Bir Amerikalının Müslümanlık Hakkındaki 23 Sualine CEVAPLAR
Amerika'nın Utah eyaletinin Salt Lake City şehrinde avukat Rulon S. Howelles'in islam Dini ve Hıristiyanlığın esasını teşkil eden meseleler üzerinde Müslümanların diişüncelerini öğrenmek ve bir kitap hazırlamak maksadı ile islam memleketlerine tevcih ettiği suallere, Maarif Vekaletinin 22 Kasım 1955 gün ve 022/14536 sayılı yazısı üzerine Diyanet işleri Reisliği Müşavere ve Dini Eserler İnceleme Heyetince hazırlanan cevaplar.
1. ALLAH. (Üstün varlık. Mütevassıt bir müslüman alimin bundan ne anladığını açıklayın. Aynı zamanda henüz gençlik çağında bulunan bir kimsenin ne anladığını izah edin?)
CEVAP:1
Müslümanların alimi de, cahili de, genci de, ihtiyarı da Rabü'l-âlemîn olan Allahu Teala'ya şöyle inanır :
Allahu Teâlâ Var'dır;
Birdir;
Varlığının evveli yoktur;
Varlığmın ahiri yoktur;
Ne kendisi yaratılmışlardan birisine benzer, ne de yaratılmışlar kendisine benzer;
Varlığı, başka bir varlığa dayanmaz, kendi zatı ile vardır. Varlığı zâtının iktizâsıdır. Doğmaktan, doğurulmaktan, doğurmaktan baba veya oğul olmaktan, zaman ve mekanda bulunmaktan münezzeh ve müteâlî olarak mevcuttur.
Hiç bir vâsıtaya muhtaç olmaksızın, Her şeyi bilir;
Her şeyi işitir;
Her şeyi görür.
Mutlak hayat sâhibi'dir; mutlak kudret sahibidir; mutlak irade sâhibidir.
Diler, dilediğim yapar.
Kelam sıfatı ile de muttasıfdır; sese ve harfe muhtaç olmaksızın söyler; peygamberleri vasıtası ile insanlara kitaplar gönderir ve göndermiştir.
Bu sıfatların zıtları, Allâhu Teâlâ hakkında düşünülmez ve düşünülemez.
Allahu Teâlâ, kainatın şeriksiz ve nazirsiz yaratıcısıdır; yaratan, yarattıklarını yaşatan, öldüren, sonra yeniden diriltecek olan, iyi kulları için ni'metler, kötüler için de azab hazırlayan O'dur.
Biz Cenab-ı Hakk'ın âsârından kudret ve azametini, yüksek sıfatlarını düşünür, zat ve mahiyetinden bahsetmeyiz.
İşte, istisnâsız, her Müslüman'ın Allahu Teâlâ hakkındaki inancı böyledir. Şu kadar ki, Müslüman'ların ilim sahibi olanları, Allah'a îman mevzuunda kanaatlerini aklî ve naklî delillerle ispat edebilecek durumdadırlar.
* * *
2. EKÂNÎM-İ SELÂSE. (Buna Hıristiyanların umumiyetle inandığı şekilde inanıyor musunuz?)
C E VA P : 2
Hıristiyanlar, umumiyetle Teslis'e yani Allah'ın hem üç, hem bir olduguna inanırlar.
Ekânîm-i Selâse dedikleri bu üçüzlü ilah telakkîsinde ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı: Allah bir cevherdir ki, kendinin üç uknûmu (üç aslı) vardır. Biri Baba, biri Oğul, diğeri de Rûhû'l'Kudüs'tür, derler.
Diğer kısmı ise; Uknûm'un biri Allah, biri Meryem, birisi de Îsa olduğunu söyleyip, Îsa aleyhisselâm'ın Allah'ın oğlu olduğunu kabul ettikten sonra kendisinde nâsûtî ve lâhûtî iki tabiat bulunduğunu ve bu iki tabiatın da bir'e inkılâb ederek, Hazret-i Îsa'nın, nâsûtiyyeti ile muhdes ve mahluk bir insan olduğuna, lâhûtiyyeti ile de Hâlik ve gayr-ı mahlûk, ilah olduğuna inanırlar.
İşte Hıristiyanların Ekânîm-i Selâse dedikleri bunlardır.
Biz. Müslümanlar ise böyle bir akideyi asla kabul etmeyiz.
Bizim îman ve i'tikad ettiğimiz Allah, birinci suâlin cevabında da bildirildiği üzere asla teaddüt, tecezzi ve inkısam kabul etmez.
Hıristiyanlıktaki Ekânîm-i Selâse akîdesini kabul etmeyişimizin sebebini kısaca izah edelim :
Bilinmelidir ki, Müslümanlık, akla büyük bir mevki vermiştir. Bunun için, Müslümanlığın bütün îman esasları ma'kuldür, yani akla uygundur ve onlarda akıl ve mantığın kabul etmeyeceği hiç bir esrarlı noktaya rastlanmaz.
Ekânîm-i Selâse akîdesindeki Allah'ın hem üç, hem bir olması ciheti ise aklen açık bir tenakuz teşkil eder.
Üç uknûmdan birisi sayılan Hazret-i Îsa'nın sonradan dünyaya geldiği kabul edildiğine göre, kendisi doğmazdan evvel, mevcut kainatın Allah'tan hâlî bulunması îcab eder. Çünkü Hazret-i isa'nın, Allah'ı teşkil ettiği sanılan üç uknûmdan birisi olduğuna ve Hazret-i Îsa orada bulunmadıkça ulühiyyet câmiası da bulunmayacağına göre Hazret-i Îsa doğmadan Allah'ın da bulunmaması iktiza eder,
Üç uknumdan mürekkep lûhiyyet câmiasınm vücûdu bundan cüz' olan Hazret-i Îsa'nın bulunmasına muhtaç olması lazım geleceğine göre böyle bir ihtiyaç aczi ve müstelzimdir. Allahu Teâlâ'nın ise Kaadir-i Mutlak olduğu müsellem bulunduğundan böyle bir acz ve ihtiyaç bilbedâhe bâtıldır.
Bunun içindir ki, kilise mensublarından bazıları bu Ekânîm-i Selâse'yi bir Allah'da olan Vücud, Hayat ve ilim sıfatlannın remzi olmak gibi te'vil yolu na kaçmış olmalarına rağmen bir çokları bunu da reddetmişlerdir.
* * *
3. HAZRET-İ ÎSÂ. (Ulûhiyyetini kabul ediyor musunuz? Dîninizdeki yeri nedir?)
C E V A P : 3
İkinci suâlin cevâbında da açıklandığı üzere Hıristiyanların i'tikadına göre: Hazret-i isa, (hâşâ) Allah'ın oğludur ve üç uknûmdan biridir. Beşer cesedi giyinerek Hazret-i Meryem'den doğmuştur.
Kendisinin yeryüzünde çok ibadet ettiği, bilahare Yahudiler elinde asılarak öldürüldüğü, öldürülmek istenildiği zaman kaçıp gizlenecek bir yer aradığı, gizlendiği yerde tutularak asılırken şiddetli teessürler gösterdiği: «ilâhî, İlâhî, beni niçin terk ettin?» diye Cenab-ı Hakk'a halinden şikayet ettiği, öldürüldükten sonra da cehenneme inip Hazret-i
Adem ile zürriyetinden olan bütün peygamberleri oradan çıkardığı, üç gün sonra ölülerin arasından kalkarak göklere çıktığı ve Kaadir-i Mutlak olan Baba'nın sağ tarafında oturduğu iddia edilmektedir.
Biz Müslümanlar bu iddiaların ve akîdelerin hiç birisine inanmayız. Çünkü Hazret-i Îsa, Hıristiyanların da i'tiraf ettikleri vechile, bir zaman yok iken, sonradan Hazret-i Meryem'den doğmuş, süt emmiş, yiyip içmiş, insanlar arasında çocukluk ve gençlik çağını geçirmiş bir beşerdir. Demek ki hadistir, mümkündür, mütegayyir'dir.
O halde, hadis olan bir varlık için Kadîmlik,
mümkün olan bir varlık için Vâciblik, mütegayyir olan bir varlık için de Dâimlik tasavvur edilemez.
Eğer, iddia edildiği gibi, Hazret-i Îsa'da İlahlık olsa idi —Hıristiyanların dediklerine göre— kavimlerin en zaîfi ve âcizi olan Yahudilerin elinde aciz kalıp kurtulmak için bir sığınacak yer aramak lüzûmunu duyar mı idi?
Sonra, çok ibadet ettiği söylenilen Hazret-i Îsâ'nın, şayet kendisinde bir İlahlık vasfı bulunsaydı, bu, Tanrı'nın, kendi kendisine ibâdet etmesi gibi abes bir hareketi, Tanrı'ya isnâda kalkışmak demek olmaz mı idi?
Hazret-i Îsâ'nın ülûhiyyeti iddia ve öldürüldüğü de kabul edildiğine göre, o halde ölümünden sonra kainatın devam ve bekaası Tanrısız nasıl mümkün olabilmiştir?
Hazret-i Îsâ'nın Allah'ın oğlu Sıfatı ile Baba'nın (Allah'ın) sağ tarafında oturduğu iddia olunduğuna göre, bu da kendisinin Allah'tan ayrı bir varlık olduğunu kabul ve aynı zamanda Allah'a da bir mekan ve cihet isnad etmek demek değil midir?...
Eğer Hazret-i İsa'ya Tanrı'lık atfı incil'lerde görülen Peder ta'birinden ileri geliyorsa, bu ta'bir hakîkî ma'nada olmayıp, mâlik ve hâfız ma'nasındadır. Bunu hakîkî ma'naya almak yanlış yola sapmak demektir.
incil'lerde Cenab-ı Hakk'ın yalnız Hazret-i Îsâ'nın değil, insanların da pederi olduğu yazılmakta ve nitekim Matta İncili'nde şöyle denilmektedir : -
«Ne mübarektir sulh ediciler, zira onlara evladu'llah tesmiye olunacaktır.» (Beşinci Bab, 9 uncu fıkra
«Tâ ki, semâvatta olan Pederinizin evlâdı olasınız. Zira kendi güneşini fenalar ile iyilerin üzerine doğdurur. Hem salih ve fasık kimselerin iizerine yağmur yağdırır.» (Beşinci Bab, 45 inci fıkra.)
Eğer pederlik, oğulluk, Hazret-i Îsâ hakkında hakîkî ma'nada ise, insanlar hakkında da, hakîkî ma'nadadır. O halde, diğer insanlar dahi Allah'ın oğulları olmaları lazım gelir. Oğulluğun Hazret-i Îsâ'ya hasr olunmasında bir münâsebet görülemez,
Eğer Pederlik, sâir insanlar hakkında mecaz. ise, Hazret-i Îsâ hakkında da. mecâz olmak icabeder.
Hazret-i Îsâ'nın kendisinden önce gelen peygamberler gibi bir peygamberden başka bir insan olmadığı Matta İncil'indeki şu fıkralardan da açıkça anlaşılmaktadır :
«Ve Orşelim'e girdiğinde, bu kimdir? diyerek bütün şehir tahrik olundu. Halk dahi; bu Celil'de vâki' Nâsıret'den olan Îsâ peygamberdir, dediler.» (Matta 21 inci Bab, 10 ve 11 inci fıkralar).
«Ve onu Haça gerdikten sonra elbisesini kur'a atarak taksim ettiler. Tâ ki. Peygamberin; elbisemi aralarında taksim edip kaftanım üzerine kur'a attılar, diye buyurduğu kelam itmam oluna.» (27 nci Bab, 35 inci fıkra).
«Ve vâki' oldu ki. İsa bu temsilleri bitirdikten sonra oradan hareketle kendi vatanına geldikte, sinagoglannda onlara tâlim ederdi. Şöyle ki onlar hayran olup bu hikmet ve mu'cizeler Buna neredendir?»
«İmdi 0'na bunun cümlesi neredendir? diyerek O'nun hakkında sürçerler idi. Fakat Îsâ onlara;
'Bir peygamber kendi vatanından ve kendi hanesinden gayrı yerde i'tibarsız değildir, dedi. Ve orada onların îmansızlıkları sebebiyle çok mu'cizat icra etmedi.» (Matta 13 üncü Bab; 53, 54, 57 ve 58 inci fıkralar).
Biz Müslümanların Hazret-i Îsâ hakkındaki i'tikadımıza gelince:
Hazret-i Îsâ, ancak peygamberlik mertebesine haiz mümtaz bir beşerdir. Anadan, babasız ve hârikulâde olarak, Allah'ın «Kün!» emri ile doğmuş olması kendisinin ilâhlık vasfını haiz bulunmasını asla istilzam etmez. Bu belki Allahu Teala'nın bütün tabiat ve hilkat üzerinde hakim bulunan kudret ve iradesinin azametine delalet eder. Nitekim Hıristiyanlarca da kabul olunduğu veçhile, Hazret-i Adem, hem babasız, hem anasız yaratılmıştır.
Daha önceki peygamberler gibi, Hazret-i Îsâ' ya da Allah tarafından peygamberliğini te'yid için, hastaları ilaçsız iyi etmek ve hattâ Allah'ın izni ile, ölüleri diriltmek gibi mû'cizeler verilmiş ve kendisine ilahî emir ve nehiyleri bildiren ve tebdil ve tahrife uğramıyan hakîkî İncil ayetleri dahi vahy edilmiştir.
Hazret-i Îsâ, kendisinden önce gelen bütün peygamberleri ve ezcümle Hazret-i Mûsâ'yı ve O'na verilmiş olan Tevrat'ı tasdik ettiği gibi, kendisinden sonra gelecek olan. Âhir Zaman Peygamberi, Hazret-i Muhammed Aleyhisselam'ı da tebşir ve tasdik etmiştir.
Hazret-i Îsâ, kavmine: «Allâhu Teâlâ benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Yalnız O'na ibâdet edin; en doğru yol budur» demiş ve, helal ve haram olan şeyleri bildirmiştir. Kendisinin ilâhlık ile ve ilâhi oğul'luk ile hiç bir münâsebeti yoktur. Hazret-i Îsâ, kendisine ve validesine yapılan bu çeşit isnadlardan âhirette Cenab-ı Hakk'ın manevi huzûrunda şiddetle teberri edecek ve bunların ancak sonradan uydurulmuş kuru bir isnad ve iftirâdan ibâret bulunduğunu söyleyecektir.
İşte biz Müslümanların Hazret-i Îsâ hakkındaki nakle ve akle dayanan inancımız bundan ibarettir.
* * *
4. RÛHU'L-KUDÜS. (Ekânîm-i Selâse'ye inananlar için Rûhu'l-Kudüs «Üç» ten biridir, Sizin dininizde buna benzer bir şey var mıdır?)
C E V A P : 4
Üçüncü suâlin cevabında da yazıldığı üzere Hı*ristiyanlar Rûhu'l-Kudüs'ün Allah ile zat bakımından bir olduğunu onun Allah'tan (Baba'dan) çıkıp Îsâ'nın cesedine hulûl ile birleşmiş bulunduğunu iddia edegelmişlerdir. Müslümanlık inancına göre ise, Allahu Teâlâ ne zâtında, ne de sıfatlarında asla şerik kabul etmeyen tek ve müteâl bir Vâcibü'l-Vücüd olduğundan, herhangi bir varlığı O'na eş ve ortak saymağa imkan yoktur.
Müslümanlık Allah'a ibadet ederken, ibâdete karışacak riyâyı bile Tevhîd'e aykırı görmüş ve bunu gizli şirklerden saymıştır. Binaenaleyh Müslümanlıkta, Hıristiyanların i'tikad ettikleri gibi, bir Rûhu'l-Kudüs mevcut değildir.
Ancak, Allahu Teala'nın halk edip Hazret-i Âdem'den itibaren, peygamberler de dahil olmak üzere, bütün insanlara nefh eylediği beşerî ruhlardan başka peygamberlere ilâhî vahyi tebliğ eden ve Rûhul' - Kudüs denilen bir meleğin varlığına da inanırız.
Şu halde, ruhlar da ve Rûhul'-Kudüs de mahlukdurlar. Hiç bir şâibe ile lekelenmek ihtimali olmayan, her emniyete şâyan, mukaddes, tertemiz ruh demek olan Rûhu'l-Kudüs, Büyük meleklerden biridir. Ona Er-Rûhu'1-Emîn de denilir. Nasıl ki, kuvvet ve kudreti bakımından kendisine, C e b r â i l, günahtan ve beşerî vasıflardan âri bulunduğu için de Rûhu'l-Kudüs, denilmiştir.
Hazret-i Îsâ'nın rûhunu, Hazret-i Meryem'e nefha mc'mur olunan .Cebrail aleyhisselâm'dır.
Bu Rûhü'l-Kudüs'le te'yid olunan yalnız Hazret-i îsâ değildir. Resûl'i Ekrem Muhammed Mustafa Sallallâhü aleyhi ve sellem .Efendimi'e de Kur'ân-ı Kerîm'i Rabbü'l-Âlemîn'in emri ile bu Rûhu'l-Kudüs indirmiştir.
Binâenaleyh şâir mahlûklar gibi bir mahlûk olan R û h u ' l - K u d ü s ' ü Allah'ın zâtından bir parça saymayı, nasıl imkân dâiresinden uzak görürsek onu bir beşer olan Haz r e t - i Îsâ'nın varlığına bürünmüş saymayı da o derece yersiz ve mânâsız buluruz.
İşte biz Müslümanların Rûhu'l-Kudüs hakkındaki inancımız bundan ibarettir,
5. SÜNÛHAT. (Tanrı veya semâvat ile dünyâdaki insanlar arasında şimdi veya her hangi bir zamanda yapılan irtibat. Eski zamanlarda olduğu gibi bugün de doğrudan doğruya sünûhat vâki oluyor mu?)
C E V A P : 5
Sünûhat ile zihne def'aten gelen ve Hads "intiııtion" denilen bir duygu kasd ediliyorsa bu, her
şahısta ve her zaman vâkidir. Bunda dînî bir mâhiyet düşünülemez.
Sühûnat ile, ilham kasd ediliyorsa bu, eski zamanlarda olduğu gibi, bugün de, yarın da vâki olabilir.
Nitekim Peygamberimiz'den önceki peygamberler zamanında bâzı sâlih kulların kalblerine Allah tarafından, peygamberlerin tebliğ buyurduğu şeriat ve hükümlere muvafık olmak şartı ile bâzı ulvî mazmun ve ma'nalar vüdur ettiği gibi Peygamberimizin ümmetinden bâzılarına da aynı şartlar dâiresinde, gerek bundan evvel ve gerek şimdi böyle mazmun ve ma'nalar vürûd etmiştir ve edebilir.
Sünûhat ile, Allâh'dan gelen Vahiy murad ediliyorsa bu, Cenâb-ı Hakk'ın dînî hükümlerini, insanlar arasından seçtiği peygamberlerine Melek vâsıtası ile veya başka bir sûretle tebliğ ve telkin buyurması demektir ki, Vahy'in ilk Hazret-i Âdem'e sonuncusu da Âhir Zaman Peygamberi olan Hazret-i Muhammed aleyhisselâm'a vaki olmuş ve ilâhî Vahy kapısı Peygamberimiz ile ebediyen kapanmıştır. Peygamberimizden sonra artık herhangi bir kimseye Vahiy gelmesi mümkün olmadığından Peygamberlik mev'ud Mesihlik ve Vahiy yolu ile ilâhî ve Semâvi irtibat gibi iddialar da bâtıl ve mesnedsizdir; kuru bir da'vâdan ibarettir.
Amerika'nın Utah eyaletinin Salt Lake City şehrinde avukat Rulon S. Howelles'in islam Dini ve Hıristiyanlığın esasını teşkil eden meseleler üzerinde Müslümanların diişüncelerini öğrenmek ve bir kitap hazırlamak maksadı ile islam memleketlerine tevcih ettiği suallere, Maarif Vekaletinin 22 Kasım 1955 gün ve 022/14536 sayılı yazısı üzerine Diyanet işleri Reisliği Müşavere ve Dini Eserler İnceleme Heyetince hazırlanan cevaplar.
1. ALLAH. (Üstün varlık. Mütevassıt bir müslüman alimin bundan ne anladığını açıklayın. Aynı zamanda henüz gençlik çağında bulunan bir kimsenin ne anladığını izah edin?)
CEVAP:1
Müslümanların alimi de, cahili de, genci de, ihtiyarı da Rabü'l-âlemîn olan Allahu Teala'ya şöyle inanır :
Allahu Teâlâ Var'dır;
Birdir;
Varlığının evveli yoktur;
Varlığmın ahiri yoktur;
Ne kendisi yaratılmışlardan birisine benzer, ne de yaratılmışlar kendisine benzer;
Varlığı, başka bir varlığa dayanmaz, kendi zatı ile vardır. Varlığı zâtının iktizâsıdır. Doğmaktan, doğurulmaktan, doğurmaktan baba veya oğul olmaktan, zaman ve mekanda bulunmaktan münezzeh ve müteâlî olarak mevcuttur.
Hiç bir vâsıtaya muhtaç olmaksızın, Her şeyi bilir;
Her şeyi işitir;
Her şeyi görür.
Mutlak hayat sâhibi'dir; mutlak kudret sahibidir; mutlak irade sâhibidir.
Diler, dilediğim yapar.
Kelam sıfatı ile de muttasıfdır; sese ve harfe muhtaç olmaksızın söyler; peygamberleri vasıtası ile insanlara kitaplar gönderir ve göndermiştir.
Bu sıfatların zıtları, Allâhu Teâlâ hakkında düşünülmez ve düşünülemez.
Allahu Teâlâ, kainatın şeriksiz ve nazirsiz yaratıcısıdır; yaratan, yarattıklarını yaşatan, öldüren, sonra yeniden diriltecek olan, iyi kulları için ni'metler, kötüler için de azab hazırlayan O'dur.
Biz Cenab-ı Hakk'ın âsârından kudret ve azametini, yüksek sıfatlarını düşünür, zat ve mahiyetinden bahsetmeyiz.
İşte, istisnâsız, her Müslüman'ın Allahu Teâlâ hakkındaki inancı böyledir. Şu kadar ki, Müslüman'ların ilim sahibi olanları, Allah'a îman mevzuunda kanaatlerini aklî ve naklî delillerle ispat edebilecek durumdadırlar.
* * *
2. EKÂNÎM-İ SELÂSE. (Buna Hıristiyanların umumiyetle inandığı şekilde inanıyor musunuz?)
C E VA P : 2
Hıristiyanlar, umumiyetle Teslis'e yani Allah'ın hem üç, hem bir olduguna inanırlar.
Ekânîm-i Selâse dedikleri bu üçüzlü ilah telakkîsinde ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmı: Allah bir cevherdir ki, kendinin üç uknûmu (üç aslı) vardır. Biri Baba, biri Oğul, diğeri de Rûhû'l'Kudüs'tür, derler.
Diğer kısmı ise; Uknûm'un biri Allah, biri Meryem, birisi de Îsa olduğunu söyleyip, Îsa aleyhisselâm'ın Allah'ın oğlu olduğunu kabul ettikten sonra kendisinde nâsûtî ve lâhûtî iki tabiat bulunduğunu ve bu iki tabiatın da bir'e inkılâb ederek, Hazret-i Îsa'nın, nâsûtiyyeti ile muhdes ve mahluk bir insan olduğuna, lâhûtiyyeti ile de Hâlik ve gayr-ı mahlûk, ilah olduğuna inanırlar.
İşte Hıristiyanların Ekânîm-i Selâse dedikleri bunlardır.
Biz. Müslümanlar ise böyle bir akideyi asla kabul etmeyiz.
Bizim îman ve i'tikad ettiğimiz Allah, birinci suâlin cevabında da bildirildiği üzere asla teaddüt, tecezzi ve inkısam kabul etmez.
Hıristiyanlıktaki Ekânîm-i Selâse akîdesini kabul etmeyişimizin sebebini kısaca izah edelim :
Bilinmelidir ki, Müslümanlık, akla büyük bir mevki vermiştir. Bunun için, Müslümanlığın bütün îman esasları ma'kuldür, yani akla uygundur ve onlarda akıl ve mantığın kabul etmeyeceği hiç bir esrarlı noktaya rastlanmaz.
Ekânîm-i Selâse akîdesindeki Allah'ın hem üç, hem bir olması ciheti ise aklen açık bir tenakuz teşkil eder.
Üç uknûmdan birisi sayılan Hazret-i Îsa'nın sonradan dünyaya geldiği kabul edildiğine göre, kendisi doğmazdan evvel, mevcut kainatın Allah'tan hâlî bulunması îcab eder. Çünkü Hazret-i isa'nın, Allah'ı teşkil ettiği sanılan üç uknûmdan birisi olduğuna ve Hazret-i Îsa orada bulunmadıkça ulühiyyet câmiası da bulunmayacağına göre Hazret-i Îsa doğmadan Allah'ın da bulunmaması iktiza eder,
Üç uknumdan mürekkep lûhiyyet câmiasınm vücûdu bundan cüz' olan Hazret-i Îsa'nın bulunmasına muhtaç olması lazım geleceğine göre böyle bir ihtiyaç aczi ve müstelzimdir. Allahu Teâlâ'nın ise Kaadir-i Mutlak olduğu müsellem bulunduğundan böyle bir acz ve ihtiyaç bilbedâhe bâtıldır.
Bunun içindir ki, kilise mensublarından bazıları bu Ekânîm-i Selâse'yi bir Allah'da olan Vücud, Hayat ve ilim sıfatlannın remzi olmak gibi te'vil yolu na kaçmış olmalarına rağmen bir çokları bunu da reddetmişlerdir.
* * *
3. HAZRET-İ ÎSÂ. (Ulûhiyyetini kabul ediyor musunuz? Dîninizdeki yeri nedir?)
C E V A P : 3
İkinci suâlin cevâbında da açıklandığı üzere Hıristiyanların i'tikadına göre: Hazret-i isa, (hâşâ) Allah'ın oğludur ve üç uknûmdan biridir. Beşer cesedi giyinerek Hazret-i Meryem'den doğmuştur.
Kendisinin yeryüzünde çok ibadet ettiği, bilahare Yahudiler elinde asılarak öldürüldüğü, öldürülmek istenildiği zaman kaçıp gizlenecek bir yer aradığı, gizlendiği yerde tutularak asılırken şiddetli teessürler gösterdiği: «ilâhî, İlâhî, beni niçin terk ettin?» diye Cenab-ı Hakk'a halinden şikayet ettiği, öldürüldükten sonra da cehenneme inip Hazret-i
Adem ile zürriyetinden olan bütün peygamberleri oradan çıkardığı, üç gün sonra ölülerin arasından kalkarak göklere çıktığı ve Kaadir-i Mutlak olan Baba'nın sağ tarafında oturduğu iddia edilmektedir.
Biz Müslümanlar bu iddiaların ve akîdelerin hiç birisine inanmayız. Çünkü Hazret-i Îsa, Hıristiyanların da i'tiraf ettikleri vechile, bir zaman yok iken, sonradan Hazret-i Meryem'den doğmuş, süt emmiş, yiyip içmiş, insanlar arasında çocukluk ve gençlik çağını geçirmiş bir beşerdir. Demek ki hadistir, mümkündür, mütegayyir'dir.
O halde, hadis olan bir varlık için Kadîmlik,
mümkün olan bir varlık için Vâciblik, mütegayyir olan bir varlık için de Dâimlik tasavvur edilemez.
Eğer, iddia edildiği gibi, Hazret-i Îsa'da İlahlık olsa idi —Hıristiyanların dediklerine göre— kavimlerin en zaîfi ve âcizi olan Yahudilerin elinde aciz kalıp kurtulmak için bir sığınacak yer aramak lüzûmunu duyar mı idi?
Sonra, çok ibadet ettiği söylenilen Hazret-i Îsâ'nın, şayet kendisinde bir İlahlık vasfı bulunsaydı, bu, Tanrı'nın, kendi kendisine ibâdet etmesi gibi abes bir hareketi, Tanrı'ya isnâda kalkışmak demek olmaz mı idi?
Hazret-i Îsâ'nın ülûhiyyeti iddia ve öldürüldüğü de kabul edildiğine göre, o halde ölümünden sonra kainatın devam ve bekaası Tanrısız nasıl mümkün olabilmiştir?
Hazret-i Îsâ'nın Allah'ın oğlu Sıfatı ile Baba'nın (Allah'ın) sağ tarafında oturduğu iddia olunduğuna göre, bu da kendisinin Allah'tan ayrı bir varlık olduğunu kabul ve aynı zamanda Allah'a da bir mekan ve cihet isnad etmek demek değil midir?...
Eğer Hazret-i İsa'ya Tanrı'lık atfı incil'lerde görülen Peder ta'birinden ileri geliyorsa, bu ta'bir hakîkî ma'nada olmayıp, mâlik ve hâfız ma'nasındadır. Bunu hakîkî ma'naya almak yanlış yola sapmak demektir.
incil'lerde Cenab-ı Hakk'ın yalnız Hazret-i Îsâ'nın değil, insanların da pederi olduğu yazılmakta ve nitekim Matta İncili'nde şöyle denilmektedir : -
«Ne mübarektir sulh ediciler, zira onlara evladu'llah tesmiye olunacaktır.» (Beşinci Bab, 9 uncu fıkra
«Tâ ki, semâvatta olan Pederinizin evlâdı olasınız. Zira kendi güneşini fenalar ile iyilerin üzerine doğdurur. Hem salih ve fasık kimselerin iizerine yağmur yağdırır.» (Beşinci Bab, 45 inci fıkra.)
Eğer pederlik, oğulluk, Hazret-i Îsâ hakkında hakîkî ma'nada ise, insanlar hakkında da, hakîkî ma'nadadır. O halde, diğer insanlar dahi Allah'ın oğulları olmaları lazım gelir. Oğulluğun Hazret-i Îsâ'ya hasr olunmasında bir münâsebet görülemez,
Eğer Pederlik, sâir insanlar hakkında mecaz. ise, Hazret-i Îsâ hakkında da. mecâz olmak icabeder.
Hazret-i Îsâ'nın kendisinden önce gelen peygamberler gibi bir peygamberden başka bir insan olmadığı Matta İncil'indeki şu fıkralardan da açıkça anlaşılmaktadır :
«Ve Orşelim'e girdiğinde, bu kimdir? diyerek bütün şehir tahrik olundu. Halk dahi; bu Celil'de vâki' Nâsıret'den olan Îsâ peygamberdir, dediler.» (Matta 21 inci Bab, 10 ve 11 inci fıkralar).
«Ve onu Haça gerdikten sonra elbisesini kur'a atarak taksim ettiler. Tâ ki. Peygamberin; elbisemi aralarında taksim edip kaftanım üzerine kur'a attılar, diye buyurduğu kelam itmam oluna.» (27 nci Bab, 35 inci fıkra).
«Ve vâki' oldu ki. İsa bu temsilleri bitirdikten sonra oradan hareketle kendi vatanına geldikte, sinagoglannda onlara tâlim ederdi. Şöyle ki onlar hayran olup bu hikmet ve mu'cizeler Buna neredendir?»
«İmdi 0'na bunun cümlesi neredendir? diyerek O'nun hakkında sürçerler idi. Fakat Îsâ onlara;
'Bir peygamber kendi vatanından ve kendi hanesinden gayrı yerde i'tibarsız değildir, dedi. Ve orada onların îmansızlıkları sebebiyle çok mu'cizat icra etmedi.» (Matta 13 üncü Bab; 53, 54, 57 ve 58 inci fıkralar).
Biz Müslümanların Hazret-i Îsâ hakkındaki i'tikadımıza gelince:
Hazret-i Îsâ, ancak peygamberlik mertebesine haiz mümtaz bir beşerdir. Anadan, babasız ve hârikulâde olarak, Allah'ın «Kün!» emri ile doğmuş olması kendisinin ilâhlık vasfını haiz bulunmasını asla istilzam etmez. Bu belki Allahu Teala'nın bütün tabiat ve hilkat üzerinde hakim bulunan kudret ve iradesinin azametine delalet eder. Nitekim Hıristiyanlarca da kabul olunduğu veçhile, Hazret-i Adem, hem babasız, hem anasız yaratılmıştır.
Daha önceki peygamberler gibi, Hazret-i Îsâ' ya da Allah tarafından peygamberliğini te'yid için, hastaları ilaçsız iyi etmek ve hattâ Allah'ın izni ile, ölüleri diriltmek gibi mû'cizeler verilmiş ve kendisine ilahî emir ve nehiyleri bildiren ve tebdil ve tahrife uğramıyan hakîkî İncil ayetleri dahi vahy edilmiştir.
Hazret-i Îsâ, kendisinden önce gelen bütün peygamberleri ve ezcümle Hazret-i Mûsâ'yı ve O'na verilmiş olan Tevrat'ı tasdik ettiği gibi, kendisinden sonra gelecek olan. Âhir Zaman Peygamberi, Hazret-i Muhammed Aleyhisselam'ı da tebşir ve tasdik etmiştir.
Hazret-i Îsâ, kavmine: «Allâhu Teâlâ benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Yalnız O'na ibâdet edin; en doğru yol budur» demiş ve, helal ve haram olan şeyleri bildirmiştir. Kendisinin ilâhlık ile ve ilâhi oğul'luk ile hiç bir münâsebeti yoktur. Hazret-i Îsâ, kendisine ve validesine yapılan bu çeşit isnadlardan âhirette Cenab-ı Hakk'ın manevi huzûrunda şiddetle teberri edecek ve bunların ancak sonradan uydurulmuş kuru bir isnad ve iftirâdan ibâret bulunduğunu söyleyecektir.
İşte biz Müslümanların Hazret-i Îsâ hakkındaki nakle ve akle dayanan inancımız bundan ibarettir.
* * *
4. RÛHU'L-KUDÜS. (Ekânîm-i Selâse'ye inananlar için Rûhu'l-Kudüs «Üç» ten biridir, Sizin dininizde buna benzer bir şey var mıdır?)
C E V A P : 4
Üçüncü suâlin cevabında da yazıldığı üzere Hı*ristiyanlar Rûhu'l-Kudüs'ün Allah ile zat bakımından bir olduğunu onun Allah'tan (Baba'dan) çıkıp Îsâ'nın cesedine hulûl ile birleşmiş bulunduğunu iddia edegelmişlerdir. Müslümanlık inancına göre ise, Allahu Teâlâ ne zâtında, ne de sıfatlarında asla şerik kabul etmeyen tek ve müteâl bir Vâcibü'l-Vücüd olduğundan, herhangi bir varlığı O'na eş ve ortak saymağa imkan yoktur.
Müslümanlık Allah'a ibadet ederken, ibâdete karışacak riyâyı bile Tevhîd'e aykırı görmüş ve bunu gizli şirklerden saymıştır. Binaenaleyh Müslümanlıkta, Hıristiyanların i'tikad ettikleri gibi, bir Rûhu'l-Kudüs mevcut değildir.
Ancak, Allahu Teala'nın halk edip Hazret-i Âdem'den itibaren, peygamberler de dahil olmak üzere, bütün insanlara nefh eylediği beşerî ruhlardan başka peygamberlere ilâhî vahyi tebliğ eden ve Rûhul' - Kudüs denilen bir meleğin varlığına da inanırız.
Şu halde, ruhlar da ve Rûhul'-Kudüs de mahlukdurlar. Hiç bir şâibe ile lekelenmek ihtimali olmayan, her emniyete şâyan, mukaddes, tertemiz ruh demek olan Rûhu'l-Kudüs, Büyük meleklerden biridir. Ona Er-Rûhu'1-Emîn de denilir. Nasıl ki, kuvvet ve kudreti bakımından kendisine, C e b r â i l, günahtan ve beşerî vasıflardan âri bulunduğu için de Rûhu'l-Kudüs, denilmiştir.
Hazret-i Îsâ'nın rûhunu, Hazret-i Meryem'e nefha mc'mur olunan .Cebrail aleyhisselâm'dır.
Bu Rûhü'l-Kudüs'le te'yid olunan yalnız Hazret-i îsâ değildir. Resûl'i Ekrem Muhammed Mustafa Sallallâhü aleyhi ve sellem .Efendimi'e de Kur'ân-ı Kerîm'i Rabbü'l-Âlemîn'in emri ile bu Rûhu'l-Kudüs indirmiştir.
Binâenaleyh şâir mahlûklar gibi bir mahlûk olan R û h u ' l - K u d ü s ' ü Allah'ın zâtından bir parça saymayı, nasıl imkân dâiresinden uzak görürsek onu bir beşer olan Haz r e t - i Îsâ'nın varlığına bürünmüş saymayı da o derece yersiz ve mânâsız buluruz.
İşte biz Müslümanların Rûhu'l-Kudüs hakkındaki inancımız bundan ibarettir,
5. SÜNÛHAT. (Tanrı veya semâvat ile dünyâdaki insanlar arasında şimdi veya her hangi bir zamanda yapılan irtibat. Eski zamanlarda olduğu gibi bugün de doğrudan doğruya sünûhat vâki oluyor mu?)
C E V A P : 5
Sünûhat ile zihne def'aten gelen ve Hads "intiııtion" denilen bir duygu kasd ediliyorsa bu, her
şahısta ve her zaman vâkidir. Bunda dînî bir mâhiyet düşünülemez.
Sühûnat ile, ilham kasd ediliyorsa bu, eski zamanlarda olduğu gibi, bugün de, yarın da vâki olabilir.
Nitekim Peygamberimiz'den önceki peygamberler zamanında bâzı sâlih kulların kalblerine Allah tarafından, peygamberlerin tebliğ buyurduğu şeriat ve hükümlere muvafık olmak şartı ile bâzı ulvî mazmun ve ma'nalar vüdur ettiği gibi Peygamberimizin ümmetinden bâzılarına da aynı şartlar dâiresinde, gerek bundan evvel ve gerek şimdi böyle mazmun ve ma'nalar vürûd etmiştir ve edebilir.
Sünûhat ile, Allâh'dan gelen Vahiy murad ediliyorsa bu, Cenâb-ı Hakk'ın dînî hükümlerini, insanlar arasından seçtiği peygamberlerine Melek vâsıtası ile veya başka bir sûretle tebliğ ve telkin buyurması demektir ki, Vahy'in ilk Hazret-i Âdem'e sonuncusu da Âhir Zaman Peygamberi olan Hazret-i Muhammed aleyhisselâm'a vaki olmuş ve ilâhî Vahy kapısı Peygamberimiz ile ebediyen kapanmıştır. Peygamberimizden sonra artık herhangi bir kimseye Vahiy gelmesi mümkün olmadığından Peygamberlik mev'ud Mesihlik ve Vahiy yolu ile ilâhî ve Semâvi irtibat gibi iddialar da bâtıl ve mesnedsizdir; kuru bir da'vâdan ibarettir.