Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Bir rüya ile başladı her şey… (1 Kullanıcı)

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,591
Tepki puanı
957
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Bir rüya ile başladı her şey…


image.axd


Bizi buldum ki içinde yazmak istedim. Okudukça kaybolduğum, Seni ve Beni sonra da BİZ’i buldum…

Değil mi ki her aşk başlıbaşına bir destan. Ama olamamış hepsi Leyla-Mecnun, Aslı-Kerem, Şirin-Ferhat kadar dillere destan bir de Yusuf ile Züleyha var ki hepsinden ayrı, başka bambaşka.

Okudukça Yusuf ile Züleyha’yı seni, beni ve bizi buldum.

Sonra dedim bende yazacağım. Yusuf ile Züleyha değiliz ama yazmaya çalışacağım ve aldım elime kalemi haydi Bismillah…

Yazmak, yazmayı istemek kadar kolay olsaydı,

Gönüldekini dile getirmek yazmak kadar kolay olsaydı,

Susmazdı kalemler, sûkut etmezdi aşıklar…

Yusuf ki bir Nebi, Züleyha ki Kur’an-ı Azim de geçmekte ismi. Değil ki aynı hikaye de bahsetmek yanlarına yaklaşmak, yakıştırmak olmayacakmış gibi görünse de onlarda insan, bizde…

Diğer aşk destanlarından farkı Yusuf ile Züleyha’nın imtihanları daha ağır. Kolay değil ALLAH’a Nebi, Kitabın da hitap almak.

Sen ki sevgili görmediğim Yusuf’un güzelliğini hayal etmeye çalışırken, gönlümün Yusuf’usun benim

Ben ki kendimi beğenmezken Züleyha gibi, senin gönlüğün Züleyha’sıyım…

Gelmeden önce bana, düşmeden daha gönlüme kuyulara düşmüşsün, bakıldığında dibi görünmeyen, soğuk, karanlık, gece kadar ve zulüm kadar…

Rabbimden bir lütufla önce kervan olmuşum sana, kuyudan çıkabilmen için atılan bir ip. Ve benim için söylemesi zor olsa da kervancının işi benim ayıbım satmışım seni yalanlarla!…

Sonra sarayda Züleyha olmuşum sana…

Aşk düşmeden daha gönüllerimize, yaralarını sarıp sarmalamayı kendime borç bildim. Kendisine hediye edilen kölesine Züleyha’nın hizmeti gibi. Ama kölem değilsin sen.

Bu hikayede, kişilere ve vasıflara bakmadan bizim bulduğum, kaybolduğum yerleri dökmeye çalışıyorum satırlara.

Sardıkça yaralarını, merhem olmaya çalıştıkça sana ve sonunda yaraların iyileşmese de daha kabuk bağlamaya yüz tuttuğu sırada aşk düşmüş gönüllerimize…

Bir gece yine tazelerken yaralarının merhemini açılı verdi gönül perdeleri. Korktum ilkin hiç korkmadığım kadar yanlış yaparsam diye ama kalbimden kalbine bir el uzanmıştı bile bilmem kabul görürmüydü… ve aşk düştüğü yerden yani gönüllerimizden kelimelere döküldü. Utangaç ve bir o kadar cesaretli, sessiz ama çoşkuyla..

Yüreklerimiz tavafa başladı birbiri etrafında, pervanenin ışığa olan aşkı gibi..

Bir milim yaklaşsa yanacak! Aşkı için yandı pervane

Biz ise yaklaştıkça kaybolduk birbirimizde. Yandık, yandık için için vuslatın hasretiyle…

Sonra imtihanlar, çileli, tuzaklı yollar, dar ve soğuk koridorlar dikildi önümüze, birbirimize yangın, bakmadan yollara, yürüdük yürüdük…

Sen kuyu karanlığından yeni çıkmıştın ama halen aklının bir köşesinde, yüreğinin en derinlerinde duruyordu daha..

Başlayan aşk yokuşunda sen daha temkinli ve daha dikkatli bende ki ten’den ötesini görerek bakmadan yola, takılmadan ilerledin..

Ben ise hiç bilmedim kuyu nedir, karanlık nasıl olur. Sarkıtılırken seni kurtarmak için sadece o an o kadar tanık oldum, ürperdim. Yaşamadan hissettim yaralarını sararken ama bilemedim, bilemedim…

Nefsimin arzularına, şeytanın hilelerine kandım yollarda kaldım. Utandım senden, korktum “Sen mi?!” demenden. Yırtıldı eteklerim, battım boynuma kadar batağa, çıkarım dedim ben buradan çıkarım nasılsa!

