Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Bir Vesîle Ile “bir Vesîle”ye… (1 Kullanıcı)

hafize

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Tem 2006
Mesajlar
14,020
Tepki puanı
23
Puanları
36
Yaş
70
Konum
BURSA
Seni görme bahtiyarlığına erişenlerdenim. Görür görmez sevmiştim hem de. “Yavrularım”, “kuzularım” diyordun etrafında halkalanmış olan sevenlerine. Ne kadar içten, ne denli sıcak bir hitaptı bu… Hatta hitap ötesi bir şeydi. İçimizi ısıtan, yüreğimizi hoplatan, sarıp sarmalayan, sımsıkı tutan bir şey… Hâlâ kulaklarımda yankılanmaktadır. Seslendiğini duyar gibiyim. “Kuzularım nasılsınız? Ne haldesiniz?” Kalbim, özlem dolu; o ipeksi, lâtif, müşfik sesine. Biliyorum birçok kardeşim var bu özlemle, buruk bir yürekle, hasretini rüyalarına taşıyan.
Neredesin efendim? Seni çok özledim!
Bir vesîle ile gelmiştim huzuruna. Çocukça, çocuksu duygularla... Konuşmakta zorlanıyordun. Hasta olmana rağmen, ruhumu şekillendirecek öğütler vermek için gösterdiğin çabaya hayran kalmıştım. “Evladım!” diyordun, “Şikâyetçi değilim. ALLAH tan gelen bazı hastalıklar sebebiyle muzdaribim. Ancak sizlere bir ikramda bulunmadıkça rahat edemem. Asıl ızdırab o zaman başlar. Oturun, biraz olsun sohbet edelim…” Dinliyordum. Her şeyi anlayamıyordum belki. Ama anlamasam da dinliyordum. Hissedebiliyordum. Ben anlamasam bile kalbim anlıyordu. Ruhumu ferahlatan sözlerinle kendimden geçmiştim. Yüzündeki nur, gönül dünyamı aydınlatıyordu. Bakışların, kalbimin derinliklerine nüfûz ediyordu. Sözlerin, nefsimi uyutuyor, rûhuma inşirah veriyor, kalbimi parlatıyordu. Ben, az önce kapıdan giren ben değildim. Senin huzurunda değişmişti her şey. Hayatın anlamı, dünyanın alımlı figüranları, insanlığımın aldatan yanları...
Ne kadar latîf bir duruşun vardı. Gözlerim, sana bakarken hiç yorulmuyordu. Yüzündeki tebessüm, cemâl sıfatının tecellîsinin işâretiydi sanki. Bakışlarının, aksayan yanlarımı onardığına, küllenen kalbimi alevlendirdiğine, ihtirasa varan duygularımı körelttiğine şahit oldum. Her sözün gönül tellerimi okşuyor, ruhumun derinliklerine kazınıyordu. ALLAH (c.c.) derken sarsılıyordun. Sarsıyordun hem de. İlâhî bir neşe ile doluyordu kalbimiz. Korku ile ürperiyor, ümit ile serinliyorduk. ALLAH (c.c.)’ı tanımanın önemine işaret etmiştin. Ve şunları söylemiştin: “Sevmek, ‘Ben ALLAH ı seviyorum.’ demekle olmaz. Gerçekten ALLAH (c.c.)’ı sevmek için tanımak (ma’rifet) gerek… Tanıdıkça sevginiz artar, sevdikçe de ma’rifetiniz. Ama her şeyden önce istikamet sahibi olmalıyız. Dosdoğru yolda… Şeriat caddesinde yürümeliyiz. Kur’an ve sünnet çizgilerini takip etmeliyiz. Sakın kerâmet levhaları sizi aldatmasın. Önemli olan istikamettir. Ancak bu yol sizi ALLAH’a ulaştırır. Ma’rifet ancak bu güzergâhta elde edilebilir…”
Öyle çok istiyordum ki ALLAH (c.c.)’ı sevmeyi. Her şeyden çok O (c.c.)’nu sevmeyi. Bir tek O (c.c.)’na yönelmeyi. Hatta O (c.c.)’nun da beni sevmesini… Sendeki ALLAH (c.c.) sevgisi öylesine âşikârdı ki. “ALLAH!” deyişin bir âşığın sevgilisine hitabından daha yanıktı. Hasret kokuyordu. Aşk kokuyordu. Samimiyet kokuyordu. Ülfet kokuyordu. Hepsinden önemlisi ma’rifet kokuyordu. Dedin ki, “ALLAH (c.c.) onları sever, onlar da ALLAH (c.c.)’ı.” (Mâide, 5/54) “Ne güzel!” dedim kendi kendime. “Onlar” dan olmak ne güzel. Özendim. Gıpta ettim. İçimi çektim. Keşke, keşke ben de “Onlar”dan olabilseydim. Soramadım sana, kim bunlar diye. Ama sen cevabını ben sormadan vermiştin. “Onlar; ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken ALLAH(c.c.)’ı anarlar.” (Âl-i İmran, 3/191) Anmak! Ne derin mânâlar içeriyordu. Bunu en çok, sen, ALLAH’ın ismini andığında fark etmiştim. Bütün zerrelerin ilâhî şevk ile dile geliyor ve sen bir kez


ALLAH derken sanki milyonlarca kere O (c.c.)’nun ismi zikrediliyordu. Kâinat korosunun yek âhenk “ALLAH” demesi gibi. “Yerde ve gökte her ne varsa ALLAH’ı zikrettiği halde insanoğlu neden gaflet etmektedir?” diye sordun bize. Sorunun içinde cevabı da vardı. ALLAHı anmaktan gâfil olmayalım diyordun. Acaba O (c.c.) da bizi anar mı? “ALLAH!” desem, “ALLAH’ım!” desem… Ben bunları düşünürken sen bir âyet okuyordun. Âyetin meali şöyleydi: “Siz beni anın, zikredin ki ben de sizi katımda zikredeyim.” (Bakara, 2/152) Bu ne müthiş müjde idi.
iccon04.gif
katında bir kulun isminin anılması. Eğer benim ismim O Yüce Yaratıcı (c.c.)’nın katında anılırsa bu beni sevdiğine işarettir, diye düşündüm. O halde
iccon04.gif
(c.c.)’ı çokça anmalıydım. Ama nasıl? Gelişigüzel bir çaba ile bu mümkün müydü? “Hayır!” dedin Yunusca… “Bu yol uzundur menzili çoktur/ Geçidi yoktur derin sular var.” Bu derin sulardan geçebilmek için iyi bir rehbere, deneyimli bir kılavuza ihtiyaç vardır. Yine soramadım. Ama sen cevap verdin. Bu aşılması güç menzillerden de söz ettin. Bunların her biri birer muhabbet basamağıdır ki, birlikte yola çıktığın aşk ehli zevâtı sevmekten geçer. Hem nasıl sevmek… Kendi nefsine onları tercih edecek kadar sevmek. Seni sana unutturacak kadar güçlü bir muhabbetle sevmek. Bir adım ötede rehberin bekliyor. Mürşidin, yol göstericin, kılavuzun, vesîlen… Bu basamakta muhabbet daha da yoğun… Sevmek yetmiyor. O’na benzemeye çalışmalısın. Hatta onun rengine bürünmelisin. O’nun yaşadığı gibi yaşamaya, duygularını yakalamaya, Kur’ân ve Sünnet çizgisinde bıraktığı izleri tek tek takip etmeye çalışmalısın. İstikamette olduğu sürece hep onun işaretlerine yönelmelisin. Yanlış levhalara itibar etmemelisin. Bil ki kullukta temel düstur; “ALLAH (c.c.)’a isyanda mahlûka itaat yoktur.” (Müslim, İmâre, 39; Ebû Davûd, Cihad, 87) Keşke, demiştin. Keşke bunlar anlatıldığı kadar kolay olsaydı. “Kulluk zaten bir imtihan değil mi?” diye ekledin. Üslûbun ne kadar güzeldi. Müjdeler veriyor, ümitlendiriyor ve yeri geldiğinde korkutuyordun. Bu, usta bir eğiticinin tarzıydı. Bir kâmil mürşidin donanımlarıydı. İçimde fırtınalar kopmaya başladı. Bir sonraki adımı, gelecek menzili bekliyordum. Heyecanım artmış, kalbim biraz daha hızlı atmaya başlamıştı. Ben bunları düşünürken sen yine bir âyet okuyordun… “De ki; Eğer ALLAH(c.c.)’ı seviyorsanız bana tâbî olun ki ALLAH (c.c.) da sizi sevsin!” (Âl-i İmran, 3/31)
Kâinatın Efendisi Muhammed Mustafa sallallâhu aleyhi ve sellem’den bahsediyordun. “Yavrularım! Kuzularım! Bu menzillerin ALLAH (c.c.)’a açılan kapısı Rasûlullah (s.a.v.)’tır. O (s.a.v.)’nu sevmeden, O (s.a.v.)’nu hoşnut etmeden içeri giremezsiniz. Daha doğrusu Hz. Muhammed (s.a.v.)’e gerçek mânâda ümmet olmadan ALLAH (c.c.)’ı râzı edemezsiniz. Çünkü O (s.a.v.), bütün âlemlerin kendisi hürmetine yaratıldığı iki cihan güneşidir. Sevgililer sevgilisidir. Özelde bütün velîler, sâlihler, sâdıklar, âşıklar ve genelde bütün insanlık O’nun nûru ile aydınlanır. Bütün peygamberlerin peygamberi, nebîlerin serveri, insanlığın yegâne önderi, eşsiz modeli Muhammed Mustafâ (s.a.v)’dır…” Anladım. O (s.a.v.)’nu ne kadar övsek yetersiz kalıyor… O (s.a.v.)’nu ne kadar sevsek doyumsuz oluyor… Sahâbe’nin sevgisinden örnekler verdin. Sanki onlarla birlikte yaşamış, o muhabbeti kana kana içmiş gibi tasvir ettin. Öyle ki; Saadet Asrı’na gittim bir an. Rasûlullâh (s.a.v.)’ın muhabbet sofrasında oturan güzîde insanlarla birlikte oturdum sanki… ALLAH ım diyordum. Hiç bitmese bu zevk. Bu ilâhî neşe, bu ilâhî muhabbet hep benimle olsa. Kalbimde başka hiçbir şeye yer kalmasa… Bu sevgi ile yaşayıp, bu muhabbet ile sana kavuşsam… Ben bu duygularla dopdolu gözyaşları dökerken seninle göz göze geldiğimi fark ettim. Utandım. Başımı önüme eğdim. Daha fazla bakamadım. Daha doğrusu kendimde bakacak cesareti bulamadım. Kendimi nurdan bir heykelin karşısında hissettim. Bakışların bana çok şey anlatıyordu.
Meğerse bir vesîle ile “BİR VESÎLE”ye gelmişim. Bunu sonradan fark ettim. Öyle demiyor muydu yüce ALLAH (c.c.), “O (c.c.)’na ulaşmaya vesîleye arayın.” (Mâide, 5/35) İşte tutundum himmet eteğine… Tut elimden kaldır beni…

MUSTAFA DEMIRCI

 

RECEB-I KAMER

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Nis 2007
Mesajlar
3,771
Tepki puanı
77
Puanları
48
Yaş
39
Konum
vakt-i seher
Sevmek yetmiyor. O’na benzemeye çalışmalısın. Hatta onun rengine bürünmelisin. O’nun yaşadığı gibi yaşamaya, duygularını yakalamaya, Kur’ân ve Sünnet çizgisinde bıraktığı izleri tek tek takip etmeye çalışmalısın.
selamun aleyküm hafize annemiz elinize,emeğinize sağlık olsun inşAllah..gerçekten çok güzel bir paylaşımdı..Allah'(c.c.)seviyoruz diyorsak eğer bu sadece dilde kalmamalı muhakkak..bu sözümüzü davranışlarımızla,hal ve hareketimizle de tasdik etmemiz gerekiyor elbette..dünyevi muhabbetlerde dahi böyle değilmi bu..seni seviyorum diyorsun ama karşı taraf illaki somut birşeyler istiyor ''İSPATLA'' o zaman diyor..tıpkı bunun gibi Rabbimiz seviyoruz diyoruz ama iş O'nun rızası dairesinde birşeyler yapmya gelince birçoğumuz sınıfta kalmıyormuyuz..her anımızın bu ''İSPAT''ile dolu olması gerekmezmi?sevdiğimizi,ne kadar çok sevdiğimizi İSPATlamamız gerekmez mi?dilde değil özde seversek,sevebilirsek sevgimiz birşeyler ifade eder..bu yüzden bizi bizden daha iyi bilen,bizi biz yokken bilen ve de biz yok olduktan sonra da bilecek olan Rabbimizi ne kadar sevebildiğimizi oturup bi düşünmeliyiz,''İSPAT''edebilmeliyiz..herbir eser kendi lisan-ı haliyle ALLAH derken,O'nun esma ve sıfatlarını sergilerken bizler ne yapıyoruz yahutta ne yapabiliriz şöyle bi düşünmemiz gerek..paylaşımınız bu hisleri uyandırdı bende ve şöyle bi düşünmeye başladım..Rabbimiz siz değerli insanlardan ebeden daimen razı olsun inşAllah..her daim ALLAH'ı(c.c.)sevebilme,zikredebilme duası ile..Rabbime emanet olunuz annem,selamun aleyküm
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt