Bir Banka Memuresi
Babamdan aldığımız emekli maaşıyla, kendimizin olan evde annem ve iki kız kardeşimle yaşıyorduk. Liseyi bitirdikten sonra çevrenin ve âile dostlarının telkin ve çabalarıyla bir özel bankada işe başladım. Aynı zamanda Açık Öğretim İş İdâresi Bölümü'ne kayıt oldum.
İş hayatı bana çok yabancıydı. İş arkadaşlarımızın benden yaşça büyük oluşu ve yapı itibariyle farklı oluşları onlarla fazla samimiyet kurmamı engelledi. İnsanları tanımam, çevreyle irtibatım, toplumda neler olup bittiğini anlayabilmem iş hayatımla başladı diyebilirim.
Gördüm ki; insanların tek amacı; çok para kazanmak, iyi giyinmek, iyi yemek, iyi eğlenmek, başkalarına anlatacakları tatiller yapmak, bir yerlere gelebilmek için, birtakım mânevî değerlerden ve şahsiyetlerinden vazgeçmek ve yükselebilmek için kendinden zayıfları ezmekti…
Yapmacık, çıkarcı arkadaşlıklar, yüzüne gülüp, arkadan konuşmalar ile hayatlarının çok basit tarzlarda ortaya dökülmesi, basit şeylerle öğünmeleri, incir çekirdeğini doldurmayan şeyler için yaptıkları tartışmalar, lüks tutkusu, basit birtakım şeylere sahip olabilmek için borçlanmalar hep bu dönemde gördüğüm şeylerdi.
Bu gördüklerim, önceleri bana da ters gelirken gittikçe normalleşmeye başlamıştı. Kendimi yokladığımda eski saf, iyi niyetli ben gitmiş; asabi, hırslı, bencil biri gelmişti. Rahatsızlığımın farkındaydım. Ama hayat buymuş, ne yapalım diyerek, bunları bastırır hâle geldiğimin de farkındaydım.
Bir boşluğun içine zorla itiliyordum… Bu boşluğun adı mâneviyatsızlıktı ve ben ona doğru hızla koşuyordum. Beş-altı yılım böyle geçti. Tâ ki, bir yıl öncesine kadar. Babaannemin vefat etmesi dolayısıyla şehir dışındaki amcamlara gitmiştim. Orada gördüğüm etkileyici manzara rûh dünyamı değiştirmeme yol açtı. Amcamın oğulları birkaç yıl önce hidâyete ermiş, İslamiyet'i ellerinden geldiğince yaşamaya çalışan kişilerdi. Onların huzur dolu yaşantıları, konuşmaları, sohbetleri beni çok etkiledi... Verdikleri dergi ve dinî kitaplarla birlikte yepyeni bir hayat görüşüyle eve döndüm… Arada bir kıldığım namazımı artık devamlı kılmaya başlamıştım. Gündüz işte kılamadıklarımı da akşam evde kaza ediyordum.
Bu arada annem, on yıl önce yakalandığı kanser nedeniyle bir hayli zor günler geçiriyordu. Bu durum beni Allâh Teâlâ'ya yalvarıp duâ etmeye itti. Çok kısa bir süre sonra da Hakk'ın rahmetine kavuştu. Yüreğim acılarla doluydu. Aldığım yıllık izin ve ufak bir ameliyat beni eve bağladı...
Bu sırada hayatımı gözden geçirdim… Nerden gelip, nereye gidiyordum, ne için yaşıyordum... Ne yapmalıydım?
Artık bir yerlerden başlamalıydım.. Bu arada yıllık iznim bitmiş, işe başlamıştım... Kıyafetlerim artık çok bol ve uzundu... Makyaj yapmıyor, kuaföre gitmiyordum… Öğle tatillerinde yakındaki bir camiye gidiyor, namazımı kılıyor, Allâh'a beni bir an önce inandığım gibi yaşamaya sevketmesini diliyor, içten içe yalvarıyordum. Çok geçmeden arkadaşlar arasında konuşulan yegâne konu ben olmuştum:
"Bu kız çok değişti, öğlenleri hep dışarı çıkıyor, bir yerlere gidiyor, bir örgüte üye oldu herhâlde, tarikata filan girmiş olabilir. Ya da aklını kaçırdı vs...."
Bu tür sözleri hep arkamdan söyler dururlardı. Kulağıma geldiğinde acı acı tebessüm ediyordum...
Bu dönemde Hanımlar Eğitim ve Kültür Vakfı'na gidip gelmeye başladım... Vakıftaki insanlar hâl ve hareketleri konuşmaları ve özellikle insanî yaklaşımları beni çok etkiliyordu. İçten insanlardı. İki yüzlü değillerdi..
Bu arada vicdanım beni tesettür husûsunda rahatsız etmeye başlamıştı.
İş için, mevki için, para için Allah Teâlâ'nın emirlerinden biri olan tesettür emrini görmezlikten gelemezdim. Yıllardır aradığım huzûru, madem ki bana sadece İslâm vermişti… Neden en önemli emri geciktirecektim. İşe gelip giderken başımı kapatıyor, işyerinde açıyordum. Kendimi ikiyüzlü gibi hissediyordum... Bu arada nefsim boş durmuyordu. "Biraz sabret evlenince tamamen kapanırsın, hele şu terfi bir gelsin sonra kapanırsın diye..."
Bu vesveseler içindeyken bir akşam iş çıkışı çok yakınımda bir trafik kazası oldu. Genç bir adam kanlar içindeydi. Bir anda her şey olup bitti. Elindeki torba aniden bir tarafa, gözlüğü diğer tarafa savrulmuştu. Alıp götürdüler donakaldım, bu ben de olabilirdim.
Ertesi sabah doğruca müdüre çıktım. Fikirlerimi düşüncelerimi bir bir açtım.
Olgun bir insandı. Saygı duyduğunu söyledi. Ama sadece başörtü yüzünden işten ayrılmamın doğru olmadığını, maddî sıkıntı çekebileceğimi ve sonunda pişman olacağımı söyledi.
Bana göreyse olay bu kadar basit değildi... Dünyevî sebeplerden ötürü kulluk vazîfelerimi aksatmama sebep olan çok daha acınacak ve pişmanlık getirecek şeylerdi. Kaçırdığım namazlar, doğru dürüst örtünememem, akşamları yorgunluktan okuyup öğrenemediğim dinî bilgiler öldükten sonra mı telafî olacaktı? Zaman varken neden Allâh'a yakın olmanın yollarını aramıyordum?
Hemen istifâ etmek istediğimi, artık amacımın farklı olduğunu, ne makam, ne para, ne meslek olmadığını, artık sadece ve sadece Allâh'ın rızâsını kazanmak istediğimi, basit şeyler için kararımdan dönmeyeceğimi dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Bu görüşlerimi daha üst makama da ilettim. Ve Allâh Teâlâ'nın bana lütfettiği azim ve cesaretle istifâmı verip ayrıldım o günden sonra inandığım gibi yaşamaya çabaladım. İnşâallâh İslamiyet'i öğrenmek, yaşamak ve tebliğ etmek, tek amacım olacak bundan sonra…
Babamdan aldığımız emekli maaşıyla, kendimizin olan evde annem ve iki kız kardeşimle yaşıyorduk. Liseyi bitirdikten sonra çevrenin ve âile dostlarının telkin ve çabalarıyla bir özel bankada işe başladım. Aynı zamanda Açık Öğretim İş İdâresi Bölümü'ne kayıt oldum.
İş hayatı bana çok yabancıydı. İş arkadaşlarımızın benden yaşça büyük oluşu ve yapı itibariyle farklı oluşları onlarla fazla samimiyet kurmamı engelledi. İnsanları tanımam, çevreyle irtibatım, toplumda neler olup bittiğini anlayabilmem iş hayatımla başladı diyebilirim.
Gördüm ki; insanların tek amacı; çok para kazanmak, iyi giyinmek, iyi yemek, iyi eğlenmek, başkalarına anlatacakları tatiller yapmak, bir yerlere gelebilmek için, birtakım mânevî değerlerden ve şahsiyetlerinden vazgeçmek ve yükselebilmek için kendinden zayıfları ezmekti…
Yapmacık, çıkarcı arkadaşlıklar, yüzüne gülüp, arkadan konuşmalar ile hayatlarının çok basit tarzlarda ortaya dökülmesi, basit şeylerle öğünmeleri, incir çekirdeğini doldurmayan şeyler için yaptıkları tartışmalar, lüks tutkusu, basit birtakım şeylere sahip olabilmek için borçlanmalar hep bu dönemde gördüğüm şeylerdi.
Bu gördüklerim, önceleri bana da ters gelirken gittikçe normalleşmeye başlamıştı. Kendimi yokladığımda eski saf, iyi niyetli ben gitmiş; asabi, hırslı, bencil biri gelmişti. Rahatsızlığımın farkındaydım. Ama hayat buymuş, ne yapalım diyerek, bunları bastırır hâle geldiğimin de farkındaydım.
Bir boşluğun içine zorla itiliyordum… Bu boşluğun adı mâneviyatsızlıktı ve ben ona doğru hızla koşuyordum. Beş-altı yılım böyle geçti. Tâ ki, bir yıl öncesine kadar. Babaannemin vefat etmesi dolayısıyla şehir dışındaki amcamlara gitmiştim. Orada gördüğüm etkileyici manzara rûh dünyamı değiştirmeme yol açtı. Amcamın oğulları birkaç yıl önce hidâyete ermiş, İslamiyet'i ellerinden geldiğince yaşamaya çalışan kişilerdi. Onların huzur dolu yaşantıları, konuşmaları, sohbetleri beni çok etkiledi... Verdikleri dergi ve dinî kitaplarla birlikte yepyeni bir hayat görüşüyle eve döndüm… Arada bir kıldığım namazımı artık devamlı kılmaya başlamıştım. Gündüz işte kılamadıklarımı da akşam evde kaza ediyordum.
Bu arada annem, on yıl önce yakalandığı kanser nedeniyle bir hayli zor günler geçiriyordu. Bu durum beni Allâh Teâlâ'ya yalvarıp duâ etmeye itti. Çok kısa bir süre sonra da Hakk'ın rahmetine kavuştu. Yüreğim acılarla doluydu. Aldığım yıllık izin ve ufak bir ameliyat beni eve bağladı...
Bu sırada hayatımı gözden geçirdim… Nerden gelip, nereye gidiyordum, ne için yaşıyordum... Ne yapmalıydım?
Artık bir yerlerden başlamalıydım.. Bu arada yıllık iznim bitmiş, işe başlamıştım... Kıyafetlerim artık çok bol ve uzundu... Makyaj yapmıyor, kuaföre gitmiyordum… Öğle tatillerinde yakındaki bir camiye gidiyor, namazımı kılıyor, Allâh'a beni bir an önce inandığım gibi yaşamaya sevketmesini diliyor, içten içe yalvarıyordum. Çok geçmeden arkadaşlar arasında konuşulan yegâne konu ben olmuştum:
"Bu kız çok değişti, öğlenleri hep dışarı çıkıyor, bir yerlere gidiyor, bir örgüte üye oldu herhâlde, tarikata filan girmiş olabilir. Ya da aklını kaçırdı vs...."
Bu tür sözleri hep arkamdan söyler dururlardı. Kulağıma geldiğinde acı acı tebessüm ediyordum...
Bu dönemde Hanımlar Eğitim ve Kültür Vakfı'na gidip gelmeye başladım... Vakıftaki insanlar hâl ve hareketleri konuşmaları ve özellikle insanî yaklaşımları beni çok etkiliyordu. İçten insanlardı. İki yüzlü değillerdi..
Bu arada vicdanım beni tesettür husûsunda rahatsız etmeye başlamıştı.
İş için, mevki için, para için Allah Teâlâ'nın emirlerinden biri olan tesettür emrini görmezlikten gelemezdim. Yıllardır aradığım huzûru, madem ki bana sadece İslâm vermişti… Neden en önemli emri geciktirecektim. İşe gelip giderken başımı kapatıyor, işyerinde açıyordum. Kendimi ikiyüzlü gibi hissediyordum... Bu arada nefsim boş durmuyordu. "Biraz sabret evlenince tamamen kapanırsın, hele şu terfi bir gelsin sonra kapanırsın diye..."
Bu vesveseler içindeyken bir akşam iş çıkışı çok yakınımda bir trafik kazası oldu. Genç bir adam kanlar içindeydi. Bir anda her şey olup bitti. Elindeki torba aniden bir tarafa, gözlüğü diğer tarafa savrulmuştu. Alıp götürdüler donakaldım, bu ben de olabilirdim.
Ertesi sabah doğruca müdüre çıktım. Fikirlerimi düşüncelerimi bir bir açtım.
Olgun bir insandı. Saygı duyduğunu söyledi. Ama sadece başörtü yüzünden işten ayrılmamın doğru olmadığını, maddî sıkıntı çekebileceğimi ve sonunda pişman olacağımı söyledi.
Bana göreyse olay bu kadar basit değildi... Dünyevî sebeplerden ötürü kulluk vazîfelerimi aksatmama sebep olan çok daha acınacak ve pişmanlık getirecek şeylerdi. Kaçırdığım namazlar, doğru dürüst örtünememem, akşamları yorgunluktan okuyup öğrenemediğim dinî bilgiler öldükten sonra mı telafî olacaktı? Zaman varken neden Allâh'a yakın olmanın yollarını aramıyordum?
Hemen istifâ etmek istediğimi, artık amacımın farklı olduğunu, ne makam, ne para, ne meslek olmadığını, artık sadece ve sadece Allâh'ın rızâsını kazanmak istediğimi, basit şeyler için kararımdan dönmeyeceğimi dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Bu görüşlerimi daha üst makama da ilettim. Ve Allâh Teâlâ'nın bana lütfettiği azim ve cesaretle istifâmı verip ayrıldım o günden sonra inandığım gibi yaşamaya çabaladım. İnşâallâh İslamiyet'i öğrenmek, yaşamak ve tebliğ etmek, tek amacım olacak bundan sonra…