Çıkarım dedikçe daha da battım kendime güvendikçe gözünden düştüm, gönlüne takılı kaldım. Takılı kaldığım yerden kanattım seni, yırttım aldım, Yusuf’un gömleğini yırtan Züleyha gibi. Özenle sevgiyle sarıp sarmaladığım yara kabuklarını kaldırdım, kendimi kaybettim senden oldum, yıktım seni…

Ve Zindan!

Sana zindan, bana zindan oldu hayat kendi ellerimle attım ikimizi de zindanlara…

Kelimelere getirirken ayıbımı, utancımı, düğümleniyor boğazım, titriyor ellerim, yüreğim…

Kabus olmalıydı bu öyle dedin…

En güvendiğin yerden beklemediğin bir şekilde yediğin vurgunlarla bir kere daha yıkıldın ve “Yine mi?!” dedin yine mi.. bu kelime ölümden de öteydi bana!

Başladı zindan hayatı!

Değimliydi ki dünya hayatı zaten zindan müslümana…

Ama dünya değil bu sefer biz olduk birbirimize zindan, karanlıklarımıza hapsettik birbirimizi…

Ve…

Muhasebeler başladı.. Nasıllar, Nedenler… hiç bitmeyen bir iç muhasebesi…

Tövbeleri getirdi arkasından yapılan hatalara, günahlara

Hem de nasıl bir tövbe Afûv olan Rabbe sonsuz bir güven ve bir daha asla yapmayacağına yaradana söz veriş…

Öyle bir tövbe ki yer gök inledi adeta…

Kalp çatladı akıttı tüm zehri…

Bilinmez elbet affedilenlerden olabildik mi ama Rabbim ki affedicidir affı sever…

Zindanı yaşayandan başkası bilmez, anlamaz.. anlattıkça yeniden yaşanır sanki, en derinlerde hissedilir.. İçten içten kanarda dışarıya sızmaz hiç..

Ne kağıt yeter ne de mürekkep zindanı, yaşananları, yaşatılanları anlatmaya…

Zindanı anlatmaya ne hacet bir yazan bilir birde okuyan neler yaşadığını..

Susmak her şeyi en güzel dile getirendir de aslında…

Bir Dönüş…

Umudun bittiği, zindanı hayat tarzı edinmeye başlamışken, seni içimde en derinlerimde yaşıyorken ve unutulmuş olmanın acı şerbetini yudumluyorken…

Sesin ilişti artık tüm ışıkların söndüğü karanlıklara gark olduğum bir anda..

Dedin ki merak ettim seni! Hala unutmadın mı beni!

Unutmak ve sen aynı cümlede nasıl yer alırdı ki… Yüreğin yandı. Öyle yandı ki ince, zayıf bir sesle hayır! Diyebildim önce, sadece..

Sonra bendeki, kalbimdeki seni açtım gözlerinin önüne serdim bırakıp gittiğinden sonrasını, kalanları, yıkıntıları, hala ilk günkü gibi olan aşkımı…

Ama sen sadece uğramış gibiydin öylesine…

Geçerken yolu düşen bir yolcu gibi, kapıyı tıklatıp gidecekmiş edasıyla…

Unut dedin bana da kendine yeni bir yol çiz beni unut!

Dayanamadın buna, dayanamazdım. Yanıyorken sana, bu tavrına, böylece gelip yerleşmene dayanamazdım.

Olmaz dedim! Olmaz! Böyle yaşanmaz! Eğer böyle geleceksen hiç gelme var git yoluna bende yaşayayım yine seni sensiz… Ve sen, tüm diyemediklerinle, demek isteyip de söyleyemediklerine çekildin yoldan…

Ben sadece arkandan bakabildim sessizce…

Sessizliğe inat içimde kopan fırtınalarla…

Elimi koydum yüreğime umut besleme artık dedim böyle yaşayacaksın bundan sonra tüm yaptıklarınla, yaşattıklarınla sen bunu hak ettin…

Çok geçmemişti ki üstünden bir defa daha geldin…

Uzun zamandır duymadığım sesinle yüreğime bahar oldun…

Bir an dediklerine değil sadece sesine verdim kendimi, çok özlemiştim…

Bu defa ise zindanlarıma, karanlıklarıma bir kat daha zindan oldun…

Sen söyle dedin, sen bitir “Bitti” de gideyim Bitti de içim rahatlasın Bitti de seni daha rahat unutayım, geceleri kabusum olma, hayatıma zindan olma sen bitti de rahat edeyim…

