile gelip: “Ey Allâhın velîsi merhabâ!” diye seslendiğini duysa, bu sese aslâ iltifât etmemeli! Bilâkis hizmet ve gayreti daha da ziyâdeleşmelidir.”
Bunun üzerine bazı müridleri:
“Efendim, ne kadar setr etseniz de sizden de zaman zaman kerâmet zâhir olmaktadır!” dediler.
Şâh-ı Nakşibend Hazretleri "kuddise sirruh":
“O müşâhede ettikleriniz, hocalarımın kerâmetleridir, bana aid değil” buyurdu.