Muhtazaf
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Mar 2008
- Mesajlar
- 9,637
- Tepki puanı
- 1,007
- Puanları
- 113
- Yaş
- 67
- Web Sitesi
- www.aydin-aydin.com
Bir Ayetin Meali ve Düşündürdükleri
Doç. Dr. Yunus Ekin
Başlangıcından bugüne İslâmî ilimlere ait edebiyat, içinde bulunduğu zaman dilimi*nin ihtiyaçları ve fikrî dalgalanmalarıyla doğru orantılı olarak belirli alanlarda yo*ğunlaşmayla karşılaşmıştır. Türkiye'de son dönemde yazılan dinî eserlere baktığımızda meallerin hayli revaçta olduğu görülür. "Akıl hariç, her bollaşan de*ğerinden kaybeder." denilse de seviyeli çalışmaların yapıl*ma yüzdesinin arttığı da bir gerçektir.
Biz bu çalışmamızda Yusuf sûresi 110. âyete isabetli olarak verilecek bir mealin -kanaatimizce- nasıl olması gerektiği hususu üzerinde duracağız. Böyle bir çalışmaya bizi, her ne kadar âyetin hazırlanan meallerinde ekseriyetle karşılaştığımız, eksiklikler yönlendirdiyse de amacımız birilerini eleştirme değil, Kur'ân'ın anlaşılmasına hizmettir.
حَتَّى إِذَا اسْتَيْئَسَ الرُّسُلُ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَاءَهُمْ نَصْرُنَا فَنُجِّيَ مَنْ نَشَاءُ وَلاَ يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمِينَ
Âyete meal vermek istediğimizde öncelikle şu iki meselenin iyice tesbit ve anlaşılmasının gerektiği düşüncesindeyiz. Zira bu hususlar, dikkatlerden kaçmakta ve neticede de mânânın çok değişik mecralara çekilmesine sebep olunmaktadır. Birincisi ümit kesilen şeyin ne olduğudur. İkincisi ise; "k-z-b" fiilinin tahfif (sülasî mücerred olarak, kuzibû şeklinde) ve teşdîd (sülasî mezîd, kuzzibû şeklinde) ile kıraati ve bununla ilgili olarak "zannû" fiilinin öznesinin tayini meselesidir. Ayet-i kerime her iki kıraatle de okunmaktadır.' Konunun ayrıntılarına girmeden önce meselenin daha kolayca anlaşılması için, her iki kıraate göre de âyete meal vererek mânâ açısından neticesine işaret edelim:
Teşdîd ile kıraat esas alındığında âyetin meali; "Nihayet peygamberler kavimlerinin îmân etmesinden ümit kesince ve kendilerinin yalanlandıklarını anladıklarında onlara yardımımız geldi de dilediğimiz kimseler kurtarıldı. Azabımız suçlular topluluğundan geri çevrilmez." Anlaşılacağı üzere, teşdîd ile okuyuşta resullerin düşünce dünyaları, zihnî atmosferleri resmedilmektedir.
Tahfif ile kıraate verilecek meal ise şu şekilde olmaktadır: "Nihayet peygamberler kavimlerinin îmân etmesinden ümit kesince ve kavimleri de kendilerine yalan söylenildiğini sandıklarında onlara yardımımız geldi ve dilediğimiz kimseler kurtarıldı. Azabımız suçlular topluluğundan geri çevrilmez." Fark edileceği üzere bu kıraatte, özellikle inanmayan kavmin düşünce dünyası teşhir edilmektedir. Şöyle ki, peygamberler, ümmetlerini, Allah'a inanmamaları, küfürde dayatmaları halinde başlarına gelecek ilâhî bir azabla uyarmışlardır. İşte bu tehdidin tahakkukunun gecikmesinden ötürü inanmayan kavim, Allah Resulleri tarafından boş tehditlerle kandırıldıkları zehabına kapılmıştır. Âyetin, tahfif ile okunuşu bu toplumsal psikolojiyi tasvir etmektedir.
Öncelikle belirtelim ki peygamberlerin ümitsizliği kavimlerinin îmân etmemelerindendir. Yoksa bazı yerlerde karşılaştığımız gibi Allah'ın va'dettiği yardımın gelmemesinden değildir. Zira bir peygamberin kendisine vahiy gönderen Yüce Allah'ın va'dinden ümit kesmesi demek Yaratıcısını tanımadığı ve Allah'a sözünde durmadığı şeklinde bir sıfat yakıştırması anlamına gelir ki, bu ne bir nebî için ne de bir mü'min için düşünülemez. Zira Yüce Allah "... ve senden azabın acele gelmesini isterler. Halbuki Allah va’dinden asla dönmez. Rabbin yanındaki bir gün sizin sayacaklarınızdan bin yıl gibidir." (Hac, 22:47); "Allah'ın rahmetinden, inanmayanlardan başkası ümit kesmez." (Yusuf, 12:87) buyurarak va'dinden asla caymayacağını ve ümitsizliğin bir kâfir sıfatı olduğunu beyân etmektedir.
İkinci olarak zamirlerin mercileri veya fiillerin faillerinin tesbiti ve kıraat farklılığından doğan ihtimallere değinelim: Âyet-i kerimeye teşdîd ile "küzzibû" kıraatini esas alarak meal verdiğimizde âyetteki her üç fiilin de (malum olsun, meçhul olsun) failleri peygamberlerdir ve şu şekilde verilebilir:
"Nihayet peygamberler kavimlerinin imân etmesinden ümit kesince ve kendilerinin yalanlandıklarını anladıklarında onlara yardımımız geldi de dilediğimiz kimseler kurtarıldı..."
Nitekim Hz. Aişe validemize bu âyetin okunuşu hakkında sorulduğunda yukarıda zikrettiğimiz teşdîdle kıraati söyleyip verdiğimiz mealdeki Özne-yüklem ilişkisine uygun açıklamada bulunmuştur.' Zaten biz de teşdîd ile okuyuşa meal verirken onun açıklamasından istifade ettik.
Ancak bazı meallerde içine düşülen eksiklikler, Asım kıraatinin Hafs rivayetine göre yani tahfif "küzibû" ile okuyuşa verilen meallerde olmaktadır. Böyle okuduğumuzda âyetin anlamı nasıl olmalıdır ve zamirlerin mercileri de kimlerdir? İşte asıl üzerinde durulması gereken nokta burasıdır. Her iki kıraat de mütevâtirdir; Kur'ân'ın bir parçasıdır ve her ikisiyle de murad-ı İlâhî anlatılmaktadır. Bu durumda ise âyetteki "zannû" fiilinin faili ümmet veya kavm, olmaktadır. Öylece, tahfif ile kıraat esas alınarak âyete isabetli ve doğru bir meal şu şekilde verilebilir kanaatindeyiz;
"Nihayet peygamberler ümmetlerinin îmânından ümit kesince ve kavimleri de (peygamberler tarafından) kendilerine yalan söylenildiğini sandıklarında, peygamberlere yardımımız geldi de dilediğimiz kurtarıldı..."
Yine Buharî'nin naklettiği hadîste Hz. Âişe validemize tahfîf ile okunuş sorulduğunda "küzzibû" fiilinin failini peygamberler olarak kabul ederek verilecek bir mealde, "peygamberler kendilerine yalan söylenildiğini (kandırıldıklarını) anladıklarında..." tarzında bir mânânın ortaya çıkacağını, bir peygamber için bunun asla düşünülemeyeceğini belirtmiştir.3a Gerçekten tahfif ile okunuşta "zannû" fiilinin failini peygamberler olarak kabul edersek karşımıza birçok mealde olduğu gibi bu sakıncalı anlam çıkar. Çünkü metinde, kendilerine yalan söylenilen veya sözle aldatıldığını zanneden kimseler vardır. Bunların, peygamberler olması mümkün değildir. Aksi takdirde onları sözle aldatanın, va'dinde durmayanın kim olduğu sorusuna verilecek cevabı bir düşünmek meseleyi izaha kâfidir.
Doç. Dr. Yunus Ekin
Başlangıcından bugüne İslâmî ilimlere ait edebiyat, içinde bulunduğu zaman dilimi*nin ihtiyaçları ve fikrî dalgalanmalarıyla doğru orantılı olarak belirli alanlarda yo*ğunlaşmayla karşılaşmıştır. Türkiye'de son dönemde yazılan dinî eserlere baktığımızda meallerin hayli revaçta olduğu görülür. "Akıl hariç, her bollaşan de*ğerinden kaybeder." denilse de seviyeli çalışmaların yapıl*ma yüzdesinin arttığı da bir gerçektir.
Biz bu çalışmamızda Yusuf sûresi 110. âyete isabetli olarak verilecek bir mealin -kanaatimizce- nasıl olması gerektiği hususu üzerinde duracağız. Böyle bir çalışmaya bizi, her ne kadar âyetin hazırlanan meallerinde ekseriyetle karşılaştığımız, eksiklikler yönlendirdiyse de amacımız birilerini eleştirme değil, Kur'ân'ın anlaşılmasına hizmettir.
حَتَّى إِذَا اسْتَيْئَسَ الرُّسُلُ وَظَنُّوا أَنَّهُمْ قَدْ كُذِبُوا جَاءَهُمْ نَصْرُنَا فَنُجِّيَ مَنْ نَشَاءُ وَلاَ يُرَدُّ بَأْسُنَا عَنِ الْقَوْمِ الْمُجْرِمِينَ
Âyete meal vermek istediğimizde öncelikle şu iki meselenin iyice tesbit ve anlaşılmasının gerektiği düşüncesindeyiz. Zira bu hususlar, dikkatlerden kaçmakta ve neticede de mânânın çok değişik mecralara çekilmesine sebep olunmaktadır. Birincisi ümit kesilen şeyin ne olduğudur. İkincisi ise; "k-z-b" fiilinin tahfif (sülasî mücerred olarak, kuzibû şeklinde) ve teşdîd (sülasî mezîd, kuzzibû şeklinde) ile kıraati ve bununla ilgili olarak "zannû" fiilinin öznesinin tayini meselesidir. Ayet-i kerime her iki kıraatle de okunmaktadır.' Konunun ayrıntılarına girmeden önce meselenin daha kolayca anlaşılması için, her iki kıraate göre de âyete meal vererek mânâ açısından neticesine işaret edelim:
Teşdîd ile kıraat esas alındığında âyetin meali; "Nihayet peygamberler kavimlerinin îmân etmesinden ümit kesince ve kendilerinin yalanlandıklarını anladıklarında onlara yardımımız geldi de dilediğimiz kimseler kurtarıldı. Azabımız suçlular topluluğundan geri çevrilmez." Anlaşılacağı üzere, teşdîd ile okuyuşta resullerin düşünce dünyaları, zihnî atmosferleri resmedilmektedir.
Tahfif ile kıraate verilecek meal ise şu şekilde olmaktadır: "Nihayet peygamberler kavimlerinin îmân etmesinden ümit kesince ve kavimleri de kendilerine yalan söylenildiğini sandıklarında onlara yardımımız geldi ve dilediğimiz kimseler kurtarıldı. Azabımız suçlular topluluğundan geri çevrilmez." Fark edileceği üzere bu kıraatte, özellikle inanmayan kavmin düşünce dünyası teşhir edilmektedir. Şöyle ki, peygamberler, ümmetlerini, Allah'a inanmamaları, küfürde dayatmaları halinde başlarına gelecek ilâhî bir azabla uyarmışlardır. İşte bu tehdidin tahakkukunun gecikmesinden ötürü inanmayan kavim, Allah Resulleri tarafından boş tehditlerle kandırıldıkları zehabına kapılmıştır. Âyetin, tahfif ile okunuşu bu toplumsal psikolojiyi tasvir etmektedir.
Öncelikle belirtelim ki peygamberlerin ümitsizliği kavimlerinin îmân etmemelerindendir. Yoksa bazı yerlerde karşılaştığımız gibi Allah'ın va'dettiği yardımın gelmemesinden değildir. Zira bir peygamberin kendisine vahiy gönderen Yüce Allah'ın va'dinden ümit kesmesi demek Yaratıcısını tanımadığı ve Allah'a sözünde durmadığı şeklinde bir sıfat yakıştırması anlamına gelir ki, bu ne bir nebî için ne de bir mü'min için düşünülemez. Zira Yüce Allah "... ve senden azabın acele gelmesini isterler. Halbuki Allah va’dinden asla dönmez. Rabbin yanındaki bir gün sizin sayacaklarınızdan bin yıl gibidir." (Hac, 22:47); "Allah'ın rahmetinden, inanmayanlardan başkası ümit kesmez." (Yusuf, 12:87) buyurarak va'dinden asla caymayacağını ve ümitsizliğin bir kâfir sıfatı olduğunu beyân etmektedir.
İkinci olarak zamirlerin mercileri veya fiillerin faillerinin tesbiti ve kıraat farklılığından doğan ihtimallere değinelim: Âyet-i kerimeye teşdîd ile "küzzibû" kıraatini esas alarak meal verdiğimizde âyetteki her üç fiilin de (malum olsun, meçhul olsun) failleri peygamberlerdir ve şu şekilde verilebilir:
"Nihayet peygamberler kavimlerinin imân etmesinden ümit kesince ve kendilerinin yalanlandıklarını anladıklarında onlara yardımımız geldi de dilediğimiz kimseler kurtarıldı..."
Nitekim Hz. Aişe validemize bu âyetin okunuşu hakkında sorulduğunda yukarıda zikrettiğimiz teşdîdle kıraati söyleyip verdiğimiz mealdeki Özne-yüklem ilişkisine uygun açıklamada bulunmuştur.' Zaten biz de teşdîd ile okuyuşa meal verirken onun açıklamasından istifade ettik.
Ancak bazı meallerde içine düşülen eksiklikler, Asım kıraatinin Hafs rivayetine göre yani tahfif "küzibû" ile okuyuşa verilen meallerde olmaktadır. Böyle okuduğumuzda âyetin anlamı nasıl olmalıdır ve zamirlerin mercileri de kimlerdir? İşte asıl üzerinde durulması gereken nokta burasıdır. Her iki kıraat de mütevâtirdir; Kur'ân'ın bir parçasıdır ve her ikisiyle de murad-ı İlâhî anlatılmaktadır. Bu durumda ise âyetteki "zannû" fiilinin faili ümmet veya kavm, olmaktadır. Öylece, tahfif ile kıraat esas alınarak âyete isabetli ve doğru bir meal şu şekilde verilebilir kanaatindeyiz;
"Nihayet peygamberler ümmetlerinin îmânından ümit kesince ve kavimleri de (peygamberler tarafından) kendilerine yalan söylenildiğini sandıklarında, peygamberlere yardımımız geldi de dilediğimiz kurtarıldı..."
Yine Buharî'nin naklettiği hadîste Hz. Âişe validemize tahfîf ile okunuş sorulduğunda "küzzibû" fiilinin failini peygamberler olarak kabul ederek verilecek bir mealde, "peygamberler kendilerine yalan söylenildiğini (kandırıldıklarını) anladıklarında..." tarzında bir mânânın ortaya çıkacağını, bir peygamber için bunun asla düşünülemeyeceğini belirtmiştir.3a Gerçekten tahfif ile okunuşta "zannû" fiilinin failini peygamberler olarak kabul edersek karşımıza birçok mealde olduğu gibi bu sakıncalı anlam çıkar. Çünkü metinde, kendilerine yalan söylenilen veya sözle aldatıldığını zanneden kimseler vardır. Bunların, peygamberler olması mümkün değildir. Aksi takdirde onları sözle aldatanın, va'dinde durmayanın kim olduğu sorusuna verilecek cevabı bir düşünmek meseleyi izaha kâfidir.