Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Bir öğren, bin düşün (1 Kullanıcı)

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
SİZCE âlim kimdir ve insanların ne kadarı ilim sahibidir? Bilmenin yolu nedir? Yüzlerce ve binlerce kitabı okumak yoluyla edindiğimiz bilgiler, ‘asıl gerçekleri’ bilmemize yeter mi? İnsanlığa yön veren binlerce bilim adamı gerçekten de bilim adamı mı? Nerede hata yapıyoruz?

Bir araştırmaya göre, insanların yüzde 90’ı hiç kitap satın almıyormuş. Alanların yüzde 90’ı da kitaplarını okumaksızın kütüphanelerinin bir köşesine atıveriyorlarmış. Artık kaç kişinin okuduğunu siz tahmin edin. Peki acaba bunlardan kaçı, bir de öğrendiklerini sorgulama zahmetine katlanıyor?

Siz ve biz, okuyan şanslı azınlık arasındayız. Ama biz, kütüphanemizde kimbilir kaç tane birkaç sayfası okunmuş veya sadece içindekiler bölümüne bakılmış kitap saklıyoruz.
Okuma konusunda yeterince azimli olmadığımız anlaşılıyor. Peki ama, bizi evrenin sırlarına ulaştıran, hayatta iz bırakıcı başarılara taşıyan tek önemli yol, tek başına bol bol okumak mıdır? Eğer öyleyse, binlerce kitap okumuş pek çok bilim adamının insanlığı sürüklediği bu sapmalar nereden kaynaklanıyor?

Biyolojinin her bir keşfiyle çürümeye devam eden evrim teorisini Charles Darwin hangi bilime dayanarak ileri sürmüştü? Sosyolog Auguste Comte, evrenin yaratıcısız bir mekanizma olduğunu hangi bilime kapılarak sanmıştı? Freud, tüm psikolojiyi yalnızca cinselliğe nasıl bağlayabilmişti? Bunlar gibi pek çok müthiş(!) bilim adamı, nasıl bu kadar cahil kalabilmişti?
Aslında bu hepimizin sorunu. Yarın sabah doğu ufkunda iki güneş görsek, korkudan patır patır bayılıp düşerdik. Ama her sabah bir güneş, her gece bir ay ve sayısız yıldız nedense bize heyecan vermez. Sonra, annelerin vücudunda yaratılan binlerce bebek her gün çığlıklarla dünyaya gözlerini açar. Bunlar sıradan gelir de, bir ağacın dalında bir bebeğin yaratıldığını görsek, nutkumuz kesilir. Neden?
Çünkü, biz gerçekleri öğrenmiyoruz. Gerçeklere bilim adamlarının giydirdikleri kalıpları öğreniyoruz. Gökte gördüğümüz, gerçek güneş değil, bilim adamlarının veya büyüklerimizin yorumladığı güneştir. Bu yüzden herşeyin arkasına gizlenmiş olağanüstü gerçekler bizden kaçıyorlar. Öğreniyoruz; ama düşünmüyoruz. Ezberliyoruz; ama anlamıyoruz. Bildiğimizi sanıyoruz; ama öğrendiklerimizi artırarak cehaletimizi besliyoruz. Zira yanlışı öğrenmek, cehaleti artırmaktır.

Einstein der ki, “İnsan, aklının sınırlarını zorlamadıkça hiçbir şeye ulaşamaz.” Aynı fikri Konfüçyus şu sözüyle destekler: “Düşünmeden öğrenmek, zaman kaybetmektir.” Biz düşünerek mi öğreniyoruz; düşünmeden mi? İlkokuldan üniversiteye uzanan çizgide okuduğumuz yüzlerce kitabın hangisi, bizi gerçekten düşünmeye ve sorgulamaya sevk ediyordu?
Düşünmeksizin öğrendiğimizde, bilgileri zihinlerine yığan, ama hiçbir şeyin aslını ve özünü kavrayamayan, ‘bilgili’ görüntüsündeki cahillere dönüşüyoruz. Sadece sınav için, diploma için veya daha iyisi, eğlenmek, zaman geçirmek veya bildiklerimizle büyüklenmek için öğreniyoruz. Bu yolla öğrendiklerimiz de, bize kalıcı heyecan ve mutluluk vermediği için, evrenin olağanüstü boyutlarına hayranlık duyamıyoruz. Öğrenme zevkini ve coşkusunu yitiriyoruz.

Dimmet der ki, “Sistemli düşünceyi alışkanlık hâline getirmedikçe, öğrenimin hiçbir kıymeti yoktur.” Bilgilerimiz düşünme sürecinde kullanacağımız işaret taşlarıdır. Onlar, sonsuz bilinmeyenlerin yüze çıkan zerrecik uçlarından ibarettir. Düşünerek keşfedeceklerimiz, okuyarak öğrendiklerimizden yüzlerce kat daha derin içerikler taşıyacaktır.
Okuyarak bildiğiyle yetinen, yediklerini kursağında bekleten kuşa benzeyecektir. Bilgi ancak düşünce yoluyla içselleştirilebilir. Öğrendikleri üzerinde düşünenler, yediklerini süte dönüştüren koyunlar gibi, nezih eserler üretmeye hazırlanıyorlar.

Gözleriniz üzerinde neden kaşlarınız var? Gözkapaklarınızın, kirpiklerinizin işi ne? Başka türlü olsaydı neler olurdu? Nasıl oluyor da bütün gözler birbirine hem benziyor, hem de her biri birbirinden farklı oluyor? Gören kimdir?
Okuyarak bulacağınız cevaplarla, düşünerek bulacağınız cevaplar arasında uçurumlar göreceksiniz. Keşfetmenin yolu, düşünmek ve sorgulamaktır. Düşünmek, bilgi labirentinde sürekli çıkış yolları aramaya benzer.

Düşünmek, insanın en büyük ibadetleri arasında yer alır. Peygamber (a.s.m.) düşüncenin önemini, “Bir saat düşünce, bir sene (nafile) ibadetten hayırlıdır” sözüyle vurguluyor. Düşünce insan zekasının en temel geliştiricisidir. Zekanın bir boyutunda daha çok bilgi, diğer boyutunda da, bilgiler arasında daha çok ilişki ve bağlantı yer alır. Bilgilerimiz arasında bağlantılar kurmanın ve geliştirmenin, diğer deyişle dahileşmenin tek yolu, kişisel tefekkürden ve sorgulamaktan geçiyor.

Şu halde, işte önerilerimiz:
Öncelikle, düşünceye dayanmayan, düşünceyle içselleştirilmeyen bilginin kolaylıkla kaybolacağını, pratik hayatta kullanılamayacağını, yeni keşiflere zemin hazırlayamayacağını kabul etmeliyiz.
İkinci kural: Bir bilgi öğrendiğimizde, onun üzerinde yüzlerce ve binlerce kez zihin egzersizi yapabilmeliyiz. Onu alabildiğince farklı açılardan ve farklı ilişkiler içerisinde görebilmeliyiz. Parolamız şu olmalıdır: “Bir öğren, bin düşün.”
Üçüncü kural: Sahiplenmeye karar verdiğimiz her yeni bilgiyi şu sorularla kuşatmalıyız: Niçin böyle? Bunu kim böyle yaptı? Hangi faydaları ve özellikleri içeriyor? Böyle olmasaydı ne olurdu veya başka türlü nasıl olabilirdi? Bu başka ne ile ilişkili? Bu hangi sistemin parçası?
Diğer kural: Bilgilerimizi yalnızca kitaplardan veya okullardan edinebileceğimiz saplantısından kurtulmalıyız. Hayatın her sahnesinde bir karatahta ve bizi eğiten bir öğretmen vardır. Sıradışı başarılara ulaşanların çoğunluğu, eğitimlerini ve başarılarını okullarından çok, tefekkürlerine borçludurlar. Kimse üniversitede okuyamadığına üzülmesin. Hayatımızın kendisi, doğarken kaydedildiğimiz en büyük üniversitedir. Biz, sonsuzluğa hazırlanıyoruz; diplomamızı öldüğümüz gün alacağız.

Delirircesine okumak çare değil. Kütüphaneleri sırtımızda taşısak ne çıkar. Öğrendiğimiz kadar âlim değiliz. Düşüncelerle yoğurduğumuz bilgilerimiz kadar bilgiliyiz.
Kısaca, zekanın ve dehanın bir boyutu okuyup öğrenmek, ama diğer boyutu bol bol düşünmektir. Yaratıcımızdan öncelikle, “Yaratan Rabbinin adıyla oku” emrini aldık. Zira okumadan ve öğrenmeden düşünemezdik. Ama bize okumayı bir kez emretmişse, düşünmeyi defalarca emretmiştir. Israrla şöyle sormuştur: “Düşünmez misiniz? Akıl etmez misiniz?”
M.BOZDAĞ
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
SİZCE âlim kimdir ve insanların ne kadarı ilim sahibidir? Bilmenin yolu nedir? Yüzlerce ve binlerce kitabı okumak yoluyla edindiğimiz bilgiler, ‘asıl gerçekleri’ bilmemize yeter mi? İnsanlığa yön veren binlerce bilim adamı gerçekten de bilim adamı mı? Nerede hata yapıyoruz?

Bir araştırmaya göre, insanların yüzde 90’ı hiç kitap satın almıyormuş. Alanların yüzde 90’ı da kitaplarını okumaksızın kütüphanelerinin bir köşesine atıveriyorlarmış. Artık kaç kişinin okuduğunu siz tahmin edin. Peki acaba bunlardan kaçı, bir de öğrendiklerini sorgulama zahmetine katlanıyor?

Siz ve biz, okuyan şanslı azınlık arasındayız. Ama biz, kütüphanemizde kimbilir kaç tane birkaç sayfası okunmuş veya sadece içindekiler bölümüne bakılmış kitap saklıyoruz.
Okuma konusunda yeterince azimli olmadığımız anlaşılıyor. Peki ama, bizi evrenin sırlarına ulaştıran, hayatta iz bırakıcı başarılara taşıyan tek önemli yol, tek başına bol bol okumak mıdır? Eğer öyleyse, binlerce kitap okumuş pek çok bilim adamının insanlığı sürüklediği bu sapmalar nereden kaynaklanıyor?

Biyolojinin her bir keşfiyle çürümeye devam eden evrim teorisini Charles Darwin hangi bilime dayanarak ileri sürmüştü? Sosyolog Auguste Comte, evrenin yaratıcısız bir mekanizma olduğunu hangi bilime kapılarak sanmıştı? Freud, tüm psikolojiyi yalnızca cinselliğe nasıl bağlayabilmişti? Bunlar gibi pek çok müthiş(!) bilim adamı, nasıl bu kadar cahil kalabilmişti?
Aslında bu hepimizin sorunu. Yarın sabah doğu ufkunda iki güneş görsek, korkudan patır patır bayılıp düşerdik. Ama her sabah bir güneş, her gece bir ay ve sayısız yıldız nedense bize heyecan vermez. Sonra, annelerin vücudunda yaratılan binlerce bebek her gün çığlıklarla dünyaya gözlerini açar. Bunlar sıradan gelir de, bir ağacın dalında bir bebeğin yaratıldığını görsek, nutkumuz kesilir. Neden?
Çünkü, biz gerçekleri öğrenmiyoruz. Gerçeklere bilim adamlarının giydirdikleri kalıpları öğreniyoruz. Gökte gördüğümüz, gerçek güneş değil, bilim adamlarının veya büyüklerimizin yorumladığı güneştir. Bu yüzden herşeyin arkasına gizlenmiş olağanüstü gerçekler bizden kaçıyorlar. Öğreniyoruz; ama düşünmüyoruz. Ezberliyoruz; ama anlamıyoruz. Bildiğimizi sanıyoruz; ama öğrendiklerimizi artırarak cehaletimizi besliyoruz. Zira yanlışı öğrenmek, cehaleti artırmaktır.

Einstein der ki, “İnsan, aklının sınırlarını zorlamadıkça hiçbir şeye ulaşamaz.” Aynı fikri Konfüçyus şu sözüyle destekler: “Düşünmeden öğrenmek, zaman kaybetmektir.” Biz düşünerek mi öğreniyoruz; düşünmeden mi? İlkokuldan üniversiteye uzanan çizgide okuduğumuz yüzlerce kitabın hangisi, bizi gerçekten düşünmeye ve sorgulamaya sevk ediyordu?
Düşünmeksizin öğrendiğimizde, bilgileri zihinlerine yığan, ama hiçbir şeyin aslını ve özünü kavrayamayan, ‘bilgili’ görüntüsündeki cahillere dönüşüyoruz. Sadece sınav için, diploma için veya daha iyisi, eğlenmek, zaman geçirmek veya bildiklerimizle büyüklenmek için öğreniyoruz. Bu yolla öğrendiklerimiz de, bize kalıcı heyecan ve mutluluk vermediği için, evrenin olağanüstü boyutlarına hayranlık duyamıyoruz. Öğrenme zevkini ve coşkusunu yitiriyoruz.

Dimmet der ki, “Sistemli düşünceyi alışkanlık hâline getirmedikçe, öğrenimin hiçbir kıymeti yoktur.” Bilgilerimiz düşünme sürecinde kullanacağımız işaret taşlarıdır. Onlar, sonsuz bilinmeyenlerin yüze çıkan zerrecik uçlarından ibarettir. Düşünerek keşfedeceklerimiz, okuyarak öğrendiklerimizden yüzlerce kat daha derin içerikler taşıyacaktır.
Okuyarak bildiğiyle yetinen, yediklerini kursağında bekleten kuşa benzeyecektir. Bilgi ancak düşünce yoluyla içselleştirilebilir. Öğrendikleri üzerinde düşünenler, yediklerini süte dönüştüren koyunlar gibi, nezih eserler üretmeye hazırlanıyorlar.

Gözleriniz üzerinde neden kaşlarınız var? Gözkapaklarınızın, kirpiklerinizin işi ne? Başka türlü olsaydı neler olurdu? Nasıl oluyor da bütün gözler birbirine hem benziyor, hem de her biri birbirinden farklı oluyor? Gören kimdir?
Okuyarak bulacağınız cevaplarla, düşünerek bulacağınız cevaplar arasında uçurumlar göreceksiniz. Keşfetmenin yolu, düşünmek ve sorgulamaktır. Düşünmek, bilgi labirentinde sürekli çıkış yolları aramaya benzer.

Düşünmek, insanın en büyük ibadetleri arasında yer alır. Peygamber (a.s.m.) düşüncenin önemini, “Bir saat düşünce, bir sene (nafile) ibadetten hayırlıdır” sözüyle vurguluyor. Düşünce insan zekasının en temel geliştiricisidir. Zekanın bir boyutunda daha çok bilgi, diğer boyutunda da, bilgiler arasında daha çok ilişki ve bağlantı yer alır. Bilgilerimiz arasında bağlantılar kurmanın ve geliştirmenin, diğer deyişle dahileşmenin tek yolu, kişisel tefekkürden ve sorgulamaktan geçiyor.

Şu halde, işte önerilerimiz:
Öncelikle, düşünceye dayanmayan, düşünceyle içselleştirilmeyen bilginin kolaylıkla kaybolacağını, pratik hayatta kullanılamayacağını, yeni keşiflere zemin hazırlayamayacağını kabul etmeliyiz.
İkinci kural: Bir bilgi öğrendiğimizde, onun üzerinde yüzlerce ve binlerce kez zihin egzersizi yapabilmeliyiz. Onu alabildiğince farklı açılardan ve farklı ilişkiler içerisinde görebilmeliyiz. Parolamız şu olmalıdır: “Bir öğren, bin düşün.”
Üçüncü kural: Sahiplenmeye karar verdiğimiz her yeni bilgiyi şu sorularla kuşatmalıyız: Niçin böyle? Bunu kim böyle yaptı? Hangi faydaları ve özellikleri içeriyor? Böyle olmasaydı ne olurdu veya başka türlü nasıl olabilirdi? Bu başka ne ile ilişkili? Bu hangi sistemin parçası?
Diğer kural: Bilgilerimizi yalnızca kitaplardan veya okullardan edinebileceğimiz saplantısından kurtulmalıyız. Hayatın her sahnesinde bir karatahta ve bizi eğiten bir öğretmen vardır. Sıradışı başarılara ulaşanların çoğunluğu, eğitimlerini ve başarılarını okullarından çok, tefekkürlerine borçludurlar. Kimse üniversitede okuyamadığına üzülmesin. Hayatımızın kendisi, doğarken kaydedildiğimiz en büyük üniversitedir. Biz, sonsuzluğa hazırlanıyoruz; diplomamızı öldüğümüz gün alacağız.

Delirircesine okumak çare değil. Kütüphaneleri sırtımızda taşısak ne çıkar. Öğrendiğimiz kadar âlim değiliz. Düşüncelerle yoğurduğumuz bilgilerimiz kadar bilgiliyiz.
Kısaca, zekanın ve dehanın bir boyutu okuyup öğrenmek, ama diğer boyutu bol bol düşünmektir. Yaratıcımızdan öncelikle, “Yaratan Rabbinin adıyla oku” emrini aldık. Zira okumadan ve öğrenmeden düşünemezdik. Ama bize okumayı bir kez emretmişse
, düşünmeyi defalarca emretmiştir. Israrla şöyle sormuştur: “Düşünmez misiniz? Akıl etmez misiniz?”
M.BOZDAĞ
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Allah’tan kork Ey oğul!

Allah’tan nasıl korkulması gerekiyorsa öyle kork. Ona kulluk görevini gereği gibi yap. Haram kıldığı şeylerden mümkün olduğu nisbette kaçın. Allah’ın saadete uzanan yolundan ayrılma. Hayatını düzene sokan emirlerini sakın ihmal etme ki, yaşayışın sıhhat bulsun, gözlerin aydın olsun.
Çünkü gizli ve kapalı hiçbir şey Allah’tan gizli ve kapalı değildir.
Babana itaat et

Ey oğul!
Senin hayatını renk katmak için güzel belgeler koydum. Onları korur ve dediklerime kulak verir, günlük yaşayışını ona uydurursan hükümdarların gözleri ve gönülleri sana karşı ilgiyle dolup taşacaktır.
O halde şu anda da, bundan sonra da babana itaat et.
Boş sözden uzak dur

Ey oğul!
Aklının hemen kabul etmeyeceği şeyi söyleme. Lüzumsuz lâftan, çok gülmekten, şaka ve alaya almaktan, din kardeşinle tartışmaktan sakın.
Böyle yapmak saygıdeğerliği götürür, kin ve düşmanlık kapılan açar.
Ağırbaşlı ol

Ey oğul!
Ağırbaşlı, terbiyeli, saygılı ve nezaketli olmaya çok dikkat et ve itina göster. Ancak böyle yaparken gurura kapılma. Sonra senden bu sıfatla söz edilir.
Halka tepeden bakma. Sonra senden bu sıfatla bahsedilir.
Herkese hoşnut davran

Ey oğul!
Dostuna da düşmanına da hoşnutluk göster.
Başkasına eza ve cefa etmekten kendini alıkoy ve bunu onlardan korkup ürktüğün için de yapma. Sadece iyi bir huy olduğunu düşünerek öyle davran.
Ortayolu tut

Ey oğul!
Bütün işlerinde ortayolu tut. Çünkü işlerin en hayırlısı orta yoldur. Az konuş. Karşılaştığın her Müslümana selâm ver.
Yürüyüşüne dikkat et

Ey oğul!
Ölçülü adımlarla yürü, ayaklarını yerde sürükleyerek yürüme. Sağa sola baka baka yürüme.
Etrafı rahatsız ederek, başını şunun bunun kapısına doğru döndürme.
Toplantılarda şunlara dikkat et

Ey oğul!
1. Uğradığın bir toplantıda yer alanların üzerine dikilip durma.
2. Sokak ve caddeleri meclis gibi kullanma.
3. Dükkânları sohbet yeri olarak seçme.
4. Fikrî tartışmada kendini haklı çıkarmak için inat gösterme.
5. Edep ve terbiyesini yitirmiş patavatsız kimselerle tartışma. Bir hüküm verirken “şahsî görüşümdür” de.
6. Birşeyi veya bir adamı överken aşırıya gitme.
7. Bir mecliste oturmak istediğin zaman bağdaş kurup otur.
8. Sakın parmak çatlatma
9. Sakalınla oynama
10. Yüzüğünle meşgul olma.
11. Oturduğun bir yerde, bulunduğun bir toplulukta dişlerini kürdan ve benzeri şeylerle temizlemeye kalkışma.
12. Burnunla oynama
13. Parmağını burnuna sokma.
14. Yüzüne sinek konarsa yavaşça onu kovmayı ihmal etme.
15. Esnememeye dikkat et.
16. Halkın seni hafife alacağı söz ve davranıştan sakın.
17. Bulunduğun topluluk yol gösterici olsun.
18. Sözlerin çok kıymetli bir nesne gibi paylaşılsın.
19. Güzel sözlere kulak ver.
20. Konuşulan bir sözün tekrar edilmesini isteme. Bu, onu dinlemediğini gösterir.
Şu kadından uzak dur

Ey oğul!
Huysuz ve karaktersiz kadından sakın. Çünkü böylesinin dili kocası üzerinde çirkin ve ağırdır. Dünyaya çocuk getirmesi, yüzündeki haya perdesini açmıştır. Artık ne ev halkından utanır, ne de konu komşusundan.
Böyle kadınlar ne dünyaya yararlar, ne de âhirete. Bunlar ülfet ve sohbet edilmeye lâyık değildirler.
Böylelerinin gizli hali olmaz. Aile sırrını sokağa dökerler. İyilik ve hayrı çoktan yere gömmüşlerdir.
Asık suratlı olarak sabahlar, akşam nerede olduğu bilinmez.
Onun sunduğu bir yudum su şerdir, zehirdir. Yemeği öfke, konuşması maskedir. Evi perişan, elbisesi kir ve pastır. Yılan gibi sokar, akrep gibi ısırır.
Kocası evet dese, o hayır der. Böylesi kadınlardan uzak dur.
Kadınların bir kısmı da geri zekâlı ve hantaldır. Ağır canlı ve kıt anlayışlıdır. Kocasını sever, kazancına razı olur; fakat güneş doğup yükseldiği halde hâlâ sesi duyulmaz. Yemekleri bayat, kapları kirli ve paslıdır.
Şu kadınla da hayatını kur

Ey oğul
Kadınların bir kısmı da sevimli ve merhametlidir. Bereketli ve feyizlidir. Soylu çocuk doğurur.
Kendisine her zaman güvenilir. Komşuları arasında itibarlıdır.
Aile sırlarım korur, kimsenin yanında açmaz.
Cömerttir, eli açıktır. Bağırıp çağırmaz, alçak sesle konuşur.
Evi ter temizdir. Çocukları çiçek gibi, gönül alıcıdır. Hayrı süreklidir. Kocası da o nisbette yumuşak huyludur.
Namus onun şiarı, terbiye değişmez vasfıdır.
Fırsatları kaçırma

Ey oğul!
Fayda sağlayacak fırsatları kaçırma. Muhtaç olduğun şeylere iyice sahip çık. Görülmesini acele ettiğin işlerinde dikkatini başka taraflara dağıtma.
İçinde bulunduğun toplumun âdet ve geleneklerine saygılı ol.
Âhirette seni rüsvay edecek çirkin âdet ve geleneklerden sakın.
Birşeyin neticesini iyice düşünüp hesaba katmadan yapmakta acele etme.
Soysuz adamlarla tartışma

Ey oğul!
Soysuz adamlarla tartışma. Sonra onun kötü arzularını kendine çekmiş olursun.
Namus ve şerefini koruyan insanlara herkes izzet ve ikramda bulunur. Böyle kimseler halk tarafından itibar görür. Hakkı bilmek, doğruluktan gelen bir fazilettir.
Kendini zavallı ve fakir göstermeye çalışan kimse hakarete uğrar.
Az kelime ile çok şey anlat

Ey oğul!
Bir meseleyi yazarken gereksiz kelime kullanma. Az kelimeyle çok şey anlatmaya çalış.
Sonu gelmeyecek arzular peşinde koşmak, sapıklıktır.
Başkasını kınayan ve hep kusur söyleyen adamın dostu olmaz.
Din süslerin en güzelidir.
Kuru gürültü, boş yere vakit harcamaktır.
Sarhoşluk insanlıktan uzaklaşıp şeytanlaşmaktır.
Yapılan bir akdi bozan kimse sırtına bir kin yüklenmiş olur.
Yumuşak söz büyüklerin ahlâkındandır.
Evlenmek istediğin kızı iyi seç

Ey oğul!
İnsanın hanımı huzur ve sükûnet kaynağıdır. Bir kızla evlenmek istediğinde ailesini iyice araştır ve öğren. Çünkü temiz ve asil bir aile tatlı meyveler yetiştirir.
Bilmiş ol ki kadınlar parmaklarımız kadar birbirinden farklıdırlar.
Şirret ve karaktersiz kadından sakın. Onların dış görünüşlerine aldanma, böyleleri kocasına karşı kaba ve hırçındır.
Kocası kendisine saygılı olduğu zaman bunu bir üstünlük sanar. Hiçbir iyiliğe karşı teşekkür etmesini bilmez. Az şeye de hiç kanaat etmez.
Dostunu iyi seç

Ey oğul!
İki çeşit dost ve kardeş vardır. Birisi, başına bir bela geldiği zaman seni korur; diğeri de mutluluk ve ikbal günlerinde senin dostundur.
Belâ gelip ikbalden düştüğünde dostluk yüzünü gösteren kardeşi hakiki kardeş ve dost bil ve dostluğunu korumaya çalış.
Saadet günlerindeki dosta pek güvenme. Sıkıntılı günlerinde dostluk bağını uzatmıyorsa, onu düşmanların düşmanı bil.
İnsanları iyi tanı

Ey oğul!
Heveslerine ve nefsine uyan aşağılık çukuruna yuvarlanır. Zarif görünümlü insanlar fazla ilgini çekmesin, dış görünüşe pek aldanma. Çünkü insan, kalbiyle, düşüncesiyle ve diliyle adamdır, kıyafetiyle değil.
Benzi sarı, zayıf kimseleri hor görme. Çünkü insan iki küçük et parçasıyla ölçülür: Kalbi ve dili. Öyleyse insanların bu iki değerinden faydalanmaya çalış; gerisi et, kan ve kemiktir.
Fitneden sakın

Ey oğul!
Düşman ülkesinde de olsan fitne ve fesat çıkarmaktan sakın.
Kendinden aşağı kimselere karşı çoluk çocuğunu, şeref ve itibarını yaygı yapma.
Malını kendinden fazla kıymetli ve üstün tutma.
Fazla konuşma

Ey oğul!
Fazla konuşma. Sonra bulunduğun toplulukta taşınması güç bir yük olursun.
Seninle beraber oturana karşı alicenap davran. Yanına oturmak isteyene güzel, nazik, hareket et.
Başkasının gözüne dikkatle bakıp durma.
Fazla lügat parçalayıp yaldızlı söz söyleme. Çünkü bu sözlerin dış görünüşü belki güzel sayılabilir, fakat gerçekte güzel değildir.
Kendinden fazla söz etme

Ey oğul!
Çocuğunu çok beğendiğini başkalarına anlatma.
Hizmetçinin çok hünerli olduğundan başkalarına söz etme.
Atından ve kılıcından bahsetme.
Gördüğün rüyaları her yerde anlatmaya kalkışma. Çünkü gördüğün rüyadan sevinç duyduğunu belirttiğin zaman beyinsiz ve seviyesiz insanlar bu konuda seni rahatsız etmeye başlarlar.
Kişiliğini korumak için şunlara dikkat et

Ey oğul!
1. Saçını sakalını tarayıp öyle sokağa çık.
2. Beyaz kılları koparmaya kalkma.
3. Lüzumundan fazla güzel kokulu şeyler sürünme.
4. Bir ihtiyacını dile getirirken üzerinde ısrarla durma.
5. Birtakım arzularının yerine gelmesi için küçülme.
6. Servetinin tam listesini, mevcut paranın tam rakamım çoluk çocuğuna verme. Çünkü bunlar onu az görecek olurlarsa kendilerini zayıf sanarlar. Çok görecek olurlarsa yaşayışlarında değişiklik yapmak isterler. Onları hırpalamadan belli ölçüde idare etmeye çalış.
Tartışmada şunlara dikkat et

Ey oğul!
1. Birisiyle tartışırken vakar ve efendiliğini elden bırakma.
2. Bilgisizliğini ortaya koyma. Bu konuda aceleci olma.
3. Delillerini getirirken çok iyi düşün.
4. Tartıştığın kimseyle aranda hakem olarak yumuşak huyunu gör.
5. Elinle ve parmağınla fazla işarette bulunma.
6. Fazla heyecanlanıp yüzün turp gibi olmasın.
7. Şakakların terlemesin.
8. Karşındaki adam sana ölçüsüz davranır, küstahlıkta bulunursa sen de nezih ve ağırbaşlı davran.
9. Seni kızdıracak olursa, yine ölçülü konuşmaya çalış, kendi şerefini düşün.
Hükümdarla görüşmede şunlara dikkat et

Ey oğul!
1. Devrin hükümdarı sana yakınlık gösterirse, onunla mızrak ucunda bulunduğunu hesapla.
2. Hiçbir zaman onu bu yakınlığından cesaret alıp haddini aşma ve kendini güven içinde hissetme.
3. Son derece efendi ve yumuşak davran.
4. İlâhî hükümlerden biri zedelenmedikç e hükümdarın hoşuna gidecek şekilde konuş.
5. Onun sana lütufları seni ölçüsüzlüğe sürüklemesin.
6. Sakın hükümdarla yakını arasına girme. Ancak iyilik ve hayırlı işlerde gir. Çünkü hükümdarla yakınları arasına giren kişinin düşüşü çok ani ve sür’atli olur.
Konuşurken şu noktalara dikkat et

Ey oğul!
1. Söz verdiğinde onu mümkün olduğu ölçüde yerine getir.
2. Konuştuğunda ancak doğruyu söyle.
3. Sağırlara seslenir gibi konuşma.
4. Dilsizlere hitap eder gibi sesini kısma.
5. Makbul söz söyle, güzel konuşmaya çalış.
6. Seni dinleyenin olduğu takdirde konuş.
7. İlgi duyulmayan yerde konuşma.
8. Halkın kabul etmeyeceği ve garip karşılayacağı olaylardan söz etme.
9. Bazı sözleri devamlı olarak tekarlayıp durma: “Yani, ondan sonra, evet evet evet, hayır hayır hayır,” ve benzeri gibi…
Büyüklerin sofrasında dikkatli ol

Ey oğul!
Büyüklerle bir sofraya oturduğun zaman fazla su isteme. Etin kemiği ile fazla meşgul olma. Hiçbir yemeği ayıplama ve sofradaki hiçbir yiyeceği küçümseme. Sonra sofra sahibini üzmüş olursun.
Gözü aç ve savurgan olma

Ey oğul!
Kendini iyice sıkıntıya sokmuş bir miskin gibi gözü aç; mal kıymeti bilmeyen, ilerisini görmeyen bir sefih gibi savurgan olma. Sana ait hakları belirle. Dostuna saygılı, düşmanına insaflı ol.
Nimetlere şükret

Ey oğul!
Allah’ın verdiği nimete dâima şükret.
Musa Aleyhisselâm, münacatında, “Yâ Rabbi! Âdemoğullarına el, ayak, göz, kulak ve sair birçok nimetler verdin. Âdemoğulları bu nimetlerin şükrünü nasıl îfa edebilir?” diye sordu.
Cenab-ı Hak ona şöyle buyurdu:
“Yâ Musa! Verdiğim nimeti Benden bilip, kendi işinden ve çalışmasından bilmeyen kulum, ona verdiğim nimetin şükrünü eda etmiş olur. Verdiğim nimetleri kendinden ve çalışmalarından bilip, Benden bilmeyen kulum da nimetin şükrünü eda etmemiş olur. Kula lâyık olan gece ve gündüz Bana teşbih ve hamd etmektir.”
Fakirlere ihsan et

Ey oğul!
Cenab-ı Hakkın ihsan buyurduğu nimetten fakirleri ve muhtaçları hissedar etmek şükürdür. Eğer kapına bir fakir gelirse, onun kalbini hoş et, öyle gönder.
Sadakayı gizli ver

Ey oğul!
Sadaka verirken gizli vermek, kendine bir musibet geldiğinde bağırıp çağırmayarak, yaygara yapmayarak gizlemek gerekir.
Bir günah işlediğinde ceza gelmeden hemen tevbe et. Sadaka vermek sıddıklar nişanıdır. Onlar sıddıklar zümresindendir.
Tamahkâr olma

Ey oğul!
Tamahkâr olma. Kalbin katı ve kara olur. Çok mal arttırmak için hasislik etme.
Salih insanların sohbetinde bulun

Ey oğul!
Âlimlerin ve sâlih insanların sohbet ve meclisinde bulunmayı elden bırakma. Peygamber Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır:
“Bir kimse ulema ve sâlihlerin meclis ve sohbetine giderse. Cenab-ı Hak o kimsenin herbir adımına karşılık kabul olunmuş bir hac sevabı ihsan eder.”
Âlim ve sâlih zatlar Allah’ın dostlarıdır. Onları ziyaret edenin sevabı Allah’ın evini ziyaret edenin sevabı gibidir.
Dargınları barıştır

Ey oğul!
Dargın ve küsülü olanları barıştır ki, sen de yarın Kıyamet gününde mesrur ve şad olasın.
Musa Aleyhisselâm münacatında, “Yâ Rabbi! Küsülü iki kişiyi barıştırana ne ecir verirsin? Senin rızanı kazanmak için halka zulmetmeyenlere nasıl bir mükâfat verirsin?” diye sordu.
Hak Teâlâ şöyle buyurdu:
“Ben de yarın Kıyamet gününde ona selâmet verip korktuğundan emin ederim.”
Merhametli ol

Ey oğul!
Cenab-ı Hak şefkati ve merhameti sebebiyle Musa Aleyhisselâma peygamberlik verdi. Ey oğul! Sen de şefkat ve merhameti elden bırakma ki merteben yüce olsun.
Yeryüzünde olan mahlukata merhamet eyle. Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
“Yâ Ebâ Hüreyre! Yeryüzünde olan mahlukata merhar met eylersen, Allah da sana merhamet eder.”
Anne-babanın rızasını al

Ey oğul!
Anne-baban yaşlanınca elinden geldiği kadar onlara yardım et. Çünkü ebeveynin, sen küçükken türlü türlü zahmetini çektiler. Devamlı onların hayır duasını al. Beddua ederlerse dünyan da, âhiretin de yıkılır. Anne-babanın rızası Allah’ın rızasıdır. Onların öfkelenmesi Allah’ın gazabıdır.
Resul-i Kibriya Efendimiz (a.s.m.), “Cennet onların ayağı altındadır” buyurmuştur.
Bir hadiste şöyle buyurmuştur: “Anne-babasına iyilik edenin, onların gönlünü alanın ömrü bereketli ve uzun olur. Yarın kıyamette azap görmez.”
Yakın akrabalarına iyilikte bulun

Ey oğul!
Amcan ve halan baban hükmündedir, teyzen ve dayın da ana hükmündedir. Onlara anne-babana ettiğin hürmet gibi hürmet et. Hayır dualarını almaya çalış, sakın ihmal etme.
Âmâ akrabana iyilik et

Ey oğul!
Senin evindeki bereket direği, rahmetin vesilesi, sana gelecek musibetlerin gidericisi evindeki yaşlı âmâ akra-bandır. “İdare edemiyorum, geçimim dardır” deme. Onların vesilesiyle gelen bereket olmasaydı, geçimin daha da darlaşacaktı.
Hocana hürmet et

Ey oğul!
Hocana tazim ve hürmet et. Çünkü hoca hakkı ana-baba hakkından fazladır. Ana-baban dünyanı mamur ederken, hocan âhiretini mamur eder. Onun içindir ki, hocaya hürmet, ana-babaya hürmetten efdaldir.
Hocanı gördüğün zaman elini öp, hürmet et, diz çöküp edeple otur. Senden bir isteği olursa, kendi işini bırak, önce onun işini gör.
Eğer fakir ise elinden geldiği kadar yardım ederek hayır duasını al. Çünkü hocanın talebesine duası, ana-babanın evladına duası gibidir.
Kardeşinin ayıbını gizle

Ey oğul!
Mü’min kardeşinin bir ayıp ve kusurunu görürsen onu gizle, ifşa edip yayma.
Resul-i Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
“Kim bir mü’min kardeşinin kusurunu görür de, halkın yânında onu rüsvay etmezse, Allahü Taâla Kıyamet gününde onun ayıplarını örter, mahşerde halkın huzurunda rüsvay etmez.”
Hayırlı işlerde devamlı ol

Ey oğul!
Hayırlı amellerinde sebat et ve işlemede devamlı ol. Birgün yapıp birgün terk etme.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur: “Allah katında en sevgili amel, daimi yapılan ameldir. Daimî yapılan amel kişiyi maksuduna ulaştırır.”
Anne babana karşı gelme

Ey oğul!
Anne-babana karşı gelme. Gönüllerini kırma. Kalblerini incitme.
Bir kimseden anne-babası razı olmazsa o kimse için Cehennemden iki kapı açılır.
Bir kimsenin anne-babası zâlim olsa bile onlara karşı âsi olmamalıdır.
Cenab-ı Hak, Musa Aleyhisselâma şöyle buyurmuştur: “Ya Musa bil ki, günahların içinde bir günah vardır ki, mizanda en ağır o gelir. O da anne-babası çağırdığı zaman, çocuğun onlara ‘efendim’ deyip cevap vermemesidir.
Anne babanı darıltma

Ey oğul!
Anne-baban sana darılırsa, sen onlara karşı gelme. Bir köle efendisine nasıl hürmet ve itaat ederse, sen de ana-baban bir iş buyururlarsa o işi çabucak yap ki, sana beddua etmesinler. Eğer sana darılırlarsa onlara karşı kafa tutma. Ellerini öpüp hiddetlerini teskin et
İzzet-i nefsini koru

Ey oğul!
Fakirlere karşı mütevazi ol. Zenginlere karşı zillet gösterme. İzzet-i nefsini koru.
Kimseyi incitme

Ey oğul!
Âhirette selâmet istersen kimseyi incitme. Bir çocuk görünce, “Bu günâh işlememiş masumdur. Ben günahkârım, bu benden üstündür” de. Kendinden yaşlı birisini gördüğün zaman da, “Bu benden çok ibadet etmiştir. Benden efdaldir” de.
Kendini herkesten aşağı gör

Ey oğul!
Cahil birisini görürsen, “Bu bilmeyerek günah işler, ben ise bile bile günah işlerim, bu benden efdaldir” de.
Bir fakiri görürsen “Bu imân ve saadetle gider. Ben ise nasıl gideceğimi bilmiyorum. Bu benden efdaldir” diye düşün.
Eğer bu şekilde kendini herkesten aşağı görmezsen Allah katında yüce olamazsın.
Mü’min kardeşini sevindir

Ey oğul!
Mü’min kardeşini sevindir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse dünyada bir mü’min kardeşim sevindirirse, Cenab-ı Hak kıyamet gününde onun kalbini ferahlatır.”
Başka bir hadiste de şöyle buyurmuştur:
“Bir kimse bir çocuğu sevindirirse, Allah onu şirkten başka bütün geçmiş günahlarını bağışlar.”
Mü’min kardeşinin ihtiyacını gör

Ey oğul!
Elinden geldiği kadar mü’min kardeşinin ihtiyacını gör.
Peygamber Efendimiz (a.s.m) şöyle buyurmuştur:
“Kim dünyada bir mü’min kardeşinin ihtiyacını giderirse, Cenab-ı Hak, on’u dünyada, altmışı da âhirette olmak üzere yetmiş ihtiyacını giderir.”
Küçük ve büyük kardeşine güzelce davran

Ey oğul!
Eğer kardeşin senden küçük ise, ona edep ve terbiyeyi öğret. Okut ve tahsil yapmasını temin et. Tatlı sözlerle öğüt ver, fena hallere düşmesine mâni ol.
Şayet kardeşin senden büyükse, ona saygı ve hürmet göster, sözünü dinle, anlattıklarına kulak ver. Âhiret kardeşine ise tazimde kusur etme. Senden bir haceti varsa, çabuk yerine getir. Çünkü, ana-baba bir kardeşten âhiret kardeşin daha hayırlıdır.
Resul-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
“Birbirleriyle Allah için âhiret kardeşi olanlara, Cenab-ı Hak âhirette bir derece ihsan eder ki, hiçbir amelle o manevî dereceye erişilemez.”
Eğer âhiret kardeşin uzakta ise ara sıra ziyaret et, ihmal etme.
Oğlunu ve kızını iyi yetiştir

Ey oğul!
. Oğluna ve kızına küçükken edep ve terbiye öğret. Onları iyi yetiştir. Büyüdükleri zaman öğretmen güç olur. Hanımının ve çocuklarının bir suçu olursa bağışla.
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
“Çocuklarınızın, hanımınızın ve hizmetçinizin suçunu bağışlayınız.”
Küçüklerin kabahatim affetmek, büyüklerin şanıdır.
En efdal sadaka ehline, evladına ve hizmetçisine verdiğin sadakadır. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur:
“Bir kimse hanımına, çocuklarına ve hizmetçisine gönlünün istediği yemeği yedirirse, Allah Taalâ ona bin derece ihsan eder.”
Oğlunu yabancı kadınlarla ülfet ettirme. Yedi yaşında namazı, dokuz yaşında orucu öğret. Günah ve haram olan şeyleri bellet.
Misafire ikram et

Ey oğul!
Evine misafir gelirse kapıda karşıla, selâmını al. İzzet ve ikram ile “Hoş geldiniz, safa geldiniz” diyerek önlerine düş.
Odada üst başa oturt. Sen de aşağıya otur. Yemek vaktinden önce gelmişse yemek çıkar. Yemek vaktinden sonra gelmişlerse tatlı birşey ikram et.
Kalkıp giderken “Rahatsız oldunuz, özür dilerim” diyerek kapıya kadar uğurla.
Gece kalmak için akşam üstü gelen misafire de bu şekilde ikram et, yemek yedirdikten sonra gece fazla oturma. Belki misafir yorgundur. Münasip bir yere yatağını yap, yanına su koy, tuvaleti de göster. “Allah rahatlık versin” diyerek kendi odana çekil. Sabah olunca kahvaltı çıkar. Eğer kalıcı misafir ise, kalıncaya kadar gönlünü hoş tut. Gideceği vakit yemek yedirmeden bırakma. Belli bir yere kadar yolcu et, “Allah selamet versin” diye dua et.
Yiyip içerken şunlara dikkat et

Ey oğul!
1. Sofraya oturmadan önce ellerini yıka.
2. Sağ dizini dikip sol dizinin üzerine otur.
3. Tabağın ortasından değil, kendi önünden ye.
4. Sofrada sağa sola eğilerek yanındakileri rahatsız etme.
5. Ağzında lokma varken konuşma.
6. Ağzındaki lokmayı kimseye gösterme.
7. Etrafına çok bakma.
8. Ekmeği ısırıp yemeğe batırma.
9. Vücudunun rahatını istersen az ye ve az iç.
10. Sofradan kalkınca da az su iç.
11. Cemaat içinde sümkürüp tükürme.
12. Su içerken acele ile bardağı dikerek, hort hort içme. Vücuda zarardır. Yavaş yavaş arada nefes alarak iç.
13. Ayakta su içme. Sıhhate zarardır.
14. Bir kimse su isterken sen de isteme.
15. Terli iken su içme.
16. Gece uyanıp su içmek doğru değildir.
17. Eğer çok susamışsan önce ağzını çalkala, sonra az iç.
Çarşı pazarda şunlara dikkat et

Ey oğul!
1. Çarşı pazarda yürürken kimseye omuz vurma, incitme.
2. Kimse ile alay etme.
3. Meydanda yere sümkürme ve tükürme.
4. Elle çekişip kavga etme.
5. Sattığı şeyi geri getirirlerse al.
6. Yalan söyleme
7. Kimseyi aldatma.
8. Dükkânını erken aç, geç kapa ve kaparken Besmele çek ve “La havle velâ kuvvete illâ billahi”l-aliyyilazî m”i oku.
9. Halkla tatlı konuş.
10. Yenecek birşey alırken sahibinin izni olmadan alıp tatma.
11. Aldığın yiyeceği evine açıktan götürme. “O nedir?” diyene tattır.
Arkadaşlık hukukuna riayet et

Ey oğul!
Bir kimseyle yol arkadaşlığı yaparsan onun ayağınca yürü, hızlı yürüme.
Öteye beriye sapma.
Yol arkadaşını bırakıp da bir tarafa savuşma. Bir işle meşgul olup da bekletme.
Arkadaşlık hakkını ve onun alışkanlıklarını gözet ki, senden hoşnut olsun.
Ondan ayrılacağın vakit helâlleşip veda et ve elini sık.
Hasta ziyaretine git


Ey oğul!
Hastanın halini hatırını sormak görgü kuralıdır.
Hastayı ziyaret ettiğin zaman odasına habersiz girme.
İçeri girerken selâm ver, hastanın sağ yanına oturup elini okşa. “Neren ağrıyor, hastalığın nedir, şimdi nasılsın?” diye sor. “İnşâallah geçer” diye teselli et ve ümitlendir.
Hastanın yanında çok oturma.
İhtiyacı varsa elinden geldiği kadar yardım et.
Eğer hasta ağır ve kendini bilmiyor veya doktor, kimse ile görüşmesini yasaklamışsa odasına girme, ev halkından haber al veya bir adam gönderip sordur:
Hasta ziyareti insanî bir vazife olduğu gibi, sünnettir ve sevabı çoktur.
Cenazeye katıl

Ey oğul!
Akrabandan, dostlarından veya memleketin ileri gelenlerinden biri vefat ederse cenazesine katıl.
Cenaze sahibine, evlat ve akrabasına orada hazır bulunanlara selâm ver.
Vefat eden fakir ise cenaze masraflarına yardım et. Cenazeyi yaya olarak takip, etmek sünnettir. Mazeretin yoksa mezara kadar yaya git.
Cenazeye katılamıyorsan ailesine mektup yazarak başsağlığı bildir.
Cenazede bulunmak ve cenaze namazını kılmak çok büyük sevaptır.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Düşün Ve Şükret


Düşün ve Şükret !
Allah�ın sana bahşettiği nimetleri düşün !
Sağlıklı bir beden,
> Güvenli bir vatan,
> Yeterince gıda ve giysiler,
> İhtiyacın olan hava, su ...
> Ve daha neler, neler !?..
>
> Düşün ve Şükret !
> Dünya senin !. Fark edebiliyor musun ?
> Hayat senin !. Kavrayabiliyor musun ?
> Her türlü nimet senin !. şükredebiliyor musun ?
>
> Düşün ve Şükret !.
> Eksik olan ne ?..
> Gören gözlerin,
> Konuşan dilin, dudakların,
> İşiten kulakların,
> Ellerin, ayakların var !..
>
> Düşün ve Şükret !
> Ayaklarının üzerinde yürümek kolay iş midir ?
> Bacakların üzerinde durmak kolay iş midir ?
> Çalışmayan nice ayaklar, kesilen nice bacakları düşün !..
> Doyasıya uyumak kolay iş midir ?
> Acıyla kıvranan, kapanmayan nice gözleri düşün !
>
> Mideyi yiyeceklerle doldurmak,
> Ya da kana kana su içmek kolay iş midir ?
> Yemek yiyemeyen, su içemeyen nice hastaları düşün !..
>
> Düşün ve Şükret !..
> Sesleri işitmeni düşün; sağırlıktan korunmuşsun.
> Görme özelliğini düşün ; Körlükten korunmuşsun.
> Akıl nimetini düşün ; delilikten korunmuşsun.
>
> ***
>
> Yalnız görme ya da işitme özelliğini,
> Tonlarca altınla değişir misin ?
>
> Ellerin, ayakların karşılığında
> Nâdide mücevherleri kabul eder misin ?
>
> ***
>
> Bil ki sen, sayılamayacak kadar çok nimetlere ve özelliklere sahipsin. Fakat
> bunların farkında değilsin. Bunun için hep sıkıntı, üzüntü ve ümitsizlik
> dalgaları arasında kıvranıp duruyorsun.
>
> Oysa sıcak ekmeğin,
> Soğuk suyun,
> Doyasıya uykun,
> Ve gıpta edilecek sağlığın var...
> Bunlara şükretmelisin.
>
> Düşün ve Şükret !..
> Ele geçiremediklerini düşünüp üzüleceğine,
> Kaybettiğin maddi değerler için huzursuz olacağına,
> Elinde olanlar için şükretmelisin !..
> Çünkü mutluluğun anahtarı senin elinde !..
>
> Zira nimetlerin devamı ; Şükürle olur.
> Huzur ve mutluluk ; Şükürle olur.Korkma, Korkma.
 

AcizBirKul.

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Ağu 2012
Mesajlar
635
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
Çok güzel bir konuya değinmişsin Allah(C.C) razı olsun...
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
İnsanın fiilini, fiili insanın aynı değildir efendiler.
Fiil ise Allah’tandır.
Şeriatın zemm ettiği şeylerden başka zemm edilecek fiil yoktur İslam dininde.
Şeriatın zemm ettiği şeylerde bir hikmete dayanır.
Bunu ancak Allah bilir.
Yahut kime bildirmişse o bilir ki ona da Velîyyullah denir.
Bir insanın hayatını yıkmaya çalışmak.
Gıybetle, dalavere ile, yol kesmekle, öldürmekle yıkmaya çalışmak.
Kemâl Sıfatlarını elde etmekten onu men etmek demektir.
Yani Allah için bir kemâle geldi onu men’ etmek demektir. …..
Resûlullah demiş ki : “Ya Çoban Şahabem!” demiş.
“Sizin için şehid olmaktan ve düşmanları öldürmekten daha hayırlı bir iş, haber vereyim mi?” demiş.
“Aman Yâ Rasûlullah” demiş.
“Allah’ı zikret!” demiş.
İnsanın kıymetini yaradılışındaki değeri ancak Allah ı zikri ile yapılır.
“Allah, kendini zikredinen kimseyle yan yana oturur!” diyor hadiste Allah.
“Allahümme entel Mennan bedüüssemavati velard. Zülcelali velîkram. Ya Hayyum Ya Kayyum. Ya Allahu Celle Celalu!” dedi mi Allah yanında, bizimledir oğlum.
Dizinin yanındadır Allah.
Şah damarından daha yakındır.
Ama diyebilmek.
“Elleh! Elleh!” değil.
“Allah!” diyeceksin.
O da yalınız söylenir.
Bir odaya gireceksin kapıları, her tarafı pamukla kapayacaksın. Ondan sonra.
Zikrederken, zikretmek öyle: “Hay huy! Hay huy!” değil.
Sokakta bile zikr olur.
Allah’ı zikretmek.
Herkesi Allah’ın mahluku görmek.
Onlara daima hürmet etmek.
Fena gözle bakmamak.
Kardeşçe geçinmek.
Allah’ın mahlukatına hürmet etmek demektir.
Bu bir nevi zikirdir.
Allah’ı zikreder de Hakk’ı yanında göremezsen bu zikir değildir.
Allah zikri insanın her tarafına sirâyet eder.
Yanından geçerken, pazar yerine bile gitsen, herifin içi:
“Allah! Allah! Allah!” demeye başlar.
Allah zikri böyle olur.
Yoksa bilmem şarkıcılar gibi.
Ağzına mikrofonu alıp “heeehee hey!” demek değil.
Gafillerin zikirlerinde hangi uzuv zikir ile meşgul ise o uzuv Hakk’ın huzurundadır.
“Efendim, biz söyleyemiyoruz onu ama, Allahı zikrediyorum!”
Hangi uzuv ile yapıyorsan Allahı, zikreden o uzuvdur.
O yanındadır bütün vücudunan değildir.
O uzuvnan yaptırır Allah sana zikri.
Gaflette olan uzuvların zikirle alâkası yoktur.
İnsan tek taraflı değildir insan.
Cenâb-ı Allah tektir.
Çok taraflı tecellîleriyle milyonlar şekilde görülür.
Ama nasıl geçeceksin kendinden.
Bir gün Hz. Ali keremullahivech’e ok girmiş harbde.
Bu omzuna.
Burdan asab geçiyor.
Aks-i daris asabı.
Müthiş ağrı.
Ubeyd ibni Cerrah gelmiş.
“Yâ Ali dur!” demiş. Tutmuşlar.
“Aman!” demiş. “Dokunmayın!” demiş.
“ Aman!” demiş.
“Çok canım yanıyor, bırakın!” demiş.
“Ben Ayakta bir namaza durayım!” demiş.
Ameliyat masasına yatacak.
Namaz, Ameliyat Masası derler ona.
Şöyle, öyle duruyor.
Bir elini kaldırmış: “Allahhuekber!” demiş.
Oku çekmiş, çıkarmışlar.
Orayı dağlamışlar.
Hz Ali orda değil!.
Biz şurda imamın peşinde namaz kılarken bir pire ısırsa çifte atarız be!..
Allah böyle anılır beyler böyle anılır!
“Heeeee heeey!” nen değil.
Bu da işnen olur.
Hareketnen olur.
Bir defa Allah’ı anabilmek için temiz olacaksın.
Cüneydi Bağdadî’nin bir sözü vardır.
“Velî olmak ister misin?” demiş vaazda böyle.
Birisi: “Amaaan efendim söyle de olalım!” demiş.
“Temizlik libası ile, temizlik elbisesi ile, doğruluk ayağı ile, adalet azası ile, ilim feneriyle, Alın teri azığıyla vücud sahrasını kat’ et senin ismin Velî olur.” demiş.
Üç cümle.
Sokağa çıkınca köpeği göreceksin Allah’ın mahlukunu.
Taş atarız biz Allah’ın mahlukuna.
Ötede“Ehee! Öhööö!”
Nezle olursun: “Aman nezle oldum.
“Kış geldi, aman odun yok!”
Odun yoksa kışı getirene bırak sana odunu bulur.
Daha biz olduğumuz yerde sabredemiyoruz.
Onun için bu sabırsızlıkta, bu edepsizlik içinde birşey olmaz oğlum! Orada, şurada, burada Şeyh kılıklı bazı züppeler çıktı!
Al inada ver inada.
“Şeyh efendi böyle dedi efendim!”
Bunlar saçma işlerdir.
Şeyh efendi!..
Hazreti Rasûlullah’tan başka Şeyh Efendi yoktur efendiler.
Bu koskoca Kur’ân’ı binüçyüz küsür senedir Muhiddinler, Mevlanalar, Cüneydler, Salebîler, Haldunlar bu kadar Velîyullah geçmiş, yetmiş onlara Kur’ân-ı Kerim ile Sallallahu aleyhi vesellem de, sana onlar az mı geliyor da bilmem Şeyh efendi, bilmem Hasan efendi, yok bilmem ne!..
Bunları bırakın efendiler.
Bunlar hepisi dolandırıcıdan başka bir şey değildir.
Geçin Hazreti Rasûle en kolayı.
“Allahuekber!” dedin mi? Allah’nan yan yana oluyorsunuz.
Bir Salâvat-ı Şerifeynen Kâbe’ye gidiyorsun.
Şeye Ravza-ı Mutahara’ya.
Devam et Ravza-ı Mutahara’ya gitmeye.
Ravza bir gün gelir senin yanına.
Yani rüyana Rasûlullah girer.
Bırakın bu saçmaları.
En yakin olan Allahu Zülcelal.
“Allahuekber!” dedin mi huzuruna giriyorsun.
Daha ne istiyorsun.
Bırakınız bu saçmaları.
Âhir zamanda yaşıyoruz.
Âhir zamanda yaşıyoruz.
Safsatalara inanmayın!
Safsatalara inanmayın aziz cemaat!
İnsan denilen mahluku Allah’ın ölüm denilen arıza ile yıkması onun kurduğu şeyi mahvetmesi değildir.
Cenâb-ı Allah verdiği bir şeyi alıp mahvetmez.
Bir çözülmedir bu ölüm.
Ölüm insanın manevî benliğini halktan, Allah’ın kendisine doğru çekmesidir.
Çünkü her şey Hakk’a döner.
“Ve ileyhi türceun” Âyet-i Kerimesi.
Ötede ona başka bir düzen verir ki, O düzen hiç bozulmaz hiç yıkılmaz.
“Eşyayı Senin için, seni de Kendim için yarattım” diyor hadis-i kudsi de Cenâb-ı Allah.
Affetmek Allah’a yaraşan bir fazilettir.
Çünkü insanı kendisi için yaratmıştır.
Madem ki Cenâb-ı Allah’a yaraşan bir şeydir, sende affet!
Kulun başına gelen musibetlerin kaldırılması yolunda yalvarışından dolayı onu Cenâb-ı Allah sabırsızlıkla suçlandırmaz.
Mesela: “Ya İlah! Şu musibetler geldi. Benim bunu çabucak defet başımdan!”
Bunda suç görmez Cenâb-ı Allah.
Çünki sabır: “İnnallahu yuhibbi sabırine”
Allah sabırlıları sever.
Sabır İslam dini, İslam lügatında Allah’tan başkalarına şikâyetten nefsi nehyetmektir.
O halde: “Ya ilahî sana şey ediyorum!” demekte suç olmaz!
Çocuk diye bir şey vardır, çocuk.
Çocuğu görmez misin?
Onun daha mükellefiyeti yoktur.
Çocuklar buluğa ermeden evvel ölürlerse.
Onlara cennet, cehennem hikayeleri, onlara sual mual yoktur.
Kim olursa olsun.
İsterse Otando’lu vahşinin çocuğu olsun.
İslam fıtratında doğar çocuk.
Büyükleri tasarrufu altına alır çocuk.
İçinizde torun sahibi, yahut küçük çocuğu olan babalar vardır falan.
Koskoca sakallı dede, torunu gelir .
O büyük azametli şeyinden iner aşağıya iner, iner, iner, iner çocukla bir olur.
Onunla oynaşır.
Onun gibi konuşmaya başlar.
Bu nedir bu?
Hokkabazlığından mı?
Hayıııııır.
Çocuk onu tasarruf ediyor.
Kendisine indiriyor.
Senin haberin yok!
Meşhur 16. Lui. Fransızların inkilapta.
Dehşetli bir adam.
Torununu almış sırtına da koskoca kral atçılık oynuyor.
O sırada İspanya sefiri girmiş içeri.
Görünce böyle çekilmiş herif: “Ne oluyor böyle?” demiş.
O hiç istifini bozmamış.
Demiştir ki: “Sefir cenâbları senin torunun var mı?” demiş.
Çocuuuk insanı tasarrufuna alıyor.
Niçiiiin?
Allah’a daha yakın olduğu için alıyor.
Hiçbir çocuk oldu mu dedesiynen aynı konuşur.
Dedesi yahut babası o çocuğun mertebesine iner.
O halde demek ki çocukta tasarruf-u ilahîvar demektir.
Şu halde çocuğun tesiri altındadır o ihtiyar.
Fakat farkında değildir.
Bu, çocukluk makamının kuvvetinden ileri gelir.
Çünki çocuğun Allah ile ilgisi daha yakındır.
Büyük, Rabbından uzaktır.
Çocuk bundan dolayı mükellefiyeti henüz yoktur çocuğun.
Allah’a en yakın olan kimse, ondan uzak olanı teskin eder.
Kim ki Allah’a yakin Allah tan uzak olanı kendisine cezb eder. Onun için çocukta yaşlıları kendine cezb eder.
Hz. Rasûl Sallallahu aleyhi vesellem yağmur yağdığı zaman mübarek başlarını açar, böyleeee yağmurun altında dururmuş.
Başına yağmur damlası isabet etsin diye.
Araplar bu yazın yağan yağmura hallab derler h ile yazılır.
Hallab yahutta hallabe derler araplarda.
Böyle açar başını Sallallahu aleyhi vesellem mübarek saclarına, nur yüzüne böyle o yağmur damlaları inermiş.
“Ya Rasûlullah bunu niçin yapıyorsun?” dedikleri zaman “Yağmurun Allah ile ilgilisi yenidir dermiş, yenidir” .
Yağmurla Allah’a daha yakin olması dolayısiyle insanların en faziletlisi olan Efendimizi yağmur teskin etmiştir demektir.
Nasıl ki çocuğu dedesi teskin ediyor.
Allah’a yakınlığı dolayısıyla yağmura Cenâb-ı Peygamber kendini vermiştir.
Bunlarda ince misaller vardır efendi!.
İnce misaller vardır.
Amma bende böyle yapacağım diye yağmur yağarken gidip it gibi ıslanmaya da lüzum yoktur haaa!
Bu başka hellabe, bu başka üsul.
Bu sebeple yağmurun getirdiği feyizden faydalanmak için kendilerini ona arz ederlerdi.
Yağmurun getirdiği şeyden Peygamber için ilahî bir faide hasıl olmasa idi mübarek nefsini onun tesirine arz etmezdi.
Şimdi gözünü dört aç cemaat.
Yağmurun bu risalet ve aracılığı, suyun risaletidir.
Yağmurun bu risalet ve aracılığı, suyun risaletidir.
Onun için: “Her şey sudan halk edilmiştir” âyet-i kerimesi buyrulmuştur.
İslamda çok güzel söz vardır ihtiyarlar, nineler, eski temiz insanların elini öptüğünüz zaman size hediye verirlerdi ve:
“Su kadar aziz olun!” derlerdi.
Suuuuu dünyada görülen, elle tutulan cennet taamlarından bir tanesidir.
Ondan başka yoktur.
Nehirler ve cemaat biliyorsunuz Hazreti Peygamberin:
“Es-Seyhanu ve’c- Ceyhan El Fırati ve’n Nil küllin min enhari’l- cenneh.”
“Seyhan Nehri Ceyhan Nehri, Fırat Nehri Nil Nehri bunlar Cennet Nehirleridir” buyurmuştur.
Niçin?
Çünkü cennette de Irmaklar vardır.
Onun için “Su” diyip geçmeyiniz.
Onun için “Su kadar aziz olun!” lafı dünyada güzel lakırtılar müsabakası olsa birinciliği kazanır.
İkinciliği de bir insana teşekkür için: “Allah senden razı olsun!” dur.
“Allah senden razı olsun!” değil.
“Allaaaaaah senden razı olsun!”
İçinden söyleyeceksin.
Dudağından, damağından, dişinden değil.
Çünki Allah, canlı olan her şeyi sudan halk ettiği için Cenâb-ı Peygamber de başlarını böyle yağmura veriyor.
İyi anla!
“Minel mai külli şeyen Hayy!”
Hatta Musa bile suya attı dedik demin eski İbrani lisanında Kıpti dilinde yani eski mısır dilinde.
Mu : su demektir.
Sa: ağaç demektir.
“Bir ağaç kutu içinde suda bulunan” demek.
Musa’nın mânâsı budur.
Bir hadis-i peygamberi de diyor ki:
“İnsan ne halde ise, ve ne halde ölmüş ise o hal üzere haşr olunur” diyor.
O halde can çekişen kâfirle, ani olarak ölen kafir arasında fark vardır.
Can çekişen kafir ile ani ölen kafir arasında fark vardır.
İkisi de kafirdir amma birisi can çekişir, birisi de ani ölmüştür.
Can çekişmede ölümün zevkini tadmıştır ve gözü açılmıştır.
“Velteffetissaku bissaki” âyetine uymuştur.
“Aaaaa demekki vardı!” demiştir.
Mü’mindir o.
Fakat edepsizliğinin cezası için cehenneme gidecektir.
Onun için hangi halde ise insanlar öyle haşr olunurlar.
Ne ise bu bahsi söylemeyeceğim.
Kafanız bulanır.
Mü’minden mü’min hoşlanır.
Gübre böceğinin mizacı da gül kokusundan hoşlanmaz.
Halbuki gül kokusu, güzel kokularındandır.
Bu mizac ayırılığına göre gül kokusu gübre böceğinin nazarında güzel koku değildir.
Değil mi?
Gül kokusundan herkes hoşlanır.
Gübre böceği gül kokusunu sevmediği için gül kokusu onun nazarında iyi kokulardan değildir.
Sûret ve mânâ da böyle aykırı bir mizaca sahip olan kimse de Hakk sözü dinlendiği vakit tiksinir ve bâtından hoşlanmaz.
Mahiyetten sual matlubun hakikatinden sualdır.
İslamiyette fıkıhta bir kelime vardır.
Onun için Allah’ın iyi kulları anıldığı yere aziz cemaat Hadis-i Peygamberî ile sabittir, Hadisi Kudsî ile sabittir:
“Allah’ın sevgili kulları anıldığı yere Rahmet-i İlahiye iner.”
Velîlerde Nur-u Rasûlullah son derece parlak ve kalbleri daima uyanık zikrullah ile daima meşgul oldukları için onlar:
“Yusebbihu lehumafis semavati vel ard” âyetinin ahengi içinde bulunduklarından melekler de onları tesbih eder.
Biz burada onlardan bahsedersek o tesbihin rahmetleri buraya da şimdi Allah’ın rahmet melekleri Vallahi de Billahi de inmiştir. Çünkü Allah’ın evinde duruyoruz.
“İnne’l -buyuti fi’l- ard el mesacid.”
Tamam mı?
“Tamam!”
O halde Allah’ın rahmetinden ne kaçıyorsun, ne korkuyorsun?
“İnnen” diyerek.
Sen çok elbise giymişsin de dışarıdan rahmet vücudunu delip.
Hele biraz soyun bakalım.
Soyun da görürsün.
Nasıl paltonu çıkarırsan titrersen.
İçini de açarsan rahmet içine iner, rahmet içine girer.
İçini kapama.
Kalb gözüne mantar tıpası sokma!..
Bundan dolayı, Allah’ın Velîleri nerede anıldığı zaman rahmet derhal oraya inmeye başlar.
Onun için bu kabil konuşma meclislerinde târif edilemeyen bir zevk duyarlar.
Kimi ağlar, kimi dalar, kimi uruc halindedir.
Bu, rahmetin mevcudiyetini isbat eder.
Görünmez amma hissedilir madde gibi.
Kim dürttü seni de ağlıyorsun, iğne mi soktular?”
“Yoooo!.”
Demek ki bir damarın var bir bam telin var.
Oraya o rahmet indiği zaman, seni “Tııınn!” diye öttürüyor.
Bu tınıltını Allah daim, her zaman mübarek etsin .
Kendisinde ilim olan kimseye âlim denir bilirsiniz.
İlim ise hâldir hâldir.
Şu halde âlim ilmiyle vasıflandırılmış olan bir zât demektir.
Çok dikkat edin!
Âlim sıfatı aynı olmadığı gibi ilmin de aynı değildir.
Halbuki hakikatte ilimden ve ilmin kendisiyle kaim olan kimseden başka bir şey yoktur.
Bir zâtın âlim oluşu, bu mânâ ile vasıflanmış olmasından dolayı o zât için bir hâldir.
Eser mevcud için değildir, ancak Ma’dum için olur.
Mevcud ise, olsa da ma’dumun hükmüdür aziz cemaat.
Bu garip bir ilim ve işine az rastlanan bir meseledir bu söylediğim. Ama anlayana.
Onun hakikatini ancak evham sahipleri anlar.
Çünkü bu ilim onlardan zevk ile husüle gelir.
Kendisinden vehim tesiri olmayan kimse bu meseleyi anlayamaz.
“Ne kadar var.
Namaza ne kadar var?”
“Var daha var!.”
Şimdi Allah’ın daima Allah’ı zikreden, başını secdeden kaldırmayan, mümkün olduğu kadar:
“Yâ İlahî! Yâ Rasûlallah!” diyen adam, abdestli gezen adam ölürken muhakkak, hiç korkmayın İslam olan “Lâ İlahe İllallah!” demeden ölmez.
Rasûlullah’ın ruhaniyeti gelmeden gözünü kapamaz.
“Efendim şöyle olur, böyle olur!” diyenler, onlar şüphede olanlar dandır.
Bana göster bir peygamber, bana göster bir Velî ki zındık ölmüştür.
İmkanı yoktur!…
KELİMELER
Zemm: Birisinin ayıplarını söylemek, çekiştirmek. Kötülemek, yermek. Ayıplamak.
Velîyyullah: Allah'ın (C.C.) velî kulu.
Sirâyet: Yayılmak, bulaşmak, geçmek.
Uzuv: (Uzv) Bir canlının vücud yapısının kısımlarından herbiri. Azâ. Organ.
Kat’ : Kesme, ayırma. * Geçme. Yol almak. Yüzerek geçmek.
Ravza-ı Mutahara: Fahr-i Kâinat Aleyhi Efdal-üs-Salavat ve Efdal-üt-tahiyyât Efendimizin Kabr-i Şerifiyle Minberin arasındaki saha.
Cenâb: Büyüklük ifade etmek için, hürmet maksadı ile söylenir. Cenab-ı Hak, Cenab-ı Resül-i Kibriya (A.S.M.)... gibi.
Tasarruf: İdare ile kullanmak. Sarfetmek. Tutum. Sâhib olmak. İdare etmek. Sâhiblik. Kullanma hakkı. * (Para veya mal) artırma. * Bir şeye karışıp müdahale etme.
Teskin: Rahatlandırma. Yatıştırma. Sükunet verme. Şiddet, hiddet ve ıztırabını izale etme.
Cezb: Kendine doğru çekme. * İçme.
İsabet: Rastlamak. Doğruca varıp erişmek. Doğru düşünmek, matluba uygun iş işlemek.
Risalet: Birisini bir vazife ile bir yere göndermek. * Peygamberlik. Büyük kitapla gelen peygamberlik. * Elçilik.
Haşr: (Haşir) Toplanmak, bir yere birikmek. * Toplama, cem'etmek. * Kıyametten sonra bütün insanların bir yere toplanmaları. Allahın, ölüleri diriltip mahşere çıkarması. Kıyamet.
Mizac: Huy, tabiat, fıtrat, bünye. * Bir şeyle karıştırılmış olan başka bir şey.
Mahiyet: Bir şeyin içyüzü, aslı, esası. Bir şeyin neden ibâret olduğu, künhü, esası, hakikatı. (Mâhiyet, hakikatten daha umumidir. Hakikat, mevcudatta, mahiyet ise, hem mevcudat hem ma'dumatta müstameldir.) (L.N.)(İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmet ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar. İ.İ.)
Matlub: İstek, istenilen şey. * Alacak. Ödünç verilmiş.
Sual: İsteme. İstek. * Soru. Sorulan şey. * Dilencilik.
Fıkıh: (Fıkh) Derin ve ince anlayış. Bir şeyi, hakkı ile, künhü ile bilmek. İnsanlar arasındaki ilişkilerle ilgili olarak dinî hükümleri ayrıntılı delilleriyle bilmek. Müslümanlar, müslüman olmaları itibariyle Allah'ın emirlerine tâbidirler, uyarlar. Fıkıh ilmi, hangi şartlarda Allah'ın hangi emrinin nasıl uygulanacağını inceler. * Bilmek, anlamak. * Kapalı bir şeyin hakikatına nazarı infaz edebilmek. * Kendisine hüküm taalluk eden hafi bir mânaya muttali' olma.
Uruc: Yukarı çıkmak. Yükselmek.
Ma’dum: Mevcut olmayan. Yok olan. Yok.
Husül: Peydâ olma. Hasıl olma. Meydana gelmek. Üremek, türemek.
ÂYETLER
Ve ileyhi türceun:
كَيْفَ تَكْفُرُونَ بِاللَّهِ وَكُنتُمْ أَمْوَاتاً فَأَحْيَاكُمْ ثُمَّ يُمِيتُكُمْ ثُمَّ يُحْيِيكُمْ ثُمَّ إِلَيْهِ تُرْجَعُونَ
---"Keyfe tekfürune billahi ve küntüm emvaten fe ahyaküm, sümme yümitüküm sümme yuhyiküm sümme ileyhi türceun : Siz cansız iken size can veren Allah'ı nasıl inkâr edersiniz? Sonra sizi öldürecek, tekrar sizi diriltecek ve sonunda O'na döndürüleceksiniz.” (Bakara 2/28)
İnnallahu yuhibbi sabırine:
وَكَأَيِّن مِّن نَّبِيٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثِيرٌ فَمَا وَهَنُوا لِمَا أَصَابَهُمْ فِي سَبِيلِ اللّهِ وَمَا ضَعُفُوا وَمَا اسْتَكَانُوا وَاللّهُ يُحِبُّ الصَّابِرِينَ
---"Ve keeyyim min nebiyyin katele meahu ribbiyyune kesir, fe ma vehenu li ma esabehüm fi sebilillahi ve ma daufu ve mestekanu, vallahü yühibbüs sabirin: Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever.” (Âl-i İmrân 3/146)
Her şey sudan halk edilmiştir:
أَوَلَمْ يَرَ الَّذِينَ كَفَرُوا أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ أَفَلَا يُؤْمِنُونَ
---"Eve lem yerallezine keferu ennes semavati vel erda kaneta ratkan fe fetaknahüma ve cealna minel mai külle şey'in hayy e fe la yü'minun: İnkâr edenler, göklerle yer bitişik bir halde iken bizim, onları birbirinden kopardığımızı ve her canlı şeyi sudan yarattığımızı görüp düşünmediler mi? Yine de inanmazlar mı?” (Enbiyâ 21/30)
“Velteffetissaku bissaki”:
وَالْتَفَّتِ السَّاقُ بِالسَّاقِ
---“Velteffetissaku bissaki: Ve bacak bacağa dolaşır.” (Kıyâmet 75/29)
“Yusebbihu lehumafis semavati vel ard”:
هُوَ اللَّهُ الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ لَهُ الْأَسْمَاء الْحُسْنَى يُسَبِّحُ لَهُ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ
---“Huvallahul halikul bariyulmusavviru lehum'esma ulhusna yusebbihu lehu ma fiyssemavati vel'ardi. Ve huvel'aziyzulhakiymu: O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şânını yüceltmektedirler. O, galiptir, hikmet sahibidir.” (Haşr 59/24)
HADİS-İ ŞERİF
“Es-Seyhanu ve’c- Ceyhan El Fırati ve’n Nil küllin min enhari’l- cenneh.”
ـ عن أبى هريرة رَضِيَ اللّهُ عَنْه قال: ]قَالَ رَسُولُ اللّهِ #: سَيْحَانُ وَجَيْحَانُ وَالْفُراتِ وَالنِّيلُ، كُلٌّ مِنْ أنْهَارِ الْجَنَّةِ[. أخرجه مسلم .
---Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Resûlullah sallahu aleyhi vesellem: “Seyhan, Ceyhan, Fırat ve Nil Cennet nehirlerindendir.” buyurdu.
[Müslim, Cennet 26, (2839); İ. Ahmed, Müsned, 2:289. ]
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt