Bire Bin Kazandıran Hazine: Teravih Namazı
Bir Ramazan akşamı cami imamının kapısını çalmış gençler.
— Hocam, demişler. Teravihe gelmek istiyoruz ama yatsıdan biraz sonra dünya kupası maçı var. Yetişebilir miyiz?
İmam gençleri kaçırmak istememiş.
— Tabiî ki yetişirsiniz çocuklar, ezan okununca camiye gelin, cevabını vermiş.
Yatsı ezanı okunmuş, gençler camiye koşmuş. İmam yatsıyı normal bir şekilde kıldırmış, ama sıra teravihe gelince bir koşturmaca başlamış. Öyle ki, gençler ikinci secdeden kalkarken yaşlılar birinciyi ancak yetiştiriyor. Herkes kan ter içinde kalmış.
Namaz biter bitmez, teravih kılmanın iç huzuruyla coşan gençler, “huşu içinde” maç izlemeye koşmuşlar. Cemaat dağılırken yaşlı bir amca imamın önünü kesmiş.
— Hocam, demiş. Ben bu namazdan bir şey anlamadım. O kadar hızlı kıldırdınız ki, secdede bir sübhane rabbiyel âlâ ancak diyebildim.
Genç imam gülmüş.
— Sen ona şükret amca. VAllâhi ben onu da diyemedim.
Tabiî teravihle ilgili bir fıkra bu. Belki de hiç yaşanmadı. Ancak bazı teravihlerde rükû ve secdede bir tesbihi ancak söyleyebiliyoruz. Cemaatin yoğun denetiminde olan bazı imamlar bıktırmamak için elinden geleni yapıyor.
“Amma yavaş kıldırdın hocam”, “Çok uzun okudun, neredeyse uyuyacaktım” gibi tepkiler imamları üzüyor. Zaten Ramazan’ın ilk günü tıklım tıklım olan camilerde cemaatin önce yarıya, sonra da üçte bire düşmesi “mesaj” olarak yetiyor.
Peki, teravihi cazip hale getirmenin yolu, giderek hızı arttırmak mı? Neredeyse hiçbir İslâm ülkesinde görülmeyen bir hızda kılınan teravih namazları, adeta bir akrobasiye veya 19 Mayıs hareketlerine dönüşüyor. Oysa teravih, en kuvvetli sünnetlerden. Peki, böyle mi kılıyordu Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.). Teravih zaten kelime olarak “istirahat ederek, rahat rahat kılınan namaz” demek. Öyle ki, sahabeler ve onları izleyenler, her rekâtta bir sayfa okuyarak Ramazan boyunca bir hatim yapıyorlarmış. Şimdi yanlışlıkla hatimle kıldırılan bir camiye girenler, iki rekât kıldıktan sonra çareyi kaçmakta buluyor.
Bir grup genç imamı namazdan sonra yargılıyorlar.
— Hocam, hani nasıl anlaşmıştık? İlk dört rekât iyiydik, ama birden yavaşladın.
Sol tarafa selam verirken müftüyü gören imam ne yapsın?
— Sormayın gençler, demiş. Radara yakalandık.
İyi ama tüm radarların üzerinde olan Rabbimizin kontrolünden uzak mı sandık kendimizi? Hani Onun “sem’i ve basar” sıfatları vardı? Her sözümüzü işitip, her anımızı görmüyor mu? Bütün yaptıklarımız, bütün ayrıntılarıyla melekler tarafından kameraya alınmıyor mu?
Belki de ülkemizin birçok şehrinde hızlı teravih kılınan camilere akın ediyor gençler. Hatta hızlı kılınan cami daha uzak olduğu için namazda geçen zamandan daha fazlasını yol yürüyerek kaybetseler bile.
Her Ramazan bir tartışma başlar.
— Teravih sekiz rekât mı, yirmi rekât mı?
Tartışmalar gazete köşelerinden televizyon ekranlarına kadar taşınır. Bana:
— Sekiz rekât kılsak olur mu hocam, diye sorduklarında hemen cevap veririm:
— Hiç kılmasan da olur. Ama kılarsan, çok iyi olur, muhteşem olur, sevabı ve fazileti muazzam olur.
— Hiç kılmasan da olur. Ama kılarsan, çok iyi olur, muhteşem olur, sevabı ve fazileti muazzam olur.
Yine imam olduğum zaman gençler sorar:
— Hocam, kaç rekâtta bir selâm vereceksiniz?
— Çok sevap alalım diye iki rekâtta bir selâm vereceğiz, derim.
— Dört rekâtta bir versek…
— Çok sevap alalım diye iki rekâtta bir selâm vereceğiz, derim.
— Dört rekâtta bir versek…
Niçin böyle istiyorlar? Çünkü iki selâmla bir salâvat kârları olacak! Bunun her biri yaklaşık on saniye sürse, beş kez tekrarlanacağı için 50 saniye daha erken bitecek namaz.
Oysa bir bilsek bunun faziletini… Öncelikle iki rekât kılmak daha faziletli, daha sevaplı. Selâmı iki tarafımızdaki hafaza meleklerine veriyoruz. Hatta bazı Allâh dostları, sağ tarafa verirken peygamberlere, sol tarafa verirken de evliyalara selâm verdiğini söylüyor.
Salâvat ise Efendimizin (s.a.v.) bize şefaat etmesine vesile olacak. Hem bizim için ömür boyu dua eden, mahşerde “Ümmetim” diye yalvaracak olan Güzeller Güzeline bu kadar nankör ve vefasız olmakla ne kazanacağız?
Ramazan’da işlediğimiz her iyiliğe, yaptığımız her ibadete bin kat sevap veriliyor. Cehennem kapıları kapanıp Cennet kapıları açılıyor ve şeytanlar zincire vuruluyor. Af ve mağfiretin coştuğu, günah hamalı olan biz ahir zaman Müslümanları için kârlı bir ticaret mevsimi ve adeta kurtuluşumuz için bir can simidi olan Ramazan’ın müstesna bir ibadeti olan teravihi yeniden keşfetmek ve tavizsiz olarak uygulamak zorundayız.
Zaten ümmet olarak birçok nafile namazın hakkını veremiyoruz. Hiç değilse her bir rekâtı bin rekât olarak yazılan teravihe sarılalım. Her gün yirmi bin rekât namaz kılmış gibi sevap almayı kim istemez? Hiç kılmayıp terk etmekle ya da kabul olmayacak derecede hızlı kılmakla Allâh’ın rızasını reddettiğimizin farkında mıyız? İhmal ettiğimiz her bir teravih, Cennetteki bahçemizi küçülten, köşklerimizi azaltan bir hatadır. Belki de Cehennemin yollarını tıkayacak güzelim rekâtları, heba ediyoruz, heder ediyoruz…
Teravih, haşir meydanında hesap görülürken terazimizin sevap kefesini ağırlaştıracak muhteşem bir ibadettir. Kim bilir, tam da sevaplarımız az geldiğinde, Cehennem korkusundan zangır zangır titrerken, kalbimiz heyecandan gümbür gümbür atarken, güzel gökçek, dırahşan çehreli bir yiğit gibi teravih namazımız gelecek, hafif gelen sevap kefesine kurulacak ve bir anda her şey tersine dönecektir.
Hiç kimsenin hiç kimseye bir katkısı olmadığı o dehşetli günde bize şefaat edecek, elimizden tutacak olan teravihe niçin dört elle sarılmıyoruz?