BİRDÜNYAUMUT
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 3 Haz 2010
- Mesajlar
- 236
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 54
Bir Gülücük.. Bir Baba...
Kadir Bekâr /
Akşamları geç gelirdi babam. Annem ise gözü pencerelerde beklerdi. Babam gelince bir karnaval alanı olurdu evimiz. Koşuşturmacalar başlardı. Yüzündeki çizgilerin aralarına öpücükler kondururdum, o da bana küçük şekerler verirdi. O zamanlar bilmiyordum babamın parasının sadece onlara yettiğini. Annem “Hoş geldin bey” derdi. Babam “Hoş bulduk hanım.” Dünyalar benim olurdu babam gelince. Hele bir de Perşembe akşamları. Henüz yeni öğrenmiştim Kur`an okumayı. Babam ile perşembeleri hep talim yapardık bodrumdan bozma evimizin en sıcak odasında. (Sıcak dediğime bakmayın siz, sobanın en yakını değildi sıcak olan, babamın yüreğinin yüreğime değmesiydi.)
Babama bir gün baştan sona kadar Yasin Sûresi`ni okuyacağıma söz verirken henüz 9, bilemedin 10’lu yaşlarımdaydım. Babam da hep dilinde tuttuğu “İnşallah” kelimesiyle cevap verirdi bana. “İnşallah paşam.” Annem yemekleri getirirdi ilkin. Yorulmuştu akşama kadar kahvede babam. Milletin akşama kadar içtiği leş sigaralarının kokusu sinerdi esans kokulu babamın üzerine. Hiç ağzına bile değdirmemiş benim babam sigarayı. Şimdi yürürken babamın bu kadar keder arasında neden hiç sigara içmediğini çözmeye çalışıyordum. Birden durdum. Babamın tebessümü geldi aklıma. Esmer adamdı babam. Yakışıklıydı. Saçları elemleri ile paralel olarak beyazlamış ama hiçbir efkâr gülüşüne dokunamamıştı. Hem kim cesaret edebilirdi buna. Ya da etmeseydi iyi olurdu, çünkü garibanlığın arasında tek sermayemiz oydu. Bari ona dokunmasaydı kimse. Lütfen, hiç değilse ona dokunmayın.
Hafifçe yere eğildim. Rüzgâr ince bir meltemle eserken, elimdeki Kur`an’ın sayfalarını karıştırıyordum. Birden babamın derinden sesiyle titriyordum. “Hamza gel oğlum, bak annen neler yapmış.” Koşa koşa sofraya gelirken kesin takılıp düşerdim. Sakardım hep. Düşmediğim vakitler sofraya oturur ne var ne yoksa yerdim. Babam da bana bakar doyardı. Babamın neden az yediğini şimdi daha iyi anlıyorum. Babamı ve garibanlığı şimdi daha iyi anlıyorum.
Kur`an sayfalarını karıştırırken, arasından babamın bana aldığı şekerlerin bir tanesinin poşetini buldum. Babam dedim ve sarıldım toprağına. Kim bilebilirdi babamın bu kadar keder arasında ince hastalığa yakalanıp gidebileceğini. Geride derin yarlar, derin yaralar bırakabileceğini. Benim elimden tek sermayem olan gülüşünün alınabileceğini. Perşembe talimlerinin hüzne bürünebileceğini. Kim bilebilirdi ki?
“Babam” dedim. “Endişelenme artık, Yasin’i ezbere biliyorum.” Bir mezarlığın soğuk hatıralarını son dualarla paket yapıp, ipek bir mendile sarıp kalbime koyuyordum. 25’imde babamı daha iyi anlıyordum. Babasızlık nedir şimdi daha iyi biliyordum. Bir gülücüğün bir çocuğun hatıralarına neler yapabileceğini şimdi daha iyi biliyordum
Kadir Bekâr /
Akşamları geç gelirdi babam. Annem ise gözü pencerelerde beklerdi. Babam gelince bir karnaval alanı olurdu evimiz. Koşuşturmacalar başlardı. Yüzündeki çizgilerin aralarına öpücükler kondururdum, o da bana küçük şekerler verirdi. O zamanlar bilmiyordum babamın parasının sadece onlara yettiğini. Annem “Hoş geldin bey” derdi. Babam “Hoş bulduk hanım.” Dünyalar benim olurdu babam gelince. Hele bir de Perşembe akşamları. Henüz yeni öğrenmiştim Kur`an okumayı. Babam ile perşembeleri hep talim yapardık bodrumdan bozma evimizin en sıcak odasında. (Sıcak dediğime bakmayın siz, sobanın en yakını değildi sıcak olan, babamın yüreğinin yüreğime değmesiydi.)
Babama bir gün baştan sona kadar Yasin Sûresi`ni okuyacağıma söz verirken henüz 9, bilemedin 10’lu yaşlarımdaydım. Babam da hep dilinde tuttuğu “İnşallah” kelimesiyle cevap verirdi bana. “İnşallah paşam.” Annem yemekleri getirirdi ilkin. Yorulmuştu akşama kadar kahvede babam. Milletin akşama kadar içtiği leş sigaralarının kokusu sinerdi esans kokulu babamın üzerine. Hiç ağzına bile değdirmemiş benim babam sigarayı. Şimdi yürürken babamın bu kadar keder arasında neden hiç sigara içmediğini çözmeye çalışıyordum. Birden durdum. Babamın tebessümü geldi aklıma. Esmer adamdı babam. Yakışıklıydı. Saçları elemleri ile paralel olarak beyazlamış ama hiçbir efkâr gülüşüne dokunamamıştı. Hem kim cesaret edebilirdi buna. Ya da etmeseydi iyi olurdu, çünkü garibanlığın arasında tek sermayemiz oydu. Bari ona dokunmasaydı kimse. Lütfen, hiç değilse ona dokunmayın.
Hafifçe yere eğildim. Rüzgâr ince bir meltemle eserken, elimdeki Kur`an’ın sayfalarını karıştırıyordum. Birden babamın derinden sesiyle titriyordum. “Hamza gel oğlum, bak annen neler yapmış.” Koşa koşa sofraya gelirken kesin takılıp düşerdim. Sakardım hep. Düşmediğim vakitler sofraya oturur ne var ne yoksa yerdim. Babam da bana bakar doyardı. Babamın neden az yediğini şimdi daha iyi anlıyorum. Babamı ve garibanlığı şimdi daha iyi anlıyorum.
Kur`an sayfalarını karıştırırken, arasından babamın bana aldığı şekerlerin bir tanesinin poşetini buldum. Babam dedim ve sarıldım toprağına. Kim bilebilirdi babamın bu kadar keder arasında ince hastalığa yakalanıp gidebileceğini. Geride derin yarlar, derin yaralar bırakabileceğini. Benim elimden tek sermayem olan gülüşünün alınabileceğini. Perşembe talimlerinin hüzne bürünebileceğini. Kim bilebilirdi ki?
“Babam” dedim. “Endişelenme artık, Yasin’i ezbere biliyorum.” Bir mezarlığın soğuk hatıralarını son dualarla paket yapıp, ipek bir mendile sarıp kalbime koyuyordum. 25’imde babamı daha iyi anlıyordum. Babasızlık nedir şimdi daha iyi biliyordum. Bir gülücüğün bir çocuğun hatıralarına neler yapabileceğini şimdi daha iyi biliyordum