Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Bir Kul Olarak Hz. Peygamber (s.a.s.) -2 (1 Kullanıcı)

hanzala44

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Eyl 2009
Mesajlar
268
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Eşsiz bir tevâzûörneği sergileyen peygamberimiz, geçmiş ve gelecek bütün günahları affedildiği halde istiğfar etmekten de geri durmamış, gerek bağışlanma dilemede ve gerekse tevbe etmede ümmetine öncülük vazifesini bihakkın ifa etmiştir. Onun tevbe ve istiğfarı, günahlar için olmayıp, Rabbine kulluğunun bir göstergesi ve ümmetine örnekliğinin uygulamadaki yansıması olsa gerektir.



Tüm bu anlatılanlara ilaveten, Hz. Peygamber’in bizzat kendisi de pek çok defâlar bir insan olduğunu hatırlatarak, yaşanan olaylarda kendisinin de bir beşer olduğu gerçeğinin altını çizmiştir. Meselâ hurma ağaçlarını aşılayan Medinelileri gördüğünde merak edip sormuş, sonra “bu işlemin bir faydası olacağını zannetmiyorum” demiş, aşılamanın bırakılması ve o yıl hasadın az olması üzerine de “ben ancak bir beşerim, size dininizden bir şey emredersem onu alınız, ancak kendimden bir şey emredersem, ben de bir beşerim” buyurmuştur (Müslim, Fezâil 43, 38).



Kendisine getirilen dâvâlarla ilgili olarak şunları söylediği de rivâyet edilmektedir: “Ben de yalnızca sizler gibi bir insanım. Siz birbirinizle olan davalarınızın çözümü için bana başvuruyorsunuz. Mümkündür ki bir taraf kendisini diğerinden çok daha iyi savunabilir. Eğer ben buna dayanarak onun lehine hükmeder de gerçekte kendisine ait olmayan bir şeyin ona verilmesi kararını verirsem, o bundan küçük bir parça dahi almasın. İyi bilsin ki o, onun için ateşten bir parçadır.” (Muvattâ, Akdiye 36, 1)



Hz. Peygamber, bir beşer olması yönüyle, insanların yaşayabildiği pek çok olayı bizzat yaşamış ve bu olayların garipsenmemesi gerektiğini belirtmiştir. Meselâ bir defasında namaz kıldırırken yanılması üzerine şöyle buyurmuştur: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Sizin unuttuğunuz gibi ben de unuturum.” (Müslim, Mesâcid 92-94)



Bir başka örneğe göre, Hz. Peygamber (s.a.s.), kişinin hâmile olan eşine yaklaşmasının sakıncalı olduğunu söylemiş, fakat bu kararının yanlış olduğunu anlayınca şöyle buyurmuştur: “Ben hâmile olan kadına kocasının yaklaşmasını yasaklamak istemiştim. Fakat Farslıların ve Rumların bunu yaptıklarını ve çocuğun bir zarar görmediğini haber alınca bu kararımdan vazgeçtim.” (Müslim, Nikâh 24)



Hz. Peygamber’in (s.a.s.) beşerî yönünün en bâriz göstergelerinden biri de vahye muhâtap olduğu zaman, korkması ve tedirginlik sebebiyle evine gidip, örtülere bürünmesidir.



Hz. Peygamber de (s.a.s.) diğer insanlar gibi her yönüyle bir insandı. Yani o da biyolojik, psikolojik ve sosyal yönlerden bir insandı. Onun peygamberliği, beşeriyetini ortadan kaldırmamıştır.



Hz. Âişe’nin rivâyetettiğine göre “bir adam Hz. Peygamber’e gelip, oruca niyetli bir şekilde cünüp olarak sabahladığını ifade ederek ne yapması gerektiğini sordu. Hz. Peygamber de “Ben de oruca niyetli bir şekilde cünüp olarak sabahlıyorum, sonra yıkanıyorum ve orucuma devam ediyorum” dedi. Adam da “Yâ Rasûlallah, sen bizim gibi değilsin. Allah senin gelmiş, geçmiş bütün günahlarını affetmiştir. Allah, sana dilediğini helâl kılar” deyince, Hz. Peygamber (s.a.s.)kızdı ve “Allah’a yemin ederim ki Allah’tan en çok korkanınız ve O’ndan neyle sakınacağını en çok bileninizin ben olduğumu zannediyorum” demiştir. Buradan anlaşılmaktadır ki, Hz. Peygamber de diğer ümmet mensupları gibi kullukla yükümlüdür.



Zaten, Hz. Peygamber’in, Kur’an ahlâkı ile ahlâklanmış olması ve Kur’anın teyidiyle “örnek alınması gereken biri olması” ve “yüce bir ahlâka sahip olması” gibi husûsiyetleri bizlere onun örnek şahsiyetinin birer yansıması olup, onun daha çok kulluk yönüne vurgu yapmaktadır.



Peygamberler vahyin ilk muhatapları, ilk mü’minleri ve ilk uygulayıcıları olmuşlar, kendilerine gelen vahyi hiçbir şekilde değiştirmeksizin almışlar, vahye tabi olması gereken herhangi bir kul gibi, iman ettikleri esasların toplumlarında yaygınlaştırılması için mücâdele vermişler ve her yönden ümmetlerine örnek olmuşlardır.



Hz. Peygamber’in en bâriz vasıflarından biri de, onun huşu içinde ve ihsan makamında Allah’a ibâdeteden bir kul oluşudur. “De ki: Dini Allah’a halis kılarak, O’na ibâdetetmekle emrolundum” (39/Zümer, 11) âyetinde belirtilen ihlâslı kul olma özelliği Hz. Peygamber’in hayatında göze çarpan en önemli özelliklerdendir.



Hz. Peygamber, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (11/Hûd, 112; 42/Şûrâ, 15) âyetlerinin gereğini yerine getirme husûsunda çok gayret sarfetmiş, “Beni Hûd sûresi ihtiyarlattı” buyurmuştur. Kur’ân-ı Kerim’de kendisine hitâben ifâde edilen tüm emirleri yerine getirmede ve bütün nehiylerden kaçınmada Hz. Peygamber, son derece titiz davranmıştır.



İbâdetlerde az da olsa devamlılığı tavsiye eden Hz. Peygamber, sadece ibâdetzamanlarında değil, hayatının her anında Rabbi olan Allah ile sürekli irtibat halinde olmaya çalışmıştır. Elbise giyerken, çıkarırken, yatarken, uykudan uyandığında, eve girerken, evden çıkarken, kısacası her işinde duâları olan Hz. Peygamber’in, bir an bile Allah ile irtibatını kesmemeye, her zaman ve mekanda, Allah’ı hatırlayacak bir amelde bulunmaya çaba sarfettiğini görmek mümkündür.



Hz. Peygamber (s.a.s.), Kur’ân-ı Kerim’de insanlara yönelik olarak “vahyi alması”, “tebliğ etmesi”, “beyan etmesi”, “ta’lim”, “tezkiye” gibi pekçok vazifesinin yanında; “iman etmesi”, “namaz kılması”, “emrolunduğu gibi dosdoğru olması” gibi emirlere de muhatap olmuş ve bütün emrolunduğu şeyleri en güzel örnekliklerle yerine getirerek, tebliğ ve irşad vazifesi yanında, kulluk ve ibâdetsorumluluğunu da bihakkın yerine getirmiştir.



Hz. Peygamber’in kulluğu ve ibâdetanlayışı değerlendirilirken dikkat çeken noktalardan biri de onun sanki bütün hayatını ibâdetle geçiren birisi gibi algılanabileceği hususudur. Evet onun bütün hayatı ibâdetşuur ve bilinciyle geçirilen bir hayattır, ama o, çok yoğun ve samimi bir kulluk şuuru içinde olmakla beraber, bu durum onu, sosyal hayattan ve insanlara karşı olan sorumluluklarından uzaklaştırmamıştır. Nihâyetinde ibâdeti yaratılışın gayesi perspektifinden ele alırsak, Hz. Peygamber, hayatının bütün yönleriyle bu yaratılış sırrını en iyi anlayan ve en güzel bir şekilde hayatında uygulayan bir kul olarak çıkar karşımıza.



Kendisine gelerek, geceleri hep namaz kılacağını, hep oruç tutacağını, hep ibâdetederek, hiç evlenmeyeceğini söyleyenlere “Allah’tan en çok korkanınız, O’nun emirlerine uyma konusunda en hırslı olanınız ben olduğum halde ben de bazen oruç tutuyorum, bazen de tutmuyorum, gecenin bir bölümünde ibâdetle meşgul oluyorum, diğer bölümünde de uyuyorum ve kadınlarla da evleniyorum” (Buhârî, Nikâh 1) buyurarak kendi ibâdetanlayışının toplumdan tecrid edilmiş bir ruhban anlayışı olmadığına dikkat çekmiştir.



Hz. Peygamber’i, bir kul olarak ele aldığımız bu çalışmada, en başta dikkat çekilen değerlendirme yanlışlarına düşmemek için; yani onu çok farklı ve ayrıcalıklı görme ve tabiri caizse uçurma hatasına düşmemek ya da sıradanlaştırma, aleade bir beşer konumuna indirgeme yanlışını yapmamak için şu hususları da göz önünde tutmamız gerekmektedir:





Evet, Hz. Peygamber (s.a.s.), yemek yiyen, uyuyan, çarşılarda gezen, sevinen, üzülen, kızan, ibâdeteden bir beşer ve bir kuldur. Ama o, aynı zamanda birtakım özellikleri de olan özel ve seçkin bir kuldur. Meselâ; âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Bir numûne-i imtisaldir. Yüce bir ahlâka sahiptir. Kendisine iman ve itaatin farz olduğu birisidir. Kendisine sevgi ve saygı duyulmalıdır.



Onu diğer insanlardan ve diğer kullardan ayıran bazı özellikleri de söz konusudur. Kur’an- ı Kerim’de pek çok yerde vurgulanan bu özelliklerden bazıları aşağıda verilmiştir:



Geceleyin diğer insanlardan ayrı olarak, namaz kılmakla emrolunmuştur.

Ona ve akrabalarına zekât verilemez.

Allah ve melekler ona salât ü selam getirmiş ve mü’minlere de ona salât ü selam getirmeleri emredilmiştir.

Ona herhangi bir şekilde eziyet verecek, onu rencide edecek davranışlar şiddetle kınanmış, buna cüret edenler lanetlenmiş ve dünyevi ceza ve uhrevi azapla tehdit edilmişlerdir.

Mü’minlerin kendi aralarında yüksek sesle konuştukları gibi, peygamberle konuşmamaları, ona odaların ötesinden bağırarak, hitap etmemeleri emredilmiştir.

Bir ortamda ondan izin almadan ortamın terk edilmesine bile müsaade edilmemiştir.

Mü’minlere, onun evine çağrılmadan gidilmemesi, eğer yemek vaktinin dışında ise yemek vaktini beklememeleri, yemeğe dâvetedilmişlerse, yemeği yer yemez, konuşmaya dalmadan ayrılmaları gerektiği hatırlatılmıştır.

Kendisine vahiy gelmesi.

Kur’an-ı Kerim’le birlikte kendisine hikmetin de verilmesi.

Kendisine Kevser’in verilmesi.

Rasûlü’s Sakaleyn (hem insanların hem cinlerin peygamberi) olması.

Son peygamber olması.

Risâletinin evrensel olması.

Hanımlarının, mü’minlerin anneleri olarak tavsif edilmesi.

Geçmiş gelecek tüm günahlarının affedilmesi.

Ona ganimetlerin helâlkılınması.

Kendisi hakkında diğer peygamberlerden söz alınması.

Kendisiyle görüşme yapılmadan önce bir sadaka vermenin gerekliliği.

Kendisine Makam-ı Mahmud’un verilecek olması.

Ümmetinin en hayırlı ümmet olması.

Hayatına ve beldesine yemin edilmesi.

Kendisine itaatin Allah’a itaat olması.

Kadir Gecesi’nin verilmesi.

Savaşlarda meleklerle desteklenmesi.



Tüm bu anlatılanların sonucu olarak şunları söylememiz mümkündür: Hz. Peygamber (s.a.s.), Kur’an’a ve sahih hadislerdeki kendi beyanlarına göre bir insandır. O, aynı zamanda “âlemlere rahmet” olarak gönderilen ve insanlar arasından seçilen bir peygamberdir. Onun peygamberliği, beşerî boyutunu ortadan kaldırmadığı gibi, beşerî yönü de alelâde bir beşer gibi değildir. O, bir beşerin ihtiyaç duyduğu her şeye ihtiyaç duymuş, bir beşerin hayat yolunda çekmiş olduğu bütün zorluk ve sıkıntıları çekmiş ve ihtiyaçlarını karşılamak için çabalamıştır. Bütün ayırıcı vasıfları ve Allah katındaki değeri, onu kulluk ve taatten alıkoymamıştır.



O, “Allah’ın kulu” ve “Rasûlü”dür (abduhû ve rasûluhû)
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt