Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Bir Deccal ürünü : furqanu'l batıl (1 Kullanıcı)

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Nüzulünden günümüze kadar, Kur'ân'a karşı ortaya atılan birçok yalan ve iftiraları tarih kaydetmiştir. İslâmiyet’in Kur’ân-ı Kerim ile yayıldığını gören bazı “mütenebbî” denilen sahte peygamberler, Peygamber Efendimizin vefatına yakın senelerden itibaren başlamak üzere, Kur’ân’a karşı muarazaya, üslup ve belagat bakımından onu taklide yeltenmişlerdir. Ancak bunlar rezil olmakla kalmamış, sonları da hep hüsran olmuştur. Bu teşebbüslerin başlıca sebepleri arasında kabile taassubiyeti, mal ve mevki tutkusu yatmaktadır.

Sahte Kur’ân yazan yalancı peygamberlerden bazıları şunlardır: Müseylime b. Habîb el-Kezzab, Ayhede b. Kâ’b (el-Esvedü’l-Ansî), Ebu’t-Tayyib el- Mütenebbî, Ebu’l-Alâ el-Mearri1 ve Mirza Ali Muhammed. Ayrıca tarih boyunca hem İslâm topraklarında yaşayan hem de diğer ülkelerdeki Hıristiyan bilginleri de, İslâm’ı tenkit eden ve kendi dinlerini savunan eserler kaleme almışlardır. Her din mensubu kendi zaviyesinden olaya bakarak karşı tarafla ilgili reddiyeler yazmıştır. Hıristiyanların İslâm’a yönelik bu menfi düşüncesi, ilk zamanlardan günümüze kadar değişmeden korunmuş ve devam ettirilmiştir. Nitekim “el-Furkânu'l- Hakk” isimli uydurma kitap, bu olumsuz bakışın ve art niyetin en canlı son örneğidir. Bu ve benzeri girişimler, tıpkı geçmişteki örnekleri gibi tarihin çöplüğündeki yerini alacaktır.


Evanjelik Hıristiyanlar tarafından kaleme alınan sahte Kur’ân "el-Furkânu'l-Hak" isimli uydurma kitap,diyalogcu misyoner teorisyenlerin geliştirdikleri son taktiklerden biri olan “inkulturation” (kültürleşme) sürecinin bir uzantısıdır. Öncelikle yerli kültüre yerleşme, sonra da o kültürü bozma ve tahrip etme bu yöntemin özünü oluşturmaktadır. "el-Furkânu'l-Hak" ismi, kitabı yazan grup tarafından çok ustalıkla seçilmiş, Kur’ân için kullanılan bir kelimeden yani İslâm dünyasının özüne ait bir kavramdan alınmıştır. Nitekim bu uydurma kitap, baştan sona kutsal Kitabımız Kur’ân’a iftira ve hakaretlerle doludur ve Müslümanların kafalarının karıştırılması, dinlerinin yok edilmesi hedeflenmektedir. Vahiy ürünü olduğu iddia edilen "el-Furkânu'l-Hak" (Gerçek Furkan) isimli bu uydurma kitap, Kur'ân'ı taklit etmektedir. Çünkü bu kitap, Kur'ân'da yer alan kelimelerin tersyüz edilmesiyle oluşturulmuştur. Kitap, ilk önce 1999 yılında Arapça olarak yazılmış, daha sonra "The True Furqan" adıyla da İngilizceye tercüme edilmiştir. Bu kitabın el-Mehdî kod adlı derleyicisi olan evanjelik rahip Anis Shorrosh, 1999’da Atlantic Mounthly ve Baptist New isimli dergilere verdiği röportajında kitabın amacını şöyle açıklamaktadır: “Biz, Mesih'in davetini yaymak üzere İslâm ülkelerine girmek için kolay bir yol bulamadık. Öyle ki bu gaye uğruna sağlık konusunu, okulları, kitapları, filmleri ve diğer birçok yöntemi kullandık, ancak başarılı olamadık. Çünkü bu yolların hiçbiri, Müslümanlara, Hıristiyanlığın anlatılması konusunda yeterli düzeyde etkili olmamıştı. Kullanılan klasik yöntemler problemliydi. Öyle ki Müslümanların anlayabileceği düzeye sahip Arapça bir Kitab-ı Mukaddes'in çevirisi bile yoktu; zira mevcut çeviri günlük konuşulan dildeydi ve Arap geleneğinde önemli olan kutsal metin dilini içermiyordu. Araplar için dil çok önemliydi. Dolayısıyla Hıristiyan öğretilerinin özellikle Arapça konuşan Müslümanlara rahatça ve etkili şekilde hitap edebileceği bir aracın bulunması gerekliydi. İşte bu noktada The True Furqan el-Furkanu’l-Hak başlıklı kitap hazırlanarak devreye sokuldu.”3 Çünkü bu kitap Araplara klasik bir dille İncil'in hitabını sunmaktadır. Ayrıca bu kitabın yazılmasının Kur'ân'ın aksine 23 yıl değil, 7 yıl sürdüğü, üstelik vahiy!, ilham! ürünü olduğu iddia edilmekte4 ve şöyle denmektedir: "Biz, el-Furkânu'l-Hakk'ı vahiy olarak indirdik ve onu seçtiğimiz kişinin kalbine ilka ettik (yerleştirdik)".

