Konuşmayı çok seven birisiydi.
Ama “geveze”den çok “muhabbeti seven” sıfatı ona daha çok uyardı.
Gönül ehliydi.
Hikmetli sözleri nakletmeyi severdi.
İbret verici hikâyeleri de.
Onları süsler ve aralarına da dozunda espri serpiştirirdi.
Ancak bazen hızını alamayıp argoyu fazlaca kullandığı da olurdu.
Gerçi buna da vardı bir açıklaması kendince.
Bazı muhatapları o dilden anlıyordu.
Aynı frekansta buluşabilmek için gerekiyordu bazen.
Yoksa hep ayrı telden çalınır, çabalar boşa giderdi.
…
Sohbet menüsünün ana yemeği hep tasavvuftu.
Nefsin terbiye edilmesinden bahsederdi çokçası doğal olarak.
Sonrasında Allah sevgisiyle devam ederdi.
Akabinde manevi mertebelerin sadece aşkla alınabileceğine değinirdi hoş bir şekilde.
Bunun yöntemlerinden dem vurur, adres gösterirdi.
Dinleyenler mest olurdu.
Yıllardan beri “sohbetçi” sıfatıyla çok yere davet edilmişti.
Memnun kalmayan yoktu bilindiği kadarıyla.
…
Ancak sohbet demek en başta oturmak demekti.
İkram demekti.
Çay demekti.
Bazen çiğ köfte, bazen de pasta-börek demekti.
Enerji alınır ama harcanmazdı genelde.
Namaz kılınırsa oluyordu fiziki hareket ya da lavabo ihtiyacı olunca.
Sonuçta kilolu birisi olmuştu zaman içinde.
Göbek kuturu gömlek düğmelerini zorlamaya başlamıştı.
Kendisi de bunun farkındaydı.
Her sohbetinde mutlaka “bir deri bir göbek kaldım” diye espri yapardı.
…
Sohbetinin birinin sonunda her zamanki gibi “Sorusu olan var mı?” diye sordu.
İstediğinizi sorun derdi, problem değil.
Çünkü ben “bilmiyorum” demesini biliyorum.
Böylece hem gene espri yapmış olurdu hem de kendisini sorularla sıkıştırmak için hazırlıklı gelmiş olanlara hareket alanının geniş olduğunu hatırlatırdı.
…
Ama bu sefer dinleyicisinin biri, “Ben de size bir hikâye anlatayım” dedi.
“Eskiden bir imam varmış.
Kürsüye çıkmış günün birinde.
Allah sevgisinden girip peygamber aşkından çıkmış.
Dilinden bal damlıyormuş.
Dinleyenler “Ah biz de hissedebilsek Hoca gibi” diye düşünüyorlarmış içlerinden.
Arka taraflardan genç bir delikanlı ayağa kalkmış ve bağırmış imama:
“Hoca” demiş.
“Sen yalan söylüyorsun.
Gerçek Allah aşkı ve peygamber sevgisi yok sende.”
Cemaatin ve imamın şaşkın bakışları arasında devam etmiş genç adam konuşmaya:
“Ben bir kıza âşık oldum.
Onu hala çok seviyorum.
Babası bana vermek istemedi kızı.
Kavuşamama ihtimali beni içten içe yedi bitirdi.
10 kilo zayıfladım bu süre zarfında.
Ama bir de kendine bak!
Sevgiden aşktan bahsediyorsun ama maşallah ensen kalın.
Pantolonunun kayışı en son delikte.
50 metre bile koşamazsın nefes nefese kalmadan.”
…
Soru sormasına gerek kalmadı dinleyicinin.
“Bir deri bir göbek” kalmakla övünen adam anlamıştı söylenmek isteneni.
Bir yerlerden döner, dolaştırır, allar, pullar cevap verebilirdi aslında.
Ama susmayı tercih etti.
Allah hep başkalarını O’nun vasıtasıyla mı ikaz edecekti?
Bu sefer de bir başkasın aracılığıyla O’nu uyarmıştı Rabbi.
Demek ki Allah O’nu seviyordu.
Sevindi, gülümsedi.
Sadece rivayet etme, riayet de et demek istemişti belki de.
…
İkinci bir sorum daha var dedi genç adam.
“Nefis terbiyesinden bahsedip, onu kontrol etmenin yöntemlerini izah ediyorsunuz.
Ama sohbetin başından bu yana 5 tane sigara içtiniz.
Bu kendi nefisinize söz geçiremediğinizi göstermez mi?
Şayet öyleyse, yapamadığınız bir şeyi başkasına tavsiye etmeniz etkili olur mu?”
Teşekkür edip son verdi sözlerine.
…
“Bu genç adam seni mort etmek istiyor” dedi Şeytan sohbetçiye.
“Sen altından kalkarsın bunun, bulursun bir cevap, göster gününü.”
Ama uymadı Şeytan’a “bir deri bir göbek kalmış adam”
Bugün benim ders alma günüm dedi kendi kendine.
Bundan sonra kendi nefsimde yaşayamadıklarımı başkalarına anlatmayacağım diye söz verdi içinden.
“Ben de teşekkür ederim” dedi genç adama.
…
Önce yaşa, sonra anlat.
Söz çıkmasa da ağzından, halin yeter!
mescere