Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Bugün Türkiyede bir kişi artık seferi olamaz mı? (1 Kullanıcı)

ulak25

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2009
Mesajlar
3
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
ZAMANIN DEĞİŞMESİNE RAĞMEN BİR TÜRLÜ DEĞİŞTİRİLEMEYEN HÜKÜMLER

Seferilik meselesi dini sahada büyük öneme haiz bir konudur. Zira bazı ibadetlerin yolculuk sebebiyle farziyetini kaybettiğini biliyoruz. Mesela Cuma namazının yolcuya farz olmaması, bayram namazlarının vacib olmaması, kadının mahremsiz bir yerden bir yere gidip gidemeyeceği, kurban kesmenin vaciblik derecesini yolcu hakkında kaybetmesi ve Ramazanda, yolcunun oruç tutmamasına izin verilmiş olması gibi kolaylıklar hep kişinin seferi olması ile alakalı şeylerdir.
Bu kadar önemli olmasına rağmen bugün bu konunun ilim çevrelerinde bir netliğe kavuşturulamamış olması bizi fazlasıyla şaşırtmış ve bu yazıyı kaleme almaya zorlamıştır. Bu konuya eğilmemize sebep olan şey bir ilmihalde gördüğümüz şu ifadelerdir:
“Dini terim olarak sefer; normal yürüyüşle en az 18 saatlik yol gitmektir. Bir insan ortalama günde 6 saat yürüyebilir ve 3 günde 18 saatlik yol alır. Normal şartlarda bir insanın saatte 5km yürüdüğü kabul edilirse 18 saatlik yolun yaklaşık 90km olduğu anlaşılır.
Buna göre dinen misafir en az 90km mesafeye yolculuk yapan kişi yolculuk esnasında misafir olduğu gibi gittiği yerde 15 günden az kaldığı takdirde de yine misafirdir .
Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından basılan bu ilmihalin itibara alınması halinde bu gün hala yolculukların yaya, yani piyade yürüyüşüyle yapıldığı kabul edilecektir. Bu bugün geçerli değildir. Geçmiş zamanlara nazaran bugün bütün ulaşım vasıtaları değişmiştir. Bugün hala deve yürüyüşü veya yaya yürüyüşü itibara alınıyorsa, bu durum da bu iki yürüyüş ölçüsünün değişmez birer kriter olduğuna dair nassi delil gerekecektir. Bu delillerin serdedilmesi de bu iddia sahiplerine aittir.
Ama 1930’lu yıllarda yazılan Elmalılı Tefsiri diye meşhur olan ‘Hak Dini Kur’an Dili’ adlı tefsirin 1.cilt sf.519’da Bakara Suresinin 183-184. ayetlerinin tefsirinde ifade edilenler yaklaşık 70 küsur sene önce olmasına rağmen ilginçtir:
“SEFER: Esasen keşif, açmak mânâsı taşımaktadır. Bunun için "isfâr", yüzünü açmak ve parçalamak mânâsınadır. Uzak bir yere gitmek de yolcunun her türlü hal ve ahlâkını meydana çıkardığı için, ona da sefer denmiştir. Bu ise bir gün, iki gün gibi az bir zamanda ortaya çıkamaz. Gerçekten âdet olarak da yakın mesafeye sefer denmez. Ancak üç günlük yolun, şer'î bakımdan sahih sefer olduğunda ittifak edilmiştir. Her gün için normal bir yürüyüşle altı saatlik mesafe ölçü alınmıştır. Öyle ise bundan daha az yolculukta sefer ismi kesinlikle sabit değildir. Kara ve deniz binitleri gibi vasıta ile gidenler için de âdet olarak umumî ve orta halli olan vasıtaların tabiî ve normal seyri ölçüdür.
Çok süratli ve çok yavaş olan özel vasıtalara itibar yoktur. Çünkü hüküm ve hikmet fertte değil, cinste muteber sayılır. Bunun için karada yaya veya deve yürüyüşü, denizde de mûtedil rüzgarla giden gemi yürüyüşü ölçü olmuştur.
Bu sebeple sonradan tren ve vapur süratleri de çok süratli vasıtalardan sayılmıştır. Gerçekten eski atlar ve bugünkü uçaklar gibi bunların fevkalade vasıtalardan olduğu zamanlar olmuştur. Fakat zamanımızda birçok yerlerde bunlar çoğalıp yerleşerek toplum için normal vasıtalar haline gelmiş ve diğerlerini bastırmış olduğunda da şüphe yoktur.
O halde yelken gemisi yerine vapurla, kara vasıtaları yerine trenle yolculuk, çoğunlukla ve alışılmış olan yerler için bunların ölçü alınmalarının, nassın sefer hakkındaki mânâsına daha uygun olduğu açıktır. Bu bakımdan trenle veya vapurla yolculuk yapanların on sekiz saatini, vapur veya trenin orta ve normal yürüyüşü ile hesap etmek gerekecektir . Bunların, nassın mânâsı değişmeksizin, zamanların değişmesi ile değişen hükümlerden olduğu inkâr edilemez. Çünkü nassın hükmü "sefer" kelimesindeki alışılmış mânâ üzerine kurulmuştur.
Şüphe yok ki asıl sorumlu, yolcunun kendisidir. Onun, kendi mazeretinin derecesini, kendisinin takdir etmesi lazım gelir. Ölçü göstermek ise, dinin ona tanıdığı bir kolaylıktır.
Tren ve vapurun alışılmış vasıtalar haline geldiğini inkâr etmek ise, bunları ve zamanını bilmemektir. Mesela Eskişehir ile İstanbul arasında gelip giden tren yolcularıyla, diğer yolcular mukayese edilirse, trenin ne kadar çoğunlukta ve alışılmış bir vasıta olduğu ortaya çıkar. Fakat uçak ve otomobil böyle değildir. Otomobil, bugün geçmiş zamanın koşan atları mesabesindedir. Uçak da henüz umumi nakil vasıtalarından değildir.
Böyle olmakla birlikte bunun, denizdeki eski gemiler gibi hava yolunda tek muteber bir vasıta sayılması da kıyas ve ihtiyata uygundur. Bunlarla beraber tren ve vapurun mûtad (alışılmış) olduğu yerlerde de yaya ve yelken ile giden yolcunun durumu geçmişteki gibi kabul edilmekten düşürülmez. Çünkü bunlar, bir kere şeriatın itibar ettiği, gerçek olan tabiî ve normal ölçülerdir. Diğerlerinin, normal vasıtalar hükmiyle, sözlük mânâsında çok kullanılmakla bunlara katılması, bunların asıl olmalarını iptal edemeyecektir.


