uğur21
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 7 Ocak 2008
- Mesajlar
- 83
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 38
Sonbahar mevsiminin serin rüzgârıyla yüzleşen minik bebek birden irkildi. Yılların sıla özlemiyle yanıp tutuşan ayrı iki can gibi minicik elleriyle annesine sımsıkı tutundu. Aslında üşüyordu. Beklide farkında olmadan içgüdüsel bir yönelimle beden dilini kullanıyor ve annesine “Beni soğuk esintinin zararlı etkisinden koru” demek istiyordu. Çünkü henüz daha minicikti ve konuşamıyordu.
Annesi yaşamındaki en değerli varlığı olan çocuğuna yardım etmek düşüncesi ile üzerini örten örtüyü başına kapadı. Rüzgâr hızını artırmış, yağmur çiselemeye başlamıştı. Tüm bunlar tarlasına çalışmak için yola koyulan kırsal kesimin çilekeş emekçi kadınına yadırganacak bir biçimde yansımamıştı. Yıllarca bu yoldan gidip-gelmiş, benzer durumlarla karşılaşmıştı. Şimdi tek bir fark vardı; o da çocuğunun yanında olması ve kendisi kadar hatta daha fazla çocuğunu koruma durumunda kalmasıydı.
Gerçi gideceği tarlanın bir köşesinde derme çatma bir kulübe vardı. Ancak oraya ulaşması için hayli yürümesi gerekliydi. Çocuğuna sıkı, sıkı sarılmış, üşümemesi ve ıslanmaması için kendince önlemini almıştı.
Aradan yarım saati aşkın bir süre geçtikten sonra meraklandı. Çocuktan hiç ses çıkmamıştı. Merak ve endişe ile rüzgâra sırtını dönüp çocuğuna bakmak gereksinimi hissetti.
Merak, endişe ve korku karışımı bir ruh haliyle çocuğun yüzünü görmek için örtüyü kaldırdı. Olacaklar sanki içine doğmuştu. Örtü yağmurunda etkisiyle çocuğun yüzüne yapışmış, nefes alma olanağını engellemişti. Artık anne için yapabilecek bir şey yoktu.
Çocuğunun cansız bedenine sarıldı ve kendine hakaretler yağdırmaya başladı. İçi, yüreği yanıyor ve tüm olanların sorumlusu olarak kendini görüyordu.
Artık ne rüzgâr, ne de yağmuru hissetmiyordu. Çocuğunu sarıp sarmaladıktan sonra köyünün yolunu tuttu. Eve girince “ Allah böyle yazmış, hikmetine sual olunmaz, verdi ve aldı” dedikten sonra kucağındaki çocuğu ile yere yığıldı. Ve bir daha da kalkamadı.
Annesi yaşamındaki en değerli varlığı olan çocuğuna yardım etmek düşüncesi ile üzerini örten örtüyü başına kapadı. Rüzgâr hızını artırmış, yağmur çiselemeye başlamıştı. Tüm bunlar tarlasına çalışmak için yola koyulan kırsal kesimin çilekeş emekçi kadınına yadırganacak bir biçimde yansımamıştı. Yıllarca bu yoldan gidip-gelmiş, benzer durumlarla karşılaşmıştı. Şimdi tek bir fark vardı; o da çocuğunun yanında olması ve kendisi kadar hatta daha fazla çocuğunu koruma durumunda kalmasıydı.
Gerçi gideceği tarlanın bir köşesinde derme çatma bir kulübe vardı. Ancak oraya ulaşması için hayli yürümesi gerekliydi. Çocuğuna sıkı, sıkı sarılmış, üşümemesi ve ıslanmaması için kendince önlemini almıştı.
Aradan yarım saati aşkın bir süre geçtikten sonra meraklandı. Çocuktan hiç ses çıkmamıştı. Merak ve endişe ile rüzgâra sırtını dönüp çocuğuna bakmak gereksinimi hissetti.
Merak, endişe ve korku karışımı bir ruh haliyle çocuğun yüzünü görmek için örtüyü kaldırdı. Olacaklar sanki içine doğmuştu. Örtü yağmurunda etkisiyle çocuğun yüzüne yapışmış, nefes alma olanağını engellemişti. Artık anne için yapabilecek bir şey yoktu.
Çocuğunun cansız bedenine sarıldı ve kendine hakaretler yağdırmaya başladı. İçi, yüreği yanıyor ve tüm olanların sorumlusu olarak kendini görüyordu.
Artık ne rüzgâr, ne de yağmuru hissetmiyordu. Çocuğunu sarıp sarmaladıktan sonra köyünün yolunu tuttu. Eve girince “ Allah böyle yazmış, hikmetine sual olunmaz, verdi ve aldı” dedikten sonra kucağındaki çocuğu ile yere yığıldı. Ve bir daha da kalkamadı.