Gündelik hayatın hay huyu arasında, ölümüne bir koşuşturmacanın köşeye sıkıştırdığı insanlığımız, bir şey olur, birden dini ve diyaneti hatırlar: Bir süre işler aksar, eşya gözümüzde kıymet yitirir, zaman durur gibi olur. Bu kadar iş ve üretim, bunca eylem ve proje sanki anlamını kaybediyordur. İnsanoğlu kendine sormadan edemez: Böyle nereye? Böy-le ne-re-ye?
Sonra, yani bunun üzerine diyelim ki bir vakit namaz kılınmışsa, bir iki dua bir yerlerden hatırlanıp mırıldanılmışsa, bunlardan sonra, gelen bir telefon ya da sıradaki randevu veya içeri dalıveren bir müşteri bizi yeniden kanla ve hırsla doldurmaya yeter. Bekleyen işlerin, yoğun bir gündemin dalgası bizi alır ve kıyıdan uzağa, daha önce boğulmayı bekleyerek uyuyor olduğumuz yere koyuverir. Duayı ya da zikri hatırlamak için, vicdanın bir sonraki ve artık giderek daha da zor olacak olan uyanışını beklemek gerekecektir.
Buna mukabil, bir başka hayat daha vardır. Biz buna hakiki hayat diyelim: Gündelik hayatın içinde, onun derininde akıp giden. İçinde mümin kalbin çarptığı, belki çırpındığı, her ânının yudumlanarak alındığı bir hayat. Bu hayat içinde mümin, gelen ve geçen ânların, önüne çıkan ve yaşanan olayların tamamına yüksek seviyede uyanmış bir şuurla tanıklık etmektedir. Bütün bu yaşananlar onun sabırla ya da şükürle, celalle veya cemalle, bast ile ya da kabz ile Cenab-ı Hakkı anmasını hazırlayan vesilelerdir. Bu hayatı yaşayan mümin canlıdır -hatta bedenen ölür yine canlı kalır; uyanıktır- hatta uyurken bile kalbi ve şuuru melekuta uruc eder. Bu hayat içinde ayrıca bir dini yaşantı diye bir şey yoktur, çünkü bu hayat dini yaşantıdan anlaşılan şeyin ta kendisidir. Bu hayat içinde ahiret ve ölüm, Allah-u Teala ve Nebi aleyhisselam, arada bir, bir vesileyle anılan şeyler değildir, çünkü bu hayat zaten sadece bunları anmaktan ibarettir. Bu hayata doğmamış olanlar aslında kaybolmuş kimselerdir: Dünyada, geçici ilgilerde, sonu gelmeyen arzularda kaybolup gitmişlerdir.
Ramazan bize bu hakiki hayattan haber veriyor. Sahur, sabah namazı, bu ibadetler yüzünden sabah kalkmakta zorlanmanın hazzı, oruç, mukabele, iftar, teravih, salavat, sadaka, ikram, ziyaret... Dinle dirilen bir hayattan haber veriyor Ramazan. Ramazanda bu ibadetler birbiri ardından yaşanır, biri biterken diğerine sıra gelir. İbadetle dolu bir gündemimiz oluşur. Bu gündem, müminin hakiki ve aslında olması gereken gündemidir. Bu gündem bize bütün aylarımızın Ramazan, bütün gecelerimizin Kadir olması fikrini, ihtimalini aşılar. Ramazanda işe ve aşa ayırdığımız vakit, iş ve aş meşguliyetimizin hayatımızda tuttuğu yeri gözden geçirmemizi temin eder.
Ramazan pusulamızdır. Kayıp ülkemiz için, senede bir ay, bakışlarımızı mıhlayıp hasretle ona bakarız.
Sonra, yani bunun üzerine diyelim ki bir vakit namaz kılınmışsa, bir iki dua bir yerlerden hatırlanıp mırıldanılmışsa, bunlardan sonra, gelen bir telefon ya da sıradaki randevu veya içeri dalıveren bir müşteri bizi yeniden kanla ve hırsla doldurmaya yeter. Bekleyen işlerin, yoğun bir gündemin dalgası bizi alır ve kıyıdan uzağa, daha önce boğulmayı bekleyerek uyuyor olduğumuz yere koyuverir. Duayı ya da zikri hatırlamak için, vicdanın bir sonraki ve artık giderek daha da zor olacak olan uyanışını beklemek gerekecektir.
Buna mukabil, bir başka hayat daha vardır. Biz buna hakiki hayat diyelim: Gündelik hayatın içinde, onun derininde akıp giden. İçinde mümin kalbin çarptığı, belki çırpındığı, her ânının yudumlanarak alındığı bir hayat. Bu hayat içinde mümin, gelen ve geçen ânların, önüne çıkan ve yaşanan olayların tamamına yüksek seviyede uyanmış bir şuurla tanıklık etmektedir. Bütün bu yaşananlar onun sabırla ya da şükürle, celalle veya cemalle, bast ile ya da kabz ile Cenab-ı Hakkı anmasını hazırlayan vesilelerdir. Bu hayatı yaşayan mümin canlıdır -hatta bedenen ölür yine canlı kalır; uyanıktır- hatta uyurken bile kalbi ve şuuru melekuta uruc eder. Bu hayat içinde ayrıca bir dini yaşantı diye bir şey yoktur, çünkü bu hayat dini yaşantıdan anlaşılan şeyin ta kendisidir. Bu hayat içinde ahiret ve ölüm, Allah-u Teala ve Nebi aleyhisselam, arada bir, bir vesileyle anılan şeyler değildir, çünkü bu hayat zaten sadece bunları anmaktan ibarettir. Bu hayata doğmamış olanlar aslında kaybolmuş kimselerdir: Dünyada, geçici ilgilerde, sonu gelmeyen arzularda kaybolup gitmişlerdir.
Ramazan bize bu hakiki hayattan haber veriyor. Sahur, sabah namazı, bu ibadetler yüzünden sabah kalkmakta zorlanmanın hazzı, oruç, mukabele, iftar, teravih, salavat, sadaka, ikram, ziyaret... Dinle dirilen bir hayattan haber veriyor Ramazan. Ramazanda bu ibadetler birbiri ardından yaşanır, biri biterken diğerine sıra gelir. İbadetle dolu bir gündemimiz oluşur. Bu gündem, müminin hakiki ve aslında olması gereken gündemidir. Bu gündem bize bütün aylarımızın Ramazan, bütün gecelerimizin Kadir olması fikrini, ihtimalini aşılar. Ramazanda işe ve aşa ayırdığımız vakit, iş ve aş meşguliyetimizin hayatımızda tuttuğu yeri gözden geçirmemizi temin eder.
Ramazan pusulamızdır. Kayıp ülkemiz için, senede bir ay, bakışlarımızı mıhlayıp hasretle ona bakarız.