Elmalılı Hamdi Yazır’ın bu tespitlerinden şunlar çıkmaktadır:
1- Yolculuklardaki ulaşım vasıtaları mutat olarak itibara alınır. Yani zamanın yaygın ulaşım araçlarına itibar edilir.
2- Kara, deniz ve hava taşıtları bu gün değişmiştir. Bugünkülere itibar edilmesi gerekir.
3- Uçak henüz umumi nakil araçlarından değildir, ama gemilere kıyasla hava taşımacılığında kıyasa uygun olarak muteber araç kabul edilebilir.
4- Yeni ulaşım araçlarına rağmen yaya yürüyüşüne itibar edilir. Çünkü bunlar şeriatın itibar ettiği gerçek olan ölçülerdir.

Şimdi bu iki görüşten acaba hangisi uygulanmalıdır? Diyanet ilmihalinin ifade ettiği her vasıtada 90km seferilik mesafesi geçerlidir görüşü mü, yoksa Elmalı’nın ortaya attığı seferilik meselesinin yeniden düzenlenmesi mi?

Bu meseleyi doğru anlayabilmek için Hanefi mezhebinin bu konudaki görüşünü doğru
tahlil etmek gerekir. Şimdi bu konuyu inceleyelim:
Hanefi mezhebinde seferiliğin delillerinden bir tanesi şu hadistir:
جعل رسول الله ثلاثة ايام و لياليهن للمسافر ويوما و ليلة للمقيم
Bir diğer hadis ise,
لا يحل لامرأة تؤمن بالله و اليوم الاخر ان تسافر ثلاثة ايام الا مع محرم او زوج
Birinci hadis zımnen yolcucuğun 3 gün ve 3 gece olduğunu ifade etmektedir. Bu hadise göre seferilik zamanla alakalıdır. Belirli bir mesafe takdirine deliller noktasında itibar yoktur.
Zaten Hanefi mezhebinde, kara ve deniz yolculuklarında seferilik ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Mesela düz bir arazide 3 günlük bir yolculuk sonunda alınan mesafe seferilik mesafesi kabul edilirken dağda yokuşta yapılan yolculukta da 3 günde kat edilen mesafe seferilik için geçerli ölçü kabul edilmiştir. Ve bu yolculuklar vasat bir yürüyüşle düz arazide veya dağlık bölgede alınan 3 günlük mesafeye itibarladır. Bu ayrımı hemen hemen bütün Hanefi kitaplarında görmekteyiz.
Yolculukta esas alınacak olan kıstas geceler değil gündüzlerdir. Zira geceler istirahat içindir .(Gecelerin istirahat olmasına günümüz açısından ileride değineceğiz)
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi, ovalık düz bir arazide yaya yürüyüşü ile alınacak olan mesafe ile dağlık bir arazide 3 günde alınacak mesafe farklı olacaktır. O zaman bu 90km nereden çıkmıştır? Hanefi mezhebinin geneli, bırakın denizi, karada dahi düz arazi, dağlık arazi ayrımına giderken , seferiliği 90km olarak sabitlemek acaba doğrumu? Bakın İbn Abidin dağ ile ilgili şunları söylüyor: “Dağlık arazide yürüyüş şekillerinden uygun olana itibar edilir. Çünkü dağ inişli, çıkışlı, dar, sarptır. Bu sebeple yaya ve deve yürüyüşü normal düz arazideki gibi olmayacaktır. ” Bu yolculukların hepsinde mutad olan(o günün şartlarında yaygın olarak kullanılan ulaşım biçimi) yürüyüş şekillerine itibar edilir . Bedai sahibi de, dağ ve tepelerdeki ortama uygun olarak, 3 günlük yürüyüş ile seferi olunacağını, düz arazideki yürüyüşe itibar edilmeyeceğini açıkça ifade etmektedir.
Hanefi alimlerinin çoğunluğu, km tayinini yani, şu kadar km sonra kişi seferi olur şeklindeki tekbir mesafe kriterini doğru bulmamaktadırlar. Çünkü bu mesafeler yolların durumuna göre değişiklik arz edecektir(dağ,düz arazi,deniz gibi). Mesafe taktiri yapanlarda yapmış oldukları taktirin 3 günlük yolculukta gidilecek mesafeye denk geldiği inancıyla bunu yapmaktadırlar.
Bu durumda seferilik 90km’dir diye ifade etmek, seferilik meselesinin anlaşılmadığını açıkça ortaya koymaktadır. Fakat, bu 90km’lik bir mesafenin seferilik konusuna nereden girdiğini de göstermemiz gerekmektedir. Alimlerden bazıları seferilik için mesafe taktiri yapmışlar, 15 fersah, 21 fersah,18 fersah, 3 merhale gibi görüşler ileri sürmüşlerdir. İşte bu görüşlerin km’ye çevrilmesi neticesinde 90km ortaya çıkmıştır. Bu alimlerin mesafe belirleme fikri de, deve yada insanın bir günde en fazla 5 fersah yürüyebileceği hakikatinden doğmuştur.
Kısaca, bazı alimler günde bir kafile, 5 fersahtan 3 günde 15 fersah yürür demeleri belirttiğimiz gibi mezhepte, özellikle müteahhırun alimlerinin bir çoğu tarafından itibar edilmemiştir. Zira bu 15 fersah, dağlık arazide, denizde farklılık gösterecektir. Bilinen bir gerçektir ki, denizde ve dağlık arazide 3 günde gidilen mesafe düz arazidekine eşit olmayacaktır. Hadiste zaten yolculuğun 3 gün olduğu zımnen ifade edilmiştir. O zaman bu nassın hakikatinin korunması gerekmektedir.
Bu anlattıklarımızdan anlaşılan, seferi olabilmek için 3 gün yolculuk yapılması gerekmektedir. Yolculuk yapılan yerlerin yeryüzü şekilleri de farklı mesafeleri beraberinde getirecektir.
Burada dikkat edilmesi gereken noktalardan bir tanesi de, 90 km diye ifade edilen veya 3 günlük yürüyüş mesafesi diye isimlendirilen görüşlerin temelinde yatan kriterdir. O kriter de, bu mesafelerin deve yürüyüşü ile ya da yaya yürüyüşü ile kat edilecek olmasıdır. Yani 3 günlük mesafe bu zikrettiğimiz yürüyüş şekillerinden birisi ile yapıldığında alınan mesafe seferilik için belirleyici bir mesafe olmaktadır.

NİÇİN DEVE YÜRÜYÜŞÜ VEYA İNSAN YÜRÜYÜŞÜ SEFERİLİKTE BELİRLEYİCİ ÖLÇÜT OLMUŞTUR?
Bu sorunun cevabını aradığımızda, fıkıh kitaplarında ortalama, vasat, mutad bir seyirden bahsedildiğini görmekteyiz. Mutad, vasat bir seyir derken, o günün şartlarında insanların genellikle uzak mesafelere yolculuk için kullandıkları yaygın ulaşım vasıtaları kastedilmektedir. Biz bunu öküz arabasına ve posta atına itibar edilemeyeceğinin ifade edilmesinden anlıyoruz.
Çünkü normalde insanlar bir yerden bir yere öküz arabası ile veya at ile yolculuk yapmaktaydılar. Buna rağmen bunların yolculukta itibar edilmemesi yani öküz arabasıyla 3 gün gidilmesi durumunda dahi o mesafenin seferilik için bir kıstas olmaması, aynı zamanda at ile 3 günde kat edilen mesafenin de, seferilikte bir kriter kabul edilmemiş olması da, alimlerin bulunulan zaman dilimindeki yaygın kullanılan ulaşım aracına itibar ettiklerini göstermektedir. Zira deve yürüyüşü veya piyade yürüyüşünün fıkıh eserlerinin tedvin edildiği dönemlerde, o günün ulaşım şartları içerisinde ictihadi olarak tespit edildiği aşikardır. Çünkü, nasslarda bu çeşit yürüyüşün geçerli kriter olduğuna dair bir karine yoktur. Hanefi alimleri de buna itibarla hükmü yaygın olan uygulamaya göre vermişlerdir.
Tekrar ifade edecek olursak, teknoloji öncesi ulaşım vasıtalarının, hayvan ve insan gücüne dayalı olduğu dönemlerde, deve yürüyüşü ve insan yürüyüşü itibara alınmıştır. Çünkü, o dönemlerde yolculuklar kervanlarla yapılmaktaydı. Doğal olarak da, yolculuk tamamen kervanların seyir adetine göre şekillenmişti. Kat edilen mesafe, istirahat zamanları gibi kriterler, modern çağ öncesinin ulaşım örfüne göre belirlenmişti.
Bu gün ise, ulaşım kültürü ve teknikleri tamamen değişmiştir. Artık, ne tozlu yollar ne de acıkan, susayan, uzun süre istirahata ihtiyaç duyan hayvanlar ile yolculuk kalmamıştır. Tamamen mekaniğe dayalı, yorulmak bilmeyen, gece gündüz ayrımı yapmayan ulaşım araçları dünyanın her yerinde, özellikle ülkemizde kullanılmaktadır. Durum böyle olunca, fıkhın da bu değişme karşısında “acaba değişmesi gerekir mi?” sorusu akla gelmektedir. Kervanların aldığı 3 günlük mesafenin, yolcu sayılabilmek için kriter olduğu o kitaplar acaba bu gün değişmeli mi? Eğer kervan yürüyüşü Kur’an’ın ve sünnetin değişmez bir hakikati ise, zaman bu hakikati asla değiştiremeyecektir. Fakat bu örfi, zamansal bir anlayışın neticesinde bir değerlendirme ise, zamanın değişmesi bu hükmünde değişmesini beraberinde getirecektir. Tespit ettiğimiz kadarıyla, Hanefi mezhebi kitapları bugün, seferiliğin yeni ulaşım vasıtalarına ve yolculuk alışkanlıklarına göre yeniden düzenlenmesini ifade etmektedir. Evet, Hanefi kitapları bugün değişimi ifade etmektedir. Lakin değişim karşısında direnenler bizce Hanefi mezhebini tam anlamıyla kavrayamamışlardır.
GÜNÜMÜZDE KARA YOLCULUKLARINDAKİ SEFERİLİK MESAFESİ
İfade ettiğimiz gibi, yolculukların değerlendirilmesi 3 gün kriteri dışında tamamen örfidir. Adet ve alışkanlıkların değişmesi ile bunlara mukabil hükümlerde değişecektir. Bugün, kervanların kat etmiş oldukları mesafeye göre zikredilen km veya fersah ölçüleri, değişmez birer nass gibi kabul edilemez. Çünkü günümüzde, karada, toplu taşımada yaygın olarak kullanılan otobüslerdir. Bireysel taşıtlarda bugün yaygınlaşmış artık yolcuların tek vasıtaları haline gelmişlerdir.
Kanımızca, artık yolculuklarda itibar edilecek olan vasıta ve ölçüt kervanlar değil, bu araçların 3 günde kat edeceği mesafedir. Bu araçların seferilik meselesinde dikkat edilecek hususlardan bir tanesi, bu araçların trafikte tabi oldukları kurallardır. Hukukun bağlayıcılığı sebebiyle bugün, seferilik meselesinde yollardaki hız sınırlarının hesaba mutlaka katılması gerekir. Bugün yollarda ortalama 90-100km hızla gitmesine kanunen izin verilen araçların bu tahdidi dikkate alınmalıdır.
 

ulak25

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2009
Mesajlar
3
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
YOLCULUKLARDA İSTİRAHAT MEFHUMU DEĞİŞMİŞTİR
Kervanlar ile yolculukların yapıldığı dönemde, bu yolculuklar esnasında ulaşım ve taşıma vasıtası olan hayvanların ve yolculuk yapan insanların belerli zamanlarda istirahat etmesi gerekmekteydi. Tabi, bu dinlenme süre ve şekilleri zamana göre adet ve imkanlar ile kaimdi. İnsanları meşakkate sokmadan seferilik mesafesi belirlenmeliydi. Günümüzde, bu adet ve imkanlarda değişiklikler olmuştur. Geçmiş zamanlarda, genellikle gece yolculuğu yapılmadığı için, geceler yolculukta istirahat vakti olarak zikredilmiş ve kitapların ibareleri buna göre şekillenmiştir. Fakat bu, gece yolculuk yapılamaz demek değildir. Gece yolculuğu yapılırsa, gündüz vakti dinlenme vakti olarak kullanılır. Bu tespitlerde gösteriyor ki, mutad olan, yani adet olan, zamanın vasıtalarının ve imkanlarının müsaade ettiği şekilde yolculuklar yapılmaktaydı. Kervanlar, gündüz yol alırsa gece, gece yol alırsa gündüz istirahat etmekteydi. Bunun üzerindeki yolculuklar normal, mutad kabul edilmemekte, takati beşerin adeta fevkinde sayılmaktaydı. Çünkü, insanların yolculukta yemeğe, içmeğe, defi hacete (tuvalete), namaz kılmaya ihtiyaçları vardı ve bunların durup karşılanması gerekmekteydi. Bu sebeple, birinci gün sabahtan öğlene kadar yolculuk yapıp istirahata çekilen, ikinci gün öğleden akşama kadar, üçüncü gün sabahtan öğlene kadar yolculuk yapan, diğer vakitleri dinlenerek geçiren kişinin, yolcu sayıldığının ifade edilmesi, zikrettiğimiz bu hakikati açıkça göstermektedir.
Bugün, acaba yolculuklarda bu şekilde istirahatlar kullanılıyor mu? Bu gün yolculuklarda, yolcular ve onları taşıyan ulaşım vasıtaları geçmiş zamanlardaki gibi bir istirahat anlayışıyla mı acaba hala devam etmektedir? En önemlisi, bugün yolculuklarda istirahatlar ve yolculuk zamanları nasıl bir şekil almıştır?
Muhakkak olan şudur ki, teknolojinin gözleri ve gönülleri kamaştırdığı çağımızda, bütün yolculuk adet ve alışkanlıkları değişmiştir. Artık, gece ve gündüz yolculuk yapma noktasında bir ayırım kalmamıştır. Ulaşım vasıtaları, dayanıklı, uzun yollara ve uzun süreli kesintisiz yolculuklara hazır bir hale gelmiştir. Artık birçok araç, yolcuların durmaksızın ihtiyaçlarının büyük bir bölümünü karşılayacak şekilde dizayn edilmektedir. Durulduğu zaman da, çok kısa zamanlarda ihtiyaçların karşılanacağı dinlenme tesisleri yol kenarlarında, belirli mesafelerde kurulmuş durumdadır. Bugün artık, kimse toplu taşıma araçlarıyla seyahat ederken-turistik geziler dışında-geceleri otellerde konaklamıyor ve buna mecbur kalmıyor. Zira, bütün yolculuk adetleri, gelişen teknolojinin imkanları ile değişmiş, çok rahat bir hal almıştır.
Bu anlatılanların haklılığının kabul edilmesi halinde, şu hakikat ortaya çıkmaktadır: Bugün yolculuklar, hüküm olarak yeniden dini bir zemine oturtulmalıdır. Hadisi şeriflerde ifade edilenlerin, özellikle Hanefilerce 3 gün veya 3 gece yolculukta kat edilecek mesafenin seferilik için kriter olması şeklinde anlaşılması da bugün tartışmalıdır. Zira İbn Abidin Rasulullah’ın 3 gün 3 gece şeklindeki ifadesinin, 3 gün veya 3 gece şeklinde Hanefilerce anlaşıldığını zımnen ifade etmesi, nassın, o zamanın şartlarına göre değerlendirildiğini göstermektedir. Zira, Rasulullah “3 gün veya 3 gece” şeklinde “veya” ile bir ifade kullanmamıştır. Peki, bu durumda İbn Abidin’in ifade ettiği anlam ve gecelerin yolculuk süresinden sayılmıyor olması ne ile izah edilecektir? Bizce, nassın adete hamledilmesi ile izah edilebilir. Yani Rasulullah, her ne kadar “3 gün 3 gece” ifadesini kullanmış olsa da, bu o günün şartlarında insanların adeti olmayınca Rasulullahın murad ettiği mananın, 3 gün veya 3 gece olabileceği şeklinde izah edilmiştir. Zira Hz. Peygamberin zikri geçen hadisi, seferi birisinin mest üzerine mesh yapma müddetini açıklamak için sevk edilmiştir. Bu süre de 3 gün 3 gece mukabili 72 saattir. Mesh süresinin 72 saat olarak anlaşıldığı bu hadis, seferiliğin mesafesi noktasında neden 18 saat olarak anlaşılmıştır? Halbuki hadis, zahiren 72 saatten bahsetmektedir. Bizim anladığımız mesh süresinin 72 saat olması, insanlara bir zorluk getirmediği gibi, aksine kolaylık sağlamıştır. Fakat seferiliğin yürüyerek yapıldığı bir dönemde insanların seferi olup namazlarını kısaltma ruhsatından faydalanmaları için 72 saat kesintisiz yürümeleri gerektiğini söylemek, onların hayatını zorlaştıracağından, bu hadisin işaretinden anlaşılan mana, 72 saatten düşürülmüştür. Adete uygun olarak, Rasulullah’ın burada örfi bir seferiliğe işaret ettiği kabul edilmiştir. Bu noktada İbn Nüceym’in Bahru’r-raik isimli eserinde konuya getirdiği açıklama meseleyi net bir şekilde ortaya koymaktadır. Gündüz vaktinden gece vaktine kadar yolculuk yapılması gereklimidir? sorusuna cevap ararken, gündüzün ekser vaktinde yolculuk yapmanın seferi olmak için yeterli olacağını ifade ettikten sonra, sebebini şöyle açıklamaktadır: “Çünkü yolcunun kendinin ve hayvanın dinlenmesi için durup mola vermesi gerekmektedir. Bir sabahtan diğer bir sabaha yolculuk yapması şart koşulamaz. Çünkü insan buna güç yetiremez. Hayvanda bu şekil yolculuğa dayanamaz. Bu sebeple mola müddetleri de zaruret sebebiyle yolculuk müddetinden sayılmıştır.” Bu ifadelerden hadisten anlaşılan mananın, mestler üzerine mesh yapma müddeti gibi seferilik müddetinin de 72 saat olduğudur. Aslında bir insanın yolcu sayılabilmesi için hiç durmadan 72 saat yol alması gerekmektedir. Fakat, buna ne yolcu ne de taşıt olan hayvan o günün şartlarında dayanamazdı. Bu sıkıntı karşısında “zaruret” prensibi işletilerek, yolcunun ve hayvanın meşakkat çekmesi önlenmiştir. İstirahat vakitlerinde her ne kadar yolculuğa devam edilmese de bu vakit seferilik müddetine katılarak sanki mola vakitlerinde yolcular hala yolculuğa devam ediyormuş gibi kabul edilerek, hadisin ruhuna, ifade ettiği manaya göre hareket edilmiştir. Biz İbn Nüceym’in bu ifadelerinden, aslında gündüz verilen molalarda ve gecelerde bile yolculuğa devam edilmesi gerektiğinin hadisten anlaşıldığını görüyoruz. Alimler de hadisin zahir manasına itibar ederek bir kimsenin seferi olması için 72 saat durmadan seyahat etmesi gerektiğini ifade etmişler fakat bunun o gün mümkün olmaması sebebiyle bu sureyi zarureti de hesaplayarak insanlar için sıkıntı vermeyecek bir süreye, ortalama 18-22 saate indirmişlerdir. Bu durumda teknoloji çağında bu zaruret yeniden değerlendirilmeli, yolcuların ve motorlu ulaşım araçlarının 72 saat yolculuğa ne kadar dayanabileceğinin hesaplanması gerekmektedir. Öyleyse, önümüzde iki seçenek bulunmaktadır: Ya Hanefilerin klasik, dönemsel anlayışı ile hadisi anlamaya devam edeceğiz ya da, hadisin zahirine göre hükmederek 3 gün 3 gece boyunca, aralardaki istirahatların çıkarılması ile birlikte yeni bir hüküm ortaya koyacağız.
Klasik dönem eserlerinin, yukarıda ifade ettiğimiz seferilik zamanı ile ilgili tespitleri bulundukları dönemle ilgilidir. Bu sebeple 18 saat yolculuklar veya gündüzün yarısına kadar 3 gün boyunca yapılacak yolculuklar ve bu zaman dilimlerinde kat edilecek mesafeler yüzyıllar boyunca seferilikte belirleyici olmuştur. Bugün hadisi şeriflerde ifade edilen “3 gün 3 gece” kaydı, 21.yüzyıl insanı için daha farklı bir anlam ifade etmektedir. 3 gün 3 gecenin tekabül ettiği zaman, 72 saattir. Bugünün ulaşım vasıtaları 72 saat boyunca yol aldıkları mesafe üzerinden değerlendirilmelidir. 72 saatlik bir yolculukta, dinlenme vakitleri, zamanın yolculuk alışkanlıkları dikkate alınarak yeni bir seferilik mesafesinin hesaplanması gerekmektedir. Belki, bu noktada karayollarında seferiliği hesaplamak için, bir zamanlar karayoluyla yapılan hac yolculukları dikkate alınabilir. Bu konuda, fıkıh kitaplarında geçen velilerin kerameti ile, çok kısa bir zamanda seferilik mesafesini kat etmesi halinde seferi olacaklarını ifade eden fetvaların, karşı delil olarak zikredilmesi de uygun değildir. Kaldı ki, ehli kerametin böyle bir durumda kasretmemesini söyleyenlerde vardır. 3 günlük mesafeyi, hızlı araçların kısa zamanda kat etmeleri neticesinde seferi olmaları, mutad olarak 3 günde gidilecek yolu kat ediyor olmalarındandır. Zira, Hanefi mezhebinde seferilik ölçütü, mutad bir seyir ile 3 gün 3 gecede kat edilecek mesafedir. Bu mesafenin genel kabule göre, yavaş veya hızlı kat edilmesi önem arz etmemektedir. Önemli olan, bu mesafenin kat edilmesidir. Mesela, düz bir yolda en çok kullanılan ulaşım vasıtalarının 3 gün 3 gecede alacakları mesafeyi daha hızlı bir aracın 2 günde kat etmesi seferi olması için yeterlidir. Bu, mezhebteki karşı çıkılan bir mesafe taktiri değildir. Mesafe taktiri, bütün yollar için, sabit bir km belirlemektir. Bu ise, Hanefi mezhebinin muteber eserlerince doğru bulunmamaktadır.
DENİZLERDE SEFERİLİK:
Fıkıh kitapları dikkatlice incelenirse, denizde seferilik ölçüleri değişmekte, karadan farklı ölçütler zikredilmektedir. Mutedil bir rüzgar ile 3 gün 3 gecede gemi ile alınacak mesafe denizde seferilik için geçerli olacaktır. Rüzgar, ne çok fırtına gibi kuvvetli, ne de meltem rüzgarı gibi cılız olmadığı bir zamanda alınacak mesafe, denizde seferilik için itibar edilir.
Bu bilgiler, 90km ölçütünün karada bir zamanlar sadece düz bir yol için geçerli olduğunu bize göstermektedir. Denizde, bunun ölçü olmadığı açıkça ortaya çıkmaktadır. Zira, 90km veya 15 fersah kervanların hareketi esas alınarak tespit edilmiştir. Ama ülkemizde yaygın kanaat, “seferilik 90km mesafelik yol almaktır” şeklindedir. Ne gariptir ki, ilmihallerin bile bir kısmında zikrettiğimiz bu, kara, deniz ve hava ayrımı söz konusu edilmemektedir. Halbuki, Hanefi fıkıh kitapları açık bir şekilde, karada düz ve engebeli yoldaki seferiliği ayırdığı gibi, denizinde kara gibi olmadığını net bir şekilde ifade etmektedir.
Bu tespitin ardından bugün, deniz taşıtlarının artık rüzgar ile yol almadıklarını hemen ifade eldim. Buna göre, motor gücüyle hareket eden gemiler için bugün, seferilik ölçütü ne olmalıdır? Bu konu da bugün, fıkıh alimlerince tespit edilip toplumun kullanacağı, net, yeni kriterler ortaya konulmalıdır.

HAVA ULAŞIM VASITALARI İLE SEFERİLİK
Merhum Elmalı’nın görüşlerini değerlendirirken, 3. madde olarak zikrettiğimiz madde, konunun anlaşılmasında önemli bir fikir vermektedir. O, “uçak henüz umumi nakil vasıtalarından değildir” diyor ve buna rağmen, gemiler ile kıyas edilirse 3. bir alan olarak değerlendirilebileceğini ifade ediyor. Merhumun zamanında uçakların insan hayatında yaygın birer ulaşım aracı olmadığı bir hakikattir. Bugün ise, artık bırakın okyanuslar ötesinin tek ulaşım aracı olmasını, neredeyse bir ülkenin şehirler arası taşıma vasıtası olmak üzeredir. Artık, tamamen hava yolları yaygınlaşmış, hayatın olağan bir parçası olmuştur. Klasik Hanefi fıkıh kitaplarının tedvin edildiği dönemlerde, hava ulaşımı söz konusu olmadığı için bu konu kitaplarda işlenmemiştir. Velilerin keramet ile bir yerden bir yere gitmeleri de, olağanüstü olduğu için hava taşımacılığına kıyas edilemez. Elmalı’nın da işaret ettiği gibi, bu 3. ulaşım sahası; kara, deniz gibi kendi içinde ayrı kriterle değerlendirilmelidir. Karada otomobillerin ortalama hızı, denizde gemilerin çoğunlukla kullandıkları hız sınırları ve istirahat adetleri nasıl bugün değerlendirmeye alınması gerekiyorsa, uçaklarında bugün bu mantık ile değerlendirilmesi gerekmektedir.
Biliyoruz ki, bir yerden başka bir yere yolculuk için, kara, deniz veya hava yoluyla ulaşım mümkün olsa, kişinin seferi olup olmadığının tespiti, hangi yolu kullandığına bakılarak hesaplanır. Mesela, A şehrinden B şehrine gidecek bir kişi, uçak ile 5 saatte, otobüs ile 3gün 3 gecede, gemi ile 4 gün 4 gecede gidecek olsa, hangi vasıtayı kullandığına bakılarak seferi olup olmadığına bakılır. Bu Hidaye şerhlerinde açıkça ifade edilmektedir.
Kanaatimiz odur ki, bugün bütün ulaşım şekillerinde itibara alınması gereken, 3 gün 3 gece süresince kara, deniz ve hava yolculuklarının devam etmesidir. Bu zamandan istirahat vakitleri çıkarılarak bulunan mesafe, her bir ulaşım şeklinin seferilik ölçütü olmalıdır. Bu ölçüt hesaplanırken hız limitleri, dinlenme için verilen molalar hesaba katılmalıdır. Gecelerin artık istirahat için kullanılırken araçların konaklamadıkları yol almaya devam ettikleri de unutulmamalıdır. Bu, günümüz koşullarında belki uçak ile yolculuklarda seferiliği ortadan kaldıracaktır ama, nassların ruhuna uygun olan bizce budur. Unutulmamalıdır ki, seferilik bir ruhsattır, kolaylıktır. Bu ruhsatı bize veren nasslar ise, bu nassların bugün ne dediğini doğru anlamaya çalışmak, biz Müslümanların görevi olmalıdır. Bu meseleler dini komisyon ve şuralarca çok geniş olarak irdelenmeli ve hakikatler topluma ışık tutacak şekilde yeni eserlerde yer almalıdır.
Zaten, Hanefi mezhebinde seferde namazları kısaltmak ruhsatı iskattır. Namazları kısaltarak kılmak gerekir. Fakat, bir kişi seferi iken namazları kısaltmasa, Hanefi mezhebince mekruh işlemiş olur. Ama, namazı eksik kılmak ise, namazın kabul olmamasını gerektirecektir. Bu sebeple, bugün seferilik meselesinde şüphe olduğundan namazları tam kılmak en uygun olandır. Zira, seferi diye namazların iki rekat olarak kılınması sakıncalıdır. Çünkü, bizim anlayışımıza göre namazları seferi olarak kılanlar eksik kılmaktadırlar. İbadeti batıl etme şüphesinden, mekruh işleme şüphesi ihtiyata daha uygundur.
Son olarak, merhum Yazır’ın 4. madde olarak verdiğimiz görüşünü doğru bulmadığımızı ifade edelim. Çünkü O, yeni vasıtaların yanında eski ulaşım vasıtalarına da itibar etmenin dinin itibar ettiği tabii ölçüler olduğunu savunmuştur. Biz ise, başta da ifade ettiğimiz gibi, deve yürüyüşü nassa değil, örfe dayanmaktadır. Hadiste geçen “El-Müsafir” ifadesi yaygın olan kullanıma hamledilmelidir. Çünkü müsafir yolculuk yapan kişi için kullanılır. Bu durumda örfen yolcu ve yolculuk neye deniyorsa, hangi vasıtalarla yaygın olarak yapılıyorsa evvel emirde mutlak olarak kullanılan bu ifade, o manaya hamledilmelidir. Çünkü, mutlak olarak kullanılan ifadeler, genel geçer, yaygın olan kullanımlara hamledilmelidir. Gizli ve nadirattan olan manalara hamledilmemelidir. Bu sebeple, günümüz ulaşım araçları dışında, geçmiş zamanların ulaşım araçlarına göre şekillenmiş olan seferilik kriterlerinin, bugün asla bir hakikatin ifadesi olabileceğini düşünmüyoruz. Ama, şunu da kabul etmek gerekir ki, bugün hala bir toplum yolculuklarını develer veya lamalar ile yapıyorsa, mesela Himalaya dağlarında yaşayanlar gibi, bu kişilerin seferiliğini bu adetlerine göre düzenlemek gerekmektedir.

SONUÇ:
Bu yazının amacı; önemli olduğuna inandığımız bu konuya dikkat çekebilmek ve bilgilerimizin ilim çevrelerince tartışılmasını sağlamaktır. Görüşlerimizin, kesin, mutlak doğrular olduğunu iddia makamında asla değiliz. Bunlar, âcizane bilgilerimiz doğrultusunda yaptığımız tespitlerdir. Biliyor ve inanıyoruz ki, her şeyin en doğrusunu Allah bilir.

Toplumu dini noktada bilgilendirenlere bugün dünden daha fazla ihtiyaç duyuyoruz.
 

mavci

* ZİKİR * FİKİR * ŞÜKÜR *
Yönetici
Katılım
14 Eyl 2007
Mesajlar
33,120
Tepki puanı
8,195
Puanları
163
Yaş
53
Konum
Alanya
Esselamünaleykum...

Esselamünaleykum...

Allah CC. razı olsun değerli kardeşimiz...
Gerçekten önemli bir konu...
Fakat konu başlığı sanki kesin sonuç gibi yazılmış...
Onu düzelttim...
Hakkınızı helal edin...

Üstad Bediüzzaman seferilik konusunda ne der?


Seferilik konusu hayli ayrıntıları olan bir meseledir.
Bu konuda ulemanın tam bir ittifakı yoktur.
Üstad Şafii mezhebindendir.
Bu mezhepte seferde namazı kısa kılmak bir ruhsattır.
Yani isteyen iki kılar isteyen de dört kılar, bir problem yoktur.

Hanefi mezhebinde ise seferde namazı kasretmek efdaldir, normal kılmak tenzihen mekruhtur.
Ancak Hanefi mezhebinde hangi şartlarda seferilik tahakkuk ettiği hususunda ihtilaf vardır.
Bazı alimler doksan km.yi esas alırken bazıları en az on sekiz saatlik, bazıları da üç günlük mesafeyi vasat bir ulaşım aracıyla gitmeyi esas almaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada farklılıkların olması kaçınılmazdır.
Bunu problem etmeyip, bu içtihatların her birine saygı duymak en uygunudur kanaatindeyiz.
Zira böyle konularda hak taaddüt edebilir, her biri niyetine göre ecrini alır.


Üstad, Barla Lahikası'nda şöyle der:

"Sordukları mes'ele-i şer'iye ise; şimdiki mesleğimiz ve halimiz, o mes'elelerle meşgul olmaya müsaade etmiyor.
Yalnız bu kadar var ki:
Ruhsat-ı şer'iye olan kasr-ı namaz ve takdim te'hir, vesait-i nakliye bir kararda olmadığı için onlara bina edilmez.
Belki kaide-i şer'iye olan kasr-ı namaz, sabit olan mesafeye bina edilebilir.

Eğer denilse ki:
Tayyare ile ve şimendifer ile bir saatte giden zahmet çekmiyor ki, ruhsata müstehak olsun.

Elcevab:
Tayyare ve şimendiferde abdest alıp, vaktinde namazını kılmak, yayan serbest gidenlerden daha ziyade müşkilât bulunduğu için, ruhsata sebebiyet verir.

Her ne ise, şimdilik bu kadar yazılabildi. Bu mes'ele-i şer'iyeyi ülema-i İslâm halletmişler, bize ihtiyaç bırakmamışlar."
(Barla Lahikası.)
 

ulak25

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2009
Mesajlar
3
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
"Seferilik konusu hayli ayrıntıları olan bir meseledir.
Bu konuda ulemanın tam bir ittifakı yoktur.


Hanefi mezhebinde ise seferde namazı kasretmek efdaldir, normal kılmak tenzihen mekruhtur.
Ancak Hanefi mezhebinde hangi şartlarda seferilik tahakkuk ettiği hususunda ihtilaf vardır.
Bazı alimler doksan km.yi esas alırken bazıları en az on sekiz saatlik, bazıları da üç günlük mesafeyi vasat bir ulaşım aracıyla gitmeyi esas almaktadır.
Hal böyle olunca uygulamada farklılıkların olması kaçınılmazdır.
Bunu problem etmeyip, bu içtihatların her birine saygı duymak en uygunudur kanaatindeyiz.
Zira böyle konularda hak taaddüt edebilir, her biri niyetine göre ecrini alır."


hakkımız helal olsun lakin bazı şeyleri iyi incelemek gerekmektedir.hanefilere göre namazı seferde kasretmek ruhsatı iskattır bunu iyi araştırın derim.diğer bir husus hanefi mezhebinde seferilik mesafesinde ihtilaf yoktur.ittifak vardır.ama bu iyi anlaşılamamıştır.hak teaddüt eder ama fetva nasıl olacak? bir sorum var cevabınızı bekleyeceğim: "Kişi eşine sefere çıktığım gün boşsun dese hükmü hangi hakikate göre vereceğiz?Kadın nezaman boş sayılacak?
Hakikatler bazen göründüğü gibi değildir...
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt