BİR KIRIK KALP
Ayşegül Aygün
"Yanlış mı etmişim Allah'ım?"
Tereddütle başlayan bu soru giderek karabasana dönüşüyor, bir ağırlık
yüreğime
gelip oturuyordu. Unutmak istiyordum. Zamanın akışına kendimi
koyuvermek
istiyordum. Nafile. Çırpındıkça batıyor, unutmaya çalıştıkça her
ayrıntıyı
daha beter
hatırlıyorum. O an beynime capcanlı çakılıp kalmıştı. Tekrar tekrar
aynı
soru her
zerremde yankılanıyor, içimdeki bu ses giderek büyüyordu.
"Yanlış mı ettim yoksa?"
Vicdan azabı denilen şey bu olmalıydı. Çareler aradım bastırmaya. Kitap
okuyayım
dedim, yok. Bir şeylerle oyalanayım dedim, imkânsız. İştahım kaçmış,
yemek
bile
yiyemez olmuştum. Uyumak ne mümkün, bir sağa dön bir sola. Düşünceler
ve
hayaller giderek beni esir alıyordu. Nefsim boş durmuyordu tabiî.
Binlerce
gerekçe
sıralıyordu ardarda. Savunma mekanizması işlemeye koyulmuş, ruhumun tam
ortasında bir mahkeme salonu kurulmuştu. Nefsim avukat, vicdanım hakim.
Davalı
ben, davacı bir kırık kalb.
Bir kalb ki tam ortasından yarılmış iki parçaya, depremdeki fay hattı
gibi.
Yerle bir
olmuş her tarafı, yara bere içinde. Kalb eliyle beni gösteriyor.
Suçlu sensin, diyor, beni kırdın.
Birisi sürekli gülüyor, görünmese de kendi. İğrenç bir gülme sesi bu.
Nefsimse,
hiç
durmadan savunuyor beni.
Ama, diyor, o sırada çok stresliydin. Üstünde yaşadığın olayların onca
baskısı vardı.
Maruz kaldığın haksızlıklar vardı. Kim olsa aynı şeyi yapardı. Hem,
diyor,
sahip
olduklarını korumak zorundasın. Niye paylaşasın ki? Söylediklerini
haketti.
Nafile. Nefsim ne dese vicdanımın yüzü gülmüyor. Vicdanımın yüzü asık.
Tokmağını vurup, oturumu bitiriyor. Nefsimin sesi kısık, ama hâlâ
mahkemenin
koridorlarında savunuyor beni.
Kırık kalb tam ortada, gözlerinde yaş var. Vicdanım beni suçlu buluyor.
Giderek
büyüyen bir kayayı sırtıma veriyor.
Taşıyacaksın, diyor.
Cezam ne kadar sürecek, diye soruyorum.
Kalbi gösteriyor,
O, diyor, kırık olduğu sürece cezalısın. Bu taşı taşıyacaksın, nefesin
kesilse bile.
Hafızam da başıma, gardiyanım olarak dikiliyor. Anlıyorum ki kaçış yok.
Bir kalbe bakıyorum, bir de sırtımdaki taşa.
Ne yapmalı? diye düşünüyorum.
O sırada akıl yanıma gelip, kulağıma fısıldıyor.
Tek çare var, diyor, git yanına özür dile, gönlünü al.
Kendi görünmeyip de sürekli kıs kıs gülen o ses, aklın fısıltısını
duyup
gülmeyi
kesiyor. Telaşla ebedî helâk nedenine beni de ortak etmeye çalışıyor.
Hayır, diyor, kırılmayı çoktan haketti. Hem o da kim oluyor senin
büyüklüğün
ve
değerin yanında, Sen gururlusun, gidemezsin.
Gurur çıkıyor karşıma kasıla kasıla.
Asla, diyor, özür dileyemezsin.
Bu taşı sırtımdan alabilir misin? diyorum.
Hayır, diyor, elimden gelmez.
Öyleyse git, diyorum, sen derdime çare değilsin.
Yine kalbe bakıyorum. O da küskün ve kırgın göz ucuyla bana bakıyor.
Üzülüyorum. Hafızam geçmişte kalbin bana yaptığı iyilikleri hatırlatıp
duruyor. O
hatırlattıkça acım artıyor.
Ne yapmalı, nasıl, ah nasıl bu belimi çatlatan taşı sırtımdan atmalı?
diye
düşünüyorum. Özür dilesem mi aklı dinleyip de? Tereddütler içindeyim.
Pişmanlıkla ağlıyor, dualar ediyorum gece boyu.
Seher vakti iki ak melek geliyor yanıma. Birinin adı tevazu,
diğerininki
merhamet.
Kollarıma giriyorlar, vicdanım da arkamdan iteliyor. Kalbe doğru
gidiyorum.
Yürürken ayaklarımın altından çatırtılar geliyor. Nedir? diye
bakıyorum.
Nefsim ve
gururum yerlere serilmiş, her adımımda parçalanıyorlar.
Kırık kalbin yanına varıyorum. Mahzun, gözleri yaşlı hâlâ.
Damarlarından
kan
sızıyor. Başım önde, pişmanlık içinde;
Affet diyorum, hata yaptım. Sen haklıydın. Barışırsan söz, seni bir
daha
kırmayacağım. Bak ben de çok üzgünüm ve özür diliyorum işte.
Tereddütlü bana bakıyor. Sırtımdaki taşı ve yaralarımı gösteriyorum.
Pişman
olduğuma inanıyor.
Haydi, diyorum, barışalım.
Boynuna sarılıyorum. O da bana sarılıyor. Ağlıyorum. Gözyaşlarım kırık
kalbin
üzerine geldikçe çatlakları kapanıyor. Eski hâline geliyor. Ama
dikkatli
bakınca yine
de üzerinde izler görüyorum. Beni anlıyor.
Zamanla, diyor, onlar da zamanla iyileşecek.
Sırtımdaki taş, bir beyaz yunus'a dönüşerek hafızama doğru uçuyor.
Yunus'un
ağzında bir kâğıt var okuyorum:
Bir kez gönül yıktın ise
>Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
Gönül Çalab'ın tahtı
Çalab gönüle baktı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise
Uzaklarda bir yerlerden çirkin, tanıdık bir ses ağlıyor, ağlamıyor,
böğürüyor
bağıra
çağıra. Artık eski hâline gelen kalb ile gülümseyerek elele tutuşup
yeniden
hayata
dönüyoruz.
Ayşegül Aygün
"Yanlış mı etmişim Allah'ım?"
Tereddütle başlayan bu soru giderek karabasana dönüşüyor, bir ağırlık
yüreğime
gelip oturuyordu. Unutmak istiyordum. Zamanın akışına kendimi
koyuvermek
istiyordum. Nafile. Çırpındıkça batıyor, unutmaya çalıştıkça her
ayrıntıyı
daha beter
hatırlıyorum. O an beynime capcanlı çakılıp kalmıştı. Tekrar tekrar
aynı
soru her
zerremde yankılanıyor, içimdeki bu ses giderek büyüyordu.
"Yanlış mı ettim yoksa?"
Vicdan azabı denilen şey bu olmalıydı. Çareler aradım bastırmaya. Kitap
okuyayım
dedim, yok. Bir şeylerle oyalanayım dedim, imkânsız. İştahım kaçmış,
yemek
bile
yiyemez olmuştum. Uyumak ne mümkün, bir sağa dön bir sola. Düşünceler
ve
hayaller giderek beni esir alıyordu. Nefsim boş durmuyordu tabiî.
Binlerce
gerekçe
sıralıyordu ardarda. Savunma mekanizması işlemeye koyulmuş, ruhumun tam
ortasında bir mahkeme salonu kurulmuştu. Nefsim avukat, vicdanım hakim.
Davalı
ben, davacı bir kırık kalb.
Bir kalb ki tam ortasından yarılmış iki parçaya, depremdeki fay hattı
gibi.
Yerle bir
olmuş her tarafı, yara bere içinde. Kalb eliyle beni gösteriyor.
Suçlu sensin, diyor, beni kırdın.
Birisi sürekli gülüyor, görünmese de kendi. İğrenç bir gülme sesi bu.
Nefsimse,
hiç
durmadan savunuyor beni.
Ama, diyor, o sırada çok stresliydin. Üstünde yaşadığın olayların onca
baskısı vardı.
Maruz kaldığın haksızlıklar vardı. Kim olsa aynı şeyi yapardı. Hem,
diyor,
sahip
olduklarını korumak zorundasın. Niye paylaşasın ki? Söylediklerini
haketti.
Nafile. Nefsim ne dese vicdanımın yüzü gülmüyor. Vicdanımın yüzü asık.
Tokmağını vurup, oturumu bitiriyor. Nefsimin sesi kısık, ama hâlâ
mahkemenin
koridorlarında savunuyor beni.
Kırık kalb tam ortada, gözlerinde yaş var. Vicdanım beni suçlu buluyor.
Giderek
büyüyen bir kayayı sırtıma veriyor.
Taşıyacaksın, diyor.
Cezam ne kadar sürecek, diye soruyorum.
Kalbi gösteriyor,
O, diyor, kırık olduğu sürece cezalısın. Bu taşı taşıyacaksın, nefesin
kesilse bile.
Hafızam da başıma, gardiyanım olarak dikiliyor. Anlıyorum ki kaçış yok.
Bir kalbe bakıyorum, bir de sırtımdaki taşa.
Ne yapmalı? diye düşünüyorum.
O sırada akıl yanıma gelip, kulağıma fısıldıyor.
Tek çare var, diyor, git yanına özür dile, gönlünü al.
Kendi görünmeyip de sürekli kıs kıs gülen o ses, aklın fısıltısını
duyup
gülmeyi
kesiyor. Telaşla ebedî helâk nedenine beni de ortak etmeye çalışıyor.
Hayır, diyor, kırılmayı çoktan haketti. Hem o da kim oluyor senin
büyüklüğün
ve
değerin yanında, Sen gururlusun, gidemezsin.
Gurur çıkıyor karşıma kasıla kasıla.
Asla, diyor, özür dileyemezsin.
Bu taşı sırtımdan alabilir misin? diyorum.
Hayır, diyor, elimden gelmez.
Öyleyse git, diyorum, sen derdime çare değilsin.
Yine kalbe bakıyorum. O da küskün ve kırgın göz ucuyla bana bakıyor.
Üzülüyorum. Hafızam geçmişte kalbin bana yaptığı iyilikleri hatırlatıp
duruyor. O
hatırlattıkça acım artıyor.
Ne yapmalı, nasıl, ah nasıl bu belimi çatlatan taşı sırtımdan atmalı?
diye
düşünüyorum. Özür dilesem mi aklı dinleyip de? Tereddütler içindeyim.
Pişmanlıkla ağlıyor, dualar ediyorum gece boyu.
Seher vakti iki ak melek geliyor yanıma. Birinin adı tevazu,
diğerininki
merhamet.
Kollarıma giriyorlar, vicdanım da arkamdan iteliyor. Kalbe doğru
gidiyorum.
Yürürken ayaklarımın altından çatırtılar geliyor. Nedir? diye
bakıyorum.
Nefsim ve
gururum yerlere serilmiş, her adımımda parçalanıyorlar.
Kırık kalbin yanına varıyorum. Mahzun, gözleri yaşlı hâlâ.
Damarlarından
kan
sızıyor. Başım önde, pişmanlık içinde;
Affet diyorum, hata yaptım. Sen haklıydın. Barışırsan söz, seni bir
daha
kırmayacağım. Bak ben de çok üzgünüm ve özür diliyorum işte.
Tereddütlü bana bakıyor. Sırtımdaki taşı ve yaralarımı gösteriyorum.
Pişman
olduğuma inanıyor.
Haydi, diyorum, barışalım.
Boynuna sarılıyorum. O da bana sarılıyor. Ağlıyorum. Gözyaşlarım kırık
kalbin
üzerine geldikçe çatlakları kapanıyor. Eski hâline geliyor. Ama
dikkatli
bakınca yine
de üzerinde izler görüyorum. Beni anlıyor.
Zamanla, diyor, onlar da zamanla iyileşecek.
Sırtımdaki taş, bir beyaz yunus'a dönüşerek hafızama doğru uçuyor.
Yunus'un
ağzında bir kâğıt var okuyorum:
Bir kez gönül yıktın ise
>Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil
Gönül Çalab'ın tahtı
Çalab gönüle baktı
İki cihan bedbahtı
Kim gönül yıkar ise
Uzaklarda bir yerlerden çirkin, tanıdık bir ses ağlıyor, ağlamıyor,
böğürüyor
bağıra
çağıra. Artık eski hâline gelen kalb ile gülümseyerek elele tutuşup
yeniden
hayata
dönüyoruz.