ZAMANIN DEĞİŞMESİNE RAĞMEN BİR TÜRLÜ DEĞİŞTİRİLEMEYEN HÜKÜMLER
Seferilik meselesi dini sahada büyük öneme haiz bir konudur. Zira bazı ibadetlerin yolculuk sebebiyle farziyetini kaybettiğini biliyoruz. Mesela Cuma namazının yolcuya farz olmaması, bayram namazlarının vacib olmaması, kadının mahremsiz bir yerden bir yere gidip gidemeyeceği, kurban kesmenin vaciblik derecesini yolcu hakkında kaybetmesi ve Ramazanda, yolcunun oruç tutmamasına izin verilmiş olması gibi kolaylıklar hep kişinin seferi olması ile alakalı şeylerdir.
Bu kadar önemli olmasına rağmen bugün bu konunun ilim çevrelerinde bir netliğe kavuşturulamamış olması bizi fazlasıyla şaşırtmış ve bu yazıyı kaleme almaya zorlamıştır. Bu konuya eğilmemize sebep olan şey bir ilmihalde gördüğümüz şu ifadelerdir:
“Dini terim olarak sefer; normal yürüyüşle en az 18 saatlik yol gitmektir. Bir insan ortalama günde 6 saat yürüyebilir ve 3 günde 18 saatlik yol alır. Normal şartlarda bir insanın saatte 5km yürüdüğü kabul edilirse 18 saatlik yolun yaklaşık 90km olduğu anlaşılır.
Buna göre dinen misafir en az 90km mesafeye yolculuk yapan kişi yolculuk esnasında misafir olduğu gibi gittiği yerde 15 günden az kaldığı takdirde de yine misafirdir .
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılan bu ilmihalin itibara alınması halinde bu gün hala yolculukların yaya, yani piyade yürüyüşüyle yapıldığı kabul edilecektir. Bu bugün geçerli değildir. Geçmiş zamanlara nazaran bugün bütün ulaşım vasıtaları değişmiştir. Bugün hala deve yürüyüşü veya yaya yürüyüşü itibara alınıyorsa, bu durum da bu iki yürüyüş ölçüsünün değişmez birer kriter olduğuna dair nassi delil gerekecektir. Bu delillerin serdedilmesi de bu iddia sahiplerine aittir.
Ama 1930’lu yıllarda yazılan Elmalılı Tefsiri diye meşhur olan ‘Hak Dini Kur’an Dili’ adlı tefsirin 1.cilt sf.519’da Bakara Suresinin 183-184. ayetlerinin tefsirinde ifade edilenler yaklaşık 70 küsur sene önce olmasına rağmen ilginçtir:
“SEFER: Esasen keşif, açmak mânâsı taşımaktadır. Bunun için "isfâr", yüzünü açmak ve parçalamak mânâsınadır. Uzak bir yere gitmek de yolcunun her türlü hal ve ahlâkını meydana çıkardığı için, ona da sefer denmiştir. Bu ise bir gün, iki gün gibi az bir zamanda ortaya çıkamaz. Gerçekten âdet olarak da yakın mesafeye sefer denmez. Ancak üç günlük yolun, şer'î bakımdan sahih sefer olduğunda ittifak edilmiştir. Her gün için normal bir yürüyüşle altı saatlik mesafe ölçü alınmıştır. Öyle ise bundan daha az yolculukta sefer ismi kesinlikle sabit değildir. Kara ve deniz binitleri gibi vasıta ile gidenler için de âdet olarak umumî ve orta halli olan vasıtaların tabiî ve normal seyri ölçüdür.
Çok süratli ve çok yavaş olan özel vasıtalara itibar yoktur. Çünkü hüküm ve hikmet fertte değil, cinste muteber sayılır. Bunun için karada yaya veya deve yürüyüşü, denizde de mûtedil rüzgarla giden gemi yürüyüşü ölçü olmuştur.
Bu sebeple sonradan tren ve vapur süratleri de çok süratli vasıtalardan sayılmıştır. Gerçekten eski atlar ve bugünkü uçaklar gibi bunların fevkalade vasıtalardan olduğu zamanlar olmuştur. Fakat zamanımızda birçok yerlerde bunlar çoğalıp yerleşerek toplum için normal vasıtalar haline gelmiş ve diğerlerini bastırmış olduğunda da şüphe yoktur.
O halde yelken gemisi yerine vapurla, kara vasıtaları yerine trenle yolculuk, çoğunlukla ve alışılmış olan yerler için bunların ölçü alınmalarının, nassın sefer hakkındaki mânâsına daha uygun olduğu açıktır. Bu bakımdan trenle veya vapurla yolculuk yapanların on sekiz saatini, vapur veya trenin orta ve normal yürüyüşü ile hesap etmek gerekecektir . Bunların, nassın mânâsı değişmeksizin, zamanların değişmesi ile değişen hükümlerden olduğu inkâr edilemez. Çünkü nassın hükmü "sefer" kelimesindeki alışılmış mânâ üzerine kurulmuştur.
Şüphe yok ki asıl sorumlu, yolcunun kendisidir. Onun, kendi mazeretinin derecesini, kendisinin takdir etmesi lazım gelir. Ölçü göstermek ise, dinin ona tanıdığı bir kolaylıktır.
Tren ve vapurun alışılmış vasıtalar haline geldiğini inkâr etmek ise, bunları ve zamanını bilmemektir. Mesela Eskişehir ile İstanbul arasında gelip giden tren yolcularıyla, diğer yolcular mukayese edilirse, trenin ne kadar çoğunlukta ve alışılmış bir vasıta olduğu ortaya çıkar. Fakat uçak ve otomobil böyle değildir. Otomobil, bugün geçmiş zamanın koşan atları mesabesindedir. Uçak da henüz umumi nakil vasıtalarından değildir.
Böyle olmakla birlikte bunun, denizdeki eski gemiler gibi hava yolunda tek muteber bir vasıta sayılması da kıyas ve ihtiyata uygundur. Bunlarla beraber tren ve vapurun mûtad (alışılmış) olduğu yerlerde de yaya ve yelken ile giden yolcunun durumu geçmişteki gibi kabul edilmekten düşürülmez. Çünkü bunlar, bir kere şeriatın itibar ettiği, gerçek olan tabiî ve normal ölçülerdir. Diğerlerinin, normal vasıtalar hükmiyle, sözlük mânâsında çok kullanılmakla bunlara katılması, bunların asıl olmalarını iptal edemeyecektir.
Elmalılı Hamdi Yazır’ın bu tespitlerinden şunlar çıkmaktadır:
1- Yolculuklardaki ulaşım vasıtaları mutat olarak itibara alınır. Yani zamanın yaygın ulaşım araçlarına itibar edilir.
2- Kara, deniz ve hava taşıtları bu gün değişmiştir. Bugünkülere itibar edilmesi gerekir.
3- Uçak henüz umumi nakil araçlarından değildir, ama gemilere kıyasla hava taşımacılığında kıyasa uygun olarak muteber araç kabul edilebilir.
4- Yeni ulaşım araçlarına rağmen yaya yürüyüşüne itibar edilir. Çünkü bunlar şeriatın itibar ettiği gerçek olan ölçülerdir.
Şimdi bu iki görüşten acaba hangisi uygulanmalıdır? Diyanet ilmihalinin ifade ettiği her vasıtada 90km seferilik mesafesi geçerlidir görüşü mü, yoksa Elmalı’nın ortaya attığı seferilik meselesinin yeniden düzenlenmesi mi?
Bu meseleyi doğru anlayabilmek için Hanefi mezhebinin bu konudaki görüşünü doğru
tahlil etmek gerekir. Şimdi bu konuyu inceleyelim:
Hanefi mezhebinde seferiliğin delillerinden bir tanesi şu hadistir:
جعل رسول الله ثلاثة ايام و لياليهن للمسافر ويوما و ليلة للمقيم
Bir diğer hadis ise,
لا يحل لامرأة تؤمن بالله و اليوم الاخر ان تسافر ثلاثة ايام الا مع محرم او زوج
Birinci hadis zımnen yolcucuğun 3 gün ve 3 gece olduğunu ifade etmektedir. Bu hadise göre seferilik zamanla alakalıdır. Belirli bir mesafe takdirine deliller noktasında itibar yoktur.
Zaten Hanefi mezhebinde, kara ve deniz yolculuklarında seferilik ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Mesela düz bir arazide 3 günlük bir yolculuk sonunda alınan mesafe seferilik mesafesi kabul edilirken dağda yokuşta yapılan yolculukta da 3 günde kat edilen mesafe seferilik için geçerli ölçü kabul edilmiştir. Ve bu yolculuklar vasat bir yürüyüşle düz arazide veya dağlık bölgede alınan 3 günlük mesafeye itibarladır. Bu ayrımı hemen hemen bütün Hanefi kitaplarında görmekteyiz.
Yolculukta esas alınacak olan kıstas geceler değil gündüzlerdir. Zira geceler istirahat içindir .(Gecelerin istirahat olmasına günümüz açısından ileride değineceğiz)
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, ovalık düz bir arazide yaya yürüyüşü ile alınacak olan mesafe ile dağlık bir arazide 3 günde alınacak mesafe farklı olacaktır. O zaman bu 90km nereden çıkmıştır? Hanefi mezhebinin geneli, bırakın denizi, karada dahi düz arazi, dağlık arazi ayrımına giderken , seferiliği 90km olarak sabitlemek acaba doğrumu? Bakın İbn Abidin dağ ile ilgili şunları söylüyor: “Dağlık arazide yürüyüş şekillerinden uygun olana itibar edilir. Çünkü dağ inişli, çıkışlı, dar, sarptır. Bu sebeple yaya ve deve yürüyüşü normal düz arazideki gibi olmayacaktır. ” Bu yolculukların hepsinde mutad olan(o günün şartlarında yaygın olarak kullanılan ulaşım biçimi) yürüyüş şekillerine itibar edilir . Bedai sahibi de, dağ ve tepelerdeki ortama uygun olarak, 3 günlük yürüyüş ile seferi olunacağını, düz arazideki yürüyüşe itibar edilmeyeceğini açıkça ifade etmektedir.
Hanefi alimlerinin çoğunluğu, km tayinini yani, şu kadar km sonra kişi seferi olur şeklindeki tekbir mesafe kriterini doğru bulmamaktadırlar. Çünkü bu mesafeler yolların durumuna göre değişiklik arz edecektir(dağ,düz arazi,deniz gibi). Mesafe taktiri yapanlarda yapmış oldukları taktirin 3 günlük yolculukta gidilecek mesafeye denk geldiği inancıyla bunu yapmaktadırlar.
Bu durumda seferilik 90km’dir diye ifade etmek, seferilik meselesinin anlaşılmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Fakat, bu 90km’lik bir mesafenin seferilik konusuna nereden girdiğini de göstermemiz gerekmektedir. Alimlerden bazıları seferilik için mesafe taktiri yapmışlar, 15 fersah, 21 fersah,18 fersah, 3 merhale gibi görüşler ileri sürmüşlerdir. İşte bu görüşlerin km’ye çevrilmesi neticesinde 90km ortaya çıkmıştır. Bu alimlerin mesafe belirleme fikri de, deve yada insanın bir günde en fazla 5 fersah yürüyebileceği hakikatinden doğmuştur.
Kısaca, bazı alimler günde bir kafile, 5 fersahtan 3 günde 15 fersah yürür demeleri belirttiğimiz gibi mezhepte, özellikle müteahhırun alimlerinin bir çoğu tarafından itibar edilmemiştir. Zira bu 15 fersah, dağlık arazide, denizde farklılık gösterecektir. Bilinen bir gerçektir ki, denizde ve dağlık arazide 3 günde gidilen mesafe düz arazidekine eşit olmayacaktır. Hadiste zaten yolculuğun 3 gün olduğu zımnen ifade edilmiştir. O zaman bu nassın hakikatinin korunması gerekmektedir.
Bu anlattıklarımızdan anlaşılan, seferi olabilmek için 3 gün yolculuk yapılması gerekmektedir. Yolculuk yapılan yerlerin yeryüzü şekilleri de farklı mesafeleri beraberinde getirecektir.
Burada dikkat edilmesi gereken noktalardan bir tanesi de, 90 km diye ifade edilen veya 3 günlük yürüyüş mesafesi diye isimlendirilen görüşlerin temelinde yatan kriterdir. O kriter de, bu mesafelerin deve yürüyüşü ile ya da yaya yürüyüşü ile kat edilecek olmasıdır. Yani 3 günlük mesafe bu zikrettiğimiz yürüyüş şekillerinden birisi ile yapıldığında alınan mesafe seferilik için belirleyici bir mesafe olmaktadır.
NİÇİN DEVE YÜRÜYÜŞÜ VEYA İNSAN YÜRÜYÜŞÜ SEFERİLİKTE BELİRLEYİCİ ÖLÇÜT OLMUŞTUR?
Bu sorunun cevabını aradığımızda, fıkıh kitaplarında ortalama, vasat, mutad bir seyirden bahsedildiğini görmekteyiz. Mutad, vasat bir seyir derken, o günün şartlarında insanların genellikle uzak mesafelere yolculuk için kullandıkları yaygın ulaşım vasıtaları kastedilmektedir. Biz bunu öküz arabasına ve posta atına itibar edilemeyeceğinin ifade edilmesinden anlıyoruz.
Çünkü normalde insanlar bir yerden bir yere öküz arabası ile veya at ile yolculuk yapmaktaydılar. Buna rağmen bunların yolculukta itibar edilmemesi yani öküz arabasıyla 3 gün gidilmesi durumunda dahi o mesafenin seferilik için bir kıstas olmaması, aynı zamanda at ile 3 günde kat edilen mesafenin de, seferilikte bir kriter kabul edilmemiş olması da, alimlerin bulunulan zaman dilimindeki yaygın kullanılan ulaşım aracına itibar ettiklerini göstermektedir. Zira deve yürüyüşü veya piyade yürüyüşünün fıkıh eserlerinin tedvin edildiği dönemlerde, o günün ulaşım şartları içerisinde ictihadi olarak tespit edildiği aşikardır. Çünkü, nasslarda bu çeşit yürüyüşün geçerli kriter olduğuna dair bir karine yoktur. Hanefi alimleri de buna itibarla hükmü yaygın olan uygulamaya göre vermişlerdir.
Tekrar ifade edecek olursak, teknoloji öncesi ulaşım vasıtalarının, hayvan ve insan gücüne dayalı olduğu dönemlerde, deve yürüyüşü ve insan yürüyüşü itibara alınmıştır. Çünkü, o dönemlerde yolculuklar kervanlarla yapılmaktaydı. Doğal olarak da, yolculuk tamamen kervanların seyir adetine göre şekillenmişti. Kat edilen mesafe, istirahat zamanları gibi kriterler, modern çağ öncesinin ulaşım örfüne göre belirlenmişti.
Bu gün ise, ulaşım kültürü ve teknikleri tamamen değişmiştir. Artık, ne tozlu yollar ne de acıkan, susayan, uzun süre istirahata ihtiyaç duyan hayvanlar ile yolculuk kalmamıştır. Tamamen mekaniğe dayalı, yorulmak bilmeyen, gece gündüz ayrımı yapmayan ulaşım araçları dünyanın her yerinde, özellikle ülkemizde kullanılmaktadır. Durum böyle olunca, fıkhın da bu değişme karşısında “acaba değişmesi gerekir mi?” sorusu akla gelmektedir. Kervanların aldığı 3 günlük mesafenin, yolcu sayılabilmek için kriter olduğu o kitaplar acaba bu gün değişmeli mi? Eğer kervan yürüyüşü Kur’an’ın ve sünnetin değişmez bir hakikati ise, zaman bu hakikati asla değiştiremeyecektir. Fakat bu örfi, zamansal bir anlayışın neticesinde bir değerlendirme ise, zamanın değişmesi bu hükmünde değişmesini beraberinde getirecektir. Tespit ettiğimiz kadarıyla, Hanefi mezhebi kitapları bugün, seferiliğin yeni ulaşım vasıtalarına ve yolculuk alışkanlıklarına göre yeniden düzenlenmesini ifade etmektedir. Evet, Hanefi kitapları bugün değişimi ifade etmektedir. Lakin değişim karşısında direnenler bizce Hanefi mezhebini tam anlamıyla kavrayamamışlardır.
GÜNÜMÜZDE KARA YOLCULUKLARINDAKİ SEFERİLİK MESAFESİ
İfade ettiğimiz gibi, yolculukların değerlendirilmesi 3 gün kriteri dışında tamamen örfidir. Adet ve alışkanlıkların değişmesi ile bunlara mukabil hükümlerde değişecektir. Bugün, kervanların kat etmiş oldukları mesafeye göre zikredilen km veya fersah ölçüleri, değişmez birer nass gibi kabul edilemez. Çünkü günümüzde, karada, toplu taşımada yaygın olarak kullanılan otobüslerdir. Bireysel taşıtlarda bugün yaygınlaşmış artık yolcuların tek vasıtaları haline gelmişlerdir.
Kanımızca, artık yolculuklarda itibar edilecek olan vasıta ve ölçüt kervanlar değil, bu araçların 3 günde kat edeceği mesafedir. Bu araçların seferilik meselesinde dikkat edilecek hususlardan bir tanesi, bu araçların trafikte tabi oldukları kurallardır. Hukukun bağlayıcılığı sebebiyle bugün, seferilik meselesinde yollardaki hız sınırlarının hesaba mutlaka katılması gerekir. Bugün yollarda ortalama 90-100km hızla gitmesine kanunen izin verilen araçların bu tahdidi dikkate alınmalıdır.
Seferilik meselesi dini sahada büyük öneme haiz bir konudur. Zira bazı ibadetlerin yolculuk sebebiyle farziyetini kaybettiğini biliyoruz. Mesela Cuma namazının yolcuya farz olmaması, bayram namazlarının vacib olmaması, kadının mahremsiz bir yerden bir yere gidip gidemeyeceği, kurban kesmenin vaciblik derecesini yolcu hakkında kaybetmesi ve Ramazanda, yolcunun oruç tutmamasına izin verilmiş olması gibi kolaylıklar hep kişinin seferi olması ile alakalı şeylerdir.
Bu kadar önemli olmasına rağmen bugün bu konunun ilim çevrelerinde bir netliğe kavuşturulamamış olması bizi fazlasıyla şaşırtmış ve bu yazıyı kaleme almaya zorlamıştır. Bu konuya eğilmemize sebep olan şey bir ilmihalde gördüğümüz şu ifadelerdir:
“Dini terim olarak sefer; normal yürüyüşle en az 18 saatlik yol gitmektir. Bir insan ortalama günde 6 saat yürüyebilir ve 3 günde 18 saatlik yol alır. Normal şartlarda bir insanın saatte 5km yürüdüğü kabul edilirse 18 saatlik yolun yaklaşık 90km olduğu anlaşılır.
Buna göre dinen misafir en az 90km mesafeye yolculuk yapan kişi yolculuk esnasında misafir olduğu gibi gittiği yerde 15 günden az kaldığı takdirde de yine misafirdir .
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılan bu ilmihalin itibara alınması halinde bu gün hala yolculukların yaya, yani piyade yürüyüşüyle yapıldığı kabul edilecektir. Bu bugün geçerli değildir. Geçmiş zamanlara nazaran bugün bütün ulaşım vasıtaları değişmiştir. Bugün hala deve yürüyüşü veya yaya yürüyüşü itibara alınıyorsa, bu durum da bu iki yürüyüş ölçüsünün değişmez birer kriter olduğuna dair nassi delil gerekecektir. Bu delillerin serdedilmesi de bu iddia sahiplerine aittir.
Ama 1930’lu yıllarda yazılan Elmalılı Tefsiri diye meşhur olan ‘Hak Dini Kur’an Dili’ adlı tefsirin 1.cilt sf.519’da Bakara Suresinin 183-184. ayetlerinin tefsirinde ifade edilenler yaklaşık 70 küsur sene önce olmasına rağmen ilginçtir:
“SEFER: Esasen keşif, açmak mânâsı taşımaktadır. Bunun için "isfâr", yüzünü açmak ve parçalamak mânâsınadır. Uzak bir yere gitmek de yolcunun her türlü hal ve ahlâkını meydana çıkardığı için, ona da sefer denmiştir. Bu ise bir gün, iki gün gibi az bir zamanda ortaya çıkamaz. Gerçekten âdet olarak da yakın mesafeye sefer denmez. Ancak üç günlük yolun, şer'î bakımdan sahih sefer olduğunda ittifak edilmiştir. Her gün için normal bir yürüyüşle altı saatlik mesafe ölçü alınmıştır. Öyle ise bundan daha az yolculukta sefer ismi kesinlikle sabit değildir. Kara ve deniz binitleri gibi vasıta ile gidenler için de âdet olarak umumî ve orta halli olan vasıtaların tabiî ve normal seyri ölçüdür.
Çok süratli ve çok yavaş olan özel vasıtalara itibar yoktur. Çünkü hüküm ve hikmet fertte değil, cinste muteber sayılır. Bunun için karada yaya veya deve yürüyüşü, denizde de mûtedil rüzgarla giden gemi yürüyüşü ölçü olmuştur.
Bu sebeple sonradan tren ve vapur süratleri de çok süratli vasıtalardan sayılmıştır. Gerçekten eski atlar ve bugünkü uçaklar gibi bunların fevkalade vasıtalardan olduğu zamanlar olmuştur. Fakat zamanımızda birçok yerlerde bunlar çoğalıp yerleşerek toplum için normal vasıtalar haline gelmiş ve diğerlerini bastırmış olduğunda da şüphe yoktur.
O halde yelken gemisi yerine vapurla, kara vasıtaları yerine trenle yolculuk, çoğunlukla ve alışılmış olan yerler için bunların ölçü alınmalarının, nassın sefer hakkındaki mânâsına daha uygun olduğu açıktır. Bu bakımdan trenle veya vapurla yolculuk yapanların on sekiz saatini, vapur veya trenin orta ve normal yürüyüşü ile hesap etmek gerekecektir . Bunların, nassın mânâsı değişmeksizin, zamanların değişmesi ile değişen hükümlerden olduğu inkâr edilemez. Çünkü nassın hükmü "sefer" kelimesindeki alışılmış mânâ üzerine kurulmuştur.
Şüphe yok ki asıl sorumlu, yolcunun kendisidir. Onun, kendi mazeretinin derecesini, kendisinin takdir etmesi lazım gelir. Ölçü göstermek ise, dinin ona tanıdığı bir kolaylıktır.
Tren ve vapurun alışılmış vasıtalar haline geldiğini inkâr etmek ise, bunları ve zamanını bilmemektir. Mesela Eskişehir ile İstanbul arasında gelip giden tren yolcularıyla, diğer yolcular mukayese edilirse, trenin ne kadar çoğunlukta ve alışılmış bir vasıta olduğu ortaya çıkar. Fakat uçak ve otomobil böyle değildir. Otomobil, bugün geçmiş zamanın koşan atları mesabesindedir. Uçak da henüz umumi nakil vasıtalarından değildir.
Böyle olmakla birlikte bunun, denizdeki eski gemiler gibi hava yolunda tek muteber bir vasıta sayılması da kıyas ve ihtiyata uygundur. Bunlarla beraber tren ve vapurun mûtad (alışılmış) olduğu yerlerde de yaya ve yelken ile giden yolcunun durumu geçmişteki gibi kabul edilmekten düşürülmez. Çünkü bunlar, bir kere şeriatın itibar ettiği, gerçek olan tabiî ve normal ölçülerdir. Diğerlerinin, normal vasıtalar hükmiyle, sözlük mânâsında çok kullanılmakla bunlara katılması, bunların asıl olmalarını iptal edemeyecektir.
Elmalılı Hamdi Yazır’ın bu tespitlerinden şunlar çıkmaktadır:
1- Yolculuklardaki ulaşım vasıtaları mutat olarak itibara alınır. Yani zamanın yaygın ulaşım araçlarına itibar edilir.
2- Kara, deniz ve hava taşıtları bu gün değişmiştir. Bugünkülere itibar edilmesi gerekir.
3- Uçak henüz umumi nakil araçlarından değildir, ama gemilere kıyasla hava taşımacılığında kıyasa uygun olarak muteber araç kabul edilebilir.
4- Yeni ulaşım araçlarına rağmen yaya yürüyüşüne itibar edilir. Çünkü bunlar şeriatın itibar ettiği gerçek olan ölçülerdir.
Şimdi bu iki görüşten acaba hangisi uygulanmalıdır? Diyanet ilmihalinin ifade ettiği her vasıtada 90km seferilik mesafesi geçerlidir görüşü mü, yoksa Elmalı’nın ortaya attığı seferilik meselesinin yeniden düzenlenmesi mi?
Bu meseleyi doğru anlayabilmek için Hanefi mezhebinin bu konudaki görüşünü doğru
tahlil etmek gerekir. Şimdi bu konuyu inceleyelim:
Hanefi mezhebinde seferiliğin delillerinden bir tanesi şu hadistir:
جعل رسول الله ثلاثة ايام و لياليهن للمسافر ويوما و ليلة للمقيم
Bir diğer hadis ise,
لا يحل لامرأة تؤمن بالله و اليوم الاخر ان تسافر ثلاثة ايام الا مع محرم او زوج
Birinci hadis zımnen yolcucuğun 3 gün ve 3 gece olduğunu ifade etmektedir. Bu hadise göre seferilik zamanla alakalıdır. Belirli bir mesafe takdirine deliller noktasında itibar yoktur.
Zaten Hanefi mezhebinde, kara ve deniz yolculuklarında seferilik ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Mesela düz bir arazide 3 günlük bir yolculuk sonunda alınan mesafe seferilik mesafesi kabul edilirken dağda yokuşta yapılan yolculukta da 3 günde kat edilen mesafe seferilik için geçerli ölçü kabul edilmiştir. Ve bu yolculuklar vasat bir yürüyüşle düz arazide veya dağlık bölgede alınan 3 günlük mesafeye itibarladır. Bu ayrımı hemen hemen bütün Hanefi kitaplarında görmekteyiz.
Yolculukta esas alınacak olan kıstas geceler değil gündüzlerdir. Zira geceler istirahat içindir .(Gecelerin istirahat olmasına günümüz açısından ileride değineceğiz)
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, ovalık düz bir arazide yaya yürüyüşü ile alınacak olan mesafe ile dağlık bir arazide 3 günde alınacak mesafe farklı olacaktır. O zaman bu 90km nereden çıkmıştır? Hanefi mezhebinin geneli, bırakın denizi, karada dahi düz arazi, dağlık arazi ayrımına giderken , seferiliği 90km olarak sabitlemek acaba doğrumu? Bakın İbn Abidin dağ ile ilgili şunları söylüyor: “Dağlık arazide yürüyüş şekillerinden uygun olana itibar edilir. Çünkü dağ inişli, çıkışlı, dar, sarptır. Bu sebeple yaya ve deve yürüyüşü normal düz arazideki gibi olmayacaktır. ” Bu yolculukların hepsinde mutad olan(o günün şartlarında yaygın olarak kullanılan ulaşım biçimi) yürüyüş şekillerine itibar edilir . Bedai sahibi de, dağ ve tepelerdeki ortama uygun olarak, 3 günlük yürüyüş ile seferi olunacağını, düz arazideki yürüyüşe itibar edilmeyeceğini açıkça ifade etmektedir.
Hanefi alimlerinin çoğunluğu, km tayinini yani, şu kadar km sonra kişi seferi olur şeklindeki tekbir mesafe kriterini doğru bulmamaktadırlar. Çünkü bu mesafeler yolların durumuna göre değişiklik arz edecektir(dağ,düz arazi,deniz gibi). Mesafe taktiri yapanlarda yapmış oldukları taktirin 3 günlük yolculukta gidilecek mesafeye denk geldiği inancıyla bunu yapmaktadırlar.
Bu durumda seferilik 90km’dir diye ifade etmek, seferilik meselesinin anlaşılmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Fakat, bu 90km’lik bir mesafenin seferilik konusuna nereden girdiğini de göstermemiz gerekmektedir. Alimlerden bazıları seferilik için mesafe taktiri yapmışlar, 15 fersah, 21 fersah,18 fersah, 3 merhale gibi görüşler ileri sürmüşlerdir. İşte bu görüşlerin km’ye çevrilmesi neticesinde 90km ortaya çıkmıştır. Bu alimlerin mesafe belirleme fikri de, deve yada insanın bir günde en fazla 5 fersah yürüyebileceği hakikatinden doğmuştur.
Kısaca, bazı alimler günde bir kafile, 5 fersahtan 3 günde 15 fersah yürür demeleri belirttiğimiz gibi mezhepte, özellikle müteahhırun alimlerinin bir çoğu tarafından itibar edilmemiştir. Zira bu 15 fersah, dağlık arazide, denizde farklılık gösterecektir. Bilinen bir gerçektir ki, denizde ve dağlık arazide 3 günde gidilen mesafe düz arazidekine eşit olmayacaktır. Hadiste zaten yolculuğun 3 gün olduğu zımnen ifade edilmiştir. O zaman bu nassın hakikatinin korunması gerekmektedir.
Bu anlattıklarımızdan anlaşılan, seferi olabilmek için 3 gün yolculuk yapılması gerekmektedir. Yolculuk yapılan yerlerin yeryüzü şekilleri de farklı mesafeleri beraberinde getirecektir.
Burada dikkat edilmesi gereken noktalardan bir tanesi de, 90 km diye ifade edilen veya 3 günlük yürüyüş mesafesi diye isimlendirilen görüşlerin temelinde yatan kriterdir. O kriter de, bu mesafelerin deve yürüyüşü ile ya da yaya yürüyüşü ile kat edilecek olmasıdır. Yani 3 günlük mesafe bu zikrettiğimiz yürüyüş şekillerinden birisi ile yapıldığında alınan mesafe seferilik için belirleyici bir mesafe olmaktadır.
NİÇİN DEVE YÜRÜYÜŞÜ VEYA İNSAN YÜRÜYÜŞÜ SEFERİLİKTE BELİRLEYİCİ ÖLÇÜT OLMUŞTUR?
Bu sorunun cevabını aradığımızda, fıkıh kitaplarında ortalama, vasat, mutad bir seyirden bahsedildiğini görmekteyiz. Mutad, vasat bir seyir derken, o günün şartlarında insanların genellikle uzak mesafelere yolculuk için kullandıkları yaygın ulaşım vasıtaları kastedilmektedir. Biz bunu öküz arabasına ve posta atına itibar edilemeyeceğinin ifade edilmesinden anlıyoruz.
Çünkü normalde insanlar bir yerden bir yere öküz arabası ile veya at ile yolculuk yapmaktaydılar. Buna rağmen bunların yolculukta itibar edilmemesi yani öküz arabasıyla 3 gün gidilmesi durumunda dahi o mesafenin seferilik için bir kıstas olmaması, aynı zamanda at ile 3 günde kat edilen mesafenin de, seferilikte bir kriter kabul edilmemiş olması da, alimlerin bulunulan zaman dilimindeki yaygın kullanılan ulaşım aracına itibar ettiklerini göstermektedir. Zira deve yürüyüşü veya piyade yürüyüşünün fıkıh eserlerinin tedvin edildiği dönemlerde, o günün ulaşım şartları içerisinde ictihadi olarak tespit edildiği aşikardır. Çünkü, nasslarda bu çeşit yürüyüşün geçerli kriter olduğuna dair bir karine yoktur. Hanefi alimleri de buna itibarla hükmü yaygın olan uygulamaya göre vermişlerdir.
Tekrar ifade edecek olursak, teknoloji öncesi ulaşım vasıtalarının, hayvan ve insan gücüne dayalı olduğu dönemlerde, deve yürüyüşü ve insan yürüyüşü itibara alınmıştır. Çünkü, o dönemlerde yolculuklar kervanlarla yapılmaktaydı. Doğal olarak da, yolculuk tamamen kervanların seyir adetine göre şekillenmişti. Kat edilen mesafe, istirahat zamanları gibi kriterler, modern çağ öncesinin ulaşım örfüne göre belirlenmişti.
Bu gün ise, ulaşım kültürü ve teknikleri tamamen değişmiştir. Artık, ne tozlu yollar ne de acıkan, susayan, uzun süre istirahata ihtiyaç duyan hayvanlar ile yolculuk kalmamıştır. Tamamen mekaniğe dayalı, yorulmak bilmeyen, gece gündüz ayrımı yapmayan ulaşım araçları dünyanın her yerinde, özellikle ülkemizde kullanılmaktadır. Durum böyle olunca, fıkhın da bu değişme karşısında “acaba değişmesi gerekir mi?” sorusu akla gelmektedir. Kervanların aldığı 3 günlük mesafenin, yolcu sayılabilmek için kriter olduğu o kitaplar acaba bu gün değişmeli mi? Eğer kervan yürüyüşü Kur’an’ın ve sünnetin değişmez bir hakikati ise, zaman bu hakikati asla değiştiremeyecektir. Fakat bu örfi, zamansal bir anlayışın neticesinde bir değerlendirme ise, zamanın değişmesi bu hükmünde değişmesini beraberinde getirecektir. Tespit ettiğimiz kadarıyla, Hanefi mezhebi kitapları bugün, seferiliğin yeni ulaşım vasıtalarına ve yolculuk alışkanlıklarına göre yeniden düzenlenmesini ifade etmektedir. Evet, Hanefi kitapları bugün değişimi ifade etmektedir. Lakin değişim karşısında direnenler bizce Hanefi mezhebini tam anlamıyla kavrayamamışlardır.
GÜNÜMÜZDE KARA YOLCULUKLARINDAKİ SEFERİLİK MESAFESİ
İfade ettiğimiz gibi, yolculukların değerlendirilmesi 3 gün kriteri dışında tamamen örfidir. Adet ve alışkanlıkların değişmesi ile bunlara mukabil hükümlerde değişecektir. Bugün, kervanların kat etmiş oldukları mesafeye göre zikredilen km veya fersah ölçüleri, değişmez birer nass gibi kabul edilemez. Çünkü günümüzde, karada, toplu taşımada yaygın olarak kullanılan otobüslerdir. Bireysel taşıtlarda bugün yaygınlaşmış artık yolcuların tek vasıtaları haline gelmişlerdir.
Kanımızca, artık yolculuklarda itibar edilecek olan vasıta ve ölçüt kervanlar değil, bu araçların 3 günde kat edeceği mesafedir. Bu araçların seferilik meselesinde dikkat edilecek hususlardan bir tanesi, bu araçların trafikte tabi oldukları kurallardır. Hukukun bağlayıcılığı sebebiyle bugün, seferilik meselesinde yollardaki hız sınırlarının hesaba mutlaka katılması gerekir. Bugün yollarda ortalama 90-100km hızla gitmesine kanunen izin verilen araçların bu tahdidi dikkate alınmalıdır.