Dedim ki kendi kendime hala sende takılı kalan bir parçası kalmış ver istediğini çünkü o senden çoktan geçmiş ve içimden parçalar kopa kopa, yana yana sana BİTTİ dedim tamam bitti artık sen yoluna ben yoluma…

Ben zaten yolumu çizmiştim ki sensiz seni yaşayarak ahiretteki vuslatı beklemek…

Bundan sonra da öyle olacaktı…

Herkese göre koşarak geçen zamanın, bana anı bir asırmış gibi geliyordu, ağır ağır yanıyordum içten içten, geçmek bilmeyen zaman, gelmek bilmeyen ölüm…

Yusuf’un zindandayken, zindandan çıkan bir şerbetçiye beni efendinin yanında an deyipde eman’ı kuldan beklemesiyle 7 yıl daha uzayan zindan hayatı bizde bir ömür boyu gibi görünüyordu artık…

Zamanı geldi, Yusuf zindandan çıktı mısır azizi oldu…

Yedi yıl bolluk, yedi yıl kıtlık ve arkasından her şey yine ALLAH’ın (insanların farkında olmadığı) nimetlerinin yeniden normale dönmesiyle devam etti hayatları…

Benimse zindanım bir ömür artık derken, buna kendimi alıştırmaya çalışırken…

İşte bu sefer döndün, hem de nasıl bir dönüşle!

Tüm gelişlerinde demek isteyip de diyemediğin, söylemek isteyip de söyleyemediklerinle, bana biriktirdiğin tüm sözlerinle, tüm söyleyeceklerini dile getirerek geldin…

Susuzluktan çatlayan toprak nasıl suya gark olursa birden alamaz hemen suyu içine sonra hemen tüm suyu bağrına basar ya…

Artık bitti derken, suyun kaynağı kurudu derken, çağladın yeniden aktın bana…

Karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini…

Mısır halkının çektiği yedi yıllık kıtlıktan sonra güneşe ve nile kavuşması gibi…

Züleyha’nın Yusuf’a, Yusuf’un Züleyha’ya kavuşması gibi…

Bende tüm içimde kalanları, her gelişinde boğazıma düğümlenenleri, senin için içimde biriktirdiklerimi döktüm sana, sonuna kadar açtım yüreğimi…

Ve artık zindan bitmişti…

Evet, hiç bitmeyecek bundan sonra böyle yaşayacağım derken zindan bitmiş, sonbahardan sonra beklenen kış yerini ilkbahara bırakmıştı ve yeniden filiz verdi toprak, ağaçlar, kuşlar yeniden ötmeye başladı…

Züleyha Yusuf’un kalbine düşünce, Yusuf Züleyha’yı bulunca ve Züleyha’ya güzelliği, tenden geçip ötelerdeki Züleyha’yı, içindeki Züleyha’yı gördüğünde verilince artık anlatılacak bir hikayede kalmamıştı pek, herkes muradına ermiş, aşık maşukuna kavuşmuştu. Onca karanlıklar ve çilelerden sonra gün, Nebi Yusuf’un ve Züleyha’nın üzerine hiç batmamak üzere doğmuştu…

Değimliydi ki her gece gündüze, her karanlık aydınlığa gebedir. Çekilen her çilenin ardından büyük mükafatlar gelecektir…

Ben yine düşünce sana ve sen yeniden gelince bu fakire… Cemre düştü gönüllerimize ve bahar ebede kadar inşALLAH…

Üzerimize düşense bundan sonra, baş koyduğumuz yolda, sırtlandığımız dava da ayaklarımızı sabit kılmak sırat-ı mûstakim de… Bizi birbirimize sevdirenin yardımı ile…

Üzerimize yeniden doğan güneşi küstürmeden,

Açan filizleri soldurmadan,

Her an büyüyen, büyüdükçe bizi bir yapanı kaybetmeden,

Dünya vuslatını sabırla beklemek düşüyor üzerimize…

Sabır ki peygamber vasfı, sabır ki miraca müjde, sabır ki bahara gebe…

Bilmem ki neden kalemi aldım elime, neden sayfalarca döktüm mürekkebi bilmem neden ama içinde okudukça bizi bulduğum bir Nebi’nin aşk hikayesi coşturdu gönlümü…

Dillere destan, Kur’an’a kıssa olmuş bir hayat hikayesinin bir parçası gibi hissetmekti beklide kalemi dile getiren…

Yaşanmamış şeyleri yaşamışçasına veya yaşayacakmışçasına bir kulun yazması masaldan öteye geçmez. Kader ne zaman kazaya dönüşür bu hikaye de o zaman harf harf işlenir, kendince bir destan olur…

Alıntı.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt