'Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra...'
Selim Bey, kendisine bir soru sorduğu için başını ona
çevirdi; fakat aklı tabloda kalmıştı. Selim Beye cevap
verirken tabloya bir daha baktı. İkinci cümle de birinci cümle gibi üç nokta ile bitiyordu:
'Bir müddet sabredeceğiz, sonra...'
İyice meraklanmıştı. Bu ilk görüşmeleri olmasaydı, yanına gidip tabloyu iyice inceleyecekti; fakat bu uygun düşmez, düşüncesiyle yalnızca sohbet arasında göz ucuyla merakını gidermeye çalışıyordu. Ancak her seferinde biraz daha artan bir merakın içinde kalıyordu.Üçüncü cümlede: 'Bir müddet yürüyeceğiz, sonra...' diye yazıyor ve altta böyle birkaç cümle daha
sıralanıyordu. Artık aklı hep tablodaydı. Sonunda
dayanamayıp, 'Selim Bey merakımı mazur görün. Þu tabloya bir mânâ veremedim.'
Selim Bey kendisine has bir gülüş ile misafirine baktı,
derin bir nefes alarak:
'Malumunuz, babam varlıklı bir insandı. Oldukça iyi bir
hayatımız vardı. Sonra ne olduysa her şeyimizi kaybettik. O zenginlikten geriye hiçbir şey kalmadı. Köşkümüzdeki hizmetçiler de gitti. Yemekleri artık annem yapıyordu.
Hatırlıyorum da bir sabah, kahvaltıya sadece zeytin
koyabilmişti. O zengin kahvaltılarımıza bedel, yalnızca
zeytin...&şaşkınlık içinde, 'Başka bir şey yok mu?'
diye sormuştum. Bu soru karşısında annemin hüngür hüngür ağlayışı gözümün önünden hiç gitmiyor. Annemin ağlayışına mukabil babam: 'Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra...' dedi ve durdu, güçlü bakışlarını üzerimizde gezdirdi, 'Alışacağız.' dedi. Ve iştahla bir zeytin alıp ağzına attı.
Birkaç gün sonra haciz memurları gelip köşkümüzü de
elimizden aldılar. Kenar bir mahallede küçük, eski bir eve taşındık.
Doğru dürüst bir eşyamız da kalmamıştı.Annem bezgin bir sesle:
'Bu evde hiçbir şey yok! Burada nasıl yaşayacağız.' diye
haykırdı.
Bunun üzerine babam:
'Bir müddet sabredeceğiz, sonra alışacağız.' dedi.
Gittiğim özel okuldan ayrılmış, bir devlet okuluna
yazılmıştım.
Sabahleyin okula servisle gitmeyi umarken, babam elimden tuttu,
'Bu ilk günün, okula beraber gideceğiz.' dedi.Yürümeye
başladık.
Okul oldukça uzak gelmişti bana, yorulup geride kaldığımı hatırlıyorum. Babam kim bilir hangi düşüncelere dalmıştı.
Geride kaldığımı fark etmemişti. Biraz sonra fark edince
bana döndü.
İsyan dolu bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Bir an bana
ızdırapla baktıktan sonra, yanıma geldi. Bir şey söylemesine fırsat vermeden, kızgın aynı zamanda nazlı bir tavırla,
'Yoruldum.' dedim.
Babam oldukça sakin bir şekilde: 'Bir müddet
yürüyeceğiz,sonra alışacağız.' dedi.
Babam her sabah erkenden çıkıyor, geç saatlerde ancak
dönüyordu. Döndüğünde ise küçük odaya çekiliyor, bazen saatlerce orada kalıyordu. Çoğu zaman buradan gözyaşları içerisinde çıktığını görüyordum. Bir gün, merakıma yenilip babamın küçük odasına girdim. Yerde bir seccade, seccadenin üzerinde de bir tesbih vardı.Duvarda ise Arapça bir ibarenin altında şu
yazı vardı:
'Allah borcunu ödeme niyetinde olanın kefilidir.'
Babamın dediği gibi oldu, zor da olsa zamanla alıştık. Bu
hal birkaç yıl sürdü. Bir gün babam eve çok farklı bir yüz
ifadesiyle geldi. Ağlamaklı bir yüz ifadesi vardı.
Herbirimize bir paket getirmişti. Köşkten ayrıldığımız
günden beri ilk defa paketlerle eve geliyordu. Bizi bir araya topladı.
'Bugün,benim için ne mânâya geliyor biliyor musunuz?' dedi, kelimeleri boğazına düğümlendi, gözlerine yaşlar hücum etti.
Sözlerini kesmek zorunda kaldı. Her birimize hediyelerimizi teker teker verdi ve bizi ayrı ayrı kucaklayıp yanaklarımızdan öptü, kendisi de bir koltuğa oturdu.
Cebinden gazeteye sarılı bir şey çıkardı.O sırada da
ağlıyordu. Hepimiz şaşkınlık içinde babama bakıyorduk.
Gazeteyi açtı,içinden bir çift yeni çorap çıkardı. Bu
gözyaşlarıyla, bir çift çorabın alâkasını kurmaya
çalışırken babam, beklemediğimiz bir şey yaptı. Çorabı
burnuna götürdü, kokladı, kokladı. Arkasından hıçkırarak ağlamaya başladı.Hepimiz şok olmuştuk, tek kelime bile söylemeden bekledik. Babam nihayet kendisini topladı ve
'Bir zaman önce, büyük bir borcun altına girmiştim. Borcumu ödeme niyetiyle yeniden çalışmaya başladığım zaman kendi kendime 'bütün kazancım, borçlarımı ödeyinceye kadar alacaklılarımın hakkıdır. Onların hakkını vermeden ayağıma bir çorap almak bile bana haram olsun.' demiştim. Bugün ise, Allah'ın yardımıyla, borcumu bitirdim. Artık kimseye tek kuruş borcum kalmadı.' dedi. Sonra gözyaşları içinde ayağındaki çorapları çıkarıp yeni çoraplarını giydi. Ben de o eski çorapları hem aziz bir baba yadigârı, hem de bir ibret nişanesi olarak sakladım. Bu çoraplar her gün bana: 'Paralarını ödeyinceye kadar bütün kazancım alacaklılarının hakkıdır.' diyor'.Selim Beyin bakışları bilinmez âlemlere dalarken o,
nemlenen gözlerini kuruladı, sonra dönüp duvardaki siyah-beyaz fotografa hayran hayran baktı.
'Babanız sandığımdan da büyükmüş Selim Bey.Ben olsaydım öyle müreffeh bir hayattan sonra anlattığınız gibi bir darlıkta, herhalde çıldırırdım.'
Selim Bey, kendisine bir soru sorduğu için başını ona
çevirdi; fakat aklı tabloda kalmıştı. Selim Beye cevap
verirken tabloya bir daha baktı. İkinci cümle de birinci cümle gibi üç nokta ile bitiyordu:
'Bir müddet sabredeceğiz, sonra...'
İyice meraklanmıştı. Bu ilk görüşmeleri olmasaydı, yanına gidip tabloyu iyice inceleyecekti; fakat bu uygun düşmez, düşüncesiyle yalnızca sohbet arasında göz ucuyla merakını gidermeye çalışıyordu. Ancak her seferinde biraz daha artan bir merakın içinde kalıyordu.Üçüncü cümlede: 'Bir müddet yürüyeceğiz, sonra...' diye yazıyor ve altta böyle birkaç cümle daha
sıralanıyordu. Artık aklı hep tablodaydı. Sonunda
dayanamayıp, 'Selim Bey merakımı mazur görün. Þu tabloya bir mânâ veremedim.'
Selim Bey kendisine has bir gülüş ile misafirine baktı,
derin bir nefes alarak:
'Malumunuz, babam varlıklı bir insandı. Oldukça iyi bir
hayatımız vardı. Sonra ne olduysa her şeyimizi kaybettik. O zenginlikten geriye hiçbir şey kalmadı. Köşkümüzdeki hizmetçiler de gitti. Yemekleri artık annem yapıyordu.
Hatırlıyorum da bir sabah, kahvaltıya sadece zeytin
koyabilmişti. O zengin kahvaltılarımıza bedel, yalnızca
zeytin...&şaşkınlık içinde, 'Başka bir şey yok mu?'
diye sormuştum. Bu soru karşısında annemin hüngür hüngür ağlayışı gözümün önünden hiç gitmiyor. Annemin ağlayışına mukabil babam: 'Bir müddet zeytin yiyeceğiz, sonra...' dedi ve durdu, güçlü bakışlarını üzerimizde gezdirdi, 'Alışacağız.' dedi. Ve iştahla bir zeytin alıp ağzına attı.
Birkaç gün sonra haciz memurları gelip köşkümüzü de
elimizden aldılar. Kenar bir mahallede küçük, eski bir eve taşındık.
Doğru dürüst bir eşyamız da kalmamıştı.Annem bezgin bir sesle:
'Bu evde hiçbir şey yok! Burada nasıl yaşayacağız.' diye
haykırdı.
Bunun üzerine babam:
'Bir müddet sabredeceğiz, sonra alışacağız.' dedi.
Gittiğim özel okuldan ayrılmış, bir devlet okuluna
yazılmıştım.
Sabahleyin okula servisle gitmeyi umarken, babam elimden tuttu,
'Bu ilk günün, okula beraber gideceğiz.' dedi.Yürümeye
başladık.
Okul oldukça uzak gelmişti bana, yorulup geride kaldığımı hatırlıyorum. Babam kim bilir hangi düşüncelere dalmıştı.
Geride kaldığımı fark etmemişti. Biraz sonra fark edince
bana döndü.
İsyan dolu bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Bir an bana
ızdırapla baktıktan sonra, yanıma geldi. Bir şey söylemesine fırsat vermeden, kızgın aynı zamanda nazlı bir tavırla,
'Yoruldum.' dedim.
Babam oldukça sakin bir şekilde: 'Bir müddet
yürüyeceğiz,sonra alışacağız.' dedi.
Babam her sabah erkenden çıkıyor, geç saatlerde ancak
dönüyordu. Döndüğünde ise küçük odaya çekiliyor, bazen saatlerce orada kalıyordu. Çoğu zaman buradan gözyaşları içerisinde çıktığını görüyordum. Bir gün, merakıma yenilip babamın küçük odasına girdim. Yerde bir seccade, seccadenin üzerinde de bir tesbih vardı.Duvarda ise Arapça bir ibarenin altında şu
yazı vardı:
'Allah borcunu ödeme niyetinde olanın kefilidir.'
Babamın dediği gibi oldu, zor da olsa zamanla alıştık. Bu
hal birkaç yıl sürdü. Bir gün babam eve çok farklı bir yüz
ifadesiyle geldi. Ağlamaklı bir yüz ifadesi vardı.
Herbirimize bir paket getirmişti. Köşkten ayrıldığımız
günden beri ilk defa paketlerle eve geliyordu. Bizi bir araya topladı.
'Bugün,benim için ne mânâya geliyor biliyor musunuz?' dedi, kelimeleri boğazına düğümlendi, gözlerine yaşlar hücum etti.
Sözlerini kesmek zorunda kaldı. Her birimize hediyelerimizi teker teker verdi ve bizi ayrı ayrı kucaklayıp yanaklarımızdan öptü, kendisi de bir koltuğa oturdu.
Cebinden gazeteye sarılı bir şey çıkardı.O sırada da
ağlıyordu. Hepimiz şaşkınlık içinde babama bakıyorduk.
Gazeteyi açtı,içinden bir çift yeni çorap çıkardı. Bu
gözyaşlarıyla, bir çift çorabın alâkasını kurmaya
çalışırken babam, beklemediğimiz bir şey yaptı. Çorabı
burnuna götürdü, kokladı, kokladı. Arkasından hıçkırarak ağlamaya başladı.Hepimiz şok olmuştuk, tek kelime bile söylemeden bekledik. Babam nihayet kendisini topladı ve
'Bir zaman önce, büyük bir borcun altına girmiştim. Borcumu ödeme niyetiyle yeniden çalışmaya başladığım zaman kendi kendime 'bütün kazancım, borçlarımı ödeyinceye kadar alacaklılarımın hakkıdır. Onların hakkını vermeden ayağıma bir çorap almak bile bana haram olsun.' demiştim. Bugün ise, Allah'ın yardımıyla, borcumu bitirdim. Artık kimseye tek kuruş borcum kalmadı.' dedi. Sonra gözyaşları içinde ayağındaki çorapları çıkarıp yeni çoraplarını giydi. Ben de o eski çorapları hem aziz bir baba yadigârı, hem de bir ibret nişanesi olarak sakladım. Bu çoraplar her gün bana: 'Paralarını ödeyinceye kadar bütün kazancım alacaklılarının hakkıdır.' diyor'.Selim Beyin bakışları bilinmez âlemlere dalarken o,
nemlenen gözlerini kuruladı, sonra dönüp duvardaki siyah-beyaz fotografa hayran hayran baktı.
'Babanız sandığımdan da büyükmüş Selim Bey.Ben olsaydım öyle müreffeh bir hayattan sonra anlattığınız gibi bir darlıkta, herhalde çıldırırdım.'