Nesir ve şiir şeklinde yazılmış, saf, klasik Arapça ile oluşturulmuştur. Üslup ve akıcılığına dikkat edilmiştir. Ancak adı geçen kitabı gramer yönünden inceleyen bazı Arap araştırmacıları, kitapta birçok gramer hatasının bulunduğunu tespit etmişlerdir.

Bu gibi ''çalışmaların'' altyapısını çeşitli siyasî veya ekonomik çıkarların oluşturduğu kesindir. Ayrıca misyonerlik çalışmaları da bu gibi çabalara hız veren amillerdendir. Çünkü kitabın içeriğine bakıldığında baştan sona Hıristiyan öğretileri ve teolojisinin yer aldığı görülmektedir. Esas gaye Kur'ân'ın uydurma bir kitap olduğunu telkin ederek Müslümanlara güya yeni bir mukaddes!!! kitap sunmaktır. Ayrıca Kur'ân'ın muhtevası hususunda Müslümanları şüpheye düşürerek, yükselen değer olan İslâm’ın Batı’da büyümesinin önünü kesmektir.

Nitekim Omega yayınevi tarafından 2001 yılında kitabın İngilizce çevirisi piyasaya sürülünce, Hıristiyan internet sitelerinin bu kitabı yayınladıkları, reklâmını yaptıkları ve kitabı öven makaleler kaleme aldıkları görülmektedir. Bu kitaba Hıristiyan dünyasından bilhassa da evanjelik Hıristiyan gruplardan ciddi anlamda destek gelmiştir. Mesela A Middle East seminary president, A Los Angeles, CA Muslim convert, Billy Graham Center for Muslim Studies, Evangelical Mission Quarterly, Baptist Press gibi yayın organları bu kitaba övgüler yağdırmakta ve Müslümanların bu vesileyle Hıristiyanlaştırılacağına olan inançlarını dile getirmektedirler.5 C. S. Arthur, "Islam's Holly Book" adlı makalesinde şunları söylemektedir: 1400 yıldan fazla bir zamandır Kur’ân'a ve onun iddialarına verilen cevaplar hep korkularak yazılırdı. 6 Daha sonra "el-Mehdi" kod ismiyle kitabın yayın ve yürütme kurulunda yer alan kişiden şunları nakleder: Sayıları bir milyarı aşan ve 39 ülkeye dağılan Müslüman dostlarımız, İncil'in doğru mesajını alamamışlardır. İşte bu kitap onlara bu mesajı iletecektir.7

el-Furkanu'l-Hak adlı bu kitap, 77 bölümden (uydurma sureden) oluşmakta ve her bölüme teslisi (Hıristiyan üçlemesini) içeren bir başlangıç ç ifadesiyle بسم الأب الكلمة الروح الإله الواحد الأوحد şeklinde başlamaktadır. Her bölüm birkaç sözde ayetten müteşekkildir. Bunlar, 1, 2, 3, 4 şeklinde numaralanmıştır. Yani şematik yapı Kur’ân’a benzetilmeye çalışılmış ve kitabın bölümlerine sure adı verilmiştir.

Kitabın bölümlerinin (surelerinin) ilk ifadeleri genelde o surenin adına göre başlamakta ve Müslümanlara hitaben "Ey kullarımızdan sapıtanlar, inkâr edenler, münafıklar, iftiracılar" denilmektedir.

Kitabın on bir ana bölümü, Kur'ân'da yer alan surelerle aynı isimleri taşımaktadır. Mesela; el-Fatiha, en-Nûr, el-Kadr, el- Mü’minun, en-Nisâ, et-Talak, el-Mâide gibi. Diğerlerinden bir kısmının isimleri ise yine Kur'ân'dan esinlenerek konulmuştur. Çünkü benzeri kavramlar Kur'ân'da yer almaktadır. ez-Zevâc, et-Tuhr, el-Mîzân, eş-Şehîd bunlardan bir kaçıdır. Bazı bölümler, Müslümanları aşağılayan ve onlara hakaret eden isimlerden seçilmiştir. Mesela, el-Mâkirun (komplocular), el-Mufterun (uydurmacılar), el-Muharridun (kışkırtıcılar), el-Kafirun (inkarcılar), el-Müşrikûn (putperestler).

Kitabın yazarları, kitap metninin sözüm ona "es-Safiyy"e vahiy yoluyla verildiğini iddia etmektedirler. Nitekim Tenzil ismi verdikleri uydurma suresinde şu ifadeler yer almaktadır:

"Biz, el-Furkânu'l-Hakk'ı vahy olarak indirdik. Onu, muciz bir kelam olarak, apaçık Arapça bir lisanla tebliğ etmesi için Safî'mizin (seçtiğimizin) kalbine yerleştirdik".

Görüldüğü gibi yukarıdaki pasaj adeta Kur'ân'ın birkaç ayetinden intihal edilmiş ve üzerinde biraz oynanarak oluşturulmuştur. Dolayısıyla bu kitaptaki ifadeler taklit ve intihalden ibarettir.

el-Furkânu'l-Hak adlı uydurma kitabın muhtevası ise bir önsöz, besmele, yetmiş yedi uydurma sure ve bir hatimeden oluşmaktadır. Kitap tümüyle incelendiğinde görüleceği üzere bu kitabın en önemli gayesi Kur'ân'ın hak dediğine batıl, batıl dediğine hak demektir. Örneklendirecek olursak Kur'ân dört haram ay olduğundan bahseder ve bu aylara saygı gösterilmesini; savaş ve benzeri şeylerin bu aylarda yapılmasını yasaklar.(bkz. Bakara, 2/194, 217, Maide, 5/2, Tevbe, 9/36)

Ancak adı geçen kitap belki de Ramazan ayında da Müslümanlara saldırmak için böyle bir şeyin uydurma olduğunu Allah'a iftira ederek anlatır. Selam (barış) diye isimlendirilen sahte surede şunları okuyoruz:

"Siz yalan olarak bize, bizim haram ayda savaşı yasakladığımızı, sonra biz, haram kıldığımızın hükmünü nesh ettik (kaldırdık) ve bu ayda büyük bir savaş helal kıldık, iftirasında bulundunuz.”

el-Mev'ize adını verdikleri bir başka sahte surede Müslümanların dalalette olduğu üzerinde duruluyor, kendilerine ‘barışa girin’ denildiği hatırlatılıyor, ancak gerçekte Müslümanların buna inanmadığı söyleniyor. Aynı surenin 3. 4. ve 7. uydurma ayetleri başta olmak üzere Kur'ân ayetleri tersyüz edilmekte ve Allah'ın savaşı emretmeyeceği bunun olsa olsa şeytanın bir kışkırtması olabileceği iddia edilmektedir.

"Bizim; ‘Allah yolunda savaşın ve müminleri savaşa teşvik et’ dediğimizi iddia ettiniz. Savaş bizim yolumuz değildir ve biz, mü’minleri savaşa teşvik eden de değiliz. Bu recm olunan şeytanın mücrim bir toplumu kışkırtmasından başka bir şeyi değildir."

el-Furkânu'l-Hak adlı kitapta yer alan Nisâ isimli sözde sure ise, Kur'ân'ın kadınla ilgili getirmiş olduğu haklarla alay ederek, tahkir etmeye çalışmaktadır. Hatta Kur’ân’ın Hz Peygamberin hanımlarına yönelik perde arkasından konuşma emriyle dahi alay edilmekte ve "…Peygamber'in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyiniz…" (Ahzap, 33/53) ayetinin aynısı bu kitapta da yer alıyor ve böyle bir emrin, kadınları aşağılama olduğu belirtiliyor.
Adı geçen kitapta dikkat çeken hususlardan birisi de yine Nisa isimli uydurma surede Kur'ân'ın miras, şahitlik vs. hükümlerinin ağır bir üslupla tenkit edilmesidir. Burada kadının mirası, şahitliği, erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece daha üstün olması meselesi ve benzeri şeyler tartışma konusu edilerek Kur'ân'la alay edilmeye çalışılmaktadır: "Dalalette olan kullarımızdan zalim olanlar! Kadını satılan ve alınan bir meta edindiniz… Adalet nerede? Erkeğe iki dişinin payı kadar vardır.O, (bayan) şahidin yarısıdır. Eğer iki erkek olmazsa, bir erkek ve iki kadın şahit tutun. Yalnız erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı vardır".

ed-Dallin diye isimlendirilen uydurma surede ise İslâm karşıtı saldırılar iyice şiddetlenmekte ve Kur'ân'ın bahsettiği Allah yolunda yapılan savaşların gerçek olmadığı ve böylelikle cennet kazanılmayacağı, Allah'ın böyle bir şeyi emretmediği üzerinde durulmaktadır. Bu surede Müslümanların yeryüzünde bozgunculuk yaptıkları öne sürülmekte, insan neslini ve ekonomiyi harap ettikleri iddia edilmektedir. Bu el-Furkânu'l-Hak adlı kitaba inananlara cennet müjdesi verilmekte ve altıncı ifadesinde şöyle denmektedir:

"Kullarımızdan sapık olanlar, savaşı, ganimetleri ve zinayı bizim dilimizle emrederek geldiler; bunu bizim sözümüzü nesh ettiğimizi ve sünnetimizi (kanunumuzu) değiştirdiğimizi (zannederek) yaptılar...".

Orucun önemi üzerinde durulan sıyam adlı sözde surenin ilk ayetinde sünnetten bir alıntı yapılıyor 3. ayette ise münafıklara yani Müslümanlara hitapta bulunuluyor ve şöyle deniliyor:

"Ey kullarımızdan münafık olanlar! "Sizin orucunuz bizim katımızda karşılıksızdır ve makbul de değildir"

el-Enbiyâ isimli bir başka sözde suresinin on sekizinci ifadesinde Hz. Peygamber (s.a.s.) haşa (!) çok iftiracı ve kovulmuş şeytanın elçisi olarak anlatılmakta ve Müslümanlar, kafirler olarak nitelenmektedir.

el-Mâkirun diye isimlendirilen bir başka sözde surede "mekr" kelimesi çokça kullanılmakta ve Kur’ân'daki benzer ifadelerden yararlanılmaktadır. Üçüncü ayette ise yine Hz. Peygamber'e atıfta bulunulmakta onun -hâşâ- kavmini adam öldürmeye ve zinaya teşvik ettiği, bunun ise bir peygamberin sıfatı olamayacağı, olsa olsa melun şeytanın vasfı olabileceği iddia edilmektedir.

Daha önce de ifade ettiğimiz gibi bu kitabın ana gayesi Müslümanlara, onların kitaplarına ve mukaddesatına hakaret etmektir. Nitekim uydurma Tağut suresinde Müslümanların tağuta uydukları ve böylelikle derin çukurlara yuvarlandıkları iddia ediliyor.

el-İncil suresi, kullarımızdan sapık olanlar ifadesiyle başlayan birinci cümlesinde Kur’ân'ın Maide suresi 47. ayeti örnek olarak getiriliyor ve Müslümanların İncil ile amel etmemeleri ikinci ayette tenkit ediliyor.

Müşrikun suresi, adı geçen kitapta yer alan surelerin en uzunu olup, otuz yedi sahte ayetten ibarettir. Adından da anlaşılacağı üzere bu sure Müslümanları müşrik olarak nitelemektedir. En dikkat çekici olan pasajı ise Hz. Peygambere itaati şirk olarak değerlendirmesidir. (Bkz. 3. ve 4. sözde ayet)

"Kullarımızdan birini bize itaate ortak ettiğinde bize ortak koşmuş olur. Çünkü o, kim elçiye uyarsa bize uymuş demektedir. Bu da büyük bir şirktir".

el-Ve'id suresinde Kur'ân'dan bazı alıntılar yapılıyor ve el-Furkanu'l-Hak kitabının İncili doğrulamak için Allah katından indirildiği vurgulanıyor. Nitekim 2. cümlesinde şöyle deniyor.

"Biz, kendi lisanımızla gerçek söz olarak, hakkın sünnetini el-İncil'i hakla indirdik ve onu el-Furkanu'l-Hakk'a açık bir tasdikle tasdik ettik. Bunun dışında ona muhalif veya onu nesh eden veya ona alternatif hiçbir şey indirmedik".

Bu kitap, bazen de Kur'ân'ın ifadesini hiç değiştirmeden olduğu gibi kopyalamıştır. Mesela Kebâir isimli bir başka uydurma suresinin birçok pasajında bu görülebilir. Aynı surede 12. pasaj olarak yer alan ifade ise Bakara, 171. ayetinin tam tamına kopyasıdır.8

Sonuç olarak ifade etmek gerekirse bu kitap, İncil'in öğretilerini farklı bir üslupla Müslümanlara ulaştırmayı hedef alan bir çalışmadır.

Müslümanlara karşı kin ve nefretle dolu olan bu kitabın, iddia edildiği gibi barış kitabı olması mümkün değildir. Çünkü yukarıda da işaret edildiği gibi, adı geçen bu kitap, misyoner örgütlerin İslâm ülkeleri üzerinde oynamış oldukları oyunların hangi boyutlara ulaştığını göstermesi bakımından dikkat çekicidir.

(alıntı)
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
DİYALOĞUN 1.ŞARTI: "Benim dinim son din demekten vazgeçmektir."

Watt'a göre diyaloğun bir raconu da "Benim dinim son dindir" inancından vazgeçmektir:
"Dinlerin karşılaştırılması, yani üstünlük ve aşağılık açısından her-hangi bir değerlendirmeye gitme, objektif anlamda geçerli olmadığı için gerçek diyalog anlayışı, bu çeşit karşılaştırmalardan vazgeçmeyi icab ettirir."

Dinlerarası diyaloğun mimarlarına göre diyaloğun bir raconu da "Benim dinim son dindir" inancından vazgeçmektir"
İbrahimi Din ve Dinlerarası Diyalog" 28 Aralık 1999 Salı

Projelerinin teorisyenlerinden birisi Prof. Dr. W. M. Watt'tır. Watt'ın Modern Dünyada İslam Vahyi özellikle bu projenin bir ürünüdür.

Watt ezcümle şunları söylüyor (X. Bölüm)

Watt'a göre modern bilim ve teknoloji sayesinde dünya büyük ölçüde kültürel birliğe ulaş(tırıl)mıştır. Artık sıra "dinlerin birleştirilmesi"ne gelmiştir. Watt'a göre bunun için dinler evrensel projelerden vazgeçip sadece bulundukları bölgelerdeki hakimiyetlerini pekiştirmelidirler: "Bununla beraber, yine de ileriye doğru adım attıracak bir yol mevcuttur. Şöyle ki, bir kültür alanının köklü bir birlik kazanmasını sağlayan din-kültür kaynaşması sürecinin dünyü çapında yeniden ortaya çıkması ihtimal dahilindedir. İlmi görüşün dünyada yayılması ve kaynaşması sürecinin başlangıç noktasını teşkil eder. Her dini kültür alanı, ilmi görüşle temasa geçtikçe diğer dini kültürlere fiilen yaklaşmış ve bu yolla mütecanis bir dünya kültürüne doğru yavaş yavaş hareket etmiş olacaktır. Böyle bir kültürde dinlerin objektif olarak karşılaştırılması imkan dahiline girecektir. Fakat bu mütecanis kültürün gelişmesi esnasında dinlerarası meseleler, belki de geniş ölçüde kendi çözümlerini kendileri getireceklerdir. İnsan bir bakıma, "onları ortaya koydukları ürünlerle bileceksin" (Matta'nın İncili, 7, 16) esasından hareket ederek şu anda bile dinlerin bir mukayesesini yapabilir; fakat "ürünlerin" değerlendirilmesi, değerlendirmede bulunan kişinin kültürel mazisinden etkilenecektir. Bununla beraber, öyle görünüyor ki, önümüzdeki yıllarda dinleri karşılaştırmak isteyen bir insanın gözünde bu "ürünler", esas itibariyle gelenekleşmiş tarz ve düşünceleri, çağdaş şartlara uydurmak ve diğer dinlerde gerçekleşmiş tarz ve düşünceleri çağdaş şartlara uydurmak ve diğer dinlerde gerçekleştirilmiş değerleri alıp onları birleştirmek imkan ve kabiliyetine sahip olan şeyler olacaktır.

Bu söylediklerimiz şöylece özetlenebilir: şu andan ve yakın bir gelecekte dinlerin, belli ölçüde, birbirinin "tamamlayıcısı" olduğunu ve olacağını kabul etmek gerekiyor. Her din belli kültür alanında geçerlidir, onun ötesinde değil. Hıristi-yanların, Müslümanların ve diğer dinlere mensup olanların, kendi inançlarını yaymak için gösterdikleri faaliyetlere rağmen hiç bir din bütün kültür alanlarında geçerli olduğunu henüz ortaya koyamamıştır. Öyle ise her din özel bir kültür alanında geçerlidir; her din belli alanda insanların iyi bir hayat sürmelerine imkan vermektedir. O halde onlar birbirlerini tamamlamaktadır." (s.158) Watt'a göre Dinlerarası ilişkileri düzenlemek için artık yeni bir kavramımız vardır: Diyalog : "Dinlerarasındaki münasebet konusunda da yeni bir anlayış gündeme gelmiştir ki, buna "diyalog" denmektedir.

Fakat diyalog, çok çeşitli şekillerde anlaşılmaktadır. Bazılarına göre, diyalog, sonunda bir takım anlaşmaların olması gereken güçlü bir konferanstır. Bir kısmına göre ise şu şekilde olmalıdır: bazı Hıristiyan ve İslam ilahiyatçıları bir takım toplantılar yaparak önce itikada dair esaslarla ilgimi zıt görüşleri dikkate almalı, daha sonra da bu esaslardan bazılarının doğru, bazılarının ise yanlış olduğu hususunda anlaşmaya varmalıdırlar. Bazılarının diyalog anlayışında da karşılıklı yardım, asgari derecede tutulmuştur. Mesela, İsviçreli bir yazar (Henri Nussle) İslam'la Diyalog adlı eserini Müslümanlara şu daveti yaparak bağlamaktadır: 'Ey dinlerimizin akraba olduğunu cesâretle söyleyen (Müslüman)! Senden şu düşünceye yer vermeni istiyoruz: Batı sana kültüründen, kapitalinden, yaratıcı dehasından daha fazla bir şey verebilir. Sana bir Hayat Görüşü, meleküt aleminden gelen bir görüşü; bir kelimede, bir isimde, yani İsa adında ifadesini bulan sonsuz ümidi verebilir.!' Şimdi bu gerçek manada bir diyalog değildir. (s.163)

Watt'a göre diyalogun bir raconu da "Benim dinim son dindir" inancından vazgeçmektir: "Dinlerin karşılaştırılması, yani üstünlük ve aşağılık açısından herhangi bir değerlendirmeye gitme, objektif anlamda geçerli olmadığı için gerçek diyalog anlayışı, bu çeşit karşılaştırmalardan vazgeçmeyi icab ettirir. Bu, açıktan açığa yapılmayan karşılaştırmalar için de aynen geçerlidir. Söz gelişi bir insan "BENİM DİNİM SON DİNDİR" derse bu olmaz; çünkü buradaki "son" kelimesi diğer dinlerden üstün olma veya diğer dinleri geçersiz kılma anlamlarına gelir. ... Ko-nuya çeşitli açılardan bakış gösteriyor ki, başka dinlere mensup olanlar ile gerçek bir diyalog kurulacaksa ve gerçekten çevremizdeki dünya ile doğru dürüst ilgilenerek yaşayacaksak, bu son savunma kalesini -bizim dinimiz diğerlerinkin-den daha üstündür inancını- terketmemiz gerekir." (s.167)

Dinlerarası Diyaloğun mimarlarından Watt'ın "Modern Dünyada İslam Vahyi" adlı çalışmasında (çev. Mehmet S. Aydın, Ankara-1982, Hülbe yayınları) diyaloğun raconlarından birisi olarak "Benim dinim son dindir inancından vazgeçmek" gerektiğini savunduğunu belirtmiştik. (s.167) Watt, Hazret-i Kur'an'a açıkça ters düşen böyle bir hezeyanın Ehl-i Sünnet çevrelerince benimsenmeyeceğinin bilincinde. Bunun için bizi Endülüs'te İbn Tufeyl ve İbn Rüşd'ün temsil ettiği "felsefî İslam'a"çağırmaktadır: "Diyaloga girmenin çok kere öteki bütün dinlerle ilgili olarak daha karmaşık bir tavır takınma neticesini de ortaya çıkaracağı dikkat edilmeye değer bir husustur.

Müslümanların, Hıristiyanların ve Yahudilerin bir arada bulundukları Müslüman İspanya'da İbn Tufeyl ve İbn Rüşd 'ün temsil ettikleri felsefi bir İslami anlayışının zuhurunu müşahede etmek oldukça dikkat çekicidir. Bu filozoflara göre, dinin hakiki ifadesi, felsefede görülen ifadesi olup geniş halk kitlesinin İslami inancı, sıradan insanların idrak seviyeleri açısından bakıldığında, gerçek dine en yakın inançtı. Bu filozoflar, İslam'ın dışında kalan dinleri açıktan açığa tartışma konusu etmediler; fakat bazı yazıları gösteriyor ki, onlar, Hıristiyanlığın ve Yahudiliğin de (halk seviyesinde), İslam'dan daha az olmakla beraber, gerçek dine yaklaştıklarına inanmaktaydılar."(s.169)

Ama Watt bu noktada da durmuyor ve baklayı ağzında çıkarıp "dinleri birleştirme" projesini ileri sürüyor: "Uzun vadede bütün dünya için tek bir dinin olacağı ümid edilebilir. Bu din, Sünni İslam'da dört fıkhi mezhebe müsaade eden anlayışa benzer bir şekilde kendi içinde bazı görüş ayrılıklarına yer verebilir. Fakat öyle görünüyor ki, din birliği istikametinde hareket etmek, kültür birliği istika-metinde gerçekleşen bir hareketle beraber yürümedikçe fazla uzaklara gidemez. Kültür birliği istikametinde bir hareketin başlamış olduğunu söylemek mümkündür." (s.171)

Watt dinleri birleştirilmesi sürecinde aba altında sopa göstermeyi de ihmal etmiyor zaferin en çok modernleşen dine ait olacağını ima ediyor. Modernleşme yani sekülerleşme, yani bu dünyacı olma. Uyanık profesör sekülerleşmenin, dünya hayatının oyun eğlenceden ibaret olduğunu vurgulayan Kur'an'a ters düştüğünü ve İslam'ın dünyevileşme sürecinde hıristiyanlıkla yarışmak gibi bir niyetinin ol(a)mayacağını biliyor: "Bir çok insan, geleceğin dünyasında kendilerine yabancı olan kültürlerle sık sık temas kurmak zorunda kalacakları için belli bir dinin kendisini modern şartlara uydurma istikametinde gösterdiği ilerlemeyi, başka bir din de gerçekleştirmeye yönelecektir. Bu çabada bazı dinler, diğer bazılarına göre daha başarılı olabilecektir. Başka dinlere ait değerleri almada ve onları kendi esas görüşü ile iyiden iyiye kaynaştırmada en çok başarılı olan din, büyük bir ihtimalle diğer dinlere mensup olanlar arasında çok sayıda insanı kendisine çekecektir." (s.172)

Watt, "dinleri birleştirme projesi" çerçevesinde İslam'ın bazı özelliklerini takdir ederken özellikle "son din olma inancından kaynaklanan kendine mutlak bir güven duymasına" tahammül edemez ve İbrahimi din projesinde böyle inançlara yer olmadığını belirtir: "...Başta gelen Hıristiyan ülkelerinden bazıları bugün bir ırkçılık felaketi içine düşmüşlerdir. İmdi, kendi mensupları arasında görülen ırk-çılık afetiyle başa çıkamayan bir dinin, diğer dünya problemlerinin çözümüne katkıda bulunması elbette mümkün değildir. İleride karşı karşıya kalacakları vazifeler açısından bakıldığında, her dinin üstün olan ve olmayan yanlarının bulunduğu görülür. İslam'ın üstün olduğu konular arasında başta geleni, onun insan kardeşliğini kurulmasındaki başarısı ve iman konusundaki derinliğidir. Fakat bu derin inançla atbaşı yürüyen mutlak bir güvenme duygusu, öteki dinlerde yer alana iyi olanı görme hususunda insanın gözlerini kapatacak duruma geldiği an, mahzurlu olur; dolayısiyle İslam, başka dinlerde bulunan bazı değerleri kendi bünyesine almada güçlük çekebilir." (s. 173)

Gâvur, böyle akıl veriyor. Bu yolda yürüyenlere aşkolsun!
 

نعىمة

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
2 Ara 2007
Mesajlar
2,969
Tepki puanı
3
Puanları
0
Yaş
41
Gâvur, böyle akıl veriyor. Bu yolda yürüyenlere aşkolsun!
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt